• Sonuç bulunamadı

İnsan Dışı Varlıkların Kişileştirilmes

NAZLI ERAY’IN ROMANLARINDA HALK BİLİMİ UNSURLARI 2.1 Anonim Edebiyat

2.2.4. ŞAMAN VE ŞAMANİZM 1.Şamanizm/Şaman Kavramlarının Tanımı

2.2.4.4. İnsan Dışı Varlıkların Kişileştirilmes

Cansız varlıklara insana ait özelliklerin verilmesi postmodern metinleri ve fantastik kurgu da önemli bir yere sahiptir. Nesnelere, bitkilere insana ait özelliklerin verilmesi kurguyu daha eğlenceli hâle getirir.

108 Şerafettin Yaltkaya, “Eski Türk Ananelerinin Bazı Dini Müesseselere Tesirleri”, II. Türk Tarih Kongresi,

İstanbul, 1937, s. 55.

109 Cemal Şener, Şamanizm Türklerin İslamiyet’ten önceki Dini, Ant yayınları, İstanbul – 2000, s. 105. 110 Erman Artun, Türk Halk Bilimi, Kitapevi, İstanbul – 2005, s 268.

91

“İnsanlar çevreleriyle her zaman ilgilenmişlerdir. İnsanın içinde bulunduğu çevre, çevre içinde olup bitenler, çevrede bulunan bitki örtüsü, hayvan çeşitleri, taş, kaya, orman, su vb. gibi doğal öğeler o çevrede yaşayanların her zaman ilgisini çekmiştir. İlkeller çevrelerinde oluşan olayları gözleyerek birtakım bilgiler elde etmişlerdir.”111

“İnsan rüyasında çeşitli olayları yaşamakta, uzak ve değişik yerlere gitmekte, tanımadığı kimselerle karşılaşmakta, bunlarla birlikte avlanmakta, dostluk kurmakta ya da savaşmaktadır. Oysa rüyayı gören kimse, bütün bunlar olup biterken kulübesinde yatmaktadır. O halde, uyuyan kimseyi kendi başına buyruk, istediği gibi hareket edebilen bir <<şey>> terk etmektedir. Bu ise, uyuyanın biraz uçucu, biraz flu olan benzerinden başka bir şey değildir; yani ruhudur. Aynı durum ölüm için de söz konusudur. Ölen birinin hiçbir yaşama belirtisi göstermeden yatmasının nedeni, o kimseyi canlılık veren <<şey>> in yani ruhunun bedeni terletmesidir. Ancak ruh, dünyada, insanı belli bir süre, ölümde ise tamamen terletmektedir. İlkel insan, rüya ve ölümün dışında vizyon, kendinden geçme, ateşli hastalıklar gibi ruhsal fizyolojik yaşantılarla da ruh kavramına varmış, bunu bedenden ayrı ve canlı bir ilke olarak tasarımlanmıştır. Tylor, insanların, yukarıdaki yaşantılarından sonra çevresindeki şeyleri de anlıymış gibi görmeye başladıklarına değinerek, animistik dünya görüşünün giderek animatistik dünya görüşüne dönüştüğünü ileri sürmüştür. Animistik tasarımla, animatistik tasarım arasındaki ayırım, birincinin, ruhun varlığına inanmasına; ikincinin ise, insanın tıpkı bir çocuk gibi çevresini ve doğayı dolduran şeyleri canlandırmasına, canlı görmesine dayanmasıdır.”112

“Canlı yaratıklar gibi cansız varlıklar da halkın geleneğinde, törelerinde olumlu veya olumsuz yargılarla değerlenmiş, derecelenmiştir. Kimine, kut ve uğur taşıdığı inancı ile saygı gösterilir; kimi, uğursuz ya da pis sayılıp çekinme ve tiksinme konusu olur; kimi ise olumlu veya olumsuz bir değer taşımayan nesneler kümesinde kalır.”113

Eray, romanlarında cansız varlıkları, eşyaları ve bitkileri canlandırarak düşsü gerçeklik zemini oluşturulmaya çalışmıştır. Yıldızlar Mektup Yazar’da anlatıcı, Japon Noh Tiyatrosu’ndan bir karakterin maskesiyle konuşur. Evinin duvarında asılı duran bu maske, anlatıcının bir roman yazdığını bilmektedir. Hatta bu maske anlatı ilerlediğinde olayların kurmaca olduğunu hatırlatacaktır. Anlatıcının maskeyle konuşması şöyle verilmiştir;

“Baktım, koridorun yarı karanlığında maskenin dudakları oynuyor. Hayretle yanına yaklaştım. Deminden beri gürültü yapmamaya çalışarak sizi çağırıyorum dedi Maske.

