• Sonuç bulunamadı

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ:

1 BÖLÜM : KÜRESELLEŞME VE ORTAYA ÇIKARDIĞI SİYASİ SORUNLAR

1.2 Küreselleşmeye İlişkin Farklı Yaklaşımlar

1980’li yıllardan itibaren dünyada olduğu gibi Türkiye’de de en çok kullanılan sözcüklerden birinin küreselleşme olduğu söylenebilir. Çünkü küreselleşme, toplumun her kesimini, olumlu ya da olumsuz yönleri ile çok yakından ilgilendirmektedir. Küreselleşme olgusu sadece fikirsel bir tartışma platformu ya da ideolojik bir yeniden tartışma alanı olmasının ötesinde, toplumun üretim, istihdam, gelir dağılımı, iç ve dış ticaret, sosyal güvenlik, kamu hizmetleri, eğitim, sağlık gibi tüm yaşam alanlarını etkileme, değiştirme ve dönüştürme özellikleri taşımaktadır. Bu güçlü değiştirme ve dönüştürmeye bağlı olarak, oluşan yeniden yapılanma ve küresel dönüşümden ekonomik, sosyal ve kültürel konumlarının olumlu yönde etkileneceğini düşünenler ya da uluslarının kazançlı çıkacağını bekleyenler birer küreselleşme yandaşı ve savunucusu olmakta; aksine mevcut gelişmenin birey, aile ve toplum adına kayıp ve gerilemeye neden olacağını düşünenler ise küreselleşmenin karşısında yer almaktadır. Bu sınıflamanın yanı sıra bir de küreselleşmenin bir olgu, tarihsel gelişme süreçlerinin birikimlerinden kaynaklanan ve kendiliğinden ortaya çıkan bir aşama olduğunu sayanlar da bulunmaktadır.

Küreselleşme sürecine paralel olarak eşitsizlik, risk ve güvensizlik gibi durumların sıkça gündeme gelmesi, gerek ülkeler içerisinde gerekse ülkeler arasında gelir adaletsizliğinin gittikçe yükselmesi, kültürel akışların daha çok tek yönlü olması birçok ülkede toplumsal bütünleşme açısından olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Buna bağlı olarak da, küreselleşme süreci ile ilgili tartışmalar çok boyutlu, yaklaşımlar ise farklı açılardan yapılmaktadır. Tartışmaların geniş bir alanda ve çok boyutlu olması ise küreselleşme ile ilgili yaklaşımların bir kategoriye tabi tutulmasını zorlaştırmaktadır. Bu anlamda yaşanan zorluğa karşılık Anthony Giddens (2000) ikili bir ayrım yaparken (Küreselleşme Taraftarları (Radikaller) ve Şüpheciler), David Held, Anthony McGrew, David Goldblatt ve Jonathan Perraton (1999), Hugh Mackay (2000), Grahame

30

Thompson (2000), Allan Cochrane ve Kathy Pain (2000) gibi düşünürler genel hatlarıyla bu yaklaşımları üç grupta ele alıp değerlendirmişlerdir. Küreselleşmenin kavramsallaştırılmasındaki bu üç farklı bakış açısı sırasıyla: Küreselleşme Taraftarı Yaklaşımlar (Radikaller), Küreselleşme Karşıtı Yaklaşımlar (Şüpheciler) ve Dönüşümcüler’dir. Küreselleşmeye çeşitli açılardan yaklaşan bu üç eğilimin küreselleşme ile ilgili bakış açılan birçok noktada farklılaşmaktadır. Bu bakış açıları alt başlıklarda detaylı olarak verilmektedir.

1.2.1 Küreselleşme Taraftarı Yaklaşımlar (Radikaller)

Küreselleşme taraftarı yaklaşıma sahip olanlar literatürde “Radikaller” olarak da geçmektedir. Küreselleşme taraftarları, küreselleşmenin tamamen gerçek olmasının yanı sıra sonuçlarının istinasız şekilde dünyanın her yerinde hissedilebileceğini belirtmektedirler ve küreselleşme süreciyle tüm insanlığın aralarında devletler, farklı vatandaşlık bağları, büyük kültürel farklılıkların getirdiği sıkıntılar olmaksızın tek bir çatı altında yer alabileceklerine inanmaktadırlar.

