• Sonuç bulunamadı

Çocukların Velayeti ve Bakımı

Ailenin Yönetimi

12. Çocukların Velayeti ve Bakımı

Yetişkin veya aklî dengesi yerinde olmayan çocukların üzerinde ve-layet kavramını ve kapsamını kesin olarak belirlemek için bağımsız bir araştırma gerekir. Bu durum bahsimizin dışında yer aldığından sadece şu noktaya değinmekle yetineceğiz: Velayet bir nevi başkasının malı veya işleri üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine işaret eder ve alanı da zayıf veya kuvvetli olma bakımından değişir. Velayetin üst mertebeleri, başka-sının malı üzerinde tasarrufta bulunma ve evlendirme velayetidir. Daha düşük mertebelerde ise çocuğun geçim hakkı, bakım kontrolü ve terbiye edilmesi gibi durumları kapsar.

rivayetlere göre, velayet mertebeleri birbirine bağlı değildir ve özel olarak velayet ve geçimin temini ve bakım konusunda hiçbirinin beyanı, ötekinin ispat edilmesini gerektirmez. örneğin, daha ileride değineceği-miz muteber bir rivayette, babanın ölümünden sonra annenin geçimi ve vasi olan çocuğun malları üzerindeki velayeti açıkça birbirinden ayrılmış-tır ve bu yüzden velayet ve bakımın eşzamanlı olarak iki kişi için (baba ve anne veya dede ve anne veya vasi ve anne için) ispat edilmesi sorun

100 Vesailu’ş-Şia, c.15, “muhur” babları, 20. bab, s.30, h.4; yine bk. imam Humeynî,

“Bey’” kitabı, c.5, s.170-173.

oluşturmaz. Fakihlere göre de böyle bir ayrım kesin olarak telakki edil-miştir; yani fahiklerin bakımın, velayetin bir derecesi veya çeşidi oldu-ğunu vurgulamasına karşın, sürekli bu iki meseleyi birbirinden ayırmaya özen gösterdikleri gözlenir. örneğin dedenin, çocuğun malı (babasının ölümünden sonra) üzerindeki velayeti, bakım hakkını gerektirmez ve an-nenin bakım hakkındaki önceliğini yok etmez101 veya yol kenarına bırakı-lan bir çocuğun bakım hakkı, çocuğu bubırakı-lan ve kefaletini üstlenen kişi için sabittir, ama bu durumda velayetin daha üst mertebeleri reddedilmiştir.102 Her hâlükârda burada üzerinde durmak istediğimiz konu, sadece mese-lenin cinsiyet boyutudur.

Anne ve babanın çocukların üzerinde daha üst mertebelerdeki vela-yetler konusunda birbirinden ayırt edilmesi, yani yetişkin veya aklî den-gesi yerinde olmayan çocuğun malı üzerinde tasarrufta velayet hakkı veya onu evlendirme üzerinde velayet hakkı, tüm Şiî âlimlerin ve yine Ehli-sünnet âlimlerinin hemen hemen tümünün üzerinde mutabık olduğu bir durumdur.103 Bunun dışında rivayetlerde de bu durum için deliler bul-mak mümkündür. örneğin sahih belgelere dayanan bir rivayet, babanın ölümünden sonra çocuğun bakımı anneye ait olduğu halde velayetin, ba-banın vasisinin elinde olduğunu doğrular.104 Yine bazı muteber rivayet-lere göre, yetişkin olmayan çocukların izdivacı, ancak nikâhları babaları tarafından yapıldığı takdirde doğru ve geçerlidir.105

Bunun dışında, fıkhî istidlal aşamalarında şüpheyi bertaraf etmek üzere yapılan amelî ilkeye başvurmak da aynı sonucu, yani anne ve babanın

101 Hillî, muhtelefu’ş-Şia, c.7, s.314.

102 Hillî, Tezkiretu’l-Fukaha, c.2, s.273.

103 age. s.80 ve 586.

104 rivayetin metni şöyledir: imam cafer Sadık’a (a.s), erkek öldükten sonra geriye karısı ve ondan olan bir çocuğunun kaldığı, karısının da o çocuğu süt vermesi için bir hizmetçiye bırakırtığı ve sonra gelip kocasının vasisinden çocuğa süt vermeyi istediği sorulduğunda imam’ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Karısına benzerlerinin ücreti verilir ve kocasının vasisi çocuğu iyi ile kötüyü ayırt edebileceği yaşa geldikten sonra ona malını verinceye kadar onu annesinin bakımından çıkaramaz.” Vesailu’ş-Şia, c.15, “Ahkâmu’l-Evlad” babları, 71. bab, s.179.

