• Sonuç bulunamadı

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ:

1 BÖLÜM : KÜRESELLEŞME VE ORTAYA ÇIKARDIĞI SİYASİ SORUNLAR

1.3 Küreselleşmenin Siyasi Boyutu ve Karşılaşılan Sorunlar

1.3.2 Devletin Yeniden Yapılanması Sorunu

Küreselleşme sürecinde ulus-devlete ilişkin tartışmalar meşruiyet krizinin yanı sıra devletin işleyişi, gücü, biçimi, yapılanması ve sorunları çözmedeki yeterliliği/yetersizliği üzerine de yoğunlaşmıştır. Bu yoğunlaşma küresel siyaset paralelinde devletin dönüşümünü temel sorun alanlarından biri haline getirmiştir. Tartışmaları başlatan en önemli gelişmeler, günümüzde bilişimin ve iletişimin çok hızlı sağlanması, küresel sermayenin serbest dolaşımı, küresel pazar şartları, küresel örgütlerin yaygınlaşması ve özel sektör-kamu sektörü ayrımından toplam kalite yönetimi ve etkinliğe ilişkin anlayışın yönetişim kavramı çerçevesinde değişmeye başlaması olarak sıralanabilir.

Bu çerçevede ulus-devletin küçülmesi, deregülasyon, özelleştirme, siyasi reformlar, sosyo-ekonomik politikaların dönüşümü gibi stratejiler, ülkelerin temel politikaları haline gelmiştir. Bu süreçte ulus-devletin geleneksel politika araçları giderek zayıflamakta, dünyada hemen her alanda küresel entegrasyonun derinleşmesi ile siyasi iktidarın yetkilerinin küresel kurumlara ve yerelleşme eğiliminin güçlenmesi ile yerel yönetim organlarına doğru dağıtılması söz konusu olmaktadır (Köse, 2013). Böylece ulus-devletin yeniden yapılanması da kaçınılmaz görülmekte, küresel ölçekte görülen yönetimsel sorunlara çözüm üretebilmek amacıyla, kamu yönetiminde daralmanın yanı sıra, kamunun yönetim anlayışındaki değişme, yönetimin demokratikleşmesi ve şeffaflaşma, dönemde öne çıkan başlıca eğilimler olarak belirtilmektedir.

1980 sonrası dönemde geçerli olan ulus-devlet anlayışı, serbest rekabete dayalı, devletin mümkün olduğu kadar az alana müdahale ettiği, neo-liberal devlet anlayışı olarak ele alınmaktadır. Bu anlayışa göre; devletin görevleri en genel haliyle, iç ve dış güvenliğin sağlanması ile adalet hizmetlerinin geliştirilmesi ile sınırlandırılabilmektedir. Devletin sınırlandırılışında iktisadi ve sosyal etkinlikler özel girişime devredilirken bireyin yaratıcılığına vurgu yapılmaya başlanmıştır. Diğer bir ifadeyle dünya, yirmi birinci

45

yüzyıla neo-liberal değerlerin yükselişte olduğu bir siyasi ve düşünsel ortamda girmiştir. Diğer birçok kurum gibi ulus-devletin de tanım ve içeriği değişmeye başlamış ve kurumsal anlamda devletin yapılanmasının hem dünya ölçeğinde ve hem de ülke sınırları içerisindeki yapı ve işlevleri yenilenmiştir. Bu bağlamda, ülke sınırları içinde ekonomiye, kişilerin özel hayatına yoğun ve doğrudan müdahalede bulunan bir devlet yerine; kurumsal ve yasal altyapı düzenlemesi yapan bir devlet anlayışı ön plana çıkmıştır. Ekonomik, siyasal, kültürel ve toplumsal alanlarda mutlak hâkim ulus-devlet anlayışı yerini ulus-üstü değer ve ilkelerle kayıtlı, sınırlı-egemen devlet anlayışına bırakmıştır.

Yeni küresel sistem, refah devletinin küçültülerek, var olan görev alanlarında daha etkin bir hal almasına dayanmaktadır. “Devletin küçültülmesi ile bürokratik iktidarlar çağının kapatılması, devlet eliyle kullanılan kamu gücünün topluma devredilmesi, karar verme ve uygulama gücünün seçilmiş ve/veya atanmışlar yerine hizmeti alanlar tarafından kullanılması hedeflenmiştir.” Bu arada devletin piyasaya ilişkin görev ve yetkileri, serbest piyasa sisteminin önünü açmak, rekabeti güvence altına almak üzere düzenlemeler yapmak ve doğal olarak da kamu huzur ve güvenini sağlamak şeklinde güncellenmiştir (Güler, 2005: 97). Bu anlamda 1980 sonrası küresel sistem; itici güçleri olan neo-liberal ideolojinin ve serbest piyasa ekonomisinin etkisi ile ulus-devletin, ekonomik alandan elini eteğini çeken, çekmesi de istenen bir görünüm sergilemektedir. Küreselleşme süreci çerçevesinde yeni dönemde; eski dönemlere nazaran farklı, fakat etkin bir devlet anlayışı benimsenmiştir (Ener ve Demircan, 2009).

