• Sonuç bulunamadı

Yönetici ve Koruyucu

Ailenin Yönetimi

1. Yönetici ve Koruyucu

Yönetici ve koruyucu ibareleri, Kur’ân’da geçen “kavvamiyet” keli-mesinin karşılığı olan Arapça bir kelimeden alınmıştır. Bu ayette, ailede erkeğin yönetici ve koruyucu olduğu belirtilmiş ve bunun için de, er-keğin yaradılıştan gelme farklılıkları, malî infakta bulunması (evin ge-çimini üstlenmesi) gibi konularda gerekçe ve delil olarak sunulmuştur.4 Aynı zamanda ayet incelendiği zaman belirtilen noktalara da işaret edi-lerek, çeşitli açılardan ele alınmış olduğunu ve görüş farklılıklarına yol açtığını görmemiz mümkündür. Bunlardan biri bizzat terimsel olup

“kavvamiyet”in bu ayette hangi anlamda kullanıldığıdır. Ancak değer-lendirme yapılacak olunursa bu kavram; reislik, yöneticilik, egemenlik ve otorite anlamında mı; yoksa ailenin bakımı ve idaresini üstlenme, aileyle ilgilenme ve koruyup kollama anlamında mı kullanılıyor? Di-ğer bir boyut da şudur: Söz konusu yöneticilik ve koruyuculuk sadece aile yaşamına has olup erkeğin eşini yönetmesi ve onu koruyup kol-lamasıyla mı sınırlıdır; yoksa daha geniş bir yelpazeyi içererek, sosyal yaşamın bütün boyutlarında da geçerli olarak, örneğin, cinsiyet olarak da erkeğin kadına karşı baskın, egemen ve koruyucu olduğu şeklinde mi değerlendirilmesidir? Bu iki boyuta ek olarak meselenin üçüncü bir açısı daha vardır: Bu ayet bir hüküm niteliğinde midir, yoksa tarihî bir gerçeğe değinmekte ve tarih boyunca erkeğin aile içinde yönetici ve ko-ruyucu bir rol üstelendiğini mi söylemektedir? Dahası, eğer bu durum islamî bir hüküm ise bu, “sorumluluk ve dinî vazife” anlamında mıdır, yoksa sosyal bir sözleşme niteliğinde midir? Bütün bunlar bir tarafa, söz konusu ayette geçen “yaratılıştan gelme” fıtrî üstünlük ve ayrıca-lıklarlar, yine aynı ayette gösterilen iki gerekçe konusunda da etraflıca

4 Ayetin metni şöyledir: “Allah’ın kimini kiminden üstün kıldığından ve erkeklerin kendi mallarından harcamada bulunduklarından, erkekler kadınlara yönetici ve koruyucudurlar.” (nisâ, 34)

tartışmalar başlatmıştır. Bahsimizin bu bölümünde, kısaca da olsa buna açıklık getirmeye çalışacağız.

Sorulması gereken ilk soru, zikredilen ayette geçen “kavvamiyet”

kelimesinin anlamı ve terimsel boyutudur. Arapça bir ibare olan “kav-vam” kelimesi, “kavm”in mübalağa hâli olup “pek fazla kıyam edici (iş-lerini yerine getirmede pek faal olan)” demektir. Bu ibare Kur’ân’da bir-çok ayette geçer. Ama bu ayette “kavvam” kelimesinin, pekiştirici bir ek olan “alâ” kelimesiyle geçişli kılınması ve onunla kullanılmış olması dik-kat çekicidir. “Kavvam” kelimesinin özellikle bu ayette ne anlama geldiği konusunda dilbilimciler, fakihler ve müfessirler geniş açıklamalarda bu-lunmuşlardır. Bunları özetle 2 başlık altında toplamak mümkündür:

1- Egemenlik, otorite, velayet, yönetme ve itaat edilme kapasitesine sahip olmak.5

2- Kefil olma, koruma, himayeye alma, idare etme, kollama ve ilgilenme.6

öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bu iki tarz algılama da hiçbir surette birbirleriyle zıtlaşmamaktadır. Bu nedenle de iki algı da “kavvam”

kelimesinin anlamını verir. Biz de konularımızı ele alırken her iki kavramı da kabul ettiğimizi beyan ettik.7 Ancak burada önemli olan, özellikle bu ayette hangi anlamda kullanıldığı ve bunun neye dayandırıldığıdır.