Bu doğrultuda, küreselleşme taraftarlarının temel öngörülerinde evrensel değer ve kurumların fazlasıyla oturduğu, küresel bir medeniyetin varlığı bulunmaktadır. Onlara göre, serbest piyasa mekanizması, hızlı değişim sürecinden kaynaklanan sorunları en etkili şekilde çözecek mekanizmadır (Fox, 2002: 35). Küresel pazarın, 1980’li yıllardan itibaren çok daha gelişkin bir hal aldığı, ulusların eskiden sahip oldukları egemenliğin ve siyasetçilerin de olayları etkileme yeteneklerinin önemli bir kısmını kaybettikleri iddiaları küreselleşme taraftarlarının başlıca söylemleri arasında yeralmaktadır.

Küreselleşme taraftarlarına göre, küreselleşme süreci içerisinde varlık gösteren ve sanayi devrimi sonrası sürecin bir ürünü olan ulus-devlet, hızlanarak kendisini her geçen gün daha fazla hissettiren küreselleşme süreci içerisinde önemini yitirmiştir. Bundan böyle küresel piyasa, hükümet politikalarının yerini almaktadır; çünkü piyasa mekanizması hükümetlerden daha rasyonel çalışmaktadır. Diğer bir söyleyişle, küresel piyasanın gelişimi, toplum içinde daha yüksek bir rasyonaliteye işaret etmekte; siyaset ve siyasetçilerin önemi azalmaktadır (Giddens, 1999: 56). Bu minvalde küreselleşme taraftarlarının, dünya toplumunun, geleneksel ulus-devletlerin yerini almakta olduğunu ve yeni toplumsal örgütlenme biçimlerinin belirmeye başladığını iddia ettikleri söylenebilir.

31

Küreselleşme taraftarı düşünürler için 1980’ler ve sonrası süreçte küreselleşme, küresel uygarlığa doğru geçişin en yakın aşaması olarak görülmektedir. Dünyanın gittikçe artan biçimde bütünleşerek küresel hale geldiği kabul edilmekte ve ekonomi (serbest piyasa ekonomisi), küreselleşmenin temel itici gücü olarak değerlendirilmektedir. Bu bakış açısına göre, küresel ekonominin yükselişi, küresel düzeyde kültürel karışım, küresel yayılma ve küresel yönetişim kurumlarının doğuşu, köklü bir biçimde yeni dünya düzenin delilleri ve ulus-devletin sonu olarak yorumlanmaktadır. Çünkü küresel ekonomi, toplumsal organizasyonu değişikliğe uğratacak biçimde egemen hale gelmekte; dolayısıyla siyasetin de artık küresel piyasanın belirleyiciliği doğrultusunda gerçekleşeceği düşünülmektedir.

Küreselleşme taraftarı olarak adlandırılan bu düşünürlerin başlıcaları Kenichi Ohmae, Arjun Appadurai, Walter Wriston, Jean Marie Guehenno, Michael Hardt ve Antonio Negri olarak sıralanabilir (Bülbül, 2009; 61-62; Şahin, 2009: 67). Küreselleşme taraftarı yaklaşım içeresinde az önce bahsettiğimiz genel fikir birliğine rağmen, toplumsal organizasyonun bu yeni biçimi, ideolojik görüşler çerçevesinde farklı biçimlerde algılanabilmektedir.

Örneğin Ohmae, sermaye piyasalarında yatırımların artık bulunulan topraklarla sınırlı olmaktan çıktığını; sanayinin ve bireysel tüketicilerin taleplerinin çok daha küresel bir hale geldiğini; bilişim ve iletişim teknolojilerinin sayesinde, sınır ötesi katılımın ve stratejik ittifakların önündeki engelleri kaldırdığını ve hareketliliğini kolaylaştırdığını belirtmektedir. Ona göre, bu hareketliliğin toplam sonucu olarak ulus-devletlerin ve onların hükümetlerinin geleneksel işlevi büyük ölçüde gereksizleşmektedir. Hatta ulus-devletler çoğu zaman bu yönde bir engel teşkil etmektedir ve küresel çözümler devlet müdahalesi olmadığında çok daha iyi biçimde gerçekleşebilecektir (Ohmae, 2006: 269-272). Dolayısıyla bu neo-liberal bakış açısından küreselleşme, dünya toplumunun ulus-devletin yerini aldığı, serbest piyasanın ulus-ulus-devletin müdahalesi olmadan küresel ölçekte çok daha rasyonel biçimde gerçekleştiği bir küreselleşme sürecini ifade etmektedir. Serbest piyasa ekonomisi ve neo-liberal ideolojinin gerekleri sayesinde bireysel, yerel veya bölgesel güçlerin, ulus-devlet otoritesinin yerine geçmesi; diğer bir deyişle, toplumsal organizasyonun, ulus-devlet aleyhine yeniden şekillendirilmesi yeni bir küresel uygarlığın habercisi olarak yorumlanmaktadır.

