• Sonuç bulunamadı

Yeni Sağ ve Yeni Sol’un Türkiye Versiyonu Olarak DYP-SHP Hükümetleri Dönemi Dönemi

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ:

2 BÖLÜM : KÜRESELLEŞMENİN TÜRKİYE’DEKİ PARTİ SİYASETİNE ETKİLERİ

2.2.2 Yeni Sağ ve Yeni Sol’un Türkiye Versiyonu Olarak DYP-SHP Hükümetleri Dönemi Dönemi

Küreselleşme siyasi ideolojileri çeşitli şekillerde etkilemektedir. Öncelikle küreselleşmenin, milliyetçilik ve ulus olgusuyla temellendirilmiş diğer ideolojik projeler üzerinde etkisi vardır. Örneğin kendi kaderini tayin etme hakkı ile bağlantılı olan siyasi milliyetçiliğin, “post-egemen” koşullarda işleyen ulus-devletlerin yer aldığı bir dünyada önemini yitirme ihtimali vardır. Ayrıca devletin siyaset ve yurttaşlık alanındaki düzenleme kapasitesinin zayıflaması gerçeği çerçevesinde, kültürel, etnik ve dini milliyetçiliğin güçlenmesi ihtimali yüksek görülmektedir. Keynezci talep yöntemi ulusal-iktisadi stratejilerin gücünün azalması, modern liberalizmi ve sosyal demokrasiyi tehlikeye atmaktadır. Ayrıca muhafazakârlar, küreselleşmenin geleneği ve ulusal kimliği zayıflatma eğilimiyle mücadele etmek zorunda kalmışlardır (Heywood, 2007: 28). Daha ziyade neo-liberal politikalar ile birlikte anılmakta olan küreselleşme bu yönüyle sağ ve sol ideolojileri, yeni-sağ ve yeni sol olarak kavramsallaştırarak dönüştürmektedir.

Yeni-sağ oldukça geniş bir terimdir ve kapsamında vergilerin düşürülmesinden, göç karşıtı kampanyalardan, göçmenleri ülkelerine geri göndermeye kadar birçok farklı fikri barındırır. Aslında yeni-sağ, birbirlerine karşıtlıkları açıkça ortada olan iki ideolojik geleneğin birleşmesidir. Bu ideolojilerden ilki Adam Smith’in serbest piyasa teorisine dayanır diğeri ise muhafazakârlıktır. Bu ideolojiler, yirminci yüzyılın ikinci yarısında devlet iktisadi ve sosyal müdahale anlayışına yönelik eleştiri olarak yeniden önem kazanmıştır. Bu eleştiriler liberal yeni-sağ ve neo-liberalizm olarak adlandırılmıştır. Yeni-sağ içindeki ikinci öğe olarak, özellikle Disraeli öncesi geleneksel muhafazakâr

114

sosyal teorinin kapsamındaki düzen, otorite ve disiplin savunusudur40

. Bu da muhafazakâr sağ veya neo-muhafazakârlık olarak adlandırılmıştır. Sonuçta yeni-sağ iktisadi liberteryanizm ile devlet ve sosyal alandaki otoriterizmi kaynaştırma teşebbüsü olarak değerlendirilmiştir. Yeni-sağ olarak adlandırılan bu çizgi Türkiye’de ilk olarak, merkez sağ partisi olan ANAP ile kendisini göstermiş, ANAP sonrası süreçte de, DYP gibi merkez sağ partileri tarafından takip edilmeye devam etmiştir.