“Kavvamiyet” kelimesinin bizzat kendisi dikkate alındığında, yani ayet ve hadislerden elde edilebilecek karinelerden yararlanmaksızın sırf kelimenin anlamına bakıldığında, değerlendirme durumunda ifade edilen ilk kategoriye pek fazla yakın durmadığını ve ikinci kategoriye daha uy-gun bir ifade olduğunu görmek mümkündür. Hadis metinlerindeki kulla-nımı da bu görüşü doğrulayıcı niteliktedir. nitekim bazı rivayetlerde

insa-5 Bu cümleden bk. Tureyhi; mecmau’l-Bahreyn, c.3, s.564; Tabersî, mecmau’l-Beyan, c.3, s.79; Feyz-i Kaşanî, Tefsir-i Safi, c.1, s.448; mutahharî, Şehit mutahharî’nin notları, c.5, s.134-154 ve Hüseynî Tahranî, risaletu’n Bedia, s.76; aynı şekilde diğer bir grup lügat ve tefsir bilginlerinin görüşleri hakkında bk. age. s.48-72.

6 Bu cümleden bk. ibn menzur, lisanu’l-Arab, c.12, s.497 ve 503; zübeydî, Tacu’l-Arus, c.9, s.35; Kummî, Tefsir-i Kummî, c.1, s.137 ve Şevkanî, Fethu’l-Kadir, c.1, s.460.

7 örnek olarak bk. ravendî, Fıkhu’l-Kur’ân, c.2, s.116 ve 192.

nın hayvana ve mekâna “kavvamiyet”i veya “kıyam”ından söz edilir.8 Bu gibi yerlerde reislik, egemenlik ve itaat edilmeyi hak ediş gibi anlamların geçersiz olduğu açıktır. Bu da, bu anlamların “kavvamiyet” kelimesinin vazgeçilmez karşılığı olmadığı tezini çürütmektedir. ne var ki ayetin si-yakı ve akışı göz önünde bulundurulduğunda, erkeklerin kadınlar üze-rinde bir nevi yetki ve velayetleri olduğu gerçeği de inkâr edilemez. Çünkü bu ayetteki “kavvamiyet” kelimesini; sırf himaye ve “ilgilenme”den iba-ret bir mana ile genelleyecek olursak eğer, ayette geçen ikinci gerekçeye, yani erkeklerin kadınlara infakta bulunması, nafaka verip geçimlerini sağ-lamasıyla tam bir uyum içinde olması mümkün olmayacaktır. (Şöyle ki aynı cümleyi tersinden söyleme durumu olmakta ve “erkekler kadınların nafakasını sağladıkları için onlarla ilgilenmek ve onları himaye etmekle mükelleftirler” anlamı çıkmaktadır ki bu da mantıklı bir değerlendirme değildir.) Bütün bunlar ışığında bu ayetin, erkeklerin yetki ve aile reisliği konusuna açık bir delil teşkil etmediği görülmektedir. Yani başka delil ve belgelere bakılmadan “kavvamiyet”in sınırları belirlenemez.

İkinci soru: Söz konusu ayetin belgelediği şey, erkeklerin kadınlara kavvamiyeti midir, yoksa sadece kocaların eşlerine kavvamiyeti mi? mer-hum Allame Tabatabaî bundan birinci anlamı çıkarmakta ve sosyal ya-şamın bütün boyutlarında erkeğin kadına kavvamiyetinden söz ederek ayetin devamında geçen mevzuya (kadınların erkeklerine itaat veya ser-keşlikte bulunmasıyla ilgili hükme) bakarak bu hükümlerin, erkeğin ka-dına kavvamiyetinin genel prensibinin ayrıntıları olduğu sonucunu çıkar-maktadır. Bu nedenle de söz konusu çıkarım ve anlamın genel geçerliliğe aykırı olmadığını belirtmektedir.9 Bu görüş karşısında; bir grup görüş sa-hibi kimseler ayetin, erkeklerin eşleri üzerindeki kavvamiyeti anlamında olduğunu ileri sürmüşlerdir.10 Usul-i fıkıh ilmi kuralları gereği,

“Erkek-8 Hadis ve tarih metinlerinde bu gibi ifadelerle karşılaşmaktayız: “inne li cimalen ve liye kavvamun aleyha.” (Vesailu’ş-Şia, c.5, Salatu’l-musafir bablarından 12. bab, s.518); “libuyutin neyranium kuvvamun yekumune aleyha” (age, c.12, ma Yektesibu Bihi bablarından 90. bab, s.216); “Fe-defeuha...” ile’l-Yehud-i Yekumune aleyha ve Yunfikune Aleyha.” (Beyhakî; Sünenu’l-Kubra, c.6, s.114).