105 rivayetin metni şöyledir: imam muhammed Bâkır’a (a.s) yetişkin olmayan bir erkek çocuğun bir kız çocuğu ile evlendirilmesi durumu sorulduğunda şöyle buyurdu:

“Eğer babaları onları evlendirmiş ise, evet, caizdir.” age. c.14, “Akdu’n-nikâh” babları, 6. bab, s.209; yine bk. 12. bab, s.220.

birbirinden ayırt edilmesini gerektirir. zira baba veya dedenin yetişkin veya aklî dengesi yerinde olmayan çocuk üzerindeki velayeti kesinlikle sabittir, ama annenin velayeti sözü edilen delillerin dışında kuşkuludur ve bu yüzden annenin velayetsizliğine hükmedilir. Çünkü velayetsizlik ilkesinin içeriği gereğince, hiç kimsenin bir başkasının üzerinde, şer’i bir delil ispat etmedikçe velayet hakkı yoktur.106 Bu yüzden bu konu hak-kında açık bir delilin varlığını inkâr eden bazı yazarların bu hususustaki ifadeleri doğru kabul edilmemektedir.107

Ama çocukların bakım hakkına gelince, burada özetle söyleyebilece-ğimiz şey şudur: muteber rivayetlerden elde edilen delillere göre çocuk-ların bakımı iki yaşın sonuna kadar (emzirme dönemi) annenin hakkı-dır ve yedi yaşından sonra da bu hak babaya geçer, ama iki ile yedi yaş arasındaki dönemi fıkıh usulünün bazı ilkelerine dayanarak annenin ba-kım hakkını, kız ve erkek çocuğu arasında ayrım yapmaksızın ispat et-mek mümkündür. [15]

Çocuğu kontrol ve terbiye hakkı konusunda ise; ayetler ve rivayet-lerde bu konu için açık bir delil bulamadığımızdan ve yine akillerin ve şeriat ehli olanların siyerinde de anne ve baba arasında bir ayrım göze çarpmadığından, şer’i kurallar çerçevesinde anne ve baba bu alanda eşit hakka sahiptir.

islam’ın bu konuya yönelik bakışını izah etmek üzere birkaç nok-tayı hatırlatarak konuyu toparlayalım:

- islam dini yetişkin veya aklî dengesi yerinde olmayan çocuğun malı üzerindeki velayeti ve yine evlendirme velayetini babalarla sınırlı tutmuş ve annelere böyle bir velayet hakkı tanımamıştır. Bu ayrımın sebebine ge-lince: islam dini çocukların üzerinde velayet hakkı konusunda görevle-rin cinsiyete göre ideal ayrımı modelini ve özel olarak erkeklegörevle-rin iktisadi sorumluluklarını göz önünde bulundurmuştur. Yani çocuğun nafakasını karşılama görevi babaya veya dedeye verildiğinden, bakıma muhtaç olan çocuğun malını gözetleme ve evlendirme hakkı da (izdivacın malî yön-leri itibarı ile) babaya ve dedeye verilmiştir, yoksa islam dini annenin;

106 Hillî, muhtelefu’ş-Şia, c.7, s.107.

107 mehrizî, Şahsiyet ve Hukuk-i zen Der islam, s.364.

çocukların velayetini üstlenme liyakatinden yoksun olduğunu düşünme-miştir ve bu iddianın şahidi, muteber bir rivayetin erkeğin kadını vasi ola-rak belirlemesinin doğruluğuna delalet etmesi108 ve Şiî fakihlerin bu ko-nuda hemfikir olduğunun nakledilmesinden ileri gelir.109 Dolayısıyla baba;

anneye veya herhangi bir kadına, ölümünden sonra çocuklarının velaye-tini ve bakımını üstlenmesini vasiyet edebilir110 ve bu da kadınların ço-cukların velayetini üstlenebilecek liyakate sahip olduğunun delilidir.

