• Sonuç bulunamadı

Avrupa Birliği’nin yaklaşık 400 milyon nüfusu var. 1959 Ankara

Anlaşması ile kapıdan girmeye çalıştık, biz ittiriyoruz onlar itti-riyor, bir türlü kapının eşiğinden içeri adımımızı atamadık. 32 fas-lın 16’sını açmışız 1 tanesini Kıb-rıs şartına bağlamışız, bir daha da fasıl açamıyoruz. Kıbrıs’ta ne oldu da haksız duruma düştük.

Kıbrıs’ta haksız da değiliz. Orada

bir bakımdan ırki, bir bakımdan

dini bağlarımız olan insanlarımız

var.

milyar, hedefler çok büyük. Gelin şu 400 milyonu müzakere edelim. Avrupa’ya bakıyorum, Anglo Sakson var, Latinler var, Germenler var, hiçbir meseleleri yok. Ortada bir dini birlik söz konusu edi-lirse, kitapları da ayrı Ortodoks’un ayrı, Katolik’in ayrı, Protestanların ayrı İncilleri bulunuyor. Biz bir Kur’an’a inanıyoruz. Harfi bile değişmemiş bir Kur’an’a inanıyoruz. 400 milyon nüfus, Orta Doğu bölgesinde 8, Kuzey Afrika bölgesinde 5 tane ülke. Türkiye’yi de dahil edin 13 ülke. Temel olarak 480 milyon nüfusumuz var ama biz bir türlü beraber olamıyoruz. Neden bir araya gelemeyişimizin sebepleri aranabilir aslında.

Bir defa biz yatırım çekmeliyiz, yatırım çekmek için güven ortamını oluşturmalıyız. Bunun bu dö-nemde en iyi noktasındayız. Daha evvel bu bölgelerde Türkiye’nin yerini bile bilmeyenler vardı. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanı’mızın şecere-i alisini hemen okuyup, anlatıyorlar bize. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlarını sıradan sayıyorlar.

Miraç Gecesi’nden bir gün önce karar verdim kutsal topraklara gitmeye. Harem-i Şerif’i ziyaret et-tikten sonra Cidde’de bir dostum, oranın önemli yatırımcılarından biri, kendisini sevgi ile anıyorum,

“Akşam yemekte bizdeyiz” dedi. Onların kültüründe misafiri çağırınca 8-10 misafir daha çağırırlar.

Hocam da, Altan Bey de biliyordur kültürlerini. Akşam hakikaten akademik, seviyeli bir de müzakere oldu. Sırayla söz alındı, konuşuldu. Meclis diye böyle bir kültürleri var. Sayın Başkan referandumdan da bir hafta evveldi, referandumun konularını ve Türkiye’nin meselelerini bizim kadar yakından takip ediyorlar, bize sevgi ve muhabbet besliyorlar. Bu geldiğimiz nokta çok önemli, bundan biz 15 yıl ön-cesine bakacak olursak, biz 15 yıl evvel onların kültürlerine zıt ve o kültürü reddeden bir devlet poli-tikasının içindeydik. Bugün orada değiliz, bugün ezanlarımız kadar devletimizin yönünün de musalli olduğunun çok yakından farkındalar. Bu temelden ilerleyebiliriz.

Güven ortamı var ama bu yeterli mi? Hayır. Ben şimdilik yeterli görmüyorum. Temeli şu; eğer bir yatı-rım çekeceksek, yatıyatı-rım ortamını iyileştireceğiz. Evet, biz deplasmanlara gidiyoruz, biz Umman fab-rikamıza, Cidde’deki fabfab-rikamıza, Gürcistan’daki tesislerimize gidiyoruz. Frankfurt’taki yatırımımıza gidiyoruz, elçiyiz biz. Onları buraya çağırdığımızda yatırım ortamı iyileşmiş bir ülkeye davet etmek zorundayız. Yatırım ortamı iyidir demek benim sözümle olmuyor. Belki devletin bütün kademelerin-den gelip, Sayın Başkan’a kadar gelip, mesele tıkanıyor, mesele orada düğümleniyor.

