• Sonuç bulunamadı

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ:

1 BÖLÜM : KÜRESELLEŞME VE ORTAYA ÇIKARDIĞI SİYASİ SORUNLAR

1.3 Küreselleşmenin Siyasi Boyutu ve Karşılaşılan Sorunlar

1.3.1 Siyasi Meşruiyet Sorunu

Genel olarak küreselleşmenin siyasi etkileri, tarihi bir kategori olarak ulus-devletin ömrünün sona erdiği, yönetsel anlamda bir meşruiyet sorunu yaşadığı iddialarına ilişkin olarak ele alınmaktadır. Gerçekten de küreselleşme olgusunun siyasi analizini yapan hemen her çalışmanın söz konusu bu iddialarıdan yola çıkarak ilerlediği görülmektedir. O halde küreselleşmenin siyasi meşruiyet zemini üzerine etkilerini ortaya koyabilmek için, ulus-devletin günümüzdeki politik konumunu hareket noktası olarak almak yerinde olacaktır.

Nitekim ulus-devletin küreselleşme ile olan geriliminin temellerinden biri de tam bu noktada yatmaktadır. Artık ulus-devlet, Hobbsçu anlamda egemen olacağı bir zeminde değildir. Böyle bir zemini yeniden tesis etmek için; ya kültür ile siyasi olan arasındaki bağı homojenleştirmeye başvurarak yeniden yaratacak (ama o zaman küreselleşmenin dayatmalarına ters düşecektir) ya da heterojenliği veri alarak, onlardan biri veya bir kaçı aracılığıyla kendini meşrulaştırmayı kabul edecek o zamanda küresel homojenliğin empoze ettiği şekilde, düzeyde ve alanda egemenlik kullanmayı kabul edecek (Sarıbay, 2004b: 92) yani esnek hale gelecek ve tam egemenlik anlayışından vazgeçecektir. Dolayısyla tam egemenlik anlayışından vazgeçerken, yeni egemenlik anlayışından birinci derecede etkilenmekte olan devlet-birey/vatandaş ilişkilerinin de yeniden tahsis edilmesi gerektiği düşünülmektedir. Çünkü küresel siyasi değişim süreci içerisinde devletin ulusal sınırları içinde yaşayan bireylerin/vatandaşların devletle olan bağları da etkilenmektedir. Bu noktada da küresel siyasi değişimle oluşan sorun alanlarından ilk olarak karşımıza meşruiyet sorunu çıkmaktadır. Küreselleşmeden bireylere doğru, yani genelden özele doğru bir etki sahası olduğu söylenebilir. Diğer bir ifade ile bireysel değişim ve dönüşümlerden devlete oradan da uluslararası sisteme yansıyan bir geri besleme süreci söz konusudur.

Bu geri besleme süreci, devlet ile birey arasında yüzlerce yıldır devam eden “bağ”ı etkilemekte ve bu bağın anlam/içerik farklılaşması zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Devletle birey/vatandaş arasındaki bu bağ ile geçmişte kimi toplumlarda bireye karşı

42

devlet baba olmuş, kimi toplumlarda bir leviathan olmuş, kimi toplumlarda ise sadece bir siyasi örgütlenme bağı olarak nitelik bulmuştur.

Günümüzde ise küreselleşme süreci içerisinde ulus-devlet yapılanmalarının karşısına çıkan, siyasi meşruiyet sorunu olarak gündeme gelen, özellikle temsil kapsamındaki talepler, ulus-devletlerin düzenli bir sosyal ve siyasi örgütlenme görüntüsü çizmesini engellenmektedir. Bu süreçte uluslararası örgütler, ulus-üstü yapılar, çok uluslu şirketler gibi farklı formlar, küresel ekonomik ve siyasi ortama dâhil olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Bu durum küreselleşme ile gelen değişimin yarattığı taleplerin tatmini konusunda bir karmaşaya sebep olmaktadır. Ortaya çıkan karmaşanın temelinde modernitenin siyasi, toplumsal, bireysel yapılar için temin ettiği belirlilik halinin ortadan kalkmasının yattığını söylemek mümkündür. Bir diğer ifade ile küreselleşme ile uluslararası kurumların yetki alanlarının giderek artması halka dayalı meşruiyet esaslarının devre dışı kaldığı bir egemenlik kullanımını ortaya çıkarmaktadır (Şahin, 2006: 3-17). Bu noktada, “demokrasilerde halkın gerçek anlamda sahneye çıktığı seçim süreçleri de dâhil olmak üzere, iç siyasetin uluslararası faktörlerin etkisine daha açık hale gelmesiyle siyasi meşruiyet sorunun temelini oluşturan demokrasi açığının gündeme gelmesidir” (Şahin, 2006: 5). Demokrasinin bireylerin hayatları hakkında verilen kararlara mümkün olduğunca katılması düşüncesine dayandığı bilinmektedir. Bu bağlamda, küreselleşme sistem içerisinde demokratik karar mekanizmalarının birçoğunun ulus-devletlerden çıkarak, uluslararası kuruluşlara geçmesi, bireyleri ve seçilmişleri devre dışı bırakması açısından, siyasi meşruiyet sorununu gündeme getirmektedir.

