• Sonuç bulunamadı

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ:

1 BÖLÜM : KÜRESELLEŞME VE ORTAYA ÇIKARDIĞI SİYASİ SORUNLAR

1.4 Küreselleşme ve Siyasi Partiler

Yirminci yüzyıl ideolojilerin ön planda olduğu bir çağ olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde ideolojik hareketler arasında var olan mücadele, sadece siyaset düzleminde değil, ekonomik, sosyal, kültürel ve düşünsel olamak üzere birçok alanda kendisini göstermiştir. Siyasi kimliklerin tanımlanması ise ideolojik benimsemeler üzerinden yapılmıştır. “Siyasi amaçları ve hedefleri olan farklı yöntem ve usulleri kullanan, belli düzeyde bir halk desteği kullanarak kitleselleşen düşünce ve değerler bütünü olarak tanımlanabilecek ideolojiler”, taraflarına siyasi bir kimlik sunmuş ve ideolojilerin sunduğu bu kimlik, geliştirdiği aidiyet bilinciyle taraflar arasında bir dayanışma sağlamıştır. Bu çerçevede yirminci yüzyıl katı ideolojik temelli siyasi kimlikleri, hem

69

güçlü bir ilişki ağı hem de statü ve roller ortaya çıkarmıştır (Akdoğan, 2011: 8). 1980’lerin sonu ve 1990’lı yıllar boyunca küresel siyasetin kendini göstermesi bu ideoloji odaklı siyasetin geride bırakılmasına sebep olmuştur.

Küreselleşmenin temel dinamikleri arasında yer alan neo-liberalizm ve serbest piyasa ekonomisinin tüm dünyada yer alması, ulus-devletlerin sınırlarını, önceki dönemlerde olduğundan daha fazla zorlaması hatta sınırları yok sayması kaçınılmaz olmuştur. Nitekim 1990’larla birlikte içine girilen bu yeni dönemin belirleyici özelliği, sermayenin tüm dünya üzerinde özgürce dolaşabilmesi ve yayılabilmesidir. “Bu dönemde sermayenin tekelleşme eğilimi daha da artmış, bu anlamda sermaye merkezileşmiştir.” Neo-liberal anlayışın küreselleşmeye doğru evrilmesini mümkün kılan iki önemli unsura değinilmektedir (Castells, 2008): Birincisi teknolojik gelişmedir. İkincisi, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından SSCB’nin dağılması ve belli bir denge anlayışına dayalı iki kutuplu sistemin ortadan kalkmasıdır. Böylece sermaye üzerinde hızla dolaşabileceği, belki istikrarsız, ama aynı zamanda engelsiz bir dünyaya kavuşmuştur.

SSCB’nin dağılmasının ardından neredeyse tüm dünyada egemen hale gelen neo-liberalizm aynı zamanda küreselleşmenin de taşıyıcı ideolojisi olmuş ve yaşamın hemen her alanında kendisini hissettirmeye başlamıştır. 2000’li yıllara gelindiğinde dünyadaki hemen hemen tüm ülkeler, küresel siyasi sistemde yaşanan gelişmeler paralelinde farklı bir eksene kaymaya başlamıştır. İdeolojilerin, kültürlerin ve yaşam tarzlarının aşırılıklarını törpüleyen ve birbirlerine yakınlaştıran bu süreç ülkelerin genel siyasaları ve siyasi parti politikaları alanında da kendisini göstermektedir. Böylece çok farklı ideolojilere sahip siyasi partilerin yan yana saf tutabildikleri, parti program ve politikaları açısından birbirlerine çok benzeştikleri bir sürece doğru geçilmeye başlanmıştır.

Bu anlamda 1980 sonrası ivme kazanan küreselleşme süreci ile birlikte farklı taleplere cevap verme noktasında tıkanan siyasi partiler, siyasal alanda bir temsil krizine sebep olmaktadırlar. Bu anlamda siyasi temsil sorunu, meşruiyet sorununun hem sebebi hem de sonucu olarak görülmektedir (Erdem, 2001: 99). Diğer bir ifade ile her ikisi de birbirlerini beslemektedirler. Özellikle siyasi partilerin yaşadığı temsil sorunu küreselleşme ile uyumlaşamayan siyasal sistemin hem ulus-devletin meşruiyeti

70

sorununu tetiklemekte hem de toplumsal bütünleşme alanında yaşanan sorunlarla tetiklenerek daha karmaşık bir hal almaktadır.

