• Sonuç bulunamadı

Milli Görüş Hareketinde Fikir Ayrılıkları Doğuyor: Fazilet Partisi (FP), Saadet Partisi (SP) ve Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) Dönemleri

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ:

2 BÖLÜM : KÜRESELLEŞMENİN TÜRKİYE’DEKİ PARTİ SİYASETİNE ETKİLERİ

2.3.3 Muhafazakâr / İslamcı Siyasetin Dönüşümü: Kenarın Sesinin Merkezdeki Aksi Aksi

2.3.3.2 Milli Görüş Hareketinde Fikir Ayrılıkları Doğuyor: Fazilet Partisi (FP), Saadet Partisi (SP) ve Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) Dönemleri

Fazilet Partisi 17 Aralık 1997 tarihinde kurulmuştur. FP’nin kurulmasının üzerinden yaklaşık bir ay kadar bir zaman geçtikten sonra Anayasa Mahkemesi RP’nin kapatılması kararını açıklamış ve bu tarihe kadar bir siyasi parti olarak herhangi bir faaliyette bulunmamış olan FP, bu tarihten itibaren Türkiye’nin ana muhalefet partisi haline gelmiştir (Bulaç, 2010: 49). Bu yönde birbirini izleyen gelişmeler FP’li yöneticilerin tersine beyanda bulunmalarına rağmen, kapatılan RP’nin devamı oldukları yönündeki tartışmaları doğurmuş, medyada FP’nin kapatılan RP’nin genel başkanı tarafından yönlendirildiği yönünde haberler yer almıştır. Aynı süreçte FP içerisinde öncülüğünü Abdullah Gül, Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Ali Coşkun, Abdülkadir Aksu ve Nevzat Yalçıntaş’ın yaptığı bir grup milletvekili geçmişte yapılan hataların tekrar yapıldığı ve parti yönetimine dışarıdan müdahale olduğunu yönünde eleştiriler getirmeye başlamışlardır. Bu durum RP deneyiminin başarısız olmasının ardından, Milli Görüş Hareketi içerisindeki genç kuşak (yenilikçiler) ve gelenekçiler şeklinde ikili bir ayrıma sebep olmuş ve bu paralelde yenilikçi grup, liderliğin değişimi konusunda daha ısrarcı olmaya başlamıştır (Poyraz, 2010: 322). Parti içindeki bu yeni arayışın kendisi önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.

Milli Görüş içerisinde yenilikçiler ve gelenekçiler olarak kutuplaşan iki grup FP’nin kurulup genel başkanının seçilmesi sırasında da derin çatışma içine girmişlerdir. 28 Şubat sürecinin getirdiği bir çözülme olarak değerlendirilen bu durum, FP’nin 14 Mayıs 2000 tarihindeki kongresinde kendisini göstermiştir. İlk kez Milli Görüş Hareketi’nin

161

bir kongresinde iki genel başkan adayı çıkmıştır. Erbakan, Recai Kutan’ın genel başkan olmasını isterken, yenilikçi kanat bu duruma karşı gelerek, öncelikle Bülent Arınç’ı aday olarak çıkarmıştır. Fakat Arınç, daha sonra adaylığını açıklayan Abdullah Gül’ün lehine yarıştan çekilmiştir. Sonuçta Kutan’ın aldığı oy 633, Gül ve yenilikçiler ise 521oy almıştır (Çakır, 2004: 574). Çıkan sonuçlar gerek parti de gerekse hareket içerisinde hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağının kanıtı olarak değerlendirilebilir. Bu anlamda 18 Nisan 1999 seçimlerinin Milli Görüş Hareketi içerisinde ayrı bir önemi bulunmaktadır. Görüş ayrılıklarının keskinleşip derinleşmesi üzerine Milli Görüş Hareketi içerisinden bir grup kendisine ve siyaset anlayışına yeni bir yön verme eğilimine girmiştir. Bu seçimden sonra parti içi muhalefet oranı iyice artmıştır.72

