• Sonuç bulunamadı

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ:

1 BÖLÜM : KÜRESELLEŞME VE ORTAYA ÇIKARDIĞI SİYASİ SORUNLAR

1.3 Küreselleşmenin Siyasi Boyutu ve Karşılaşılan Sorunlar

1.3.6 Sivil Toplum Sorunu

Sivil toplum örgütlerinin uluslararası alandaki ilk örgütlenmeleri 1800’lü yıllara denk gelmektedir. Literatürde ilk uluslararası örgüt olarak, 1839’da kurulan “İngiliz ve Yabancı Kölelik Karşıtı Topluluk” kabul edilmektedir. Bugün ise küresel sivil toplum denilince geniş kapsamlı örgütlenmelerin ötesinde içerisinde vatandaşlık, toplumsal hareketler ve kamusal alanı barındıran bir yapı akla gelmektedir. Küreselleşme

57

sürecinin beraberinde getirdiği yeni koşullar ve farklı sorun alanları, ulus-devlet düşüncesini, yapılanmasını, sınırlarını etkilerken beraberinde sivil toplum kavramını da etkilemiş ve küreselleştirmiştir.

Bu durumun bir sebebi olarak günümüzde, nüfuz alanı tüm dünya olarak kabul edilen küresel siyaset anlayışının, geleneksel siyaset anlayışından farklı ve çok aktörlü bir yapılanmayı gerekli kılması gösterilebilir. Küresel siyasi sistemdeki söz konusu çok aktörlü yapının temel aktörlerinden biri olarak da sivil toplum kuruluşları/örgütleri, 1990’lı yılların ortalarından bu yana tüm dünyada yaygınlaşarak küreselleşme söylemi ile birlikte anılmaya başlamış ve bu tarihten sonra sivil toplum örgütleri de küresel siyaset içerisinde etkin konuma gelmeye başlamışlardır. Böylece küreselleşme olgusu ile birlikte yaklaşık son yirmi yıldır dünya gündeminde ses getirmeye başlayan küresel sivil toplum örgütleri çoğu zaman uluslararası alanda etkinlik gösteren her türden toplumsal hareketi işaret edebilmektedirler.

Küreselleşme kavramının tanımının sorunlu olması gibi küreselleşmeyle eklemlenmiş bir sivil toplum kavramı da akademik literatürde üzerinde uzlaşı sağlanamamış, sorunlu kavramlar arasındadır. En genel ifadesiyle, küresel sivil toplum, küresel yönelimli olarak ulusal ve/veya uluslararası düzeyde etkinlik gösteren, gönüllü, kar amacı gütmeyen, bireysel ve kolektif girişimlerin düşünce ve eylem alanına vurgu yapan bir kavramdır (Falk, 1998: 99-110). Bu doğrultuda, sivil toplum örgütlerin küresel bir nitelik kazanmasında, 1980 sonrası hız ve yoğunluk kazanan küreselleşmeye ilişkin sorun alanlarının çözümlerinin küresel ölçekte aranmaya başlanması şeklinde düşünülebilir. Son dönemde küresel sorunların çözümlerinin, ancak küresel ölçekte çözülebilir bir hal aldığı yönünde fikirler yaygınlık kazanmıştır.

Sivil toplumun başındaki küresel sözcüğü esasen sivil toplumun küreselleşmeden “beslendiğinin” vurgusu olarak değerlendirilmektedir. Diğer bir ifade ile sivil toplum hem küreselleşmeden etkilenerek hem de ona karşı muhalefet oluşturarak bir etkileşim süreci içerisine girmektedir (Tosun, 2003: 60). Bu çerçevede küresel sivil toplumun, ulus-aşırı siyasi katılmayı sağlamak için yeni fırsat kanallarının oluşmasında etkili olduğu söylenebilir. Ayrıca yine küresel düzeyde serbest piyasanın ve küresel ekonomik yönetişimin, yer yer eşitsizlikler yaratması, uluslararası üretim ve ticaretin bazı

58

toplumsal kesimlere olumsuz yansımaları, bu etkilerin hafifletilmesini amaçlayan sivil toplum kuruluşları için, giderek genişleyen bir alan açmıştır.