9 Tabatabaî, el-mizan Fi Tefsiri’l-Kur’ân, c.4, s.343-344.

10 örnek olarak bk. cevadî Amulî, zen Der Aine-i celal ve cemal (celal ve cemal Aynasında Kadın), s.366; muğniye, et-Tefsiru’l-Kâşif, c.2, s.315 ve Şemsuddin;

Ehliyetu’l-mer’e li Tevelli’s-Sulta, s.69-72.

ler kadınlara yönetici ve koruyucudurlar.” (nisâ, 34) cümlesi tek ba-şına değerlendirilecek olursa, mutlak ve umumiyet anlamı çıkarılır; fakat bu cümlenin peşinden gündeme gelen infak ve itaatsizlik konusu ayetin umumiyet ve genellilik anlamını gevşetmektedir. Elbette bu, bu iki mev-zunun zikredilmesini kavvamiyet=yöneticilik kelimesinin karı-koca iliş-kilerine has olduğuna delil gösterenlerin iddiasını teyit etme anlamında değildir. Çünkü kullî bir hüküm (erkeklerin kadınlar üzerine kavvami-yeti) için biri umumiyet (ayrıntı) diğeri ise has (infak) olmak üzere iki sebebin zikredilmiş olması ve daha sonra o kullî hükmün kollarından bi-rinin (itaatsizlik) açıklanmış olması kabul görmeyecek bir ihtimal değil-dir. Buna rağmen infak ve itaatsizlik=serkeşlik konularının zikredilmesi,

“ipucu olma yetisi olan şey”in bir örneği kabul edilebilir. Yani her ne ka-dar onların kayıtlandırıcı oldukları ispatlanmış olmasa bile, ayetin genel-liğini engellemek için onların tahsis edici olma ihtimali bile yeterlidir.

Üçüncü soru: Acaba ayetin içeriği ihbar (haber verme) nitelikli mi, yoksa inşâ (hüküm verme) özellikli mi ve eğer hüküm ise nasıl bir hü-küm olduğudur?

Bu sorunun cevabını şu şekilde vermek mümkündür: Birkaç yeni-likçi dinî düşünür11 dışında hiçbir fakih veya müslüman müfessir, ayetin ihbar nitelikli olduğu ihtimalini gündeme getirmemiştir ve ayetin hük-münün kesin olduğu o kadar açıktır ki, hiç kimse bunun tersi yönünde bir ihtimal vermemiştir.

Gerçekte hak olan da budur: Görünüşte ihbar niteliğinde olan “Er-kekler kadınlara yönetici ve koruyucudurlar.” (nisâ, 34) cümlesi hük-mün metni manasındadır. zira unutmamak gerekir ki Kur’ân-ı Kerim, tarih veya antropoloji kitabı değildir ve sadece örnek oluşturma, uyarma, serzeniş ve insanları düşünmeye zorlama amacıyla tarihî konulara temas etmiştir ve açıktır ki bu ayet, erkeklerin kavvamiyetini ispat bağlamında bu tür konulara da değinmemiştir. Kadının kocasıyla uyuşmazlığı ko-nusundaki hükümlerin kavvamiyet meselesini arka planında tutan tarzı

11 Seccadî, “Kevvamiyet-i merd Ber zen Der Hanıvade”, Pejuheşhaî Kur’ânî, say.25-26, s.136 (nasr Hamid Ebu zeyd’den naklen) ve Kabbançı, el-mer’e, el-mefahimu vel Hukuk, s.76.

dikkate alındığında ayetin, hükmün metni ve teşriî olduğu konusunda hiçbir kuşku kalmaz.12

Ayetin, hükmün metni olduğu ispat edildikten sonra şunu da hatır-latmak gerekir: “Erkekler kadınlara yönetici ve koruyucudurlar (kav-vam).” cümlesinin görünüşü erkeklere, kadınlara karşı özel bir görev sunan vaz’i bir hükmün ifadesidir ve öbür yandan kavvamiyet kavramı -daha önce anlatıldığı üzere- destek ve ilgilenme manasını da içerir. Bu yüzden kavvamiyetin erkekler için hem bir hak hem de bir yükümlülük olduğu söylenebilir. Bu noktada, bazı kanaat önderlerinin kavvamiyetin hak olduğu yönüne değinmeksizin yükümlülük yönüne vurgu yapmala-rını ve “Erkekler yönetici ve koruyucudurlar (kavvam).” ifadesini, “Ey erkekler! Yönetici ve koruyucu (kavvam) olun.” olarak yorumlamalarını13 izah etmek gerekir.

