• Sonuç bulunamadı

Yıldızlar Mektup Yazar (1993)

NAZLI ERAY’IN ROMANLARINDA HALK BİLİMİ UNSURLARI 2.1 Anonim Edebiyat

3- Yıldızlar Mektup Yazar (1993)

Roman, üstünde eski Avusturya İmparatoriçesi Elizabeth’in resmi bulunan çakmakla yakılan bir sigaranın dumanıyla başlar. Romanın coğrafyası; Viyana'yı, Berlin'i, Amerika'yı; Ankara’yı, Bodrum yolundaki Yalnızlıklar Ormanını geçmişi ve bugünü kaleme alır. Viyana gecelerinde Dr. Sigmund Freud'un yaptığı rüya analizleri ile insan ruhunu kapsayan geniş bir alana yayılıyor.

Anlatıcı, Ankara’da ki evinde kahve yaparken çakmağında ki Avusturya Kraliçesi Elizabeth, konuşmaya başlar. Anlatıcı, yaşadıkları karşısında şaşkınlıktan konuşamaz. O sırada kapı çalar. Karşısındaki kişiyi tanımıyordu. Misafir kendisini tanıtır. Kendisi Sinop, Boyabat’ta ki çay bahçesinde çerçevenin içindedir. Anlatıcıya geçenlerde bu çay bahçesinde göz göze geldiğini anlatır. Anlatıcı, ne diyeceğini bilemez. Şehit Tayyareci Nuri Bey, anlatıcıyla konuşmak arkadaş olmak ister. Anlatıcı, olanları idrak etmeye çalışırken kapının eşiğinde çakmağın içinden çıkmış Avusturya Kraliçesi Elizabeth duruyordu. Kraliçeyi içeri davet eder. Bu sırada mutfakta kahve yaptığını hatırlar. İçeride Kraliçe ve Şehit Tayyareci Nuri Bey’i yalnız bırakır. Geri döndüğünde ikisinin kaynaştığını görür.

Yazar, geriye vuruş tekniğiyle anlatıcıyı Viyana günlerine götürür. Anlatıcı, Viyana’nın güzelliğine tutulmuştur. Müzeleri geziyor, alışveriş yapıyor ve yeni insanlar tanıyordu. Sigmund Freud’un evini ziyarete gider. Freud’dan çok etkilenen anlatıcı gece rüyada buluşurlar. Freud ile rüyada terapiye başlarlar.

Elizabeth, geçmişte İtalyan anarşist Laccheni tarafından bıçaklanarak öldürülür. Ancak Kraliçe, hiçbir şeyi hatırlamamaktadır. Anlatıcı, Elizabeth’in nasıl öldürüldüğünü anlatır. Anlatıcı, geçmişe giderek bu olayı değiştirecek ve Elizabeth’i kurtaracaktır.

Anlatıcı, Kraliçe ile konuşurken Şehit Tayyareci Nuri Bey gelir. Anlatıcı, Nuri Bey ile Kraliçe’yi yalnız bırakarak mutfağa geçer. Kahve yaparken bir ses duyar. Bu ses salonda ki maskeden geliyordu. Maske, edebiyat eleştirmenidir. Anlatıcının yazdığı romanı eleştirir. Anlatıcı, maskeyle konuştuktan sonra içeriye geçer. Nuri Bey ve Kraliçe kahvelerini bitirmişlerdi. Bardakları toplayarak mutfağa götürdü. Bardakları yıkarken bir ses duydu. Etrafına baktı, sesin tepsiden geldiğini fark etti. Anlatıcı, yaşadıkları karşısında hem korkmuş hem de yorulmuştu. Tepside ki Anna Maria’ydı. Anna Maria, anlatıcıyı kiraz bahçelerine davet etmişti. Anlatıcı, bahçeye gittiğinde Maria’nın Laccheni ile sevgili olduğunu görür. Sonunda Laccheni’yi bulmuştu. Olayları değiştirebilir, Kraliçe’yi kurtarabilirdi.