Biliyorum. Yıllardır bu duvarda asılı durursunuz. Size bir şey söylemek istiyorum, dedi yaşlı maske. Buyurun, dinliyorum sizi.

Ben aynı zamanda eleştirmenim. Belki bilmiyorsunuz… Öyle mi? Tiyatro eleştirmeni misiniz? Hiç bilmiyordum.

111 Sedat Veyis Örnek, 100 Soruda İlkellerde Din. Büyü, Sanat, Efsane, Üçüncü Baskı, İstanbul, Gerçek Yayınevi,

1995, s.28

112 Sedat Veyis Örnek, a.g.e., s.24-25.

92

Hayır, tiyatro eleştirmeni değilim. Edebiyat eleştirmeniyim.” (YMY/48)

Anlatıcı romanın sonunda bunalıma girer ve bunu romanın yansıtır. Dertleşmek için maskeyi arar. Maske, anlatıcıyı teselli eder ve bu durumun romana yansıtmaması gerektiğini söyler. Anlatıcı ve maske arasındaki bu diyalog şöyle işlenmiştir;

“Alo dedim.

Alo, alo! diyordu karşı taraftan eleştirmen yaşlı Maskenin sesi:

Alo, iyi değil misiniz? Neler oluyor? Neler yapıyorsunuz? Ani bir üzüntüye kapıldınız. Ama roman için zararlı bu! Ne olduğunu, niçin böyle olduğunuz anlaşılmıyor. Herhalde basit bir münakaşa alabora etti sizi. Keşke bunlar kitaba girmeseydi. Kimse bunlardan bir şey anlamayacak. Ne olur toparlanın, lütfen sakin olun. Olaylar sizin bildiğiniz gibi değil. Bu konuları kapatın, diyordu.” (YMY/149)

Yıldızlar Mektup Yazar romanın da antika tepsinin üstündeki kadın resmiyle geçen konuşma da oldukça ilgi çekicidir. Anna Maria adlı bu kadın, kraliçeyi bıçaklayan anarşist Laccheni’nin sevgilisidir. Laccheni, sevgilisi Maria’yı görmek için tepsiye bakar. Bu olaylar şöyle anlatılmıştır;

“Tepsinin üstündeki kadın, Merhaba dedi bana.

Merhaba.

Yaşadıklarınıza şaşırır gibi bir haliniz var.

Haklı değil miyim? Oldukça şaşırtıcı olaylar yaşıyorum. Şimdi de siz… Kendimi tanıtayım size, dedi. Adım Anna Maria.

İtalyansınız demek, dedim. Bu tepsinin bir İtalyan tepsisi olduğunu tahmin etmeliydim.” (YMY/54)

Orphée romanında kişileştirilen varlık bir heykeldir. Bu heykel, Roma İmparatoru Hadrian’dır. Anlatıcı, Orphée’yi bulmak için heykelden yardım ister. Heykel ile anlatıcı bir posta güvercini vasıtasıyla mektuplaşmaya başlarlar. Hadrian, bir heykel olduğu için hareket edemez, anlatıcı yanına geldiğinde de onunla konuşamaz. Sadece yazıyla iletişim kurmaktadırlar.

“Ben yardım etmek istiyorum size. Çünkü mevsimler boyu hep aynı yere bakar dururum. Evet, o eve, Orphée’nin evine bakar dururum. Zorunluyum bakmaya. İster istemez bakıyorum. İstesem de başımı çeviremem. Bir heykel hareket edemez. Bilirsiniz bunu. Ayrıca dün yardımcınızla konuştuğunuz birtakım şeyler ve gördüğüm olaylar ilgimi çekti.

