• Sonuç bulunamadı

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ:

1 BÖLÜM : KÜRESELLEŞME VE ORTAYA ÇIKARDIĞI SİYASİ SORUNLAR

1.3 Küreselleşmenin Siyasi Boyutu ve Karşılaşılan Sorunlar

1.3.4 Kimlik Sorunu

Küreselleşme ile ortaya çıkan bir diğer sorun alanı olarak kimliğe/kimlik siyasetine ilişkin sorunlardır. Küreselleşme ve dinamikleri ile birlikte yaşanan süreçte kimliklerin hemen her kategoride toplumsal, kültürel bir veri olmaktan çıkarak siyasi bir hal aldığını söylemek mümkün olmuştur. Aydınlanma dönemi sonrasında modern ulus-devletin ortaya çıkışı ile birlikte yapısal sınırların belirlenmesi suretiyle kısmen kontrol altına alınmış kimlik eksenli çatışmalar, küreselleşme sürecinin ivme kazanması ile birlikte yeniden görülmeye ve artmaya başlamıştır. Dünyanın hemen her bölgesinde görülmeye başlanan farklı kimlik temelli çatışmalar, kimlik kategorilerinin kendilerine özgülüklerini daha sık vurgulamak suretiyle grup üyelerini harekete geçirmeye ve farklılıkları bu yolla siyasallaştırmaya çalışmaktadırlar.

Küresel dünyada kimliklere yönelik sorunların kimliksizlikle, milli kültürün çok kültürlülükle yer değiştireceği düşünülmektedir. Küreselleşme sürecinde kimlik sorununu ortaya çıkaran etkenler en temel haliyle; değerlerin küreselleşmesi, küresel sorunların tüm insanlığın geleceğini etkileme noktasında gündeme gelmesi, dünyanın serbest piyasa ekonomisi ile tek bir pazar olarak birleşmesi sonucu küresel kitle kültürünün standartlaştırıcı etkisi, aydınlanma düşüncesinin ürünü evrenselci ideolojilerin eski önemini kaybetmesi, göç ve diğer insan hareketleri şeklinde

51

sıralanabilir (Özyurt, 2005: 201). Küreselleşme süreci paralelinde oluşan bu etkenler, var olan “belirsizlik ortamında”, farklılıkların tanınmasına dayalı alt kimliklerin canlanmasını ve siyasi bir söylem olarak gündeme gelmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır (Keyman, 1998: 40).

Küresel sistem içerisinde farklılık ve çoğulluk temelindeki kimlik inşası, “modernitenin tek tipçiliğini” temel alarak yapılmaktadır. Küreselleşme çerçevesinde moderniteden post-moderniteye geçişi kimlikler bazında değerlendirmenin temel faktörlerinden biri olarak ulus-devlet yapılanmaları gösterilmektedir (Sarıbay, 2004b: 73-75). Günümüzde alt kimlikler küreselleşme ile gelen çok kültürlülük anlayışı çerçevesinde canlanma eğilimindedirler. Mikro-milliyetçi bir boyuta sahip olan etnik canlanmalar, kültürel homojenlikten devletin sembollerine ve hatta ülkelerin ulusal/uluslararası politikalarını belirleme noktasına kadar ulus-devlet modelinde yer alan birçok unsuru değişikliğe uğratacak gibi gözükmektedir (Ateş, 2004: 56).

Küreselleşmeyle birlikte mahalli kültürlere dini duygulara ve asıl olarak da “etno/kimliksel” değerlere olan yönelme, ana toplum kütlesi ile “ne ölçüde bütünleşmiş olursa olsun kültürel yaratıcılığı bi şekilde devam eden farklı kimliklerin anayurtlarıyla irtibatta olan göçmen topluluklarla canlanma yaratmıştır”. Sonuçta ulus-devletler yeni kültürel ve siyasi taleplerle karşı karşıya kalmışlardır. Bu yeni küresel siyaset sürecinde kitle iletişim araçları, temel hak ve hürriyetler, demokrasi gibi unsurlar daha ziyade alt kimlik ve kültürler küreselleşme dinamiklerinin geri kalan öğeleri ile birlikte destek vermektedir (Şahin, 2009: 230-231).

