• Sonuç bulunamadı

Refah Partisi Dönemi ve 28 Şubat’ın Parti Siyasetindeki Yeri

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ:

2 BÖLÜM : KÜRESELLEŞMENİN TÜRKİYE’DEKİ PARTİ SİYASETİNE ETKİLERİ

2.2.3 Refah Partisi Dönemi ve 28 Şubat’ın Parti Siyasetindeki Yeri

1980’li yılların neo-liberal uzlaşma ortamı 1990’lı yıllara gelindiğinde geleneksel siyasi partilerin gerilemesine neden olmuştur. Seçmen tabanlarının değişkenliği ulusal ölçekte seçimlerdeki tutumu belirleyen öğelerden biri haline gelmiştir. Seçmenler artık seçimlerini siyasal programlardan ziyade, küresel siyasetin getirdiği belli başlı bazı ölçütlere göre yapabilmektedir. Bu ölçütlere parti liderinin liderlik özellikleri, partinin ve partiden aday olanların din, laiklik, Kürt sorunu gibi çoğulcu değerlere yaklaşımı ya da ahlaki değerler karşısındaki duruş örnek olarak gösterilebilir. İki büyük geleneksel oluşumun karşı karşıya geldiği ikili yapı parti siyaseti süreci yerini birbirine karşıt birçok küçük partinin bir arada bulunduğu bir yapıya bırakmıştır. Bu zamana kadar var olan sağ-sol çekişmesi her siyasal alanın içsel ayrışmalarına sahne olmuş ve çok boyutlu, çok aktörlü bir siyasi coğrafya ortaya çıkarmıştır.48

1980 askeri darbesinden bu yana, Türkiye İslami grupların siyasal ve ekonomik süreçlere katılımı için daha fazla seçenek sunarak uzlaşma ve kontrol altına almaya dayalı ikircikli bir politika izlemiştir. 1980’lerin İslamcılığı, sosyal tabanı, doğası ve etkisi bakımından 1960’ların ve 1970’lerin İslami hareketlerinden farklı görülmektedir. Zamana ve yaşanmışlıklara bağlı toplumsal değişmeler, İslami söylemin de

48 1990’lı yıllarda sağda Turgut Özal’ın 1993 yılında ölümünden sonra oy kaybeden Anavatan Partisi (ANAP), Doğru Yol Partisi (DYP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Refah Partisi (RP); solda ise Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Demokratik Sol Parti (DSP) siyaset sahnesinde kalmıştır.

121

şekillenmesinde etkili olmuştur. Bu durum, MSP’nin halefi olan RP’nin söylem ve eylemleri üzerinde önemli farklılaşmalar meydana getirmiştir.

1980’li yıllarda ayrıca bozkır ve İslam kültürünün karışımı olarak nitelenen ulusal Türk-İslam sentezi düşüncesi yükselişe geçmiştir. Askeri rejim altında geçen 1980-83 arasındaki dönemde toplumu belli bir çerçeveye oturtmak ve yola getirmek amacıyla bir “panzehir” olarak geliştirilen bu düşünce, gündelik yaşama iyice kök salmış, devlet denetimindeki ve milliyetçi bir İslam’ın devlet otoritesinin sağlamasında güçlü ve birleştirici bir öğe olduğu fikrine dayanmaktadır. Bununla birlikte, toplumsal bütünlüğün bozulmasına karşı hayata geçirilen bu siyasal-dinsel öğreti, İslami değerlerin toplum içinde yeniden yükselişe geçmesini sağlamıştır (Kahraman, 2008: 229-230). Orta öğretimde din dersleri zorunlu hale getirilmiş ve kamu denetimini dışında gelişen Kuran kurslarının sayısı yine bu dönemde artmıştır. Dini referanslı siyasal ve kültürel hareketler gelişme göstermiştir. Hem siyasal, hem ekonomik hem de kültürel boyutta yaşanan dini yükseliş yeni bir tür siyasetçi ve ekonomik girişimcinin, teknik akılla muhafazakar ve geleneksel ahlak anlayışını bir araya getiren Müslüman mühendislerin, doğmasına neden olmuştur. Böylece 1990’lı yılların başında, Türkiye’de liberal pazar ekonomisi ilkeleriyle dini ahlaksal değerlerin sentezini gerçekleştiren “yeni bir tür modernlik” ortaya çıkmıştır (Ünsaldı, 2008: 112-113). İşte bu yeni tür modernlik, küresel ekonomi ve küresel siyasetle yerel değerlerin ve inanışların biraraya getirildiği, küresel sistemle entegrasyonu mümkün kılan bir sürece işaret etmektedir.