Bazı yenilikçi dinî düşünürler; erkeklerin, kadınların üzerindeki kav-vamiyetinin tesisi değil, imzaî (onaylama) hüküm olduğuna istinat ede-rek, bu hükmün geçici olduğu ve geçmiş tarihî dönemlere özgü olduğu ve çağımızda değiştirme imkânı bulunduğu sonucuna varmış ve şöyle demişlerdir: Şeriat sahibinin imzası (onayı) bir akılcı yöntemin kabu-lüne delalet eder ve bundan alternatif yöntemlerin kabul edilemeyeceği sonucu çıkmaz. O zaman erkeklerin kavvamiyeti şer’i olarak imza edil-diğinden, eğer akiller ortak kavvamiyet veya kadınların kavvamiyeti gibi başka yöntemlere yönelecek olurlarsa, bu yöntemler de Şâri tarafından kabul görecektir.14

Bu sonuç birkaç sebepten ötürü tartışılabilir: öncelikle, imzaî hü-kümlerin genel olarak geçici ve değişken hükümler olduğu ile ilgili id-dia için hiçbir delil ileri sürülmemiştir. ikincisi, Şâri tarafından akılcı bir uygulama ve geleneğin imza durumlarında, imza gerekçesi sadece mev-cut olan bir tek geleneğe delalet ettiğini onaylayan durum ile bunun ya-nında aykırı yöntemlerin reddine de delalet eden durumu birbirinden ayırmak gerekir. ilk durumun örneği şudur: Şeriat koyucu, yani Şâri,

12 rivayetlerde de kevvamiyet’in teşrii olduğunu onaylayan belgeler bulunmaktadır. ör:

bk. Vesailu’ş-Şia, c.14, “mukaddimatu’n-nikâh” babları, 88. bab, s.122, h.5 ve c.15,

“mukaddimatu’t-Talak” babları, 41. bab, s.337, h.6.

13 cavadî Amulî, “zen Der Aine-i celal ve cemal”, s.366.

14 Kabbançı, el-mer’e, el-mefahim-u ve’l Hukuk, s.76-77.

para ile yapılan alışverişi imza etmiştir ve bu imzaî hüküm, yeni alışve-riş yöntemleri (kredi kartı ile yapılan alışvealışve-rişler gibi) reddetme bağla-mında olmadığı için, yeni uygulamaların meşruiyetinin ispatından söz et-mek mümkündür. Ama açıktır ki, erkeklerin kavvamiyet hükmü bu tür durumlardan değildir ve zorunlu delaleti, erkeklerin kavvamiyeti ile so-nuçlanacak olan her türlü yöntemin reddedilmesidir.

üçüncüsü, bu hükmün imzaî hüküm olduğu ilkesi, söz konusu ma-nada ispat edilmiş değildir. zira Şâri’in erkeklerin kavvamiyeti ile muva-fık olmasının sebebinin, o dönemde bu uygulamanın akılcı olduğundan kaynaklandığının bilinmiyor olması ve bu gelenğin köklerinin geçmiş ilahî dinlere uzanması muhtemeldir. Dolayısıyla erkeklerin kavvamiyeti-nin imzası eski şeriatlerin hükümlerikavvamiyeti-nin imza edilmiş olmasının misdakı olur ve bu tür imzaî hükümler tesisî hükümler kategorisinde yer alır.

Dördüncü soru: Allah vergisi faziletler veya imtiyazlardan maksat nedir?

Ayette kullanılan tabir şudur: Yüce Allah bazılarını bazılarına üstün kılmıştır. Eğer bu tabir tek başına ele alınacak olursa, bazı yönlerden muğ-laklık arz eder. Ama ayetin tümü ve yine diğer ayetlerde benzer tabir-ler göz önünde bulundurulduğunda, bu muğlaklıkların bazıları bertaraf olur. örneğin, erkeklerin kadınların üzerindeki kavvamiyet hükmünün bu cümle ile delillendirme15 durumu göz önünde bulundurulduğunda, ba-zılarını diğer bazılarına üstün kılmaktan kastedilen maksadın; bazı lerin diğer bazı erkeklere veya bazı erkeklerin bazı kadınlara değil, erkek-lerin kadınlara üstünlüğü olduğu kolayca anlaşılır.16 zira son iki ihtimal,

15 Bu ayette sebebiyet “ba”sı dışında mukabele veya istianet ya da musahibet “ba”sı ihtimali de verilmiştir. bk. Hekimbaşı, “Aye-i nuşuz ve zarb-i zen Ez nigah-i Diger”, Pejuheşhaî Kur’ânî, say.27-28, s.112-113, fakat bu ihtimallerin tümü zahire aykırıdır.