- islam dini çocukların bakımı meselesinde de cinsiyeti müdahil et-miştir, ama burada cinsiyet ayrımı kadınların zararına değildir. zira kız ve erkek çocuğun bakımının yedi yaşına kadar annenin boynuna olduğu ilkesini benimsediğimiz takdirde ve yine bakım döneminin, çocuğun bu-luğ yaşına gelmesi ile sona erdiğini ve bundan sonra çocuğun babası veya annesinin yanında kalma konusunda karar verebileceğini de göz önünde bulunduracak olursak, annenin erkek çocuğa velayeti, yönelik velayeti, velayet ve bakım döneminin yarısını ve kız çocuğu için ise yarısından faz-lasını kapsar. Bu dönem özellikle anne ve çocuğun birbirine olan ihtiya-cının en fazla olduğu doğumdan yedi yaşına kadar olan süredir; üstelik çocuklarla görüşebilmek hakkı da, bakım dönemi sona erdikten sonra bile anne için saklıdır.

- islam’ın çocukların velayeti ve bakımı için belirlediği çerçeve, mut-lak ve hukuki bir çerçeve değildir; çünkü bu meselede de geçmiş mesele-lerde olduğu gibi nikâh sırasında şart koyma yöntemi uygulanabilir. Yani kadın istediği takdirde nikâh sırasında, çocukların malı üzerinde tasar-ruf veya evlendirmeleri konusunda kocanın vekili olma şartını koyabi-lir ve böylece koca hayattayken bu hakları elde edebikoyabi-lir veya çocuklarına karşı kocanın vasisi olma şartını koyabilir ve sonuçta kocanın ölümün-den sonra deölümün-denin yokluğunda çocukların velayet hakkını elde edebilir.

Kadın ayrıca nikâh sırasında çocukların velayet ve bakımı döneminin

108 rivayetin metni şöyledir: Ebu’l-Hasan’dan (a.s) şöyle rivayet edilir. Bir kadına vasiyette bulunan ve kadınla birlikte bir çocuğu da vasiyette ortak kılan bir erkek hakkında sorulduğunda imam şöyle buyurdu: “Bu caizdir; kadın vasiyeti kabul eder ve çocuğun buluğ çağına ermesini beklemez...” Vesailu’ş-Şia, c.13, “Ahkâmu’l-Vesaya” babları, 50.

bab, s.439.

109 Tusî, el-mebsut, c.4, s.52 ve Kerekî, camiu’l-mekasid, c.11, s.278.

110 Tusî, el-mebsut, c.4, s.54.

sonuna kadar onun yanında yaşamalarını şart koşabilir, nitekim erkek de aynı şartı koyabilir.

- Yukarıda sözü edilen noktalardan hareketle, islam’da çocukların ve-layet ve bakım modelinin ebeveynlerin ve çocukların maddi ve duygusal gereksinimlerini gözeterek cinsiyete dayalı görevlerin paylaşımı ile ilgili ideal düzene tabi olduğu açıkça ifade edilmiştir. Bu modele babaerkillik damgasının vurulmasını yersiz ve haksız görmekle birlikte, görevlerin cin-siyete göre birbirinden ayırt edilmesi ile babaerkillik arasında hiçbir bağ olmadığını ve böyle bir bağlantının ancak işin kolayına kaçmak veya ca-hilce davranmakla kurulabildiğini anlamamız kaçınılmazdır.

13. Sonuç

islam’ın aile yönetimi ile ilgili bakışı, hukuk ve değerler olmak üzere iki açıdan ele alınabilir.

Hukuk açısından islam dini aile yönetimi hakkında kısmen esnek bir model sunar. Bu modelde resmi yönetici mevkii, bazı belli ve kısıtlı yet-kilerle beraber ve bazı görevlere karşılık kocaya (babaya) aittir. Kocanın (babanın) aile içinde temel hak ve yetkileri şöyledir: Eşin üzerinde cinsel hakkı, eşin evden çıkışını kontrol etme hakkı, boşanma hakkı ve çocuk-ların üzerinde velayet hakkı. Bu haklardan ikametgâhı belirleme hakkı, kadının itaatsizliği durumunda cezalandırma hakkı gibi ikinci dereceden haklar da doğar. Bu haklara karşı eşine ve çocuklarına yönelik bazı görev ve yükümlülükleri de söz konusudur ki, bunların arasında ailenin nafa-kasını veya malî giderlerini karşılamak, en önemli yükümlülük sayılır.

islam edebiyatında erkeğin aileyi yönettiğinin ifadesi olan kocanın kavvamiyet hakkı ve babanın velayeti, tam olarak hak ve yükümlülüğü bir arada barındıran manada yönetim kavramını çağrıştırır.

öte yandan ailevi hak ve yükümlülüklerin en iyi şekilde yerine geti-rilmesini güvence altına almak üzere islam’da bazı yargı müdahaleleri de öngörülmüştür ki, bunlar genellikle zarar ve sıkıntı kavramlarına dayanır ve bu tedbirlerin doğru biçimde uygulanması durumunda kadın hakları-nın ziyan olduğu birçok durum kendiliğinden ortadan kalkar.