Bir Ortadoğu ülkesi, müsaade ederseniz ismini vermeyeyim. Türkiye ile arasında yıllık 1 milyar dolarlık ticaret hacmi var. Biz bir süre evvel temaslarda bulunduk ve oradan Türkiye’ye 1 milyar dolarlık ortak bir yatırım çektik. Türkiye’nin toplam ticaret hacmi 1 milyar dolar, biz zaten 1 milyar dolar getirdik, çekmediğimiz eziyet kalmadı. Ülkenin yatırım ajansı tarafından düzenlenen bir toplantıya katıldık.

Başındaki zat net bir şekilde söylüyor, “Önümüzdeki 5 yıl içinde biz Türkiye’ye yatırım yapmayaca-ğız.” Kamu otoritesinden, ilgili belediyesinden yeterli desteği bir türlü göremediler.

Bir anımı anlatayım müsaade ederseniz, yatırım ortamının seviyesi hakkında. Sayın Abdullah Gül, kendisini sevgi ile anıyorum, Cumhurbaşkanlığı görevinin son günleriydi o ülkenin de lideri Türkiye’ye gelmiş. Beni aradılar dediler ki, “Sayın Cumhurbaşkanı Huber’de sizinle görüşmek istiyor.” Gittim, sürpriz, bizim yatırım ortağı olduğumuz ülkenin devlet başkanı da Sayın Cumhurbaşkanının yanın-da, Kadir Topbaş Bey ayakta. Bana sordu Sayın Cumhurbaşkanı, “Bir mesele varmış, şu noktada çözülmüyormuş, ne yapabiliriz?” dedi. Dedim ki, “Kadir Bey ile hiç ilgisi yok, Kadir Bey ile her türlü problemimizi yasalar ve yönetmelikler çerçevesinde çözeriz, müzakere ederiz ama iş filanca yerde takıldı” dedim. Sayın Cumhurbaşkanı, “Oraya beni karıştırma” dedi. Yani bir siyasi muarızlık var. Sayın Cumhurbaşkanının “Beni oraya karıştırma” dediği noktadaki düğümü hala çözmeye çalışıyoruz. Bu iş topyekün yatırım ortamının iyileştirmesine inanılarak çözülebilir. Bu konuyu da Sayın Cumhurbaş-kanı’na da arz edeceğim. Geçenlerde bir konuşması çok ilgimi çekti, “Bu clup nedir, kulüp benim kül-türümde yok. Cafeteria yok benim külkül-türümde. Kıraathanem var benim, nerede?” diyor. Baktım clup tabelaları inmeye başladı, yerine başka şeyler yazılıyor ve o İngilizce terimler de yok olmaya başladı.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın böyle bir etkisi var. Bu yatırım ortamının iyileştirmesi adına kamunun bü-tün kademelerini görevlendirmek ve ilerletmek lazım.

Dünya bunu nasıl yapıyor? Kısa bir örnek vereceğim. Biz Orta Avrupa ülkelerinin birisinde önemli bir yatırım yaptık, çok büyük perakende imparatorlarından birisini satın aldık. Satın aldıktan çok kısa bir süre sonra eyaletin başkanını aradım, ben bu randevuyu istemeden de rical-i devletten birkaç tane mektubumuz ulaşmıştı. “Ziyarette bulunmak istiyorum” dedim, bir gün, iki gün cevap yok. Üçüncü gün, “Biz kendisini İstanbul’da ziyaret edeceğiz” cevabı geldi. 16 parlamenterle İstanbul’a geldiler tam bir gün, gece saat 3’te bitti görüşmelerimiz. ‘Sizin için ne yapabiliriz’i konuştuk.