“Ulusal kamu yönetimlerinin büyüklüğünde, kapsamında, kullandığı kaynaklarda ve etkileme araçlarında daralma, yeni dönemin başlıca kamusal politikasını oluşturmaktadır. Bu daralma, “devletin küçültülmesi” ya da “kürek çeken değil, dümen tutan devlet” sloganları altında yürütülmekte ve çeşitli biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Bu politikanın en yaygın uygulamalarından birisi, çalışan sayısını azaltılması yoluyla kamu yönetiminin genişliğinin ortadan kaldırılmaya çalışılmasıdır. Bu kapsamda kamu görevlilerinin geleneksel statülerinde belirgin bir aşınma gözlenmekte, sürekli ve güvenceli memurlar yerine giderek sözleşmeli personel istihdamı ve performansa dayalı ücret uygulaması yaygınlaşmakta, özel kesimden kamu kesimine yönetici transferi özendirilmekte ve kamu kesiminde birçok görevler rekabete açılmaktadır” (Köse, 2013: 30).

Bir başka değişiklik alanı ise bazı kamu hizmetlerinin yürütülmesi sürecinin yönetsel açıdan özerk ve düzenleyici karar alma yetkisine sahip kuruluşlara aktarılmasıdır.

46

Ayrıca hizmet sektörüne ilişkin alanlarda yetki devri yapılmakta ve finans, sigorta, radyo-televizyon gibi alanların düzenleyici karar verme yetkisi olan kurul ya da kuruluşları oluşturulması ile merkezi yönetim hukuki düzenlemelerle garanti altına alınarak sınırlandırılmaktadır10

. Bir yandan devletin rolü sınırlandırılmaya çalışılırken, diğer yandan devletin hizmet sunması beklenilen yeni hizmet alanları da ortaya çıkmaktadır. Eğitim, çevre, aids, tehlikeli atıklar, uyuşturucu alışkanlığı, yabancıların rekabeti gibi konularda (Tutum, 1994: 28-30; Köse, 2013: 31) devletin vizyon ve misyonunun yeniden ele alınması tüm ülkelerde gündeme gelen küresel sorunlar halini almıştır.

Ulus-devletlerin yetki alanlarını yeniden düzenlenmesi anlamında gelişmelerden bir diğeri yerelleşmeye yönelik gerçekleştirilen adımlardır. Yerel yönetimlerinin giderek güçlenmesi, ulus-devletlerin olanaklarının, yetkilerinin ve sorumluluklarının kendi içindeki alt birimlere ve özellikle yönetimi seçimle belirlenen belediyelere aktarılması, hem yönetim anlamında hem de demokratikleşme anlamında önemli bir reform hareketi olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca, yerel yönetimlerin mali, idari, ekonomik düzlemde özerkleştirilerek merkezi devlete bağlılığın azaltılmış, ulus-devletin bu kapsamda sadece bir “ara örgüt” haline (Kazgan, 2005: 34) dönüştürülmesi sağlamıştır. Böylece küreselleşme sürecinde serbestleşme ve özelleştirme yoluyla uluslararası sermaye için dünya pazarı kurulurken, küresel pazarlar; yerel yönetimlerle doğrudan ilişki kurabilir hale gelmiştir.

Bu dönemle birlikte yeni bir kamu hizmeti anlayışı egemen kılınmaya çalışılmış, ekonomi, verimlilik ve etkinlik değerlerine dayalı bu yeni anlayışa özel sektör model olarak alınmıştır. Yeni yaklaşımda karar verme ile uygulama süreci birbirinden ayrılmaktadır. Etkinlik ve verimlilik arayışı kamu yönetiminde yeni kurumsal düzenlemeleri teşvik etmekte ve toplam kalite yönetimi anlayışının devlet kurumlarında yerleşmesine çalışılmaktadır. Böylece kamu hizmetlerinin sadece ucuz oldukları için bir tercih olmaktan çıkması ve daha nitelikli bir hal alarak, özel sektör mantığı çerçevesinde daha etkin ve verimli hizmet sunmalar planlanmıştır.

10

Son değişikliklerle birlikte ilgili hukuki düzenlemelere ilişkin detaylı bilgi için bkz. Kemal Gözler, Gürsel, İdare Hukuku Dersleri Kitabı ve İdare Hukukuna Giriş Kitabı, Ekin Yayınları, Bursa, 2013.

47

Kısacası küreselleşme sürecinin getirmiş olduğu yeni ulus-devlet anlayışı ile devletin üretici ve müdahaleci rolleri sınırlı bir boyutta kalmış, koruyucu ve düzenleyici rolü ise yeniden şekil bulmuştur. Bu bağlamda, koruyucu ve düzenleyici devletin ulusal savunma, yoksullukla mücadele, çevrenin korunması gibi alanlar yanında üstlendiği yeni görev; piyasadaki aksaklıkları ve serbest piyasa sürecindeki adaletsizlikleri önleyici şekilde ve küreselleşmenin getirdiği sıkıntılara karşı gerekli hukuki/düzenleyici altyapıyı oluşturmak olmuştur.