Bu bağlamda, “90’lı yılların başındaki Türkiye’de, hegomonyal liberalizmin etkisiyle, sağ-sol ayrımının en azından söylemde meşruluğunu yitirmesi şeklinde simgesel anlamda içi boşaltılmış siyaset, artık toplumsal istekleri nesneleştirmeye yönelik bir araç olarak görülmüyordu” (Ünsaldı, 2008: 112-113). Diğer bir ifade ile doksanlı yılların başında, küresel siyaset kapsamında yaşanan veya yaşanmaya çalışılan dönüşüm süreci siyasi partilerin politikalarını birbirine yakınlaştırmış, onları tabanlarından kopartmış ve dolayısıyla meşruiyetlerinin sorgulanmasına sebep olurken, oy potansiyellerini kaybetmelerine de sebep olmuştur. Ancak ilerleyen süreçte toplumsal yapıdaki muhafazakâr eğilimlerin artması ve bu eğilimler paralelinde taleplere cevap verme niteliğine sahip muhafazakâr ve aynı zamanda küresel süreçlerle uyum sağlayan

122

siyasetin ve siyasi partinin varlığı seçmen kitlesinin oylarını büyük ölçüde bir araya toplamayı başarmıştır.

Toplumsal eşitsizlikleri derinleştiren liberal ekonomi karşısındaki boşluğu din doldurmuş ve siyasetin anlamsızlaşmasını dengeleyen bir toplumsal görevi yerine getirmiştir. Toplumsal ve bölgesel eşitsizlikler, reel ücretlerin ve alım gücünün büyük oranda düşmesi, Kürt sorunundan kaynaklanan genel rahatsızlık, köyden kente göç, hızlı kentleşme ve kentlerin gitgide daha yetersiz kalan altyapıları dini değerlere dönüşü hızlandırmıştır. İşte bu dönemde siyasetin merkezine dini değerleri yerleştiren Refah Partisi, dini, toplumsal düzenin haksızlıkları, eşitsizlikleri, çaresizlikleri karşısında bir güvenlik sibobu olarak seçmene sunmuştur. Ahlaki değerlerin önemini vurgulayan RP, bu dönemin şartlarında, daha eşitlikçi bir düzen vaat ederek “Adil Düzen” sloganıyla; işsizliği, yolsuzluğu, konut eksikliğini, enflasyonu ve yolsuzlukları hedef almıştır. Aynı sınırlar içerisinde, üstü kapalı bir şekilde de olsa cumhuriyetçi laikliğe de eleştirel yaklaşmıştır (Çakır, 2004:547; Safi, 2007: 284-287).