Sevgili dostlar, bu dediğim ülkenin 1,6 trilyon dolar ihracatı, 1,4 trilyon dolar ithalatı var. 250 milyar dolar, ithalatın ihracatı karşılama oranı var. Ben 1 milyar dolar Türkiye’ye yatırım getirdiğim halde kamu kuruluşunun başkanı ile bir türlü irtibat kuramadım. Geçenlerde bir konferanstaydım Sayın Mehmet Özhaseki Beyefendi, Sayın Bakanımız, beni bir belediye başkanı ile tanıştırdı. Ben kendisini ismen tanıyorum, birtakım ilişkilerimiz var, yatırımlarımız var ama ben Sayın Bakanımızın tanıştırması ile tanıştım. Bir ilde önemli bir yatırımcıyız yani temelde mantığımızı değiştirirsek yatırımcı çekme-mek için hiçbir sebep yok. Yatırım ortamının iyileştirilmesi adına da kamu güzel şeyler yapıyor. Bana göre ihracat da en az Türkiye’ye çekebileceğimiz yatırım kadar önemli. Ekonomi Bakanlığımız güzel adımlar atıyor özellikle Türk Ticaret Merkezlerinin kurulması, Türkiye’deki markaların yabancı ülke-lerde açtıkları şubeler, mağazalar, depolar için yaptıkları teşvikler son derece önemli. Bu teşviklerle Türkiye’nin ihracatının gelecek dönemde katlanacağını düşünüyorum.

Yatırım ortamını kötüleştiren olumsuz etkilerden bir tanesini, “Sayın Başkan bunu kayda alacağız ve sonra da istifade edeceğiz” dediği için yani suya yazılmayacağını bildiğim için söylüyorum. Altan Bey

de bu konuda çok mücadele etti ve biz imar kanununda esaslı değişiklikler yaptırdık. Bir bankanın sahibi ziyaretime geldi. Dedi ki, “Patron, bizim yabancı ülkedeki yatırımcımız ana banka Türkiye’de yatırım kararı aldı. Gayrimenkul sektörüne yatırım yapacağız, bir miktar da para getirdik. Bu sektöre gireceğiz ne dersin?” diye sordu. Düşündüm, “Sakın girmeyin” dedim. Benim “sakın girmeyin” deme-mi her halde sektörel bir rekabet olarak anladı. Gitti bildiğini okudu. Hemen bir gayrimenkul yatırım şirketi kurdular, parayı oraya aktardılar. En kolay şey de lokasyon seçimi hususunda, “Sinpaş nerede yatırım yapıyor biz de orada yatırım yapalım” anlayışı. Baktım bizim İstanbul’da büyük yatırım yaptı-ğımız bölgelerin birinin bitişiğinde yer almışlar. Almadan önce de satan kişiyle imar durumu hakkın-da konuşup, görüşmüşler. İmar durumunu belediyeden almışlar. Zaman içinde son bir imar durumu daha alınmış, bir sorun yok. Projeyi hazırlatmışlar 6 ay sonra belediyeye götürmüşler. Belediye uygu-lanacak proje için yeniden imar durumunun alınmasını istediğinde, imar durumunda değişiklik yapıl-dığı tespit edilmiş. Tekrar bir araya geldik, “Patron ben bu belediye başkanını dava edeceğim” dedi.

“Edemezsin, imar durumunu almışsın ama burada bir metin var sen bunu okumuyorsun. ‘Geçiş döne-mi yapılaşma koşullarına tabidir.’ Demek ki bu değişecek sen bunu göremedin.” “Biz ne yapacağız”

dedi. “O parayı iade et ülkeye, bu ülkeyi rezil etme. Zarar ettiğin miktarı da bankaya zarar diye yaz, oraya da patates, soğan ek önümüzdeki sene biçersin” dedim.