Siyasi partilerin yaşadığı temsil sorunu, toplumsal talepleri görmemesinden/ görememesinden, dışlamasından veya taleplere ters istikamette yönlendirilmesinden kaynaklanabilmektedir. Bu durum, büyük çoğunluğu iletişim teknolojileri aracılığıyla küreselleşme süreci ile entegre olmuş toplumun gündemini siyasi partilerin gündemini birbirinden koparmaktadır. Siyasi partilerin birçoğunun halkın taleplerine karşı duyarsız kalması, halkın talepleri doğrultusunda ciddi alternatif politikalar üretememesi ya da uygulayamaması derinleşen siyasi parti-seçmen kopukluğunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Hali hazırdaki siyasi partiler, çeşitli faktörlere bağlı olarak temsil kabiliyetlerini büyük ölçüde yitirmişlerdir. “Toplumda mevcut dağınık talepleri sistemin çözüm üretici mekanizmalarına iletmekle yükümlü olan siyasi partilerin,” varlık nedenleri olan bu temel işlevleri yerine getirememelerine bağlı olarak sistem tıkanmaktadır. Siyaset mekanizması ile toplum arasındaki iletişim bağlarının kopması, toplumsal taleplerin siyasi partilere iletilememesi ya da bu taleplerin siyasi partilerce dışlanması olarak değerlendirilebilmektedir. Bu durum bir yönüyle siyasi iktidarın meşruiyet krizi olarak görülmekte, bir başka yönüyle de devletin değişim karşısındaki muhafazakâr yapısını ortaya koymaktadır (Erdem, 2001: 100). Bu durum, daha önceki bölümlerde de ifade edildiği üzere hem ulus-devletin meşruiyet krizini derinleştirmekte hem de devlet yapılanmasının fonksiyonel anlamda küresel sürece uygun şekilde yeniden yapılanmaya zorlamaktadır.

Siyasi partilerin yaşadığı temsil sorunu, seçmen yönelimlerinin dağılımındaki dengesiz değişmelerle de ayrıca ortaya konabilmektedir16. Türkiye örneğinden yola çıktığımızda, siyasi söylemleri giderek daha fazla birbirine benzeyen ve bu nedenle de birbirlerinin seçmen kitlelerine hitap edebilen siyasi partilerin oylarının her seçim döneminde farklı ve uç dağılımlar göstermesi, siyasi partiler arasında uzlaşmacı yolları da tıkamak ve çatışmalardan beslenen, yapıcı olmayan bir siyaset ortaya koymaktadır. Siyasi partilerin

16 Örneğin yakın tarihimizin seçimlerine baktığımızda, bir önceki dönem Türkiye’de oy oranı en yüksek olan siyasi partiler (DSP, MHP, ANAP), bir sonraki seçim dönemi olan 2002 seçimlerinde %10 barajının altında kalabilmişlerdir.

71

söylemlerinin yakınlaşması temelinde yaşanan bu temsil sorununun temel ayaklarından birinin küreselleşmeye dayanıyor olması, farklı toplumlarda farklı şekillerde kendisini göstermesine neden olabilmektedir.

Bu çerçevede günümüzde hemen hemen tekno-ekonomik uğraşıya dönüşen siyasette ideolojinin uğradığı yenilgi, siyasi partilerin konumlanışlarının “merkez” olarak adlandırmalarına yol açmıştır.

“İdeolojilerin birer siyasi referans olarak anlam ve öneminin kitleler nezdinde itibar gördüğü “eski zamanlarda” merkez, politik aktörlerin yakınına dahi uğramayı akıllarına getirmedikleri, herhangi bir anlam ve önemden yoksun, renksiz, ruhsuz bir hale tekabül ederken, bugün siyasi aktörlerin iktidar kapısını açabilmek için ellerinden bırakmadıkları, dillerden düşürmedikleri sihirli bir anahtara dönüşmüştür” (Tosun, 2008: 159).