Yeni-sağ özellikle bireysel özgürlüğe yaptığı vurgu çerçevesinde benimsediği siyasi ilkeler açısından da devletçiliğe karşıdır. Yeni-sağın kolektivizm karşısında özgürlüğü savunduğu söylenebilir (Özkazanç, 1997: 21-31). Yeni-sağ içerisinde bir diğer alan olarak muhafazakâr yeni-sağ ise liberal reform ve ilerlemeci değerlerin yaygınlaşmasının bir sonucu olarak ortaya çıktığı düşünülen sosyal parçalanma korkusu çerçevesinde tanımlanabilir. Yeni-sağ bir anlamda ahlaki standartların gevşediği ve toplumda otoritenin zayıfladığı şeklindeki yaygın endişenin bir karşılığı şeklinde yorumlanabilir. Toplumun kırılganlığına duyarlılıkla yaklaşan bu otorite vurgusu, geleneksel veya organik muhafazakârlıktan beslenen neo-muhafazakârlık içinde açıkça ortaya çıkar. Muhafazakâr yeni-sağın üç ana ilgi odağı bulunmaktadır: yasa ve düzen, kamusal ahlak ve ulusal kimlik (Heywood, 2007: 121). Tüm bunlarla beraber yeni-sağı, ideolojik ya da siyasi açıdan tam anlamıyla tutarlı görmenin oldukça zor olduğu söylenebilir. Neo-liberalizm, güçlü bireycilik ve kendine güveni vurgulayan insan doğası anlayışında özgürlük, haklar ve rekabet gibi değerleri desteklerken, neo-muhafazakârlık kırılgan, yanılabilir ve sosyal bağımlılığı olan bir insan doğası anlayışına dayalı, otorite, disiplin, saygı ve ödev gibi değerleri savunur.

Yirminci yüzyılın sonlarındaki gelişmeler, bir zafer niteliğinde olmasa da muhafazakârlığı körüklemiştir. Muhafazakârlık, özellikle 1945’ten itibaren yirminci yüzyılın hemen hemen tümüne damgasını vurmuş devletin lehindeki eğilimi ortadan kaldırmada ve yerine piyasa lehinde bir eğilimi yerleştirmede başarılı olmuştur. Bununla beraber muhafazakârlığın asıl başarısı, en büyük rakibi olan sosyalizmi alt etmesidir. Ayrıca muhafazakârlık ile post-modernlik arasında belirsiz bir ilişki vardır.

40 Disraeli, sosyal reformları destekleyerek, demokrasinin yolunu açmıştır. Bkz. Rab Bennett, Roger King ve Neill Nugent (1977), The British Right: Conservative and Right Wing Politics in Britain, Teakfield Ltd., Saxon House, s.21. George Townsend Warner, Sir C. Henry K. Merten ve D. Erskine Muir (1952), The New Groundwork of British History, Blackie and Son Ltd., Book Two, London, ss.831- 832.

115

Bir yandan, post-modernlerin aydınlanma projesine yönelik itirazlarına karşı ortada geleneksel muhafazakâr şüpheciliğin yankılarından daha fazla şey vardır. Hem geleneksel muhafazakârlık hem de post-modernizme göre, hakikat özü gereği kısmi ve yereldir (Heywood, 2007: 126-127). Küreselleşme ile sosyal akış yoğunlaşmış her türden ulusal kimlik duygusu yüzeyselleşerek, gelenekselden uzaklaşma sürecine katkıda bulunmuştur. Bu anlamda, yeni-sağ biçimindeki muhafazakârlığın aslında klasik muhafazakârlığın dönüşmesinde büyük katkısı olduğu iddia edilebilir.

Yeni-sağ karşısında kendini yenileyerek ortaya koymaya çalışan ve Türkiye’de de dünyadaki gelişmeler paralelinde kendisini gösteren “yeni sol” ise 1980’lerden sonra reformcu sosyalistlerin, kendilerini geleneksel sosyal demokrasinin ilke ve bağlılıklarından uzaklaştırmaları ile ortaya çıkmıştır. Bu ideolojik duruş, “üçüncü yol”, “yeni orta”, “modernleştirilmiş sosyal demokrasi” gibi adlarla ifade edilmektedir. Türkiye’de bu akımı temsil eden siyasi partilerin başında SHP ve daha sonra SHP ile birleşen DSP gelmektedir.

Bobbio, ideolojilerin temelinde yer alan sol ve sağ arasındaki ayrımın tarih boyunca kendisini yenileyerek devam ettiğini ve daha uzun zaman devam edeceğini vurgulamaktadır (Bobbio, 1999). Buradan yola çıkarak küreselleşmenin ivme kazanması ile birlikte yeniden canlanan yeni-sağın beraberinde (karşısında) sosyal demokrasi de yeni formu ile karşımıza çıkmaktadır. Üçüncü yol politikaları olarak adlandırılan bu yeni formun temel hedefi, vatandaşların zamanımızda yaşanan kürselleşme, kişisel yaşamdaki dönüşümler ve doğayla ilişki bağlamında ortaya çıkan önemli değişimler yoluyla kendi yaşam yollarını çizebilmelerine yardımcı olmaktır. Üçüncü yol politikaları, önemli bir şekilde küresel piyasa şartlarından daha geniş perspektife yayılan olgular olarak, küreselleşme süreci ile uyum sağlamaktadır. Bu kapsamda üçüncü yolun değerleri “eşitlik, ihtiyaç sahiplerinin korunması, özerklik bağlamında özgürlük, sorumluluk yoksa hak da yok, kozmopolit çoğulculuk, felsefi muhafazakârlık” olarak sıralanabilir (Giddens, 2000: 76). Üçüncü yol politikalarının yakından ilgilendiği diğer konular küreselleşmeye, bilimsel ve teknolojik değişmelere ve insanların doğal dünyayla olan ilişkilerine verilecek cevaplar şeklinde sıralanabilmektedir.