Tablo bu olunca yatırım ortamı güzelleşmiyor, yine demin söze girerken söyledim Altan Bey de KO-NUTDER’in yönetiminde olduğu dönem, kendisini sevgi ile anıyorum yeğenim Faruk ile beraber, çok gayret sarf ettiler. İmar kanununa “müktesep hak” kavramını getirdik ve yerleştirdik. Muktesep hak, imar kanununda korunuyor ama idari yargılama usulü kanununun 7’nci maddesinin 4’üncü fıkrası hepsini alt üst ediyor. Diyor ki metin, “İmar kanununda söz edilen süreler geçmiştir, müktesep haktır, kesinleşmiştir bu imar planı. Yeni bir ruhsat alındıysa o ruhsata dava açılırken, ruhsatın dayanağı olan imar planına da dava açılabilir” diyor. Hani müktesep haktı, yok oldu gitti. İnşallah düzeltilir, biz de iş alemi olarak vatan, millet, Sakarya adına mücadele ederiz. İnşallah Türkiye’nin yatırım ortamını satarız. Hepinize saygılar sunuyorum.

MEHMET ASUTAY

Teşekkür ederiz Avni Bey. Aynı duyguları paylaşmamızdan ve dinsel sebeplerden artık bir iş birliği-nin mümkün olduğunu, olabileceğinden bahsettiniz. Türkiye’ye yabancı yatırım çekme noktasında ihtiyacımız olan bir dönem olduğunu, hükümetin reform yapmasına rağmen, hala ciddi problemler olduğunu söylediniz. Bürokratik problemlerin aşılamıyor olması sıkıntılı bir durum. Bu da yabancı sermayenin neden ortamı daha elverişli ülkelere doğru kaydığını açıklıyor.

Türkiye’ye yapılmış olan doğrudan sermaye ve doğrudan yapılmış yatırımları inceledim. 5 yılda, 25 ülke hemen hemen 140 milyar dolarlık yatırım yapmış. Yatırımı gerçekleştiren ülkeler arasında bu-lunan hangi Müslüman ülkeler var ve kaçıncı sırada diye baktığımda, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan, Kuveyt son sıralarında yer alıyor. Üst sıralarda Avrupa Birliği ülkeleri göze çarpıyor.

Hollanda birinci sırada ve 25 milyar dolarlık doğrudan yatırımı var. Bu da açıkça gösteriyor ki MENA ülkelerine baktığınız zaman aynı ticari ilişkilerin orada olmadığını görüyoruz.

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu. 1992 yılında Sur Yapı’yı kurdu.

Sur Yapı’yı 30’dan fazla şirketi olan, inşaat, gayrimenkul ve enerji sektörlerinde hizmet veren bir grup haline getirdi. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarına üye ve kurucu olarak destek veren Z. Altan Elmas, halen başkanı olduğu KONUTDER’in de kurucuları arasındadır.

ALTAN ELMAS

Yönetim Kurulu Başkanı, Sur Yapı / KONUTDER

İslami finans bağlamında da baktığımız zaman, sukuk ihraç eden ülkeler arasındaki ekonomik ilişkiler ciddi seviyede düşük bir durumda, potansiyel kullanmama durumu ile karşı karşıyayız.

Altan Bey sizin de birçok Müslüman ve Orta Doğu ülkeleri ile yakın iş ilişkileriniz var. Tahayyül dün-yasında Müslüman ülkeler arasındaki iş birliğinin gelişmesi ve bunun için nelerin yapılması gerektiği ile ilgili bir tartışma var mı? Sizin konu ile ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

ALTAN ELMAS

Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkanım, çok sevgili dinleyiciler herkese saygılar sunuyorum.

İslam camiası, ümmeti bizim yüreğimizde kanayan bir yara. Biz İslam ümmeti olarak yüz yıl önce Birinci Dünya Savaşını kaybetmişiz bunu kabul etmeliyiz her şeyden önce. Bizim ecdadımız büyük bir coğrafyayı kontrol altında tutuyorken, ümmetin kontrolünü bir şekilde sağlayamamış ve parça-lanmış. Bu parçalanmada içimizde yetişen neslimizin de batıya yönelişinin etkisi var. Sultan Abdül-hamid, Osmanlı’nın bütün müesseselerinin bugünkü temelini atmış bir padişahımız; ama ona rağmen 40 yıl içerisinde kendisini tahttan indiren ve kendisine darbe yapan ve sistemi tamamen batılılaşma-ya dönük bir yöne sevk eden bir padişah aynı zamanda. 1908’deki 31 Mart Vakası’nın baş aktörleri, İttihat ve Terakkiciler, Sultan Abdülhamid iktidara geldikten sonra doğan insanlar. Yani onun kurduğu okullardan yetişen insanlar, kimi tıbbiyede, kimi harbiyede eğitim almış.