18 Nisan seçimlerinin ardından toplanan TBMM’de yemin töreni esnasında, FP’nin İstanbul Milletvekillerinden Merve Kavakçı’nın başörtülü olarak yemin etmek istemesi, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in müdahalesi ve DSP’li bir grup milletvekilinin protestoları ile engellenmiştir. Bu süreçte FP’li milletvekilleri ise başörtülü milletvekili olunmasının ve Mecliste yemin etmesinin önünde bir engel olmadığı görüşünü savunmuşlardır. Burada görülmektedir ki, gerek RP iktidarı döneminde gerekse FP’nin meclise girdiği dönemde, partinin ve mensuplarının küreselleşme ile gelen çokkültürcülük anlayışı çerçevesinde değerlendirilebilecek olan kimlik taleplerini, dönemin siyasi süreci ve partileri tarafından kabul görmemektedir. Hâlbuki, küresel siyaset geleneksel yasal düzenleme düzeyinde olmasa da, kültürel kimlikleri, “kendi kimliklerine dönük geleneksel normları ve değerleri uygulama” talebinde bulunabilme yolunda imkan tanımaktadır (Keyman, 2007: 217-230). Nitekim genel kurul Merve Kavakçı milletvekilliği yemini etmeden son bulmuştur. Fazilet Partisi faaliyete geçtiği günden itibaren, geldiği gelenekten farklı bir söyleme sahip olmaya çalışmışsa da akıbeti geldiği gelenekten farklı olmamıştır. Parti içi muhalefet durumunun devam ettiği bu süreçte FP, laiklik ilkesine aykırı hareket ettiği gerekçesiyle 22 Haziran 2001 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştır.

Milli Görüş çizgisinin özellikle 1980’lerden sonra maruz kaldığı iki temel değişim sürecinden bahsedilebilir. Bunlarda ilki bu kesimlerin Türkiye’deki siyaset kurumunun

72Seçimlerde kendisinden beklenen performansı gösteremeyen FP’sinin muhafazakâr seçmen kitlesi bu dönemde MHP’ye kaymıştır. Yaşanan bu oy kaymalarının temel nedeni olarak, muhafazakâr seçmenin oylarının boşa gitmesi kaygısı ve FP’nin 28 Şubat sürecinde Meclis’teki gücünü etkin kullanamamasına yönelik tepkiler olarak belirtilebilir.

162

işleyişi ve güç dağılımında yaşanan tecrübelerin ortaya koyduğu reel durum; diğeri ise dünyadaki değişmelerin ideolojik eksenden küreselleşmenin etkisi ile reel eksene doğru kaymasıdır (Poyraz, 2010: 328). Bu çerçevede Milli Görüş çizgisini takip eden yukarıda değinmiş olduğumuz siyasi partilerin söylemlerinde ve öncelik verdikleri politikalarında değişiklikler olmuştur. Örneğin 1980 sonrası dünyada ve dolayısıyla Türkiye’de ağırlıklı gündemin ekonomi olması, Milli Görüş’te de ekonomik söylemleri ön plana çıkarmıştır. 28 Şubat sürecinin etkisi olarak ise birey hak ve özgürlüklerinin ön plana çıkarıldığı, liberal değerlerin vurgulandığı Fazilet Partisi söylemeleri aracılığı ile belirlenebilmektedir.

Fazilet partisinin kapatılmasından çok kısa bir süre sonra Milli Görüş’ün gelenekçi kanadını temsil edenler 20 Temmuz 2001 tarihinde Saadet Partisini kurmuşlardır. Partinin genel başkanı Recai Kutan olmuştur. Milli Görüş Hareketi’nin resmi temsilcisi olarak hareket eden partinin amblemi, RP ve FP’nin ortak vurgusu olan hilal’i içinde bulundurmaktadır. Partinin tabanı aynı dönemde yenilikçi kanat tarafından kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi ile bölünmüştür. FP’nin kapatılmasına müteakip değişik ortamlarda yapılan tartışmalarda 1990’lı yılların başından itibaren tercih edilen bir siyasi parti gibi davranma politikası terk edilerek Milli Görüş geleneğine geri dönülmesi yönünde bir uzlaşma sağlanmıştır. Bu kapsamda SP’nin söylemi Milli Görüş’ün ülke sorunlarına ürettiği çözüm önerileri kapsamında şekillenmiştir. Milli Görüş geleneğinin tek temsilcisinin Saadet Partisi olduğu vurgusu 3 Kasım 2002 seçimlerine ilişkin seçim beyannamesinde de ön plana çıkarılmış ve bir anlamda yenilikçi kanadın Milli Görüş geleneğini sahiplenmesi engellenmiştir (Karaalioğlu, 2001: 32). Ancak yine de 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimlerinde Saadet Partisi % 10 barajını aşamamıştır. FP’nin kapatılmasının ardından 2001’de yenilikçi kanat olarak nitelendirilen grup ise Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Ak Parti’yi kurmuştur. Ak Parti, siyasal yelpazede Milli Görüşü temsil eden, Necmettin Erbakan tarafından kurulan ve kapatılan MNP-MSP-RP-FP çizgisinden ayrışarak gelen bir partidir (Heper, 2011: 409-410). Her ne kadar bağlı olduğu gelenekten ayrışarak gelmişte olsa muhafazakâr-İslamcı siyasetin dönüşümü açısından bakıldığında, Ak Parti’nin kendi kimliğini tanımlarken ortaya koymuş olduğu “muhafazakâr demokrasi” kavramı önemli bir değişim ve dönüşüm noktasına işaret etmektedir. Partinin kurucu üyeleri arasında yer alan Hüseyin Çelik