27 Mart 1994 mahalli seçimleri ve 24 Aralık 1995 genel seçimleri Türkiye tarihinde, yeni devlet-toplum ilişkileri anlayışının dönüm noktalarından biri olarak değerlendirilmektedir. Her iki seçim de RP’nin zaferiyle sonuçlanmış ve bu sonuçlar aynı zamanda toplumsal laik İslamcı sosyo-kültürel hatlar boyunca keskin ayrılığı ortaya koymuştur. Bu bağlamda RP, kamusal alanda taleplerini dile getirmek için siyasal İslamın yararlandığı ana yollardan birisi olmuştur. Refah Partisi’nin seçimlerden elde ettiği başarı dört temel faktör etrafında toplanmaktadır: “Birincisi 1980 darbesi ile gelen Türk-İslam sentezi bir devlet politikasının oluşması. İkincisi, siyasal ve ekonomik liberalleşme ve buna eşlik eden MÜSİAD gibi örgütler tarafından temsil edilen yeni muhafazakâr Anadolu burjuvazisinin doğuşudur. Üçüncü faktör yazılı ve elektronik medyaya dayanan yeni İslami aydınlar sınıfının ortaya çıkışıdır. Son faktör ise RP’nin örgüt içi esnekliği ve “adil düzen” platformuna ilişkin ideolojik sunumudur” (Yavuz, 2008: 289). Bunların dışında, RP’nin güçlenmesinin sebeplerinden biri olarak da, Türkiye’nin serbest ticaret politikalarından kaynaklanan ekonomik büyümesi görülmektedir. 1980’lerin sonları ve 1990’larda Özal’ın serbest piyasa politikaları küçük ölçekli yerel iş çevreleri, esnaf, müteahhit, lokantacı…vb oluşan küçük burjuvazi tarafından desteklenmiştir. Bu anlamda küçük ve orta ölçekli işletmeler, şirketler,

123

ekonomik büyümeden en çok, en fazla yararlanan kesimler olmuş ve bunlar kendi çıkarlarını korumak adına MÜSİAD’ı kurmuşlardır. Yeni ortaya çıkan Anadolu burjuvazisinin ideolojisi sosyal bakımdan İslami olmakla birlikte, ekonomik bakımdan küresel sistemle uyumlu şekilde neo-liberal olarak değerlendirilmektedir.

“Kişisel İslamın gelişimi”, siyasal İslamın 1995 genel seçimleri ve sonrasında güçlenmesinin sebepleri arasındadır. Bir bakıma, birçok gelişmiş sanayi toplumunda görülen dine dönüşe benzeyen bir tarzda, içerideki bu İslam, farklı bir saygınlık kazanmış, ne kadar kısıtlı olsa da sağ partiler arasında parlamentoda İslam’ı temsil etme konusunda bir rekabete dahi sebep olmuştur. Bu durum dini daha da siyasallaştırmış ve İslam’ı siyasi tartışmaların odağına yerleştirmiştir (Yavuz, 2008: 291).

Bu süreçte merkezdeki ve sağ’daki siyasi partilerin en gözönündeki sorunlara bile çözüm bulmadaki yetersizliği karşısında, özellikle tabanda yürütülen bu seçim stratejisi karşılığını vermiş ve Necmettin Erbakan’ın RP’si önce Mart 1994 belediye seçimlerinde aralarında başkent Ankara ile ekonomik metropol İstanbul’un da bulunduğu birçok büyük kentin belediyesini kazanmış, sonra da Aralık 1995 seçimlerinde aldığı %21,3 oranındaki oyla49

ülkenin en güçlü siyasal odağı haline gelmiştir. RP’nin seçimlerdeki bu başarısı temelde iki nedene bağlı olarak yorumlanmıştır: Merkez partilerin başarısızlığı ve RP’li yerel yönetimlerin etkin ve başarılı hizmetleri (Akıncı, 1999: 78). Ancak seçimlerdeki bu başarısına rağmen tek başına hükümet kurma yeter sayısına sahip olmayan RP ile bu dönemde mecliste bulunan hiçbir parti hükümet kurmaya yanaşmamıştır. 50

RP’nin iktidara gelişi asker ve sivil laik çevreleri kaygılandırmıştır. Askerler kısa zamanda İslam’ın ekonomik alanda, eğitimde ve yerel yönetimlerde güç kazanması karşısında endişelerini belli etmeye başlamışlardır. 1980’li yılların başında, sol ideolojilere karşı verdiği mücadelede ordunun siyasal İslam’la işbirliği yapmasının