32

Küreselleşmenin emperyal yönlerinin ağır bastığını vurgulayan ve küreselleşmeye ilişkin yaklaşımlarını bu söylem üzerinden şekillendiren Hardt ve Negri’ye göre ise (2004: 11) ulus-devlet egemenliği, modern çağ boyunca Avrupa güçlerinin kurduğu emperyalizmin yapı taşıdır. Diğer bir deyişle, emperyalizm, Avrupa ulus-devletlerinin egemenliğinin kendi sınırları ötesindeki uzantısıdır. Buna karşılık imparatorlukta gücün merkezi, sınırlar, bölgeler içinde belirlenmemiştir.

Küreselleşme taraftarı yaklaşıma göre, hızlanarak ve yoğunlaşarak varlığını hissettirmeye devam eden bu sürecin özellikle ekonomik alanında kaybedenler olduğu kadar kazananlar da olacaktır. Bir taraftan, “yeni bir küresel iş bölümü” yükselmektedir diğer taraftan hükümetler, küreselleşmenin sosyal sonuçlarını “yönetmek” durumundadırlar. Küreselleşme, kazanan ile kaybeden arasındaki kutuplaşmayı, küresel ekonomik düzen içinde birbirine bağlayabilir (Bozkurt, 2005: 340; Çelik, 2012: 61). Ekonomi içinde belli grupların durumu küresel rekabet sonunda diğerlerine göre daha zayıf olsa bile, hemen hemen bütün ülkelerin belli malların üretiminde karşılaştırmalı avantajı söz konusudur. Şüpheciler için ise böyle bir iyimser yaklaşım doğru değildir. Onlara göre kapitalizm, hem uluslararasında hem de ulusların içinde eşitsizlik yaratmaktadır.

1.2.2 Küreselleşme Karşıtı Yaklaşımlar (Şüpheciler)

Küreselleşme karşıtı yaklaşımlar literatürde genellikle “Şüpheci Yaklaşım” olarak da geçmektedirler. Bu grup Giddens’ın (1999: 56) belirttiği gibi küreselleşmeye her konuya kuşkuyla yaklaşmaktadırlar. Onlara göre, içinde yaşadığımız dünyada hiçbir şey yeni değildir; dolayısıyla küreselleşme de yeni bir süreç değildir. Bu grubun bazı üyeleri, küreselleşme sürecini, kapitalizmin savaşçı olmayan yeni işleyiş mantığı olarak değerlendirmektedir (Gerbier, 1999: 105).

Şüpheci yaklaşım taraftarlarına göre küreselleşme, beklenilmeyen bir şey değildir; sadece bu süreç aşırı küreselleşmeciler tarafından abartılı olarak anlatılmaktadır. Hatta dünya ekonomisi geçmişte olduğundan daha az entegre görünmektedir. Küreselleşme sürecinin karşısında gelişen bölgeselleşme, küreselleşmenin bir ara istasyonu değil, tam aksine alternatifidir. Bu çerçevede dünya ekonomisi içerisinde “eşitsizliğe” sebep olduğunu belirten şüpheciler, küreselleşmenin, bütünleşmeyi değil, farklı kültürler ya da bölgeler arasında yeni çatışmaları beraberinde getirme ihtimalinin yüksekliğine vurgu

33

yapmaktadırlar (Bozkurt, 2000: 21-22). Bu doğrultuda küreselleşme sürecinin karşısında gelişen bölgeselleşme, küreselleşmenin bir bölümü değil, aksine küreselleşmenin alternatifi olarak değerlendirilmektedir.

