• Sonuç bulunamadı

ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ:

1 BÖLÜM : KÜRESELLEŞME VE ORTAYA ÇIKARDIĞI SİYASİ SORUNLAR

1.3 Küreselleşmenin Siyasi Boyutu ve Karşılaşılan Sorunlar

1.3.8 Küresel Ekolojik Sorunlar

Dünya ekonomik sisteminin küreselleşmesi ile çevresel/ekolojik sorunların küreselleşmesi arasında yakın bir ilginin var olduğu iddia edilmektedir. Özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra tüm dünyaya hızla yayılmış olan serbest piyasa ekonomisi ve bilişim ve iletişim teknolojileri çerçevesindeki ekonomik ve sosyal ilişkiler, ulusal sınırları kolaylıkla aşabilmiştir. Ekonomik sistemin dünya yüzeyinde yaygınlaşması sürecinde ekolojik sorunlar da yaygınlaşmıştır. Bundan dolayı çevresel kaygı, çevresel eylemde bulunma, çevre politikaları gibi çevresel konular da ulusal sınırları aşıp, küresel düzeyde ilgi çeken, dikkat edilemesi gereken ve politika üretilen konular konumuna gelmişlerdir.

İçinde yaşadığımız çevre, özellikle küreselleşme sürecinde yaşanan bilimsel, ekonomik sosyal ve teknolojik gelişmelerin giderek artan etkisine karşı zayıflamaktadır.12

Küreselleşmenin dünyayı küçük bir köy haline getirmesi ile iletişim ve etkileşim artmış ve aynı minvalde dünyanın kirletilmesi de kolaylaşmıştır. Sanayi devriminden sonra sera gazlarındaki artışın sonucu olarak, sera etkisi de artmış ve dünyamız daha fazla

12 Çevresel sorunların başında gelen büyük kentlerdeki hızlı nüfus artışıyla yaşanan güncel atık ve çöplerin toplanması yerel yönetimlerin en önemli konuları arasında gelmektedir. Örneğin Türkiye’de yılda 32 milyon tona yakın çöp oluşmaktadır. Bu çöpler, %15-25 oranında ambalaj atığı ve %40-70 oranında organik atık içermektedir. Yani %20 serbest nem içeren çöplerin yarısına yakını sebze, meyve, park, bahçe ve yemek atığı dediğimiz organik atıklardan oluşmaktadır. 2005 yılına göre 2020 yılında %25 oranında artması beklenmektedir. 2006 yılı verilerine göre ise Türkiye'de atmosfere atılan sera gazı salınımlarının %15,6’sı metan gazı oluşturmaktadır. Metan gazının en önemli kaynağı ise çöp depolama alanlarıdır (www.mozturknet.).

64

ısınmıştır (Örgev, 2007:4-6). Son dönemde özellikle gündemde olan “küresel ısınma” neticesinde iklimlerde sapmalar mevsim normalleri dışındaki hava koşulları ve sel, fırtına gibi doğal felaketlerin boyutlarında ve etkilerinde artış gözlenmiştir. Küresel ısınmanın neden olduğu iklim değişiklikleri toplumları, doğal sistemleri ve onların sosyo-ekonomik kalkınma faaliyetlerini etkilemekte, etkilenen unsurlar değişen şartlara uyum sağlamak ve bunun için de ekolojiye zarar veren bir takım faaliyetlerinde azaltmaya gitmek zorunda kalabilmektedirler13.

Ekolojik sorunlar ile ilgili önlemlere yönelik hızla yaygınlaşan bu arayış ve girişimler, 1960’lı yıllardan itibaren hem toplumların gündemlerinin, hem de küresel düzeydeki çevre politikalarının belirlenmesinde etkili olmaya başlamıştır. Bu çerçevede uluslararası alanda atılan ciddi bir adım da, 1972 yılında toplanan Birleşmiş Milletler İnsan ve Çevresi (Stockholm) Konferansı’dır. 113 ülkenin katıldığı konferansta, ekoloji konusunda kamuoyu bilincinin geliştirilmesinde ve uluslararası düzeyde çevre konusundaki tartışmaların yoğunlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Konferans kapsamında “sürdürülebilir kalkınma” kavramı ortaya çıkmıştır. Ekolojik sorunlar, toplumların refah düzeyleri ve dünya arasında kurulmak istenen dengenin yeni bir anlatımı şeklinde ifadelerle, tanımlanmaya çalışılmıştır (Ertürk, 2009: 323; Keleş, 2009: 442; Sipahi, 2010: 333).

Sürdürülebilir kalkınma kavramının dünya gündemine yerleşmesi sonrasında atılan ilk önemli adım; 1983 yılında, Birleşmiş Milletler bünyesinde “Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu” nun kurulması ile kendisini göstermiştir. Komisyon dâhilinde “Ortak Geleceğimiz” başlıklı bir rapor hazırlamış ve 1987 yılında hazırlanan bu rapor ile sürdürülebilir kalkınma kavramının tanınmaya ve yaygın bir biçimde kullanılmaya başlanmıştır (Tıraş, 2012: 62). Bu rapor ile sürdürülebilir kalkınma kavramının tanımı; “bugünün ihtiyaçlarını, gelecek kuşakların da kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin karşılamak” olarak netleştirilmiştir. Bu tanımlama hem küresel piyasa koşulllarında nitelikli ve dengeli büyümeyi vurgularken diğer taraftan da

13 “Bu durumun ilk örneklerinden biri olarak atılan ilk ciddi adım karbondioksit emisyonlarını ve diğer sera gazlarını kontrol altına alabilmek için 1979 yılında I. Dünya İklim Konferansı’nda atılmıştır. 1985 ve 1987 yıllarında Avusturya’nın Villach kentinde ve 1998’de Toronto’da düzenlenen toplantılar, dikkatleri ilk kez iklim değişikliği karşısında siyasi seçenekler geliştirilmesi konusu üzerinde toplamıştır” (Latif, 2011: 25-35).