49 TBMM, Türkiye Cumhuriyeti Genel Seçimleri, http://www.tbmm.gov.tr

50 RP’yi içermeyecek bir koalisyon için Cumhurbaşkanın da dâhil olduğu uzun süren çabalar sonunda, ANAP ile DYP arasında iktidarın dönüşümlü olmasını öngören bir koalisyon kurulmasını sağlamıştır. Askeri çevrelerce çok iyi karşılanan ANAP-DYP koalisyonu, parti liderleri olan Mesut Yılmaz ve Tansu Çillerin zıt kişilikleri ve daha önemlisi ciddi yolsuzluk davaları yüzünden kısa sürede son bulmuş, Mesut Yılmaz’ın başkanlık görevinden istifa etmesinden sonra, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel RP liderine yeni hükümeti kurma görevini vermiştir. 8 Haziran 1996’da Tansu Çillerin koalisyon teklifini kabul etmesiyle, Erbakan Başbakan olmuştur (Akyol, 2009: 257). İktidarda geçen yaklaşık bir yıllık dönemin ardından Erbakan, “DYP ile yapılan protokolü” gerekçe göstererek, başbakanlık görevini Tansu Çiller’e devretmek istemiş, ancak Demirel’in hükümet kurma görevini Mesut Yılmaz’a vermesinin ardından RP’nin iktidar’da olduğu 54. Hükümet son bulmuş ve 55. Hükümet kurulmuştur (Poyraz, 2010: 319).

124

yerini, şimdi din referanslı oluşumlara karşı sergilenen eksiksiz bir düşmanlık almıştır. Genel olarak İstanbul’daki ekonomik ve mali çevrelere bağlı durumdaki medya da kaygı verici söylentiler egemen olmuştur (Ünsaldı, 2008: 112-113).

Yaşananlar paralelinde RP’nin kapatılması ile sonuçlanan “28 Şubat Süreci” olarak adlandırılan süreç, MGK’nın 28 Şubat 1997 tarihli aylık toplantısına dayandırılmıştır. Bu toplantıda; İslamcı tehlikenin kökünü kazımayı hedefleyen, tehdit içerikli bir “tavsiye” kararı verilmiştir.51

Başbakan Erbakan’ın bu “tavsiyeleri” imzalamayı reddetmesi ve kararları görmezden gelme isteği kısa sürede Genelkurmay ile hükümet arasında ciddi bir bunalımın doğmasına yol açmıştır (Safi, 2007: 290-294; Ünsaldı, 2008: 112-113). Devam eden bu süreçte, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, 21 Mayıs 1997’de laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle RP’nin kapatılması istemiyle dava açmıştır. RP, 16 Ocak 1998’de kapatılmış, partinin beş yöneticisiyle lideri beş yıl süreyle siyasal etkinliklerden menedilmiştir (Akel, 1999: 363).

Hem siyasal sistem hem de parti siyaseti açısından RP’nin kapatılması, toplumda ideolojik tercihlere yönelik olarak laik-antilaik zemine oturan yeni bir toplumsal fay hattının oluşmasına sebep olmuştur. 1980 sonrası süreçte popülist ve ekonomik söylemlerle vatandaştan oy toplayarak iktidara gelen siyasi partilerin (ANAP, DYP, SHP…), artık birer alternatif olmaktan çıkmaya, oylarını kaybetmeye başladıkları görülmektedir. Ekonomik sorunların ikinci plana itildiği bu süreçte, genel seçimler sonrası oluşturulan yeni koalisyon hükümetinin de aynı anlayış içinde kurulduğunu söylemek yanlış olmaz. Diğer bir ifade ile 28 Şubat süreci sonrasında, “devletçi-sağ ve devletçi-sol partilerin” ayakta kalabildiği ve sürecin getirisi olan laik-antilaik perspektifin devam ettiğini söylemek mümkündür.

51

MGK’nın 28 Şubat 1997 tarihli toplantısında aldığı kararların en önemlileri maddeleri; “imamların Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sıkı denetimi altındaki, Atatürk ilkelerine bağlı eğitimin öncelikle görülmesi, laik ilköğretimin sekiz yıla çıkarılması, özel Kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı’nca denetlenmesi, İslami Sermayenin ekonomik kaynaklarının denetlenmesi yurt dışındaki Türk işçilerin bu firmalara para göndermesinin engellenmesi; devlet örgütünü çıkarlarına ve orduya dini öğelerin girmesinin önüne geçilmesi, İran ya da Libya gibi bazı ülkelerin Türkiye Cumhuriyeti’nin laik karakterini hedef alan bozguncu girişimlerinin engellenmesi, kamu kurum ve kuruluşlarında kılık kıyafete ilişkin kanununun uygulamaya konması, Atatürk aleyhine işlenen suçlarla ilgili 5816 sayılı Kanun’un istismar edilmesine fırsat verilmemesi” olarak sıralanmaktadır (Ünsaldı, 2008).