Küreselleşmenin homojenliğe dönük yüzünün aynı zamanda, farklılaşmamış kimliklerin kendilerini ifade etmelerine imkân tanıması; ulus-devletleri kendi iç heterojenliklerine dayanarak tanımlayabilecekleri bir millet tanımı ile kalıcı olmaya zorlamaktadır. Bu eksende küresel siyasetin ulus-devletlerden talep ettiği çok kültürlü yapılanmaya uygun şekilde kapsayıcı ve farklılıkları tanıyıcı ortak tanımlama, kimlik sorununun tanınması kapsamında değerlendirilmesine de imkân tanımaktadır. Kimlik siyaseti kapsamında yaşanan etnik canlanmanın başlıca sebebi olarak, son yıllarda yaşanan ve küreselleşme sürecinin sacayaklarından biri olan bilişim ve iletişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişme gösterilebilir (Şahin, 2009: 233). Bilişim ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişme bugün devlet kontrolünün çok dışında kalmıştır. Toplumsal hayatta

52

küreselleşmenin dinamiği olan neo-liberalizmin de etkisiyle birçok alanda bilgi, belge, görüş ve kaynaklara ulaşılması hem serbestleşmiş hem de kolaylaşmıştır.

Zıtlıkları bünyesinde barındırdığı ifade edilen küreselleşme sürecinin yerelleşmeyi de beraberinde getirmesi göçmenlerdeki dışlanmışlık, güvensizlik gibi duygu ve eğilimler yerel olanı birleştirici, kimlik bilincini /etnik canlanmayı uyarıcı önemli etkenler arasındadır (Giddens, 2013: 544-547). Göçler sonucunda ortaya çıkan yabancılaşma insanları cemaat yapılanmalarına ve kendinden olana tutunmaya daha çok yönlendirmektedir. Ayrıca göçmen azınlıkların teknoloji ve neo-liberalizm gibi küreselleşmenin temel dinamiklerinin oluşturduğu bir toplumsal ortamda güçlü birer diaspora haline gelmeleri önemli görülmektedir (Şahin, 2009: 234). Küreselleşmenin sacayaklarından bir diğeri olarak ifade edilen neo-liberalizmin ve temel değerlerinin yaygınlaşması bir diğer önemli faktördür. Kültürel hakların evrensel bir değer haline gelerek uluslararası sözleşmelerde yeralmaya başlaması, alt başlıklarda verildiği üzere sivil toplum düşüncesinin gelişmesi paralelinde kamusal alanda kimliklerin canlanması için uygun zemin olarak değerlendirilmektedir.

Kimlik sorununa ilişkin önemli bir diğer alan ise sorun çözen siyasi sistemdir ki bu konu çalışmanın diğer bölümlerinde yer alan meşruiyet ve siyasi kurumların yeniden yapılanması sorunu ile de örtüşmektedir. Ekonomik krizler, işsizlik, çevre, adaletsizlik, yolsuzluk, yoksulluk gibi bugün küresel nitelik taşıyan belli başlı sorunlara çözüm üretilememesi; kimlik sorununu da tetikleyen yan etkenlerin çoğalması sonucunu doğurmaktadır.

Bu bağlamda 1980’li yıllara kadar küresel siyasete ilişkin süreçte, refah devletinin

oluşturulması ve sosyal/siyasal güvenliğin sağlanması gibi konular üzerine

yoğunlaşıldığı görülmektedir. Nitekim bu anlayış, insanların çoğunun standart hayat şartları ile sınırlandırılacağı ve belirli standartlar içerisinde siyasi çatışmaya neden olan karşıtlıkların azalacağı, insanların bütünleşmesinin çok daha kolay olacağı yönünde bir sosyolojik düşünceden hareket ediyordu (Offe, 1999: 53-80). Ancak yaşanan sürecin beklendiği gibi gelişmediği, küreselleşme süreçlerinin içerisinde zıtlıkları barındırması gibi ulus-devlet yapılanmalarının da küresel siyaset içerisinde yerel/etnik kimlik canlanmalarını tetiklediğini söylemek mümkündür.