Bu bakış açısı küreselleşmeye doğurduğu sorunlar çerçevesinde yaklaşan; sürecin dünya genelinde insanların büyük çoğunluğunu sıkıntılara soktuğuna inanan bir bakış açısıdır. Şüpheciler, keskin bir tavırla radikal yaklaşımın iddialarının iyimserliğini aldatmaca olarak değerlendirmekte, yaşanan sorunları ve sıkıntıları küresel değişim sürecinin tabi sonuçları olmaktan ziyade gelişmiş kapitalist çevrelerin çıkarları doğrultusundaki politikalarının bir sonucu olarak görmektedirler (Keyman, 2000: 18-19). Bu nedenle şüphecilere göre asıl olarak yoksulluğun küreselleştiğini söylemek mümkündür.

Immanuel Wallerstein, Noam Chomsky, Samir Amin, Richard Falk ve William K. Tabb gibi şüpheci yaklaşımın önde gelen düşünürleri, neo-liberal politika ve uygulamaların iddia edildiği gibi evrensel düzeyde refah artışı sağlamadığını, tam tersine ekonomik dengesizliği körükleyerek uluslararası sistemde güneyin kuzeye bağımlılığının artmasına, milli düzeyde de gelir adaletsizliğinin derinleşmesine yol açtığı konusunda ısrarcıdırlar (Şahin, 2009: 72). Buradan şüpheci yaklaşımın aynı zamanda küreselleşmenin temel dinamiklerinden biri olan neo-liberalizmin de eleştirisi olduğu sonucu çıkarılabilir.

Ayrıca şüpheci yaklaşımda küreselleşmeyi kültürel bir emperyalizm olarak değerlendiren görüşler de yaygındır. Şüphecilere göre, küreselleşme olarak adlandırılan süreçte yaşananlar geçmişten çok farklı değildir ve dünyadaki değişim süreci küreselleşme taraftarlarınca abartılmaktadır. Tek ve yeni bir uygarlıktan söz eden çevrelerin bu iddialarını dayandırdıkları küresel bir ekonomi ve piyasa söz konusu dahi değildir. Piyasanın büyük oranda gelişmiş ülkeler arasında cereyan ettiği, uluslararası şirketlerin yerel bağlarını koruduğu bir ortamda küresel bir serbest pazar öngörüsü gerçekçi görünmemektedir (Coşkun, 2002: 28).

Bu yaklaşım çerçevesinde küreselleşme karşıtı ifade ve endişeleri dile getirenlerin çoğunun sol tandansda yer alan entelektüeller olduğu görülmektedir. Özellikle son dönemde ulus-devletin egemenlik haklarına yönelik tehditler ve milli kültürlerin küreselleşme sürecinde erozyona uğraması gibi gelişmeler milliyetçi entelektüellerin de bu görüş etrafında toplanmaya başlamasına neden olmuştur (Coşkun, 2001: 71, Şahin,

34

2009: 76). Bu durum küreselleşmenin sağladığı imkânlardan yararlanamayan guruplarda küreselleşme karşıtı bir yaklaşımın daha fazla kabul gördüğü şeklinde değerlendirilebilir.

Ayrıca milliyetçilerle sosyalistlerin bu konudaki beklenmedik koalisyonu tıpkı sol ve sağ kavramların içerik değiştirmesi, siyasi radikalizmin neo-liberal ve post-modern çevrelerce dile getirilişinde olduğu gibi küreselleşmenin belirsiz ve çelişkili yapısını ortaya koymakta, konunun teorik zemine oturtulmasının zorluğunu belgeleyen yeni bir örnek olarak dikkat çekmektedir (Şahin, 2009: 76).

1.2.3 Dönüşümcüler

Küreselleşmeye karşı dönüşümcü yaklaşıma sahip olanlar, küreselleşmeyi ve ideolojisi olan neo-liberalizmi, modern toplumları ve dünya düzenini yeniden şekillendiren hızlı soysal, siyasi ve ekonomik değişmelerin arkasındaki ana siyasi güç olarak görmektedir ve küreselleşmeye ilişkin kesin değerlendirmeler yapma konusuna çekimser yaklaşmaktadırlar (Giddens, 1999: 56). Dönüşümcülere göre, küreselleşme henüz sonlanmamış bir süreç olarak, çok boyutlu bir dönüşüm yaşamaktadır. Bu nedenle de halen yaşanmakta olan bu karmaşık sürecin nasıl ve ne şekilde sonuçlanacağını şimdiden belirtmek dönüşümcülere göre tahmin edilmesi zor bir belirsizlik süreci içermektedir.