Anlatıcı, kendisini birden Berlin’de ormanın içerisinde bulur. Burası Yalnızlıklar Ormanı’dır. Ormanın içerisinde bir görevli vardır. Bu görevli soğuk savaş ustasıdır. Bu ormanda her ağacın altında telefon bulunmaktadır. Telefonda geçmişte yaşayan kişileri de aramaktadır. Anlatıcı, aklına gelen herkesi arar.

Nazlı Eray, bu romanında satırların arasından kâh hüzünlendirip, kâh güldürerek; tarihin sayfalarındaki kalın tozu üfleyip onu keyifle medya dünyasının önüne sermiştir.

158

4-Arzu Sapağında İnecek Var (1994)

Fantastik edebiyatın kraliçesi anlatıcı, Arzu Sapağında inecek var adlı romanına öykü yazmasıyla başlamaktadır. Öykünün adı Düşsel Söyleşilerdir. Öyküsünü tamamladıktan sonra anlatıcı, masasının üzerinde iki tane kartvizit görür. Biri Turgut Özal’ın eşi Semra Özal’dan gelmiştir. Diğeri ise Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’den gelmiştir. Bu kartvizitlerde anlatıcının söyleşi teklifini kabul ettikleri yazıyordu. İki Bayan anlatıcının evine aynı zamanda yetişirler. Anlatıcı, söyleşiyi başlatırken Kraliçe Marie Antoinette etrafına şaşkınlıkla bakıyordu. Seneler önce ölen kraliçe anlatıcının evindeydi. Kraliçe televizyona bakarken telefonla konuşurken şaşkınlığını gizleyemiyordu.

Anlatıcı, kraliçeyi arabaya bindirmek ister. Araba, anlatıcının yakın arkadaşı Mehmet’e aitti. Kraliçe, gözlerine inanamıyor bir yandan ürküyordu. Hilton’da ki bara giderler. Barda Kraliçe ve Mehmet yakınlaşmaya ve dans etmeye başlarlar. O sırada anlatıcı kendisine bir elin dokunduğunu hisseder. Kafasını çevirip karşısında duran adama gözlerine inanamaz. Karşısında duran kişi Joseph Fouché’nin tam kendisiydi. Beraber dans etmeye başlarlar. Tam o sırada polis mekânı basar. Polisler herkesi aramaya başlarlar. O sıra da Eray, Kraliçe’yi görür. Korkudan Kraliçe’nin yüzü bembeyaz olmuştur. Polislerin mekânı basma sebebi ise Otel’in terasında Fransız bilim insanı ve hekimi Jean-Paul Marat sırtından bıçaklanarak ölü bulunmuş olmasıdır.

Mekândan ayrılıp eve gelen anlatıcı, telefonda yakın arkadaşı Hıfzı Bey ile konuşur. Hıfzı Bey, anlatıcıya bir sürprizi olduğunu ve evine davet etmek istediğini söyler. Anlatıcı, davete icabet ederek Hıfzı Bey’e gider. Salona girdiğinde bir gencin piyano da çaldığı eşsiz parçaları dinler. Adeta nutku tutulmuştu. Genç piyanist parçasını bitirdiğinde anlatıcının yanına gider. Anlatıcı, dona kalmıştır. Karşısında ki piyanist Wolfgang Amadeus Mozart’tır.

Gece boyu Mozart’la konuşan anlatıcı çok etkilenir ve âşık olur. Birden Mozart’la öpüşmeye başlarlar. Uyandığında Devrim Fransa’sın da zindan da bulur kendisini. Yanında yakın arkadaşı Mehmet’ledir. Buradan kurtulmanın tek yolu Mehmet’le öpüşmek diyerek Mehmet’in dudaklarına yapışır. Uyandıklarında kendilerini dünyanın öbür ucunda New York’tadırlar. Mehmet, öpücüğün sihirli olduğuna inanır ve bir süre burada kalmak istediğini başka kimseyle öpüşmemesini ister. Anlatıcı, bu teklifi kabul eder ve buldukları ilk barda bir şeyler içerler. O sırada Mehmet, garson kızdan çok etkilenir. Garson kızla tanışıp akşama randevu ayarlar. Akşam yalnız kalan anlatıcı, robotla arkadaş olur. Bu robot son yapım Alain Delon modeldir. Mehmet, garson kızla takılırken anlatıcıda yeni tanıştığı robotla dolaşırlar. Robot, Eray’ı Rüya