163

(03.08.2013) ile yapılan mülakat çerçevesinde Çelik; genel başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın partinin ilk kuruluş toplantısında “bu yeni oluşumla hiç birşeyin eskisi gibi olmayacağı” vurgusunu yapmasına değinerek, o zaman toplantıda bulunan herkesin gerçekten farklı bir süreç takip edileceği ve yaşanacağı noktasında hemfikir olduğunu söylemektedir. Nitekim hem tarihsel perspektiften bakıldığında hem de küresel siyasetle eklemlenme aşamasında sadece parti değil partinin iktidara gelmesi ile Türkiye’de farklı bir süreç yaşamaya başlamıştır.

Küresel sistemle yaşanan eklemlenme süreci ve başarısı dikkate alındığında, Ak Parti’nin Milli Görüş Geleneğinin devamı olup olmadığı yönünde tartışmalar dikkat çekici bir hal almaktadır. Bu çerçevede Ak Parti’nin Türkiye’nin modernleşme sürecinde farklı bir yol izleyerek İslamileşme döneminin demokratik olarak temsil edildiği belirtilmektedir. Bu kapsamda, Ak Parti’nin İslami olma yönü Milli Görüş geleneğinden çok farklıdır. Ak Parti’deki İslamilik Milli Görüşteki gibi ya da ondan daha geriye dönük bir İslamilik değil; aksine içinde moderniteyi de barındıran, (Akyol; 2009: 15-17) modernite ve küresel süreçlerle barışık bir İslamiyet’tir. Bu yeni yaklaşım tarzı Ak Parti’yi küresel süreçlere eklemlenmede uyumlu bir noktaya getirirken, neo-liberal ve sivil toplumcu bir çizgiye de sahip olmasını sağlamıştır. Böylece 1990’larda Türkiye’de yaşanan derin ekonomik ve siyasal krizlerden çıkış için ekonomide küreselleşme siyasette de neo-liberal demokrasiyi öngören bir yeniden yapılanma programını benimsemeyen (Özkazanç; 2005) bir parti olarak değerlendirilmektedir. Nitekim yapılan mülakat görüşmeleri esnasında Aktay (22.06.2013), Ak Parti’nin “kapsayıcı” bir siyaseti sürdürebilmesi için gerek modern zamanlarla gerekse küresel siyaset süreçleri ile birlikte ilerleyebilcek bir yol izlemesinin şart olduğunu vurgulmaktadır. Aktay’a göre bu kapsayıcılık ne tek başına “milliyetçilik”le ne de “İslamcılık/İslamiyet”le olmaktadır. Tek başına milliyetçiliğin yeterli olmamasının sebebi, yerleşik millet tanımı ile Türkiye’nin bünyesinde barındırdığı çeşitliliklerin barışamadığının artık genel kabul görmesidir. Diğer taraftan ülkenin yaklaşık %90’ının Müslüman bir nüfusa sahip olması İslamiyeti kapsayıcı olarak kabul etmek için yeterli görülmemektedir. Demek ki, her iki öğeyi de içerisinde barındıran siyaset anlayışı Türkiye için kapsayıcı bir nitelik taşıyacaktır. Bu öğelere bugün en yatkın siyaset izleyen parti ise Ak Parti’dir.