Nitekim küresel siyasi sistem içerisinde ulus-üstü şirketler, devlet ve toplum arasındaki ilişkiyi inşa etmeye çalışan Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ-WTO), AB, AİHM gibi kuruluşlar, toplumu ve vatandaşları temsil etme kabiliyetine sahip değillerdir. Her şeyden önce adı geçen kuruluşların faaliyet alanları ekonomi temellidir, siyasi düzeyde seçme ve seçilme ilkesine göre hareket etmemekte, yöneticileri küresel aktörler tarafından atanma yoluyla göreve getirilmektedir. Bu nedenle bu kuruluşların demokratik anlamda ulus-devletlerin çözüm üretemediği konularda çözüm üretme durumları da olmamaktadır. Ortaya çıkan tablo da

43

bu kuruluşların hem meşruiyet hem de temsiliyet sorunu ile birlikte anılmalarına yol açmaktadır (Üstel, 1999: 1-10).

Habermas da yaşanan bu süreci ulus-devletin meşruiyet krizi bağlamında açıklamaktadır. Habermas’a (2002: 26-35) göre devletin giderek kontrol gücünü ve kabiliyetini kaybetmesi, karar mekanizmasında meydana gelen meşruiyet eksikliği ve meşruiyet temin edici idari ve düzenleme hizmetlerini sunmadaki yetersizliği toplum nazarındaki siyasi meşruiyetine sebep olmaktadır. Habermas’la benzer düşünceleri paylaşan Giddens’a göre de (2000: 87), klasik sosyal demokrasi ve neo-liberalizm ideolojileri çerçevesinde şekillenen dünya devletleri artık, küresel siyasi sistemle oluşan sorun alanlarına çözüm üretme konusunda tıkanmışlardır. Bu nedenle var olan küresel siyasi sürece uygun olarak yeniden yapılanma yoluna gitmelidirler. Bu çerçevede öncelikle meşruiyet, temsiliyet sorunlarına çözüm üretecek şekilde egemenlik ve demokratik katılıma ilişkin yapılarını sorgulayarak, katılımcı yönetimin önünü açmaları gerekmektedir.

Küreselleşme, egemenliğin bölgesel, ulusal ve milletlerarası bölünmüşlüğünü meydana getirdiğinden, iktidar olgusu günümüzde çoğul bir nitelik taşımaktadır. Bu durumda, “sadece ulusal sınırlar içerisinde değil, küresel düzeyde de çoğul bir demokratik bir yapılanmayı gerekli kılmaktadır” (Held, 1995:140). Aksi takdirde yukarıda ifade edilenler demokratik yönetim anlayışı açısından ciddi meşruiyet sorunları oluşturmaya devam edecektir. Nitekim meşruiyet sorununun hem ortaya çıkmasında hem de devam etmesinde en önemli etken olan küreselleşmenin, egemen demokratik modern devlet kuramının varsaydığı ulusal topluluğu yerinden oynatmasıyla, devlet ile toplum arasındaki temsiliyet bağını kopartarak bir ayrışmaya yol açmasıdır. Giderek yoğunlaşan küresel bağlantıların sonucu bugün ulusal toplumların hükümetlerinin kararlarını, politikalarını ve eylemlerini artık hiçbir şekilde yönlendirememesi, hükümetlerin de vatandaşları için neyin doğru ya da uygun olacağını belirleyememesidir (Şen, 2010: 145-161).

Sonuç olarak, küreselleşme demokrasiye katkıda bulunan bir süreç olarak değerlendirilmekle birlikte, siyasi meşruiyet sorunu temelinde demokrasiyi zedeleyici ya da demokratik yönetimlerin belirli alanlarda dönüşümünü zorunlu hale getirici bir konumda da yer alabilmektedir. Öyle ki, küreselleşmenin açık toplum ve çoğulculuğu

44

kucaklayan dolayısla da demokratik yönetimi pekiştiren neo-liberal karakteri, aynı zamanda ulusal ve uluslararası yönetimlerin içiçeliği sürecini getirerek, ulusal kapsamda bir siyasi meşruiyet krizine sebep olmaktadır. Dolayısıyla da küreselleşme sürecinde uluslararası ortamın ve uygulanan neo-liberal reformların demokratik bir yönetimle birlikte meşruiyet zemini sağlaması, her zamankinden önemli görünmektedir.