125

28 Şubat süreciyle birlikte Milli Görüş Hareketi, kendi iradesinin dışında zorunlu bir değişim ve dönüşüm sürecine girmiştir. Bu yeni dönemde Milli Görüşçüler demokrasi, insan hakları, hukuk devleti ve sivil toplum gibi kavramları temel ilke olarak benimsemeye başlamışlardır. Bu zamana kadar yönlerini İslam dünyasına dönmüş ve Avrupa Birliği üyeliğine karşı iken, Avrupa Birliği taraftarı olmaya başlamışlardır (Safi, 2007: 290). Bir yıldan fazla süren Refahyol deneyimi ekonomide yaşanan iyileşmelere rağmen, iç ve dış siyasette yaşanan sıkıntılarla tarih sahnesindeki yerini almıştır. RP’ye ve İslamcılığa geçmişin bir muhasebesini yapma imkânı veren bu süreç yaşanan tecrübelerle birlikte yeni arayış ve metotları zorunlu hale getirmiştir.

Refah Partisi 16 Ocak 1998’de kapatılmasının ardından kısa süre içinde Fazilet Partisi (FP) adı altında yeniden kuruldu, ancak o da 2001 yılında kapatılmıştır. Bu yeni kapatma olayı hareket içinde bir bölünmeye neden olmuştur: bir yanda daha çok hareketin nostaljik kesimini temsil eden Saadet Partisi (SP), diğer tarafta ise hareketin içinde “yenilikçi” olarak adlandırılan akımın sözcüsü Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) bulunmaktadır. Ak Parti, Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’ün yönetiminde en başından itibaren küresel kapitalizmin uyumlu olan, bir yandan da geleneksel referansla bir söylem barındıran “muhafazakâr demokrat” bir parti görüntüsü ile ilk olarak 2002 seçimleri ile iktidara gelmiştir. 2000’li yıllarda yaşanan bu süreç ve sürecin parti siyasetine ilişkin detaylarına, alt başlıklarda yer verilmektedir.

2.2.4 2002 Seçimleri İle Gelen Yeni Parti Siyaseti Süreci ve Ak Parti İktidarı

Türkiye’deki siyasi partilerin tarihsel arka planına bakıldığında, hem devletle bir bütün olma yolunda oldukları hem de hastane, okul, altyapı hizmetleri, ücret, maaş politikaları, vergi sistemi, özgürlükler, hukuk ve vatandaşlık anlayışı ile kavga eden ve isyan içerisinde olan vatandaştan yana oldukları görülmektedir (Cizre, 1999: 15-25). Siyasi partilerin politikalarındaki bu çift yönlü tutum, belirli alanlarda ideolojik benzerliklerini de beraberinde getirmiştir. Bu çerçevede 1980 sonrasında küresel siyasi gelişmelerle birlikte siyasi partilerin siyasetine baktığımızda, bu zamana kadar kendilerini bir parçası olarak gördükleri devletin topluma bakış felsefesinin ve işleyişinin değişmesi talebiyle ya da baskısıyla karşı karşıya kalmışlardır. Küreselleşme süreçleriyle de paralellik gösterir şekilde ulus-devletin bürokratik yapılanması küçülmeye başlamış, demokrasi, hukuk, kimlik talepleri…vb. yeni esaslar belirmiştir.

126

Beliren baskının ve farklı taleplerin en büyük göstergelerinden biri, 3 Kasım 2002 seçimleri olarak değerlendirilebilir.