16 üstad Şehid mutahharî, her ne kadar ayetin zahirine uygun olmasa da dikkat edilmesi gereken diğer bir ihtimali daha sözkonusu etmiştir: maksat bazı konularda erkeklerin kadınlardan üstünlüğünü ve bunun karşısında diğer bazı hususlarda kadınların erkeklere üstünlüğüdür. bk. mutahharî Yaddaştha-i üstad mutahharî, c.5, s.135. Kavvamiyet için tercih edilen anlamı (koruma ve yönetmeyi içeren anlamı) dikkate aldığımızda Şehid mutahharri’nin algılamasına, “bazı şeylerde kadınların erkeklere üstünlüğü nasıl erkeklerin kadınlara kavvamiyetinin delili olabilir?” eleştirisi geçerli olmaz. Çünkü bu eleştiriyi reddetmek için diyebiliriz ki: Bu ayet, kadınların örneğin duygusal konularda erkeklerden üstünlüğünü kavvamiyet mefhumunun iki yönünden (erkeğin eşini

erkeklerin kadınların üzerinde kavvamiyetinin delili olamaz. Ayrıca kav-vamiyet hükmü ile üstünlük delili arasındaki orantı, burada faziletin de-ğersel üstünlük değil, fazlalık anlamında kullanılmış olmasını gerektirir, çünkü kavvamiyet kavramı da değersel ağırlıktan yoksundur.

Evet, ayet-i şerife de erkeklerin kadınlara üstünlüğünün misdakı veya misdakları konusunda icmale sahiptir ve müfessirlerin erkeklerin kadın-lara göre daha faziletli olduklarına dair saydıkları gerekçeler17 ayetin be-lirttiği deliller değildir ve sadece dış karineler ve şahitlerden alıntılar veya tahmin ve takdire dayalıdır.

Her hâlükârda kadın ve erkek arasında doğal farklılıkların varlığı, ister erkeklerin kadınlara üstülüğü doğrudan bu doğal farklılıklara na-zır olsun, ister bu cümlenin maksadı olan erkeklerin zaten doğal farklı-lıklardan kaynaklanan miras payının fazla olması gibi hukukî hakları ol-sun, bu ayette kısaca onaylanmıştır.

Beşinci soru: Acaba bu ayette zikredilen iki delil, yani üstünlük ve infak, kavvamiyet hükmünün gerekçesi veya hikmeti midir?

Bu soru, gerekçeye dayalı şer’i hükümlerin dayandıkları gerekçeye tâbi oldukları telakkisinden hareketle önem arz eder. Gerekçenin ispat edilmesi, hükmün ispat edilmesini, gerekçesizlik ise hükmün düşmesini gerektirir. Dolayısıyla eğer bu iki delili hükmün gerekçesi olarak kabul edecek olursak, her iki delilin veya herhangi birinin yokluğu varsayımında (olduğunda), erkeğin kadının üzerindeki kavvamiyetsizliğine hükmetme-miz gerekir. Ancak hikmetin şer’i hükmün istinbat sürecinde böyle bir konumu yoktur. Çünkü bazen bir hükmün amaçlarından ve değişebilen maslahatlarından, hükmün hikmeti şeklinde söz edilir, ki bu durumda hikmetin yokluğu hükümsüzlükle sonuçlanmaz.

Bu soruya cevap verirken karşımıza çıkan sorun şu olacaktır: Fıkıh ve usul-i fıkıh tartışmalarında gerekçe ile hikmet arasındaki ayrımı yap-mak için kesin bir kriter sunulmamıştır ve belli bir kriter olyap-maksızın konu

koruma ve onunla ilgilenmesi sorumluluğu) biri için delil olarak zikretmiştir. Fakat kavvamiyet mefhumunun (mana) diğer yönü (erkeğin sorumluluk hakkı) sadece erkeğin kadından üstünlükleri sebebiyle açıklanmıştır.