116

Üçüncü yol genel olarak, hem kapitalizm hem de sosyalizme alternatif bir fikri ifade etmektedir. Bu anlamda küreselleşmeyi genel olarak kabul etmekte ve kapitalizmin bilgi teknolojisini, bireysel yetenekleri ve hem emeği hem de işin esnekliğini her şeyin üzerinde tutan bir bilgi toplumuna dönüştüğüne inanmaktadır. Üçüncü yol ayrıca, topluluk ve ahlaki sorumluluk üzerine vurgu yapmaktadır. Bu nedenle üçüncü yol neo-liberalizmin iktisadi teorisinin pek çoğunu kabul etmemesine rağmen felsefi temelini, ahlaki ve sosyal yansımalarını tamamen reddeder (Heywood, 2007: 184- 185). Bu çerçevede üçüncü yolu takip eden siyasetçiler, girişimi ve hakkaniyeti, kişisel fırsat ve güvenliği, özgüveni ve karşılıklı bağımlılığı vb. kabul eder. Bu durum Giddens’ın (1994) iddia ettiği gibi üçüncü yolun en iyi ihtimalle muğlak ve en kötü ihtimalle tamamen tutarsız olduğu eleştirisine kapı aralamaktadır.

Yeni-sağ ve yeni-sol ideolojiler içeriklerini bu şekilde özetledikten sonra yukarı da da belirtildiği gibi bu ideolojilerin Türkiye versiyonu olarak DYP- SHP Hükümetleri dönemini incelemek yerinde olacaktır. Türkiye koalisyon hükümetiyle ilk kez 1961 yılında tanışmıştır41

. Bu dönemden sonra ülke uzun yıllar koalisyon hükümetleriyle (2002’ye kadar) yönetilmeye devam etmiştir. Ancak ülke düzeyinde küresel siyasetle uyum çabalarının gösterildiği bir dönemde DYP-SHP koalisyonunun iktidara gelmesi yeni-sağ ve yeni-solun Türkiye’deki karşılığını görebilmek ve değerlendirebilmek açısından oldukça önemli görülmektedir.

1991 seçimlerinin siyasal anlamı büyüktür42. Sekiz yıllık ANAP iktidarı son bulmuş, ama hiç bir parti TBMM’de çoğunluk elde edememiştir. Böylece 1982 Anayasası sonrasında ilk kez bir koalisyon hükümeti kurulması zorunlu hale gelmiştir. Seçimlerin

4160 Askeri darbesinin ardından uzun yıllar Türkiye’yi iki ayrı siyasi kutupta temsil eden ve etmeye devam edecek olan 2 parti Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Adalet partisi (AP) 20.11.1961 yılında kurulan koalisyon hükümetini 7 ay sonra bitmiştir. Bu 7 aylık denemenin ardından bugünlerde sıkça konuşulan modelin benzeri, ikinci bir sağ- sol hükümet koalisyonu kurulmuştur. 25.06.1962 yılında kurulan CHP ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) koalisyon hükümetinin ömrü ise 18 ay olmuştur. CKMP bugünkü Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin ilk kurduğu siyasi partidir. Yani bugün tartışılan CHP ve MHP koalisyonu, bundan 44 yıl önce kurulmuş ve 18 ay görevde kalmıştı.