Bunun dışında, önceki bahislerimizde söz konusu olan uygulama alan-larını belirttiğimiz üzere, nikâh sırasında şart koşma yöntemi ile erkeğin aile yönetiminde bazı yetkilerini bir ölçüde kısıtlamak da mümkündür.

Burada nikâh sırasında şart koşma konusundaki bir noktayı izah et-memiz yerinde olacaktır. rivayetlerde belirtildiği ve fakihlerin de vurgu-ladığı üzere, nikâh sırasında şart koşmanın meşruiyeti, akit taraflarının her istediğini şart koşma anlamına gelmez, bilakis nikâh sırasında şart koşmanın kendisi de bazı şartlara tabidir ki en önemlileri, koşulan şart-ların Allah’ın kitabı (Kur’ân-ı Kerim) ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) sünneti ve akdin mahiyetine aykırı olmamasıdır. Yani belirlenen şart Kur’ân-ı Ke-rim, sünnet ve akdin mahiyetine aykırı olursa, geçerli ve muteber sayıla-maz. Buna göre kocanın nikâh sırasında bazı yönetim yetkilerini kısıtla-mak, erkeğin dörtlü hakkının elinden alınması veya kadına devredilmesi anlamına gelmez; zira böyle bir içeriği olan her türlü şart, Allah’ın kitabı ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) sünnetine aykırı olduğu için itibarını kaybe-der. Burada şart koşmaktan maksat, erkekten söz konusu konularda hak-larını korumak kaydıyla kendisinden bu hakhak-larını uygulamaktan kaçın-masının istenmesi veya kadını bu hakların pratik sonuçlarına, vekâlet gibi yöntemlerin yardımı ile ortak edilmesidir. örneğin kadın, kocanın bo-şanma hakkı veya çocukların üzerinde velayet hakkı olamayacağını şart koşamaz; ama kocanın onu boşamamasını isteyebilir veya boşanma ko-nusunda veya çocukların malı üzerinde tasarruf hakkı koko-nusunda ken-disini vekil etme şartını koyabilir.

Bu noktadan hareketle, nikâh sırasında şart koşma yöntemi ile ko-canın tüm temel ve ikinci dereceden haklarını uygulamasını engellemeye çalışan bir durumun meşru olamayacağı söylenebilir. zira böyle bir şart Kur’ân-ı Kerim’in belirlediği kavvamiyet ilkesine aykırıdır ve bu yüzden batıl sayılır. Bir başka ifadeyle nikâh sırasında şart koşma yöntemi an-cak kocanın kavvamiyet hakkını tamamen yok etmediği yere kadar şer’i açıdan geçerlidir.

Değerler meselesine gelince, islamî metinlerde kocanın (babanın) yet-kilerinin hukuki yollara başvurarak çok yönlü kısıtlamasına yönelik hiç-bir teşvik görülmemektedir. Bu konuda dinin müstehap tavsiyelerinden anlaşıldığı üzere islam dini, kocanın (babanın) aile içinde konumunun

yükseltilmesini olumlu görür, nitekim eşin (annenin) konumunun yü-keltilmesi için de aynı görüşü savunur. Tabi bu durum, islam dininin er-keğin değerler açısından yetki ve haklarını kısıtlamayı göz ardı ettiği an-lamına gelmez; çünkü islam’ın temel stratejisi, bu kısıtlamayı ahlakî ve terbiyevi yöntemleri kullanarak uygulamaktır. nitekim deneyimler de sos-yal açıdan kontrol etme etkenleri arasında hiçbir etkenin, iman ve ahlak eksenli iç kontrol etkenleri kadar etkili olmadığını gösterir.