17 Tabatabaî, el-mizan Fi Tefsiri’l-Kur’ân, c.4, s.343 ve Fahr-i râzî, et-Tefsiru’l-Kebir, c.10, s.88.

hakkında görüş beyan etme imkânı yoktur. Buna karşın gerekçe ile hik-met arasında ayrım yaparken şu noktadan faydalanabilirizi Dinî hik- metin-lerde söz konusu hikmetlerin esas itibarı ile misdaklarını teşhis etmek, sıradan insanların idrak gücünün dışındadır. zira belli bir kurala tâbi de-ğildirler ve misdaklarının teşhisi mümkün olan gerekçelerden farklı sa-yılırlar. Bu yüzden de kutsal Şâri’in bu misdakları tespit etmeyi insan-ların kendi kanaatlerine bıraktığı varsayılabilir. örneğin, oruç tutmanın farz olduğunun delili, insanlarda takva ruhunun oluşması şeklinde be-yan edilirken, bunu orucun farz oluşunun gerekçesi değil, hikmeti olarak algılamak gerekir. Çünkü bu meseleyi idrak edebilmek, sıradan insanla-rın idrak gücünün dışındadır ve bu yüzden orucun farz oluşunu, takva-nın gerçekleşmesine bağlayamayız. Ama eğer sarhoş etme özelliği, şara-bın haram oluşunun delili olarak beyan edilirse, bunu hükmün gerekçesi olarak algılamak gerekir. Çünkü bu durumu teşhis etme imkânı; sıradan insanlar için de mümkündür ve bu yüzden sarhoş etmeyen şarabı caiz ve şarap olmayan her türlü sarhoş edici maddeyi haram sayabiliriz.

Bu noktadan hareketle ikinci delilin, yani infakın, gerekçe olduğu nusunda kuşku duymamak gerekir. zira bu ayette infaktan maksat, ko-canın eşine yönelik bilinen infakıdır, ki bu da, mehir ve nafaka çerçeve-sinde farz bir amel olarak yerine getirilir. Fakat ilk delile, yani üstünlük meselesine gelince, bu delili hikmet olarak kabul etmeliyiz. zira bunun için bedensel güç, cinsel saikler, aklî güç... gibi birçok misdakı bulmak mümkündür. Bu ayet bu misdakların hiçbirini üstünlük kriteri olarak be-lirlememiştir, üstelik bu misdakların bazılarını diğer bazılarına tercih et-mek için de elimizde herhangi bir kriter yoktur. örneğin, eğer bir erkek bedensel ve cinsel açıdan eşinden üstünse ve eşi de aklî gelişme açısın-dan kocasınaçısın-dan üstünse, bu durumda böyle bir varsayımın erkeğin dından üstün olduğunun misdakı olup olmadığı hakkında doğru bir ka-rar veremeyiz.

Dolayısıyla bazı âlimlerden nakledildiği üzere,18 erkeklerin kadınlara üstünlüğünü kavvamiyetin gerekçesi sayamayız ve sonuçta kocalarına na-zaran bazı imtiyazlara sahip olan kadınların, kocalarından kavvamiyetlerini

18 mansurnejad, “mesele-i zen”, islam ve Feminizm, s.156 (Aga nuruddin ıraki’den, öl: 1231) naklen.

geri almaları doğru olmaz. Evet, eğer üstünlük konusunda tasavvur edi-lebilecek tüm göstergelerin kadınların lehine olduğunu gösteren bir ör-nek bulunursa, o zaman kocanın kavvamiyetinin sorgulandığı söylene-bilir; ama esas mesele, böyle bir örneği bulmaktır!

ikinci delilin (infak) manası hakkında yapılan açıklamaya göre, eğer bir kadın kocasının infakını üstlenecek olursa, kavvamiyetin koca-dan eşine geçmesi gerektiği konusunda hiçbir kuşku geride kalmaz. zira kavvamiyetin gerekçesi sırf infak değil, şer’i görev olarak yerine getirilen infaktır ve böyle bir infak kocaya özgüdür; çünkü kadının kocasına in-fakı bağlamında hiçbir yükümlülüğü yoktur.19 infakın kavvamiyetin ge-rekçesi olması ayrıca şöyle bir sonucu da beraberinde getirir: Eğer koca hiçbir şerî mazereti olmaksızın eşine infak görevini yerine getirmekten kaçınırsa, kavvamiyeti askıya alınır ve kadın da bilmukabele evlilik gö-revlerini yerine getirmekten kaçınabilir. nitekim bazı fakihler bu konuya vurgu yapmıştır.20