421991 seçimlerine giden süreçte merkez sağ ve merkez solda yer alan siyasi partilerin çeşitlendiği görülmektedir. 1991 seçimleri sonucunda DYP %27 oranında oy alarak, birinci parti olarak çıkmıştır. 178 üyelik kazanan bu partiyi 115 üyelik ile ANAP izlemiştir. Türkeş’in liderlik ettiği, Milliyetçi Hareket Partisinin devamı niteliğindeki Milliyetçi Çalışma Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi’nin Refah Partisi ile oluşturdukları blok önemli bir başarı sağlayarak %17 oy ve 62 milletvekilliği kazanmıştır. Seçimin en büyük mağlubu ise, seçimlere Halkın Emek Partisi (HEP) ile ortak liste yaparak giren SHP olmuştur. Bu parti ancak %20,8 oranında oy alabilmiş ve 88 milletvekilliği kazanabilmiştir. Bu kez %10,8 ile barajı aşan DSP ise, seçim sisteminin azizliğine uğrayarak TBMM’ye yalnızca 7 milletvekili sokabilmiştir.

117

ilginç bir sonucu da, yine ilk kez olmak üzere, en çok oy alan iki partinin de sağ partiler olmasıdır. Seçim sonuçlarına göre, TBMM’de hiç bir partinin çoğunluk sağlayamamış ve ANAP yönetimine ve Özal’a karşı aynı muhalefet saflarında yer almış olmaları nedeniyle DYP ile SHP arasında ortak bir hükümet kurma görece kolay gerçekleşmiştir. Doğru Yol Partisi (DYP) ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), 1993’de yeni koalisyon hükümetini kurmuşlardır. Hükümet programının özellikle “demokratikleşme” konusundaki vaatleri kamuoyunda iyimser bir beklentiye yol açmıştır (Cizre, 1995: 1261). Ne var ki, DYP ve SHP tarafından yıllarca savunulmuş olan anayasa değişiklikleri fikri bir zaman sonra arka plana düşmüştür. Bazı yasalarda insan hakları bakımından yapılan iyileştirmeler de sınırlı kalmıştır. 1993 yılında Özal’ın ani ölümü ülkede siyasal yaşamı kökünden değiştirmiştir43

.

Çiller ve Karayalçın döneminde sağ ve sol iki ayrı partinin ayrıldığı noktalar hep ön planda olmuştur. Ayrıca bu dönemde faili meçhuller, terör eylemleri artmış ve enflasyon rakamları çok yüksek rakamlara ulaşmıştır. Türkiye en derin ekonomik krizini de bu dönemde yaşamıştır. İlk iki yıl DYP-SHP hükümeti seçim vaatlerine uygun olarak küresel siyasetle uyumlu popülist politikalar uygulamış ve bu dönemde çok hızlı ve yüksek oranda bir büyüme yaşanmıştır. Fakat bozulan makro dengeler 1994’te Türkiye’nin büyük bir ekonomik krize girmesine neden olmuştur (Heper, 2011: 202). Ekonomi profesörü olan Tansu Çiller başbakanlığındaki hükümet, Türk siyasal yaşamına 5 Nisan Kararları44

olarak geçen kararları almıştır. “DYP merkez sağda yeni dünya düzeni söylemine sempatiyle yaklaşan, konformist bir hali paylaşıyordu. Bu açıdan bakıldığında DYP-SHP koalisyonu tarafından imzalanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) sözleşmesi ve Paris Şartı, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerinin meclis tarafından onaylanması dikkate alındığında, kısmen de olsa küresel siyasete ilişkin alanları ve kavramları ön plana çıkarılmıştır (Bora ve Çakır, 1991: 16). Ayrıca yeni-sağ politikalar kapsamında küresel siyasetle eklemlenme çalışmalarının da devam ettiği görülmektedir.

43 Başbakanlık görevini bırakan Demirel, SHP lideri İnönü’nün de desteğini alarak Cumhurbaşkanı seçilmiş, bundan yaklaşık bir ay sonra DYP Genel Başkanı seçilen Tansu Çiller başkanlığında yeni bir DYP-SHP hükümeti oluşturulmuştur (Yücel, 2006: 71).

44 Bu kararlar ile kamu yatırımları durdurulmuş, kamu harcamaları düşürülmüş, reel faizler olağanüstü düzeylere yükselmiştir. Türk lirası bir kez daha devalüe edilmiştir.