Genelde fertlerin ahlakî faziletlere sahip olduğu bir ailede karşılıklı saygı, gönül birlikteliği ve sevgi hâkim olduğu için, aile yönetimi hiçbir zaman diktatörlük (ister anne ister baba) boyutu kazanmaz. Böyle bir ai-lede uzlaşı ve görüş birliğine dayalı bir model ortaya çıkar ki bazıları bu modeli aile içindeki ilişkilerde şura yönetimi ve ailenin toplumla ilişki-lerinde erkeğin icra yönetimi şeklinde tanımlamıştır.111

islam’ın kocanın (babanın) hukuki kontrolü ile ahlakî kontrolü eği-limleri arasında neden ikinci eğilimi teşvik ettiğine gelince: Bu konuda ikinci eğilimin daha etkili olduğu meselesinin dışında, diğer bazı nokta-lara da işaret ederek konunuyu açıklığa kavuşturmak istersek eğer; örne-ğin hukuki kontrol bazı durumlarda erkeörne-ğin doğal cinsel özelliklerinin gerekleriyle uyuşmaması (nikâh sırasında koşulan şartlar kocanın nor-mal cinsel yetkilerini kısıtlamaya veya boşanma hakkını ebediyen terk etmeye yönelik olması)112 hâlinde geçerlidir.

Yine kocanın (babanın) hukuki kontrolü bazen eşi ve çocukları üze-rindeki gözetleme görevini olumsuz etkileyebilir (örneğin kadın evden çı-kış için tam serbestlik veya çocukların tam nafaka ve bakımını şart koşa-cak olursa) ve böylece sosyal kontrolün en etkili araçlarından biri devre dışı bırakılmış olur.

Bir başka önemli nokta, bu iki eğilimin ailenin istikrarı ve sağlam-lığı üzerindeki farklı tesirleridir. Açıktır ki, mutlak hukuki yaklaşım ve

111 caferî, nehcu’l-Belaga’nın Tercüme ve Tefsiri, c.11, s.268 ve 274.

112 muteber bir rivayette kocanın boşayamama ve ikinci bir eşle evlenememe şartı doğru ve geçerli sayılmıştır. Fakat böyle bir şartı kabul eden erkek, “ne kötü bir şey yapmıştır” ifadesiyle kınanmıştır. Fakat bunun için açıklanan delil görüş değişikliği ihtimalidir ve kişinin yakın veya uzak zamanda cismî veya ruhî ya da toplumsal şartların değişiminden etkilenmiş olabilir. bk. Vesailu’ş-Şia, “muhur, babları, 20.

bab, s.30, h.4.

insanî ilişkilerde benzeri zor bulunan ailevi ilişkilerin içinde yatan duy-gusal yönleri göz ardı etmek veya renksizleştirmek, aile ocağının geleceği için hiçbir aydın ve umut verici ufuk oluşturamaz. Gerçekten de eğer bir ailenin erkeği yönetim, duygusal, cinsel vs. bakımlardan kısıtlamalar ve mağduriyetlerle karşı karşıya kalırsa, yüce Allah’ın kendi ayetleri olarak saydığı sevgi, kardeşlik ve tertemiz insanî duyguların böyle bir ailede ge-lişme imkânı ne denli söz konusu olabilir? Yine kocanın üzerinde ağır hukuki kısıtlamalar uygulamanın ve yetkilerini elinden almanın sonucu, ailevi anlaşmazlıkların büyük bir bölümünün çözüm için, başta yargı ku-rumuna başvurma olmak üzere, evin dışına taşması olur; bu durumun ailevi ilişkilerin samimiyetine vereceği zarar açıkça ortadadır.

işin ilginç tarafı, 1960’lı yılların en radikal feministleri bile bu mese-leyi itiraf etmiş ve evlilik ilişkilerinde yaşanan gerginliklerin sebebini be-yan ederken yakın ailevi ilişkilerin doğurduğu samimiyetten men edilme yüzünden kocanın duygusal açıdan hoşnutluktan mahrum kalması ve yine kadının esaret duygusu ve kişilik duygusundan mahrum bırakıldı-ğını hissetmesi gibi iki önemli bir etkene vurgu yapmışlardır.113 Ancak bu kesim bu hastalığı bildikleri halde maalesef gerçek tedavi yolunu bu-lamamıştır.

Buna karşı islam’ın teşvik ettiği ahlakî eğilim, aile ocağının sağlam-lığı ile tam uyum içindedir; zira bu eğilim asla kadının konumunun yük-selmesini, kocanın (babanın) konumu, saygınlığı, bedensel ve ruhsal ihti-yaçlarının tatmin edilmesi ile çelişecek bir durum olarak değerlendirmez, bilakis ahlakî kontrol ve terbiye ile bu iki amacı gerçekleştirme zeminini hazırlamaya çalışır. Bu konuda üstad Şehid mutahharî şöyle diyor:

“islam dini kadınları insanî hakları ile tanıştırdı ve onlara kişilik, hür-riyet ve bağımsızlık kazandırdı; ama bunu yaparken asla erkek cinsine karşı itaatsizlik, isyan ve kötümserliğe zorlamadı. Kadının islamî hare-keti, beyazdı... Babalarının saygınlığını kızları; kocaların saygınlığını eş-leri karşısında yok etmedi, aile temelini sarsmadı, kadını annelik, eşlik ve çocuklarını yetiştirme görevine karşı kötümser göstermedi.”114

113 Oakley, Woman’s Work: The Housewife, Past and Present, P.64.

114 mutahharî, nizam-i Hukuk-i zen Der islam, s.91.