1999-2002 dönemi milliyetçi sağdan, merkeze ve milliyetçi sola uzanan farklı görüşlerdeki üç partinin koalisyonuyla (DSP-MHP-ANAP) son bulmuştur. Hükümetin etkisiz kalması, yolsuzluk suçlamaları ve ekonomik kriz bu yıllara damgasını vurmuştur. 2001 Şubat ayındaki mali krizin ardından, katlanan enflasyon Türk lirasının %40 oranında değer kaybetmesine neden olmuştur.52

Takip eden süreçte, Kasım 2002 erken seçimlerini kazanarak Ak Parti birinci siyasi parti konumuna gelmiştir. 1987’den bu yana ilk kez olarak bir parti koalisyon kurmak zorunda kalmadan hükümet sorumluluğunu tek başına üstlenebilecek duruma gelmiştir. 3 Kasım 2002 genel seçimi ulusal ve uluslararası arenada birçok yorumu beraberinde getirmiştir53

.

2002 seçimi tamamlanıp sandıklar açıldığında seçim barajını sadece iki partinin geçebildiği görülmüştür. Bunlar %34’lük oy oranıyla, seçimlerden sadece on altı ay önce kurulmuş olan Ak Parti ile bir önceki seçimde barajı geçemeyen ve bu seçimde %19’luk oy oranına sahip CHP olmuştur. Bu seçimde mecliste temsilcileri bulunan DSP, MHP, ANAP, DYP ve SP %10’luk seçim barajına takılarak TBMM’nin dışında kalmıştır. Popülist iş adamı Cem Uzan’ın yeni oluşumu Genç Parti bir sürpriz olarak ortaya çıkmış, oyların ancak %7,25’ini toplayabilmiştir (Akgün, 2007: 177-178). GP’nin aldığı bu oy potansiyeli küresel sisteme duyarlı popülist poltikalarla açıklanabilmektedir. Bu seçimlerde en yıkıcı sonucu DSP’nin aldığı söylenebilir. Ecevit’in hastalanması, seçim öncesi partinin ikiye bölünmesi ve iktidarı zamanında

52 2001 krizine ilişkin gelişmeleri ve raporları rakamlarla görmek için bkz; www.sabah.com.tr, 22.02.2011, “2001 krizinin saklı tarihi”; http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fatih_ozatay/2001_krizinden_nemalanmak-1040984;

http://ekonomi.haber7.com/ekonomi/haber/714849-2001-krizinin-faturasi-2516-milyar-tl;Erişim: 22.01.2013.

53Sabah gazetesi 2002 seçimi için, Amerika’nın gerçekleştireceği Irak harekatı açısından çok büyük önem taşıdığını, Avrupa kurulacak olan yeni hükümetin AB üyeliği konusunda izleyeceği politikayla ilgilendiğini yazmış ve ayrıca birçok ülkenin popüler gazetelerinden Türkiye’deki seçimin yorumlarını aktarmıştır. Bu yorumlar, Washington Post: Ak Parti lideri Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanı seçildiğinde İstanbul’un imamı olduğunu söylemiş, İstanbul gibi kozmopolit bir şehirdeki restoranlara içki yasağı getirdiği ve şimdi de Erdoğan’ın Ak Parti’yi zirveye taşıdığı; CNN: Ak Parti’nin büyük bir zafer kazandığı, Erdoğan’ın kendini bir demokrat olarak gördüğü, Türkiye’de gerçek bir siyasal deprem yaşandığı; New York Times: Anketlerin Ak Parti’nin önde gittiğini göstermesinin Türkleri paniğe ittiği; Observer: Ordunun laik değerlerin güçlü bir savunucusu olduğunu, böyle bir ülkede Ak Parti’nin siyasi istikrarı sağlamaktan uzak kalacağı, Ak Parti’nin yasaklı bir dinci partinin küllerinden doğduğu; Spiegel: Atatürk’ten bu yana laik liderlerin yönettiği ülkede büyük bir radikal değişiklik olabileceği, Türkiye’nin iç politikasının değişebileceği yönünde olmuştur (Sabah, “Dünyanın Gözü Kulağı Sandıktaydı” 04.11.2002).