2000’li yıllarda artık çoğu siyasi parti kendisini açıkça siyasal yelpazenin merkez partisi olarak tanımlamaktadır. Siyasi partiler için kendisini merkezde tanımlama siyasal pazardan dışlanmamanın gerekli ve yeter şartına gibi değerlendirilmektedir. Bu çerçevede siyasi partilerin ideolojilerinden arındırılarak, kendilerini merkeze bağımlı kılmaya başladıkları söylenebilir.

Bu durumda tüm siyasi partiler birbirlerine benziyor, aynılaşıyor ve her biri diğerini kolaylıkla ikame edebilir hale geliyor parti siyasetinin tek tipleşmesi, kimliksizleşmesi olarak nitelendirilebilecek bu duruma gelmenin nedenin derinlerde aramak gerekir. Partilerin örgütsel yapılarında özellikle üyelerin mevcut dramatik durumları ile parti siyasetinin uğradığı anlam değişmesinin yaşanan bu gelişmelerde azımsanamayacak etkisi vardır (Tosun, 1999: 32-39).

Küresel siyasi sistemin etkisiyle günümüzde birçok ülkede (Türkiye’de dahil olmak üzere) parti siyasetinin çok derin bir kriz yaşadığını söylemek mümkündür. Siyaset bilimciler bu konuya iki boyutta bakmaktadır (Başaran, 2008):

“Birinci boyutta siyasal pazarın artık daha rekabetçi hale gelmesi dikkat çekiyor. İnsanlar eskiden siyasetle ilgilenmek için partilere üye olurken, artık alternatifler çoğaldı, iş olarak parti üyeliğini azalttı geleneksel çalışan sınıflardaki sayısal gerilim, sendika üyeliklerinin azalması kadının iş yaşamına katılım gibi sosyo-ekonomik, demografik değişimler de bunda etkilidir. İkinci boyutta ise diğer parti liderlerinin artık bireysel üyelere daha az ihtiyaç duyması dikkat çekmektedir.”

72

Özellikle seçim zamanlarında kitle iletişim araçlarından destek alınarak yürütülen siyasal pazarlama faaliyetleri partiler halka doğrudan ulaşmasını sağlıyor, liderin kampanya döneminde ekranlardan görünür olması binlerce üyesinin parti için çalışmasından daha fazla etki yapabiliyor. “Partiler artık çeşitli kitle örgütleriyle, varlıklı kişilerinden yüklü miktarda bağış alıyor, bu da bireysel üyelerden toplanması gereken bağış ve aidatlara daha az ihtiyaç duyulmasına neden oluyor.” Sonuçta üyelerin oluşturduğu teşkilatlara gereksinim azalıyor, parti üst yönetimi teşkilatlara bağımlı kalmıyor. Lider için teşkilat, üyeleriyle birlikte artık sadece kendi gücünün pekiştirildiği bir alana dönüşüyor. Onun ötesinde ihtiyaç duyulmayan bir yapıdan ibaret kalıyor (Tosun, 2007; Başaran, 2008). Dolayısıyla küreselleşme ile siyasi partilerin siyaset yapma tarzı daha teknolojik, lider odaklı ama insansız bir hal alabiliyor.

Böylece teşkilatların taşrada adres belli etmek için yararlanılan mekânlardan ibaret olmaları hemen her türlü karar alma sürecinde lideri tek sorumlu ve yetkili kılmaktadır. Partilerin yaşadıkları lider odaklılık kendisini çalışma kapsamında yapılan anketlerin analizlerinde de göstermektedir. Lider partisinin mukadderatında tek söz sahibi olurken, parti içerisinde istenmese de lider odaklı bir oligarşik yapı oluşmaktadır.

Günümüzde demokratik bir yönetime sahip olan birçok ülkede giderek artarak kendisini gösteren siyasi temsil krizi, kamu siyasetine ilişkin kararların alımına katılımın azalmasına ve siyasi partilerin artık işlevlerini tamamladıkları yönündeki değerlendirmelere sebep olmaktadır (Yavuz, 2000: 53). Bu değerlendirmelerde özellikle küreselleşme ile gelen farklılıkları ve yerelliği ön plana çıkarak ve demokrasinin farklı dallarına basan fikirlere siyasi partilerin taşıyıcılık yapamamış olmasıdır. Oysa küreselleşme ile dünyanın gündemine oturan neo-liberal demokrasi farklılıkların ön plana çıktığı ve liberal demokrasinin soyut vatandaşına göre çok daha katılımcı vatandaşları ortaya çıkarmaktadır. Geleneksel siyasi partiler bu durumun doğal bir sonu olarak işlevlerini yerine getirememektedirler (Keyman, 1994: 29).