Yine açıktır ki bu eğilim, hukuki kontrolü göz ardı etmez ve hukuku gerektiği yerlerde ve ilahî had ve insanî haklara uymayan erkekleri engel-lemek üzere kullanır; ama bu durum tamamlayıcı olarak ve ikinci dere-cede söz konusudur, yoksa dinî yaklaşımda galip eğilim, daha önce be-lirtilen ahlakî kontrol eğilimidir.

Dolayısıyla aile yönetiminde islamî model için babaerkilliği tabirini kullanamayız; zira islam modelinde erkeğin aile içinde daha fazla ikti-dara sahip olması, büyük ölçüde uzlaşı ve yetkileri devretmeye dayalıdır.

Yani gerçekte ahlakî eğilimlerle yetişen müslüman kadın kendisi için be-lirlenen birçok hakkını talep etmekten vaz geçer ve kocanın evi yönet-mesini kendi iradesi ve rızası ile kabul eder.

islam dini erkeğin evdeki iktidarına az sayıda şart koşup belli kısıt-lamalar getirmiştir ki bu da sırf bazı doğal cinsel farklılıkları ve yine ka-dın ve erkeğin aile içinde üstlendiği uygun görevlerin farklılıklarına gö-redir, yoksa erkeklere özel imtiyazlar vermiş değildir.

Böylece, islam’ın aile yönetimi modelinin, birçok çağdaş aydının tav-siye ettiği demokratik modelden hangi yönden farklı olduğu da açıklığa kavuşmuş olmaktadır. Bu da ailenin tek elde yönetilme zarureti veya za-ruretsizliğidir.

Yenilikçi dinî düşünürlerden biri, aile içinde tek bir yönetici olma zarureti düşüncesinin reddinde, karı ve kocayı hiç kimsenin yaşamadığı ıssız bir adada yaşayan iki dosta benzetir. Bu iki kişiden hiçbirinin lider veya yönetici olmasına gerek yoktur; çünkü böyle bir adada hâkim olan zorlu yaşam şartları iki kişi arasında işbirliği, gönül birliği, uzlaşı, sevgi ve bütünleşme duygularını geliştirir ve her ikisinde de her türlü bencil düşünceyi yok eder. Aynı mantıkla, karı ve koca şiddetli duygusal ilişki ve birbirine karşılıklı muhtaç olması ve her birinin ötekinin ortak yaşa-mın dışındaki sorunlara karşı rolünün bilincinde olması itibarı ile ne lider olma hissine kapılır ve ne de kendilerinde yönetici veya yönetilen olma ihtiyacı hisseder. Böyle bir ortamda anlaşmazlık ortaya çıkacak olursa, hiç kuşkusuz uzlaşma ve uyumla sonuçlanacak olan sakin ve yapıcı di-yaloglarla sorun halledilecektir.115

115 Kubbançi, el-mer’e, el-mefahimu ve’l Hukuk, s.123-124.

Bu görüş en azından iki temel sorunla karşı karşıyadır. Birincisi; bu görüşün idealist eğilimidir. Çünkü demokratik bir model veya önerilen başka bir model, ancak insanların kibir, bencillik ve diğer ahlakî kusur-lara yakalanması gibi sosyal ve psikolojik gerçekleri göz önünde bulun-durduğu vakit etkili ve geçerli telakki edilebilir, yoksa bu durumların yok olduğu varsayımı ile aile yapısını tasarlamak hiçbir işe yaramaz.

Ayrıca bu görüşün beyan ettiği karşılıklı aşırı sevgi ve çiftlerin kar-şılıklı birbirine muhtaç oluşu gibi varsayımları, toplumun bilinen ve gö-rünen gerçekleri ile tam olarak örtüşmemektedir.

Ayrıca bu görüşün beyan ettiği karşılıklı aşırı sevgi ve çiftlerin kar-şılıklı birbirine muhtaç oluşu gibi varsayımları, toplumun bilinen ve gö-rünen gerçekleri ile tam olarak örtüşmemektedir.