164

Şen, Milli Görüş çizgisinde olan veya bu çizgide olup olmadığı tartışılan partilerin programlarını incelediği çalışmasında Ak Parti’nin Milli Görüş’ün temel tezlerini ve kavramlarını önemli oranda terk ettiğine dikkat çekmiştir. Bu değişimin gösterdiği örneklerden biri de Milli Görüş’ün, geçmişte büyük oranda devlet müdahalesini ve kontrollü bir ekonomiyi öngörmesi nedeniyle piyasa ekonomisinin dışında bir anlayışı temsil etmesine karşın Ak Parti’nin programında “Partimiz… tüm kurum ve kurallarıyla işleyen piyasa ekonomisinden yanadır” maddesiyle, 1980’li yıllarda Türkiye’de yerleştirilmeye çalışılan serbest piyasa ekonomisi anlayışını savunma noktasına geldiğidir (Şen, 2004: 76). Ak Parti yönetiminin küreselleşmeye karşı ılımlı bir yaklaşıma sahip olduğunu mülakatlar kapsamında da söylemek mümkündür. Bu bağlamda, hem Aktay hem de Çelik küreselleşmenin “kaçınılmaz” olarak hayatlara giren bir olgu olduğunu belirtmektedirler. Bu nedenle küreselleşmeden kaçmak ya da etkilenmemeye çalışmak her iki parti yöneticisi için de anlamsız gözükmektedir. Çünkü küreselleşme siyaset yapma tarzını küresel boyuta taşıyarak, hem alanını genişletmiş hem de çeşitlendirmiştir. Böylece siyasi partiler küresel siyasette etkin olmaya başlamış ve Ak Parti’de bu siyaset anlayışını aktif olarak takip etmeye çalışmaktadır.

Ak Parti’nin çekirdek kadrosu büyük oranda Milli Görüş geleneğinden gelmektedir ve Ak Parti muhafazakâr-demokrat bir partidir. Gerek içerisinden çıktığı siyasi çevre, gerekse kurucu ve yönetici kadroları bunu açıkça ortaya koymaktadır. Ancak bu durum Ak Parti’yi merkez sağ parti içerisinde tanımlamak için bir engel teşkil etmemektedir. Çünkü DP ve ANAP da benzer muhafazakâr değerlere sahip merkez sağ partiler olarak anılmaktadırlar. Yine bu partilerin iktidarı döneminde küresel siyasetle uyumlu politikalar takip ettikleri bilinmektedir. Buradan hareketle Ak Parti de bu zincirin bir halkası olarak görülebilir. Ak Parti misyonunu “toplumsal merkezin değer ve taleplerini siyasetin merkezine taşımak” olarak ifade etmektedir (Bingöl ve Akgün, 2005: 5). Dolayısıyla Ak Parti, İslami duyarlılığı olan ve kadrosunun bir bölümü Milli Görüş’ten gelen kişilerden oluşmakla birlikte; kendisini İslamcı bir parti olarak tanımlamamaktadır. Nitekim seçim beyannamesinde de Ak Parti kendini “Süreklilik içinde değişimi arayan, birliktelik içinde farklılıkları koruyan, toplumun dinamizmine güvenen, dünyadaki gelişmelere ve yeniliklere açık bir siyaset anlayışını hakim kılmayı amaçlayan demokrat, muhafazakar, yenilikçi ve çağdaş bir parti” olarak tanımlamıştır. Böylece Ak Parti kendini merkeze konumlandırmaktadır. Nitekim FP’ye, ANAP’a ve

165

MHP’ye oy verip de umduğunu bulamayan sağ seçmen Ak Parti saflarına katılmıştır (Gümüş, 2009: 53-54). Bu değerlendirmeler ışığında Ak Parti’nin, sağ tandanslı ve muhafazakâr bir tabana sahip olduğunu söylenebilir. Öyle ki, bu durum çalışma kapsamında yapılan anket çalışması ile de desteklenmektedir. Anket çalışmasına ilişkin veriler incelendiğinde, Ak Parti mensubu olarak kendisini milliyetçi, liberal, muhafazakâr, milliyetçi-muhafazakâr ve muhafazakâr-demokrat olarak tanımlayan farklı sağ siyasi eğilimlerin var olduğu görülmektedir. Sonuçta gerek literatür araştırmaları gerek yapılan mülakatlar ve gerekse anket çalışmaları dikkate alındığında, Ak Parti, küresel siyaset ile uyumlu politikalar takip eden, muhafazakar-demokrat bir parti olarak tanımlanabilmektedir ve bu özellikleri ile Türkiye’deki sağ tandanslı seçmen kitlesinin kendisini tanımladığı bir parti olarak değerlendirilebilir.