Ekonomik anlamda son yarım asırdır önceki dönemlere kıyasla birbirine çok daha entegre olmuş ve bir o kadar da hareketli bir dönem yaşandığını söylemek mümkündür. Özellikle karşılıklı ekonomik ilişkiler önceki dönemlerle kıyaslanamayacak kadar fazladır. Ancak bundan daha da önemlisi, ekonominin giderek daha fazla hizmet sektörüne ağırlık vermesidir. Öyle ki, bilişim ve iletişim teknolojilerinde yaşanan hızlı gelişmeleri içeren hizmetler, ekonomide en önemli sektör haline gelmektedir. İletişim devrimi sayesinde anında haberleşme imkânına kavuşulmasından itibaren, eski alışkanlıklar unutulmaya ve kültürler de diğer kültürlerle anında temas edebilmeye, karşılıklı etkileşime girmeye başlamıştır. İşte bu durum küreselleşme sürecinin tüm boyutları ile kaçınılmaz bir hal almasına sebep olmuştur. Dönüşümcü yaklaşım taraftarlarının daha ziyade bu kaçınılmazlık üzerinden söylemlerini ortaya koyduklarını söylemek mümkündür.

35

Ayrıca dönüşümcü yaklaşım taraftarları, küreselleşmeye yaklaşımlarını daha ziyada küreselleşmeye taraftar ve karşıt olanların görüşleri üzerinden konumlandırmaktadırlar. Bu bağlamda küreselleşmeye taraftar olanlar ile karşısında olanları, küreselleşmeye daha ziyade ekonomik açıdan yaklaştıkları için eleştirmektedirler. Çünkü dönüşümcülere göre bu sürecin hayatın her alanında yenilikçi özellikleri bulunmaktadır. Dönüşümcüler, ulus-devlet hükümetlerinin otorite ve güçlerini yeniden yapılandırdıklarını kabul ederken, ulus-devletin sonunun geldiği iddiasını ve/veya hiçbir şey değişmedi tezlerini kabul etmemektedir. Küreselleşme sürecinin diğer birçok kurumda da olduğu gibi ulus-devlet yapılarını yeni küresel sürece uygun şekilde yeniden yapılanmakta olduğunu belirtmektedirler (McGrew, 1999: 62). Bu bağlamda, siyasi bakımdan küreselleşmenin abartıldığını, ulus-devletlerin yaşamsal işlevlerini yerine getirmeye devam ettiklerini ve küreselleşme adı verilen bu yeni gerçeğin kaçınılmaz olduğunu ve korkulmaması gerektiğini ifade etmektedirler (Farazmand, 2001: 441). Bu çerçevede dönüşümcülerin, küreselleşme yaklaşımına ilişkin olarak, küreselleşmeye karşı olanlardan ziyade, küreselleşmeye taraf olanlara daha yakın durduklarını söylemek mümkündür.

Sonuç olarak, küreselleşme denilen sürecin kavramsal ve kuramsal çerçevesine bakılarak denilebilir ki; küreselleşme yeni bir süreç olmayıp, boyutları tüm dünya olan eski bir kavramdır. Bu kavramın günümüzdeki kullanım farklılığı ise Doğu Bloğunun yıkılmasına, teknolojik gelişmelerin ışığında bilişim teknolojisinin ilerlemesine, ticari engellerin ortadan kaldırılmasına, çok uluslu şirketlerin güç ve etkinliklerinin artmasına, serbest pazar ekonomisinin yerleşmesine ve buna bağlı olarak serbest piyasa ekonomisinin yaygınlaşmış olmasına dayanmaktadır. Küreselleşme sürecine ilişkin üç faklı bu yaklaşımın görüş açılarındaki farkın temel kaynağı ise küreselleşme olgusundan ziyade, temsil ettikleri dünya görüşleri ve küreselleşmeye hangi boyuttan yaklaştıklarına dayandırılabilir.