Günümüzde giderek yaygınlaşmakta olan küresel sivil toplum kuruluşlarının Tosun’un da belirttiği gibi (2003: 61) özellikle 11 Eylül’ün ardından “altı farklı kırılma noktası” yaşamıştır: Bunlardan ilki Amerikan siyasal kültürü ile özdeşleşmiş olan “teröre karşı savaş”, ön plana çıkarmıştır. İkincisi “çok taraflılıktır”. Kimi devletlerarasında çok taraflılığın gelişmesine yardımcı olmak küresel sivil kuruluşlarının gelişmesinde en önemli etken olarak görülmektedir. Burada çok taraflılık ile ifade edilmek istenen devletlerarasında yeni birlikler oluşması, devlet dışı aktörlerle işbirliğine gidilmesini ve uluslararası yönetişimle ilgili yeni yaklaşımları ifade etmektedir. Üçüncüsü “barış”tır. Bugün tüm dünyada artan savaş karşıtı gösteriler ve savaş karşıtı hareket etrafında bir araya gelen sivil toplum kuruluşları barışın etkin birer taşıyıcısı olmuşlardır. Dünyamızda yeni bir küresel savaş riskinin azalmış görünmesine karşın çok sayıda bölgesel savaş, çeşitli kıtalarda sürmektedir. Küresel sivil toplum kuruluşlarının bu alandaki rolleri (Göymen, 2013) özellikle çatışmaların önlenmesi noktasında “arabuluculuk” yapmak şeklinde görülmektedir. Arabulucuğun mümkün olmadığı ve çatışmaların başladığı hallerde, küresel sivil toplum kuruluşları etkilenen nüfusa insancıl ve tıbbi yardım yapmakta, yaralı ve esir değişiminde rol almakta; çatışmalardan etkilenen nüfusun nakledilmeleri ve geçici barındırılmalarını sağlayabilmektedirler. Kırılma noktalarından dördüncüsü “anti-kapitalizm etrafında gelişen hareketler”dir. Kendisini küreselleşme karşıtı olarak tanımlayan ve Seattle, Prag, Cenova ve Porto Alegre’de dile getirdikleri, küresel kapitalizmin kontrolsüz yayılımına duydukları tepkidir. 11 Eylül sonrasında beşinci hareketlilik “İslamcılık” etrafında gelişmiştir. Bu noktada Hungtinton’un “Medeniyetler Çatışması” tezinin küresel tartışma sürecine girmesinin yanı sıra, dünyanın dinler üzerinde bölünmesinin, karşıtlıkların dinler üzerinden olması tehlikesi ortaya çıkmıştır. Altıncı ve son kırılma noktası ise “insan hakları” dır. Küresel sivil toplum üzerinde etki gösteren bu altı kırılma noktası, her ne kadar birbirlerinden ayrı ve bağımsız sivil toplum hareketlerine vurgu yapıyor gibi görünseler de aslında her birinin de, belirli alanlarda birbirlerini tamamlama özelliğine sahip olduklarını söylemek mümkündür. Ayrıca her birinin ulusal bazda sorun çözümlerinden cevap alınamayan alanlarda varlık gösterdiklerine de dikkati çekmekte

59

fayda bulunmaktadır. Bu kapsamda sivil toplum örgütleri bir taraftan küreselleşme süreciiçerisinde ortaya çıkan sorunlara çözüm üretmeye çalışırken, diğer taraftan kürese bir etki alanı olarak küresel sistem içerisinde yerlerini almaktadırlar.

Nitekim, küreselleşme bağlamında, ulus-devletlerle, yerel ve uluslararası sivil toplum kuruluşları arasındaki bağlantıda devletler yukarıdan küreselleşmenin aracı olarak, toplumsal hareketler ise aşağıdan küreselleşmenin aracı olarak değerlendirilmektedir (Falk, 1998: 101-109). Her iki yapı arasında muhalif alanlar olmakla birlikte insan hakları, yoksulluk gibi konularda fikir birliği ile artan çalışmalar yürüttükleri gözlenmektedir.

“Gerek yerel gerekse küresel yönetim içerisinde olsun devlet ve sivil toplum arasındaki muhalefet ilişkisinin bitmemesi gerekir. Aksi takdirde sivil olmayan bir sivil toplumla karşı karşıya kalınır” (Tosun, 2003: 68). Buradan çıkarılan önemli bir nokta da küresel sivil toplum örgütlerin ulus-devletin yerini ne kadar küresel örgütlenme ve/veya kurumsal yapılanma alsa da dolduramayacağıdır. Nitekim Giddens’ta (2000: 44) küresel sivil toplum örgütlerinin varlığı ve etkinliğini kabul etmekle birlikte ulus-devletin kalıcı olacağını vurgulamaktadır.

Küreselleşme sürecinin sivil topluma büyük imkânlar sunduğu söylenebilir. Küreselleşme süreci uluslararası ortamda ulus-devlet yapılanması yanında sivil topluma yer açarak küresel sivil toplumun gelişmesine imkân sağlamıştır. Küreselleşme süreci ile güçlenen ve küresel bir nitelik kazanan sivil toplum örgütleri, iyi örgütlenmiş, tek bir siyasi sorunu çözmek amacıyla bir araya gelmiş gruplardan oluşmaktadır (Çayır, 1999: 29). Küresel siyaset anlayışı ile birlikte değişen daha da değişmek zorunda kalacak olan siyasetin, devletlerin küresel sivil toplum örgütleri ile daha fazla işbirliği içerisinde olmasını gerektirdiğini söylemek mümkündür.

Küresel sivil toplum örgütleri, belirli bir sorunun gündeme getirilmesinde, ulusal ve uluslararası alanda kamuoyu oluşturulmasında, örgütlü ve uluslararası bir yapılanma olmanın avantajıyla ulus-devlete göre çok daha etkin olabilmektedirler. Ayrıca iletişim teknolojilerinin gelişmiş olması ulusal sınırların ötesinde insanları bir araya getirerek ortak politikaların desteklenmesini mümkün kılabilmektedir. Bu durum küresel sivil toplum kuruluşlarını bir yandan önemli kılarak gündemde tutarken, diğer taraftan

ulus-60

devlet yapılanmalarını sivil toplum örgütleri ile daha içiçe ve daha katılımcı bir yönetim anlayışına doğru yöneltmektedir.