Siyasi partilerin temsil krizine yol açan bir başka konu ise yine küresel siyasi sistemin bir getirisi olarak demokrasinin mekânının devlet- parti ekseninden sivil toplum -birey eksenine doğru kaymaya başlamasıdır. Bireyselleşmenin, özgürleşmenin ve farklılaşmanın yaygınlaştığı, refah düzeyinin arttığı toplumlarda, bireyler, yerel-ulusal-ulus üstü mekânlarda gönüllü topluluklar etrafında bir araya gelmektedirler (Erdem,

73

2001). Sivil toplum örgütlerinin yaygınlaşması ve güçlenmesiyle birlikte, geçmişte siyasi partilerin üstlendikleri birçok işlevin bugün artık sivil toplum örgütlerince yerine getirilmemeye başlandığı iddia edilmektedir. Bu çerçevede küreselleşme ile siyaset yapma tarzının ve siyaset alanının sahipliğinin değişmeye başladığını söylemek mümkündür.

Özetlemek gerekirse, siyasi partilerin, alternatif toplum ve birey tasarımlarını sunma işlevinden uzaklaşmalarının ve kendilerini iyi tanımlanmış toplumsal kesimlerin temsilcisi olarak tanımlamaktan, halk partileri olarak tanımlamaya geçmelerinin somut sonucu, birey seçmenin partilerle özdeşleşmesinin ortadan kalkması olmuştur. Bu noktada, temel siyasal katılma mekanizması olarak işlevlerini yitirdikleri öne sürülen siyasi partilerin ve egemen oldukları yasama/yönetim sürecinin yerine ikame edilecek bir mekanizmanın bulunması bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır (Çitçi, 2008: 2-28). Bir başka anlatım ile küreselleşme öncesi, ulus-devlet bağlamında tanımlanan ve siyasi partilerin temel kurumlar olarak tanımlandığı temsile dayanan siyaset, yerini sivil toplum örgütlerinin temel mekanizmalar olarak belirlendiği yönetişimci siyasete bırakma yolunda görülmektedir.

“Küreselleşme süreci ile birlikte siyasi partilerin ortaya çıkardığı boşluk, kaçınılmaz bir değişimin yansıması olarak değerlendirilmekte, bu değişimin daha sağlıklı, daha katılımcı ve kendisini daha fazla denetleyen bir demokrasi biçimine neden olacağı ileri sürülmektedir”. Böylece sivil toplum örgütlerinin ve farklı nitelikteki toplumsal hareketlerin küresel siyaset sürecine paralel olarak siyasi partilerin politik alanda bıraktıkları boşlukları bu şekilde doldurmaya çalışmaları ve bunu büyük oranda da başarmaları dikkati çekmektedir (Çitçi, 2008: 2-28). Bu durumun en bariz örneklerinden biri Türkiye’de yaşanan Gezi Parkı Olayları aracılığıyla değerlendirilebilir.

Gezi Parkı Olayları, siyasi temsili bir şekilde kendi eline almaya çalışan yeni tip siyasi vatandaşlık anlayışının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Olaylar sırasında farklı ideolojik ve siyasi kesimlerin bir araya gelerek, ortak muhalefet edebilmesi Türkiye’nin siyasi geleneğinde yaşanan değişimi görmek açısından oldukça önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Küreselleşme süreci içerisinde ideolojik bagajlarını yer yer boşaltarak bir şekilde iktidara ortak olmaya çalışan muhalif siyasi partilerin olaylara dahil olma denemeleri dikkat çekicidir. Bu bağlamda “Gezi Parkı” ister iktidar olsun

74

ister muhalefet, siyasi partilere karşı olan yabancılaşmayı göstermektedir. Çalışmanın ikinci bölümünde küreselleşmenin Türkiye’deki parti siyasetine etkileri, siyasi partilerin yaşadıkları değişim ve dönüşüm süreci dikkate alınarak daha detaylı olarak değerlendirilmektedir.

75

2 BÖLÜM 2: KÜRESELLEŞMENİN TÜRKİYE’DEKİ PARTİ