65

büyüme çerçevesinde zaman ve mekanın adaletli paylaşımına ilişkin vurgu yapmaktadır (Karacan, 2007: 639).

Takip eden süreçte 1992’de yapılan Rio Konferansı’nın ana teması da “sürdürülebilir kalkınma” olmuştur.14

Bu çerçevede kalkınmada sürdürülebilirliğin ancak küresel ortaklık anlayışı içinde gerçekleştirilebileceği yönünde yaygın bir kanaat oluşmuş ve bu doğrultuda Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu kurulmuştur (Tıraş, 2012: 63; Tekeli, 2001: 729).

Sürdürülebilir kalkınma kavramının küresel düzeyde benimsenen bir ilke haline gelmesini sağlayan Rio Konferansı sonrası, 26 Ağustos-4 Eylül 2002 tarihleri arasında Johannesburg’da yapılan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi ise 10 yıl önce oluşturulan Gündem 21’in ve diğer Rio kararlarının, başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere tüm ülkelerde daha etkin uygulanmasına odaklanmıştır.15

Bildiride, insani dayanışmanın önemi ve toplumlar arası işbirliğinin ilerletilmesi gereği vurgulanarak; temiz su, temiz enerji, sağlığın korunması ve sağlık hizmetleri, gıdaya erişimin artırılması ve biyolojik çeşitliliğin korunması alanlarında ortaklıkların kurularak kalıcı sonuçlara ulaşılabileceği belirtilmiştir (Sipahi, 2010: 335-336).

Ekolojik sorunların sadece bir kaynak sorunu olmanın ötesinde, bir güvenlik ve sağlık sorunu olduğunun kabul edilemsiyle birlikte, günümüzde sorunun ülkelerin ikincil politikaları olmaktan çıkarak; temel politik gündem maddesi haline gelmeye başladığı görülmektedir. Nitekim bugüne kadar ülkeler arasında yaşanan çatışmaların/savaşların çoğunun doğal kaynakların paylaşımı nedeniyle ortaya çıktığı bilinmektedir.

Çevre sorunları, özellikle karşılıklı bağımlılığı içermesinden yola çıkılarak küresel bir sorunsal olarak ele alınmaktadır. Bu doğrultuda, küresel çevre sorunlarının çözümünü hedefleyen politikalar yukarıda anlatılan komisyon, konferans ve kararlarla

14 Konferans sonunda kabul edilen küresel, ulusal, bölgesel ve yerel düzeydeki uygulamalara yön veren; Rio Bildirgesi, Gündem 21, İklim Değişikliği Sözleşmesi, Biyolojik Çeşitliliğin Korunması Sözleşmesi ve Orman Varlığının Korunması İlkeler, 170’i aşkın ülke tarafından kabul edilmiş ve sürdürülebilir kalkınma anlayışına bu ülkelerin çevre ve ilgili diğer yasal düzenlemelerinde yer verilmiştir (Sipahi, 2010: 334).

15 Devlet ve hükümet başkanları tarafından imzalanan Johannesburg Sürdürülebilir Kalkınma Siyasi Bildirisi’nde; üretim ve tüketim kalıplarının değiştirilmesi, yoksulluğun ortadan kaldırılması, doğal kaynakların korunması ve yönetimi konularında ortak vaatlere yer verilmiş; hedeflere ulaşmada karşılaşılan zorluklar arasında; zenginler ve yoksullar arasındaki uçurumun derinleşmesi, biyolojik çeşitliliğin bozulması, küreselleşmenin olumsuz etkileri ve demokratik sistemlere duyulan güvenin azalmış olması sıralanmıştır.

66

belirlenmeye ve yürütülmeye çalışılmaktadır. Ancak yaşanan süreçlerin ve uygulamaların ne kadar yeterli ve etkili olduğu yönünde birçok eleştiri bulunmaktadır. Ayrıca küresel çevre sorunlarına yönelik oluşturulan politikalar ve alınan tedbirler için küreselleşme karşıtı düşünürler; gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin önüne koyulan yeni bir sömürü yöntemi ve geri bırakma çabası yorumlarını da yapmaktadırlar.

Küresel çevre sorunlarının çözümüne yönelik eleştiriler farklı boyutlarda ve yer yer sabote edici olmakla birlikte, sorunun varlığı ve çözümünün de küresel bir düzeyde olması gerektirdiği ortadadır. Bu nedenle küresel çevre sorunlarına yönelik küresel çözüm önerilerinin kurumsallaşmaya gitmesi gerektiği yönünde yaygın bir kanaat bulunmaktadır. Sorunların küresel hale geldiği bir ortamda, politika da küreselleşmeli, küresel sorumluluk edinilmeli ve var olan kurumların yeniden düzenlenmesi ya da yeni küresel yapıların oluşturulması gerekmektedir.