Arzu ederseniz posta güvercini ile mektuplaşabiliriz.” (O/44)

Aşkı Giyinen Adam romanında pişmiş kellelerin konuşması oldukça ilginçtir. İsmi Peyami olan kelle, anlatıcı hakkında her şeyi bilmektedir. İkinci kelle “set hâlinde bir zihin arşividir.”. Üçüncü kellede ise Eddie Fisher’in beyni yüklüdür. Fisher’in hayatını her yönüyle aktarır. Anlatıcının bu üç kelle ile koşuşturması şu cümlelerle aktarılmıştır:

93

“Tam kapatıyordum buzdolabının kapağını ki, Pişmiş Kelle, sütlü kara gözlerini iyice açtı. Dur! dedi. Dur canım kapatma kapıyı. Bir şey olmaz. Anlatacaklarım var.

Kelleye doğru eğilmiş söylediklerini dinliyordum.

Evet. Eddie Fisher’i gördüm rüyamda dün gece, dedi o. Yanında Renata Boeck diye bir kapak kızı ile… Kız güzel mi güzel. Eddie ile Las Vegas’taki otel odasına girdiler. Rüya bu ya; Allah seni inandırsın, Eddie yatakta kız ile tam sekiz kere… Anlıyorsun değil mi?” (AGA/98)

Anlatıcı her fırsatta kelleyle konuşur. Bir ara delirdiğini düşürür, kelleye gerçek olup olmadığını sorar;

“Adın ne senin? diye sordum Kelle’ye. Peyami dedi.

Peyami, yaşadıklarımın bir rüya olmadığından eminsin değil mi? (AGA/109)

İmparator Çay Bahçesi romanında anlatıcı mezarlığa gitmiştir. Tam dönecekken mezar taşındaki fotoğraf ilgisini çeker. Fotoğrafa dikkatlice bakınca fotoğrafın konuştuğunu görür. Bu fotoğraf genç yaşta ölen Celal Dülger’e aittir. Fotoğrafla konuşması şu satırlarla vermiştir;

“Taşa oturdunuz. Üşüyeceksiniz dedi bir ses.

İrkilerek doğruldum, çevreme baktım. Görünürlerde kimsecikler yoktu.

Dikkat etmezseniz hastalanırsınız. Burası akşamları rutubetli ve serin olur aynı ses. Gözlerimi korkuyla kaldırıp taşın üstündeki porselen fotoğrafa baktım.

Kokmayın dedi porselen fotoğraftaki genç. Benden korkmuyorsunuz değil mi? Çok uzun zamandır kimse mezarımı ziyarete gelmemişti.” (İÇB/21)

Uyku İstasyonu romanında kahraman, evinde eskisi gibi çok vakit geçiremeyince eşyaları ile konuşmaya başlar. Anlatıcının kurukafayla konuşması şu şekildedir:

“Salondaki mermerden şöminenin üstünde bulunan içi pilli bir İtalyan’a ait kurukafa, var gücü ile sesleniyor: Gelsene evine! Neredesin, ne yapıyorsun? Niçin evini karanlıkta, dışarıdan bir hırsız gibi izliyorsun?” (Uİ/36)

Yıldız Tozu Oteli’nde, kahraman balerinle konuşmaktadır. Balerin, bir süs eşyasıdır. Balerin, gece kahramanı seyretmeye gelen adamı gözlemler. Balerin ile kahraman arasında geçen konuşmalar şu şekildedir;

“Günaydın. Rahat uyudunuz mu?

Çok rahat uyudum. Dün gece… Neler oldu? O erkek geldi mi? Geldi dedi balerin heyecanlı görünüyordu.

Yüzünü görebildin mi?

94

Sis Kelebekleri’nde olduğu gibi Orphée’ ve Ayışığı Sofrası romanında yazar, Ankara’yı bir kent olarak değil, insanı değerler katarak roman kişisine dönüştürür. Ankara’nın kişileştirmesinin sebebi yazarın hayatının büyük bir kısmını orada geçirmiş olmasıdır.

“Telefonun ucundaki ses:

Tanımadın mı? Ben Ankara. Geldiğin yer. Yaşadığın yer. Ankara… dedi.

Şu on beş yıldır iyice yüz göz olduğum, kız kuruşu kent Ankara konuşuyordu benimle. Olacak şey değildi bu!” (O/27)

Eray, düşsü ve büyülü gerçekliği oluştururken olağanüstü yaratıklardan yararlanmaz.

İnsanları ve cansız nesneleri olayın merkezine alarak, fantastik öğeleri meydana koyar.