• Sonuç bulunamadı

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ:

1 BÖLÜM : KÜRESELLEŞME VE ORTAYA ÇIKARDIĞI SİYASİ SORUNLAR

1.1 Neo-liberalizmin Dünyayı Yeniden Şekillendirme Zemini Olarak “Küreselleşme” “Küreselleşme”

1.1.2 Küreselleşmenin Tarihsel Arkaplanı

Sosyal bilimler literatüründe ortaya çıkıp gelişen bir kavram olarak küreselleşmenin, günümüzde hemen her sosyal bilimci tarafından kullanılmış ve/veya kullanılmakta olduğu daha önce de belirtilmiştir. Küreselleşmenin tarihlendirilmesi konusu ise hem küreselleşmenin yaygınlık kazanmasını hem de küreselleşme süreci etrafındaki tartışmaların karşılıklı çatışma zemini olma boyutunu içermektedir. Küreselleşmenin tarihlendirilmesinde farklı yaklaşımların değişik başlangıç noktalarının ve

25

dönemleştirmelerin kabul edildiği görülmektedir. Küreselleşmenin tanımlanması ve değerlendirmesinde olduğu gibi tarihselliğine ilişkin alanda da farklı söylemlerin olmasının başlıca nedeni olarak, yine küreselleşme karşısında sahiplenilen pozisyondan ve temel yaklaşımlardan bahsedilebilir. Buradan hareketle küreselleşmenin tanımlanması kadar küreselleşmeyi belirli bir tarihsel zemine yerleştirme konusunun da üzerinde uzlaşmaya varılamamış bir konu niteliğinde olduğunu belirtmek gerekir. Küreselleşmenin kökenini tespit konusunda belli tarihsel aşamaların öne çıkarıldığını söylemek mümkündür. Küreselleşmenin başlangıcını tespite yönelik örnekler, serbest piayasa ekonomisinin dünya genelinde yaygınlaşması dönemi olarak on altıncı yüzyıla kadar geri gidebilirken, farklı değerlendirmelerde; uluslararası şirketlerin ortaya çıkışı, Doğu Bloğunun çöküşü gibi daha yakın tarihli gelişmelerin de kabul edildiği görülmektedir.

Küreselleşmeyle ilişkilendirilen gelişmelerin, henüz bu kavram ortaya çıkmadan önce de var oldukları, hatta bugünkünden daha küresel sayılabilecek boyutları taşıdığı iddia edilir. Örneğin Dani Rodrik, gerçek bir küresel piyasanın çok daha önceden mevcut olduğunu öne sürer (Rodrik, 1997: 23-26).

Küreselleşmenin tarihselliğine ilişkin bu söylenenlerden hareketle, küreselleşme olgusunun toplumsal değişmeler içerisinde süreklilik arz eden bir süreç olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Bu süreçte kapitalizm, sanayileşme, modernleşme, post-modernleşme gibi süreçlerden kaynaklanan sosyal, ekonomik, teknolojik ve siyasi gelişmelerin etkili olduğunu ifade etmek mümkündür. Çünkü küreselleşmenin somut göstergeleri olarak ele alınan birçok gelişme ekonomik, siyasi ve kültürel yapılarda bugünkü kadar ciddi ve hızlı değişimler yaratmamakla birlikte geçmişte de var olagelmiştir (Coşkun, 2001: 51- 53). Bu konuda, genel kabul gören düşünce; sınır aşan karşılıklı ekonomik bağlantıların ilk defa görülmesinden ötürü küreselleşmenin başlangıcı olarak on altıncı yüzyılı esas almanın mümkün olduğu yönündeki yaklaşımdır. Çünkü Hıristiyan-kapitalist deniz yolculuklarıyla (coğrafi keşifler) fiilen gerçekleştirilmiş ve eski Avrupa ulus-devletlerinin sömürgeciliğiyle siyasi olarak hayata geçirilmiş ve kurumsallaşmış sömürgecilik sayesinde hem ekonomik faaliyetler yerellikten çıkmış, hem de devletler ve kültürler arasındaki ilişki ve etkileşimler giderek güçlenmiştir (Sloterdijk, 2008: 23).