118

DYP ve SHP koalisyonunun en önemli gündem maddelerinden biri anayasa değişikliği olmuştur. 1982 Anayasası’nı birçok açıdan eleştiren bu iki parti, (halkoylamasına gitme koşuluyla dahi olsa) anayasayı değiştirecek sayıda milletvekiline sahip değildi. Bu yüzden, koalisyonun parlamentodaki diğer partilerle işbirliği yapması kaçınılmaz görünüyordu. Dolayısıyla, SHP oldukça kapsamlı, ancak buna rağmen topyekûn bir anayasa değişikliği sayılamayacak bir paket üzerinde çalışmaya başlamıştır. DYP de kendi önerilerini somutlaştırmaya girişmiştir. Böylece iki koalisyon ortağı 13 maddenin son hali üzerinde uzlaşmaya varmışlar45. Bunun yanında, geçici maddeler ve diğer bazı düzenlemeler konusunda da ilkesel düzeyde ortak irade beyan etmişlerdir (Gönenç, 2011: 1-6). Üzerinde değişiklik yapılan 13 maddenin de demokratik yaşam standartlarını yükseltici nitelikte olduğu görülmektedir. Bu bağlamda koalisyon hükümetinin kendi içinde bir uzlaşma problemi yaşamasına rağmen yeni-sağ ve yeni-sol siyaset anlayışı çerçevesinde demokrasinin önünü açıcı standartlarda değişiklik yapılması konusunda hemfikir olabildiği görülmektedir.

Ayrıca bu süreçte önceki dönemlerden farklı olarak, parlamentoda temsil edilen tüm siyasi partilerin anayasa yapım sürecine katılmasına imkân verilmiştir. Bu süreçte TBMM Başkanlığı; biri tüm siyasi partilerin anayasa önerilerini, diğeri bu önerilerin karşılaştırmalı düzenlemesini içeren iki kitap yayınlamıştır46. Bu yayınlar, partilerin anayasa değişikliklerine yaklaşımlarını ve küresel siyasetle uyumlu değişime ne kadar açık olduklarını görmek açısından büyük önem taşımaktadır.

Buraya kadar, düzenli ilerleyen süreç, çeşitli faktörlerin etkisiyle kesintiye uğramıştır. Bu faktörlerden bazıları; “Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümünün ardından Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı seçilmesi, koalisyonun iki ortağı olan DYP ve SHP’de parti-içi değişikliklerin yaşanması şeklinde sıralanmaktadır (Özbudun ve Gençkaya, 2010: 40-47).

45 DYP ve SHP’nin üzerinde değişiklik yapılması konusunda uzlaşmaya vardığı maddeler şunlardı: Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin 13. madde; ifade hürriyetine ilişkin 26. madde; basın hürriyetine ilişkin 28. madde; dernek kurma hürriyetine ilişkin 33. madde; toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin 34. madde; seçme ve seçilme hakkına ilişkin 67. madde; siyasal partilere ilişkin 68. madde; siyasal partilerin uyacakları esaslara ilişkin 69. madde; milletvekili seçilme yeterliliğine ilişkin 76. madde; silahlı kuvvetlerin kullanılmasının izin verilmesine ilişkin 92. madde; radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin 133. madde.

46TBMM’de Temsil Edilen Siyasi Partilerce TBMM Başkanlığı’na Sunulan Anayasa Değişikliği Konusundaki Görüş ve Öneriler, TBMM Başkanlığı, Mart 1993; TBMM’de Temsil Edilen Siyasi Partilerin Anayasa Değişikliği Tekliflerinin Karşılaştırmalı Metinleri, TBMM Başkanlığı, Mart 1993.

119

Neo-liberal akımın karşısında kendisini küreselleşme ile yenilemeye çalışan sol ideoloji tüm dünya da olduğu gibi Türkiye’de de solun yeni ve farklı çeşitlerini ortaya çıkarmıştır.47

Bu bölünmüşlük, koalisyon dönemi içerisinde, SHP’nin küresel siyasi sistem içerinde yeniden yapılanma ihtiyacını gösterirken, Türkiye’de sosyal demokrasinin yakaladığı küresel ve mutlaka kullanılması gereken bir şans olarak da değerlendirilmektedir. Koalisyon süreci boyunca SHP’ nin sosyal demokrasi adına kendisinden beklenenleri yerine getirememesi kendi içerisinde yaşadığı bölünmüşlüğe de bağlanmaktadır. Sol düşünce üzerinden siyaset yapan siyasilerin bu şekilde farklı fikri bölünmeler yaşaması, küresel siyaset çerçevesinde oraya çıkan yeni sol düşüncenin tam anlamıyla içselleştirilememesi şeklinde de yorumlanabilir. Belki de bu nedenle 1980 sonrası ANAP’la başlayan yeni-sağ politikalardaki hızlı dönüşümle olduğu gibi yeni-sol kapsamında üretilen politikalarda küresel siyasetle uyumlu ve tam bir bütünlük içerisinde ses getirici bir açılım sağlanamamıştır.