Ekranları Ormanına götürür. Bu ormanın özelliği düşleri ortaya çıkartır. Merak ettiğiniz kişinin

kodu girilerek o kişinin zihnini ekrana yansıtmaktaydı. Anlatıcı, bu oyunun korkunç olduğunu ve bağımlılık yapacağından korkuyordu. Anlatıcı, Mehmet’in düşlerini izledi ve gördükleri karşısında hayretler içinde kaldı. Yıllardır Mehmet, anlatıcıya aşıktı ve bunu hiç anlayamamıştı. Anlatıcı, Mehmet’e sinirlendi, duygularını açıklamamasına üzüldü.

Anlatıcı, gördükleri ve duydukları karşısında allak bullak olmuştu, sağlıklı düşünemiyordu. Peki Mehmet şimdi neredeydi? Neden bu koca şehirde robotlaydı? O sırada robot bir hamle yaparak anlatıcıyı öptü. Uyandığında bir tepede olduğunu fark eder. Burası Ankara da Etlik sırtlarındaydı. Yanında robot arkadaşı vardı. Tepede bir gecekondu vardı. Bu gecekondu Cinci Celal Hoca’nın eviydi. Anlatıcı, Cinci Celal Hocayı tanıyordu ve hemen konduya girdiler.

159

İçeride kız kuruları koca bulmak için gelmişlerdi. Bir yandan çocuk sahibi olmak isteyen çiftler geliyordu. Bu ev boş kalmak nedir bilmiyordu, sürekli doluydu. Sıra anlatıcıya geldiğinde Cinci Celal Hoca’dan Mehmet’in yerini bulmasını ister. Celal Hoca, anlatıcıyı uyutarak rüyasına Mehmet’i yollar. Uyandığında gördüğü rüyanın etkisinden çıkamaz. Rüya da Mehmet bir kaplana dönüşmüştür. Tam o sırada kapının eşiğinde kaplan belirir. İçeri de ne kadar insan varsa kaçmaya başlar. Anlatıcı, kaplanın Mehmet olduğunu biliyordur ve kaçmıyordur. Tüm uyarılara rağmen kaplanın yanına gider ve dudaklarından öper. İçeridekiler anlatıcının cinlere bulaştığını düşünüyorlardı. Kaplan birden Mehmet’e dönüşür.

Anlatıcı, birden ses duyar bu Mehmet’in sesiydi. Gözlerini açtığında yanı başında Mehmet, yazdığı öyküsünü okumaktaydı. Anlatıcı, öyküsünü yazarken uyuya kalmıştı, gördükleri rüyadan ibaretti.

5- Ay Falcısı (1994)

Romanında ben anlatıcı bakış açısını kullanan anlatıcı, seneler önce ölmüş dedesiyle randevu almıştır. Dedesi, Tahir Lütfi Tokay ölü olduğu halde canlanır ve anlatıcının evine gelir. Anlatıcıyla uzunca bir süre konuştuktan sonra gündem de olan bitenleri merak eder. Anlatıcı, gündemde ki olayları anlatır, Süleyman Demirel’i Turgut Özal’ı… Bu olaylar anlatıcının rüyasında gerçekleşmektedir.

Anlatıcı ve dedesi yolculuğa çıkarlar. Bu yolculuk düşsel bir yolculuktur. Anlatıcı, bu yolculukta anneannesinin gençliğini ve dayısının küçüklüğünü görür. Anneannesini hiç bu kadar genç görmemişti. Ne kadar da güzeldi hayretler içinde kalmıştı.