26

On altıncı yüzyıldan itibaren yoğunlaşan ve küreselleşmenin temelleri olarak değerlendirilen bu gelişmelerden günümüze kadar iki küreselleşme dalgasının daha yaşandığı söylenmektedir. Birinci dalga olarak on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında başlayıp, I. Dünya Savaşına kadar sürmüş olan sınır aşan ekonomik ilişkilerdeki yoğunlaşma gösterilebilir. İkinci dalga ise yirminci yüzyılın ikinci yarısından devam etmekte olan ve itici gücünü teknolojik gelişmelerin oluşturduğu, ekonomi merkezli olmakla birlikte sosyal, kültürel ve siyasi anlamda işbirliği ve yakınlaşmayı da ortaya çıkarmış olan süreçtir. Bu dalganın yetmişli yıllarla birlikte derinleşip hız kazanmasında, teknolojik gelişmelere liberalizmin eşlik etmesinin, gelişmemiş ülkelerle, eski komünist ülkelerin serbest ekonomiye geçmiş olmasının büyük etkisi olmuştur (Yılmaz, 2004: 36- 37; Şahin, 2007: 30). Bugün itibarıyla kapitalizmin yeni teknolojilerin, neo-liberal ideolojinin ve küreselleşmenin sağladığı fırsatların yardımıyla daha güçlü ve verimli hale geldiği söylenebilir.

Küreselleşmenin sürecinin en başından itibaren temel dinamiklerinden birini oluşturan kapitalizmin, tarihsel boyutla birlikte değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Kapitalizmin on altıncı yüzyıldan itibaren küreselleşmeyi desteklediği ya da bir itici güç olduğu görülmekte (Marcuse, 2000: 25) ve bugün de küreselleşmenin itici gücü olarak neo-liberal ideolojilerle birlikte yer aldığını söylemek mümkündür. Ayrıca kapitalizmin dünyayı sanayileşmeye, bilimsel gelişmelere dolayısıyla günümüzdeki hızlı küreselleşmeye getiren temel dinamik olduğu da düşünülmektedir (Fox, 2002: 27). Günümüzdeki gibi yoğun ve hızlı olmamakla birlikte, küreselleşme çerçevesinden değerlendirilen birçok göstergeye geçmişte de rastlanılması daha çok kapitalizmle sınır aşan ilişkiler arasındaki bu birlikteliğin bir sonucudur (Coşkun, 2001: 51; Şahin, 2009: 32-35). Coğrafi keşifler, sanayileşme ve modernleşme gibi süreçler kapitalizmle birlikte küreselleşmenin temel tarihsel gelişmeleri arasında ele alınabilir.

Birinci küreselleşme dalgasının yaşandığı süreçte, dönemin süper gücü olan İngiltere’nin serbest ticaret rejimini benimsemesi ve serbest ticareti yaygınlaştırma çabaları son derece etkili olmuştur. Bu politikaların bir sonucu olarak, on dokuzuncu yüzyılda tüm dünyada yaygınlaşan serbest piyasa uygulamalarının devamının sağlandığı görülmektedir. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile yirminci yüzyılın ilk çeyreği,

27

uluslararası ticaretin en serbest yapıldığı, uluslararası sermaye hareketlerinin en yoğun yaşandığı dönem olarak değerlendirilmektedir (Giddens, 2000a).

Küreselleşmenin bugünkü görünümü de kapitalizmin, 1980’li yıllardan bugüne uzanan yeni bir safhası olarak değerlendirilmektedir.Bu yeni safhanın temelleri, Bretton Wood sabit kur sisteminin 1968-1972 döneminde çökmesini takiben ekonomik önceliklerde meydana gelen değişime kadar götürülebilir. Dalgalı kur sistemine geçiş, mali engellerin daha fazla kaldırılması yönünde Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın (WB) serbest pazar ekonomisine geçişteki sıkı uygulamaları ve bu yeni sisteme uyum çerçevesinde oluşan bir üst başlıkta detayları verilmiş olan Washington Konsensüsü’nü beraberinde getirmiştir. Serbest ya da rekabetçi pazar ekonomisinin kurumsallaştırılması doğrultusunda, yirminci yüzyılın ikinci yarısında Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT)’ın, daha sonra da onun yerini alan Dünya Ticaret Örgütü (WTO)’nun ticari engelleri azaltma yolundaki çabaları devrim niteliğinde sonuçlar vermiş, gümrük tarifelerinde sağlanan devamlı düşüşler sayesinde yüzyılın ikinci yarısında, dünya ticareti çok büyük bir artış göstermiştir (Heywood: 2013: 80; Öymen, 2000: 27). Yetmişli yılların sonunda uygulamaya geçirilen serbest piyasa ekonomisine neo-liberal ideoloji ile birlikte geri dönüş, günümüz küreselleşmesinin en önemli dinamikleri arasındadır. Bugün itibarıyla küreselleşmenin yeni teknolojilerin, serbest piyasanın ve neo-liberal ideolojinin sağladığı fırsatların yardımıyla daha güçlü, yoğun ve hızlı hale geldiği söylenebilir.