Bu bağlamda SHP’nin DYP ile koalisyon ortaklığı döneminde sosyal devlet anlayışı çerçevesinde tutarlı politikalar üretememiş olması, sosyal demokrasiyi meşrulaştırma söyleminin sosyalinden uzaklaşıp yalnızca demokrasisine doğru biçimsel düzeye kaymasına yol açmıştır. Tüm parti belgelerinde demokratikleşmeye özel bir önem verilse de, gerek etnik gerekse dinsel kimliklerin temsil edilmesi ve sivil toplumun güçlendirilmesi bağlamında, sonradan edindiği sosyal demokrat etiketine değil de, tarihsel kökenlerine, devleti koruyucu geçmişine sarılan parti, merkez-çevre ikileminde merkezin asli aktörü halini almıştır (Tosun, 1999: 281). CHP ile birleştikten sonraki süreçte de küresel siyasetle bütünleşememiş ve dolayısıyla sosyal demokrasiyi üçüncü

47 Bu anlamda SHP içerisinde yeni sol akımı takip eden iki farklı kanat bulunmaktadır: “yenilikçiler ve yeni sol”. Ancak bu kanatlardan ikisi de kendi içerisinde bir bütün oluşturamamış ve SHP içerisindeki yenileşme hareketi üçe bölünmüştür. Bunlardan ilki CHP ve altı ok ilkesinin temelinden aşılmasını isteyen, yeni bir sosyal demokrat ideolojinin oluşturulmasını ancak bununla olabileceğini düşünen kanattır. Bir diğer kanat ise SHP’ye CHP’den tevarüs eden altı ok ilkesinin parti programında parti ambleminde bulunmasının bir zararı olmadığını düşünen kanattır. Bu kanat, alt ok’u belirleyen, milliyetçilik, laiklik, halkçılık, devletçilik gibi kavramların parti programında bulunmasına ve partinin ideolojik çerçevesini oluşturmasına karşın, onların zamanla aşıldıklarını, dönüştürüldüklerini öne sürmektedir. Bu nedenle eleştirilen ve bünyeden çıkarılması istenen bu kavramlar elbette 1930’lu yıllardaki içerikleriyle değil ama bir hareket noktası olma nitelikleriyle sürekli olarak değerlendirilmelidirler ve gündemde tutulmalıdırlar. Üçüncü ve son kanat ise CHP’yle ve altı ok’la hiç uğraşmayan, onlarla bir hesaplaşmaya girmeyen kanattır. O kanat partinin yeni bir amblem edinmesi gerektiğini, partinin gücünü evrensel sosyal demokrasi ilkelerinden alan yeni bir modele kavuşturulması gerektiğini söylemekte ve savunmaktadır (Kahraman, 1993: 167-169).

120

yol politikaları ile bütünleştirip parti bünyesinde toplumun kabul göreceği meşru bir zemine oturtamamıştır.

DYP’nin 1980 sonrasında neo-liberalizmi tam anlamıyla sindirememesi ise geçmişte devletçi-muhafazakâr ideolojiyi benimsemiş olması ile açıklanabilir (Heper, 2011: 200). Kökeninde bulunan devletçi-muhafazakâr yapı, her ne kadar yenilik ve demokrasi taraftarı olsa da küresel siyasetle entegrasyonun önünde engel teşkil etmektedir. DYP merkezi bürokratik seçkinlerle çevre kesimleri arasındaki ayrılıklardan beslenmekte ve bu doğrultuda siyaset üretirken küresel siyaseti merkeze alarak çevre ile küresel siyaset arasındaki bağlantıyı sağlayamamaktadır. Bu nedenle DYP’nin neo-liberalizm karşısında kayıtsız kalışında, devletçi ve popülist tutumunu devam ettirmesi etkili olduğunu söylemek yerinde olacaktır.