Roman, iki ana olaydan oluşmaktadır. Birincisi anlatıcının yaptığı düşsel yolculuklar, ikincisi ise en yakın arkadaşına kendi hayatından anlattığı kesitten oluşmaktadır.

Anlatıcının başından geçen en ilginç olaylardan birisi Santorini’de ki tatildir. Anlatıcının çok az parası kalmıştır. Her gün sandviç yiyordu, kahve içmeye parası yoktu. Yılbaşın da Türkiye’de ailenin yanında olacaktı. Anlatıcı, tatilinin son gününü otelde geçirdi. Kabusla uyandı ve biletine baktı. Korktuğu şey başına gelmişti. Uçağı 15 dakika önce kalkmıştı. Biletleri karıştırmış yanlış bilete bakmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu kendisini geçindirecek kadar parası da yoktu. Tüm bu felaketler meydana gelirken anlatıcı, bir şeyler yapabilmek için kent meydanına gitmeye karar verdi. Otobüs o kadar kalabalıktı ki zar zor oturabilecek yer bulmuştu. Bir mucize olmuştu. O da neydi fotoğraf makinesinin üstüne oturmuştu. Anlatıcı, son model fotoğraf makinasını çantasına attı. Makineyi satıp yeni bir uçak bileti alabilirdi. Bir insanın başına gelebilecek nadir olaylardan biriydi.

Anlatıcı, düşsel yolculuğunda dedesinden başka insanlarla tanışmaya başlar. Bunlardan birisi balerin Giselle ile tanışır. Anlatıcı, Giselle’in kaderini değiştirmek ister. Efsanede ki gibi ölmesi gerekmediğini hayatın tadını çıkarmasını ister. Giselle, anlatıcının söylediklerini dikkate alır. Anlatıcı, kocası Metin And ile televizyonda illüzyonist Robert Houdin’in bez bebeği Antonio Diavolo’nun hareketlerini izlerken birden anlatıcı, Antonio Diavolo ile göz göze gelir. Antonio Diavolo her gün yaptığı hareketlerden çok sıkıldığını söyleyip birden canlanıp televizyon ekranını kırıp içeriye girdi. Anlatıcı, gözlerine inanamıyordu. Acaba onun gördüklerini kocası görebiliyor muydu?

Tüm bu olaylar yaşanırken anlatıcı, balkona çıktı. Herkesin KARUM AVM’ye gittiğini gördü. Kalabalığın sebebini öğrenmek için AVM’ye gitti. Gittiğinde gördüğü manzara karşısın da

160

hayretler içinde kaldı. Anlatıcı, 1950 yılında illüzyon gösterileri ile ünlenen Kalanag’ın şovunu izler. Sahnede ki güzel yardımcısı Gloria’yı sedire yatırarak elleriyle onu havaya kaldırdı. Çeşitli illüzyonlar yaparak herkesi büyülemişti. Gösteri bittiğinde eve dönen anlatıcı, bu olayları kocasına anlatsa acaba ne düşünürdü? Bir süre sonra kapı çaldı. Kapıda ki Kalanag’ın yardımcısı Gloria’ydı. Neler olduğunu anlayamıyordum. Gloria, Kalanag’dan kaçıp bizim eve sığınmıştı.

Ev çok kalabalık olmuştu. Bir yanda dedesi, diğer yanda Giselle, bez bebek Antonio Diavolo ve Gloria…

Anlatıcı, herkes uyuduktan sonra arkadaşına anılarını anlatmaya başlamıştı. Çevresinde ki insanların kendisine büyü yaptığını ve onu öldürmek istediğini anlatırken Antonio Diavolo her şeyi duymuştu.

Ertesi gece anlatıcı, dedesi ve arkadaşları düşsel yolcuğa çıkıp Bağdat’a gideceklerdi. Yolculuk boyunca yapılan büyülerin etkisinden çıkmaya çalışır. Anlatıcı, uyandığında ter içinde kalmıştı. Uyandığında düşsel arkadaşları yok olmuştu. Ama hepsi kendini hatırlatacak eşya bırakmışlardı.