Sayın Cumhurbaşkanımızın sıkça söylediği gibi, “Kaderin üzerinde bir kader vardır”, bu bir kader.

Ümmet olarak biz bu kaderi yaşayacakmışız. Bunu tarif etme noktasında İbn Haldun’un eserini oku-muşsunuzdur. Devletin kuruluşu, gelişmesi ve yıkılması ile çok güzel tespitleri vardır. Bir şey kurulu-yor, kemale erikurulu-yor, sonra da yıkılıyor. Bu değişmez bir kural, kaide. İslam ümmetinin de yıkılıp yeniden kurulduğu dönemler var. İslam ümmeti hem Moğol istilası hem de Haçlı seferleri ile hem doğudan hem de batıdan defalarca saldırıya uğramıştır. Ümmetin kendi içinde çökmüş olması saldırılara di-renememesine ve yıkılmasına sebep olmuştur. Sonra yeniden dirilip, doğmuştur, istilalar esnasında gelen kişileri de kendi toplumuna entegre ederek ayağa kalkmıştır.

Bence yüz yıllık bir fetret dönemi yaşıyoruz, en kötüden iyiye doğru gidiyoruz, ümitsiz olmamız için bir sebep yok. Hatalarımız, kusurlarımız, yanlışlarımız var; ama en kötüsü geride kaldı. Artık en kötüden ileri doğru gidiyoruz. Bir kere paramparça olduk, hala daha parçalanmaya çalışıyoruz, şu güzel ülkemizi parçalamaya çalışıyorlar. Parçalanmaları önlememiz için biz Müslümanların kalp mer-kezimizi, zihin merkezimizi ve hareket merkezimizi üst üste getirerek hareket etmemiz gerekiyor.

Müslümanlar olarak böyle bir ameliyeyi hayata geçirebilirsek olur. Kimimizin kalbinde, kimimizin kal-bin dışında, biraz ibadetinde, kimimizin de hareketinde İslam var ama çok büyük toplulukların İslam hareketine yansımıyor, ameliyemize yansımıyor, muamelat, İslam’ın muamelatı toplumsal hayatları-mızdan uzaklaşmış vaziyette.

Adında “İslam Devleti” olan ülkelerde bile bu sorun yaşanmakta. Şer’i hükümleri, mezhepleri, meş-repleri aynı olmasına rağmen durum farklı değil. Bu medeniyet meselesi, bir mücadele meselesi so-nuçta biz bunları üst üste getirebildiğimiz müddetçe ve İslam’ı bir bütün olarak kalben, ruhen, fikren ve amelen yaşayabildiğimiz sürece, o istikamette hareket ortaya koyabildiğimiz müddetçe sorunla-rımızı aşabileceğimizi düşünüyorum. Parçalanmış bir İslam dünyasını fikren bir araya getirmek zor olduğu gibi, finansal ve siyaseten de bir araya getirmenin çok kolay olmayacağını düşünüyorum. Biz bunun mücadelesini vermeliyiz, biz Müslümanlar sonuçtan sorumlu değiliz, neticeyi yaratan Allah.

Bizler mücadele ile sefer ile emrolunduk. Seferde olmalıyız, at sırtında olmalıyız nihayetinde. Mevla sonucu günün birinde nasip edecektir.

Bizim üniversite yıllarında tahayyül ettiğimiz, konuştuğumuz konuların bugün Sayın Cumhurbaş-kanımız liderliğinde ve AK Parti hareketi ile çoğunun hayat bulduğunu, eksiklerimize rağmen, dü-zelmesi gerek çok şeye rağmen görebiliyorum. Demek ki olabiliyor. Allah ömür verirse çok daha iyi