127

ülkenin en derin ekonomik krizi yaşaması DSP’nin bu düşüşü yaşamasının nedenleri arasında gösterilebilir. Ancak tüm bunlar DSP’nin tıpkı baraj altında kalan diğer köklü siyasi partiler gibi seçmen taleplerine cevap verememiş/veremiyor olması gerçeğini gözlerden kaçırmamaktadır. Bu anlamda 2002 seçimleri var olan siyasi partilerin küresel sistemden kaynaklanan sorunlara çözüm üretme ve seçmen taleplerine cevap verme noktasında kendilerini revize etmelerinin gerekliliğini ortaya koyan en gerçekçi kanıt olarak değerlendirilebilir.

2002 seçiminde göze çarpan önemli bir diğer nokta seçmen tercihlerindeki kaymadır. Seçmen tercihlerindeki kaymanın birçok sebebi ve sonucu sıralanabilir. Bunların arasında en dikkat çekici olanı ise partiler arası oy kaymalarıdır. Bu anlamda Ak Parti’nin başarısı, hem var olan boşluğun doldurulmasında hem de yıpranmış liderler etrafında yapılanan siyasi sistemin sorunlara çözüm üremeyişinin göstergesi olarak da değerlendirilmektedir.

Daha önceki başlıklar altında da belirttiği üzere 1980 darbesini izleyen yirmi yıl süresince siyasi partiler, hayatta kalmayı ancak devlete olan yakınlıklarıyla başarabilen birer kartelpartisi haline gelmişlerdir ve politika üretme anlamında tüm yeteneklerini yitirmişlerdir. Seçmenler sadece bir yıl önce kurulan Ak Parti ise Türkiye’deki demokrasinin kefili olarak ortaya çıktığını iddia etmekte ve bunun en büyük kanıtlarından biri olarak da, Avrupa karşıtı kurulu düzen karşısında, Avrupa tercihini açıkça önceliği haline getirmesini göstermişlerdir. Böylece Ak Parti, küresel siyasetin önde gelen özellikleri arasında yer alan lider odaklı siyaseti de kullanarak geniş ve karışık kesimlerden oluşan bir seçmen kitlesini bünyesinde toparlamayı başarmıştır54

.

54

Ak Parti’nin 2002 seçim beyannamesinde şu konulardan bahsedilmiştir: “Süreklilik içinde değişimi arayan, birliktelik içinde farklılıkları koruyan, toplumun dinamizmine güvenen, dünyadaki gelişmelere ve yeniliklere açık bir siyaset anlayışını hakim kılmayı amaçlayan Ak Parti, demokrat, muhafazakar, yenilikçi ve çağdaş” bir parti olarak kendini tanımlamaktadır. Milletin tarihsel tecrübe ve birikimini gelecek için sağlam bir zemin olarak gören parti muhafazakardır. Türk toplumu büyük bir ailedir ve bu ailenin kimliğini oluşturan değerler, çağdaş gelişmeler ışığında yeniden üretilerek devam etmesi sağlanacaktır. Parti, Türkiye’nin küresel dünyaya açılması konusunda kararlıdır; fakat bu bağlamda yerli değerlerin tahrip edilmesini uygun bulmamaktadır. Parti “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” düşüncesinden hareket edecektir. Bu bağlamda da parti bütün politikalarının merkezine insanı yerleştirmiştir. Parti, Cumhuriyet döneminde, devlet öncülüğünde sanayileşme, planlı kalkınma, liberal ve dışa açık büyüme gibi çeşitli ekonomik kalkınma modellerinin uygulandığını ve yaşanan tecrübelerin, serbest piyasa sistemi hakim olan ekonomilerin daha sağlıklı bir gelişme ve kalkınma sağladığını belirtmiştir. Parti ekonomik faaliyetlerin nihai amacının insanların yaşam kalitesinin yükseltilmesi olduğuna inanmaktadır. “Devletin ekonomideki temel rolü, piyasalarda serbest rekabet koşullarını sağlamak ve teşebbüs gücünün önündeki