Küreselleşmenin tarihselliğine ilişkin değerlendirmelerde en önemli kırılma noktalarından birini de Sovyetler Birliği’nin dağılması oluşturmaktadır. Aynı zamanda Soğuk Savaş sürecinin sona ermesi anlamına gelen bu kırılma, iyimserlik ve idealizmle birlikte kendisini göstermiştir. Sovyet gücünün ortadan kalkmasına mukabil, ABD Başkanı Bush (Baba Bush) “yeni dünya düzeni” nin doğuşunu ilan etmiştir. Bu yeni dünya düzeni kavramı ve/veya süreci üzerine net bir tanımlama yapılmamakla birlikte, neo-liberal ideoloji temeline dayalı, uluslararası hukuk ve ahlak kurallarıyla birlikte değerlendirilen bir uzlaşı ve barış süreci beklentisi taşıdığını söylemek mümkündür. Soğuk Savaş sonrası döneme ilişkin sosyo-ekonomik anlamda neo-liberal beklentiler gerçekleştikten kısa bir süre sonra, farklı milliyetçilik türlerinin ortaya çıkışı

28

küreselleşmenin liberal özgürlükler doğrultusundaki ilerleyişini derinden etkilemiştir.9

Bu durum özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında “teröre karşı savaş” açılması noktasında, kimi zaman İslam ve Batı dünyası arasındaki mücadele şeklinde kendisini göstermiştir (Heywood: 2013, 82). Ancak küreselleşmenin serbest piyasaya dayanan ve neo-liberal ilkelerden beslenen ekonomik ayağının teknolojik gelişmelerin de itici gücünü kullanarak gelişmeye devam etmesi küreselleşme sürecinin hızını ve yoğunluğunu korumasını sağlamış ve hatta zamanla küresel ekonomi içerisindeki güç dengelerinin değişimine sahne olmuştur.

Küresel ekonomideki güç dengelerinin değişimine ilişkin olarak kimi düşünürler, ABD’nin artan ekonomik hâkimiyeti yorumunu yaparken, kimi düşünürler ise küresel ekonominin yükselen yeni ekonomilerle birlikte giderek çok kutuplu olduğunu savunmaktadır. Fakat yaşanan gelişmeler, küreselleşmenin öncelikle ekonomik anlamda yayılımı ve çok kutuplu görünümünün neo-liberal ideolojinin de etkisi ile dünyayı çok merkezli bir sürece doğru götürdüğü yönündeki değerlendirmelerin daha gerçekçi olduğu yönündedir.

Küreselleşmenin tarihsel boyutundan bahsederken, son dönemde yaşanan küreselleşme sürecinin, küreselleşmenin kendisini ilk hissettirdiği dönem olarak ifade edilen on altıncı yüzyılda gerçekleşen küreselleşme sürecinden ciddi farklılıklar taşıdığının da vurgulanması gerekir. Bu farklılığa yol açan en önemli unsur, teknolojinin, yirminci yüzyılın ortalarından itibaren gösterdiği inanılmaz gelişmedir. Bu arada, teknolojik gelişmelerin zaman ve mekân sıkışması oluşturarak, ekonomik gelişmelerle birlikte, siyasi sınırları adeta ortadan kaldırmasına sebep olduğu söylenebilir. Bilişim teknolojilerindeki gelişmenin yanı sıra Doğu Bloğunun yıkılmış olması ve neo-liberal uygulamaların genel kabul görmesi gibi önemli gelişmeler küreselleşmenin günümüzde daha fazla ilgi çeken bir olgu olmasını sağlamıştır. Yaşanan bu gelişmeler, sınır ve mesafelerin aşılarak toplumlararası ilişki ve etkileşimlerin eskiye kıyasla çok daha ileri boyutlara taşımıştır. Bu ilişki ve etkileşimlerin her zamankinden hızlı ve yoğun olması,

9

Soğuk Savaş sonrası dönemde küreselleşme sürecini baltalayıcı nitelikte yaşanan gelişmeler: Körfez Savaşı (1990-1991); Eski Yugoslavya’da iç savaş çıkması (1980’lerin sonunda başlamış ve yaklaşık 20 yıl sürmüş); Ruanda Soykırımı (1994); Asya mali krizi, Kosova Savaşı (1996); 11 Eylül ABD’ye karşı yapılan terörist saldırılar ve ABD önderliğinde Afganistan’ın işgali (2001); ABD önderliğinde Irak’ın işgali (2003); Rusya’nın Gürcistan’ı işgali (2008); Küresel mali krizin derinleşmesi (2008).

29

var olan ekonomik, toplumsal ve siyasi yapılanmaları önemli ölçüde değişikliğe zorlayacak etkileri beraberinde getirmektedir. Öyle ki, yaşanan süreç hükümetlerin ve bu hükümetlerin içerisinde yer alan siyasi partilerin politikalarının da büyük oranda farklılaşmasına sebep olmuş, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren birçok siyasi partinin programında küresel süreçlere ilişkin programlar yer almaya başlamıştır.