53

Özellikle 1980’lerden sonra ulus-devletin yeniden yapılanması, sınırlı ama daha etkin bir yapılanmaya sahip olması yönündeki fikirler ve çalışmalar, aynı zamanda onun modernite sonrası süreçte farklılıkları bir arada tutma yeteneğini kazanabilmesi ve homojenlikten sıyrılması açısından kolaylaştırıcı bir etki ortaya çıkarması olarak değerlendirilebilir. Ulus-devletin yapısal ve siyasi anlamda yeniden yapılanmasını gerektiren birçok kriz alanının var olduğu günümüzde etnik, dinsel ve kültürel her farklılık siyasi açıdan belli bir etki alanı oluşturmayı başarmıştır ve kimlikler kültürel içerikleriyle siyasallaşmış, siyasetin temel çatışma alanlarından biri olarak görülmeye başlanmıştır.

Ulus-devletin makbul bir kategori olmadığı görüşünün temelinde yatan düşünce; ulus-devletin tanımı gereği kültürel, dinsel, etnik farklılıkları görmezden geldiğine, tekil bir kimliği dayattığına, otoriter eğilimlerle dayatmacı bir toplum anlayışını yerleştirdiğine dair iddialara dayanmaktadır. Bu iddialardan yola çıkıldığında yapılması gereken ise bu otoriter yapının, farklılıkları dikkate alan ve toplum içinde yaşayan çeşitliliğe saygı çerçevesinde esnemesi, yani demokratikleşmesi düşüncesidir (Mert, 2005).

Bu bağlamda küreselleşmeyi “yırtıcı” bir süreç olarak değerlendiren Richard Falk (2002), küreselleşme olgusunun içerdiği liberalleşme, özelleştirme, ekonomik düzenlemelerdeki düşüş, refah politikalarındaki gerileme, kamu harcamalarındaki azalma, mali disiplin, sermayenin akışındaki serbestlik, işgücü üzerinde sıkı denetim, sınırsız döviz aktarımı gibi uygulamaların insanlığın mutluluk ve refahı üzerinde olumsuz sonuçlar yarattığını belirtmektedir. Ulus-devletin bir takım riskleri karşılayamaz hale gelmesi, Habermas’ın deyişiyle (2002: 26-36) en önemli işlevi toplumsal bütünleşmeyi mümkün kılmak olan, o ana kadar birbiriyle yabancı olan insanlar arasında dayanışmacı bir ilişki kurulmasını sağlayan ulus-devlet yapılarının entegrasyon yeteneğinin küreselleşen risklere cevap verememesi, ulus dışı arayışların artmasını, ulusu aşan bölgesel siyasi yapılanmaların ortaya çıkısını kolaylaştırmıştır. Kültürün akış hızında teknolojik ilerlemeye bağlı olarak yaşanan gelişmeler bir yandan kültürel mesafelerin, sınırların anlamını yitirmesine neden olmuş ve kültürleri “melezleştirmiş”, diğer taraftan ötekini hemen yanı başında bulan toplumların kendiliklerini daha fazla vurgulamasına imkân sağlamıştır. Özgüllüklerin taşıyıcısı olarak gelişen görsel medyanın küreselleşmesi ulusal kimliğin ve kültürün

54

zayıflamasına, tüketim kültürünün yaygınlaşmasına, buna bağlı olarak yeni hayat tarzlarının oluşmasına ve kimliğin biçimlenmesinde etkili olmaya başlamıştır. Medya sektöründe devlet tekelinin ortadan kalkması, kamu yararı etrafında biçimlenen yayıncılığı ve ulusal kültürü desteklemeye yönelen bir yayıncılık anlayışını zaafa uğratmış, bu durum da yine ulusal kimliğin olumsuz etkilenmesine neden olmuştur (Özyurt, 2005: 55).

Küreselleşme sürecinde, ulaşım imkânlarında yaşanan gelişmeler ülkeler ve bölgeler arasındaki insan akışının hızlanmasını sağlamış ve uluslararası göç olgusu, özellikle yaşadıkları topraklarda aradıklarını bulamayanlar için, ulusa aidiyetin sorgulanmasına neden olmuştur. Bu sorgulama paralelinde kimlik siyaseti aracılığıyla, kendi kolektif aidiyetlerini ön plana alan ve kolektif bir kimlik etrafında örgütlenmeye çalışanlar, bir yandan kültürel özgüllüklerinin tanınmasını sağlamak üzere kamusal alanda yerleşmeye başlamışlar, diğer yandan da içinde yaşadıkları toplumun yerli kimliğinin güçlenmesine katkıda bulunmuşlardır.