• Sonuç bulunamadı

XIX yüzyıl Osmanlı Devleti’nin Toplum Yapısı

1. YENİLİK HAREKETLERİNDE BATI’NIN MODEL ALINMASI

1.1. Yenilik Hareketlerinin Başlatıldığı Dönemde Siyasal ve Toplumsal Durum

1.1.2. XIX yüzyıl Osmanlı Devleti’nin Toplum Yapısı

Gelişme ve yükselme döneminden son dönemlere gelininceye kadar Osmanlı Devleti; idaresi altında yaşayan farklı milletleri, kendine göre geliştirmiş olduğu siyasal sistemle asırlar boyu yönetme başarısı göstermiştir. Osmanlı idaresi, bu milletlere her zaman adil davranmaya çalışmış ve onları sömürgeleştirme sürecine sokmamıştır. Siyasal düzen sayesinde, Osmanlı’nın hakimiyeti altında bulunan bütün milletler kendi kimliğini koruyarak yaşayabilme imkanını hiç kaybetmemiştir. Osmanlı idaresi, hakim olunan toprakların tamamını vatan olarak değerlendirmiş siyasal, toplumsal, ekonomik vb. bütün hizmetleri hiçbir ayrım yapmadan uygulamaya çalışmıştır. Osmanlı Devleti açısından tebaa’nın Türk olması veya Türkleştirilmesi sorun olmamış, bunun yerine Osmanlılık veya Müslümanlık yargısı gelişmiştir. Bu tavır, Türk ırkının hakim olduğu farklı toplumlar üzerinde baskı kurmasını engellemiş ve toplumun tamamını bir bütün olarak birlikte yaşatmak amacını hep ön planda tutmuştur. Bütün resmi kurum ve yazışmalarda Türkçe

141 Taner Timur, a.g.e., s. 60.

142 Mümtaz Turhan, a.g.e., s. 176- 179. bkz. Gülnihal Bozkurt, “Tanzimat ve Hukuk”, Tanzimat’ın

150. Yıldönümü Uluslar arası Sempozyumu, TTK Yay., Ankara, 1994, s. 277. bkz. Musa

Çadırcı, “Tanzimat’ın Uygulanmasındaki Güçlükler”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslar

kullanılmış olmasına rağmen toplumda üstünlük vesilesi sayılabilecek unsur, önce Müslümanlık sonra Osmanlılık olmuştur.143

Siyasal ve toplumsal alanlarda, toplumsal yapının en önemli şekillendiricisi olarak kabul edilen İslam dinine mensupluk ilkesini tavizsiz devam ettiren Osmanlı Devleti, son dönemlere kadar çok uluslu yapısını muhafaza edebilmiştir. Bu nedenle İslam dinine mensup olanlar hangi milletten olursa olsun, birbirine eşit sayılmış ve bunlar siyasal sistemin yasak kabul ettiği sınırlar dışında geniş bir hürriyet alanına sahip olmuşlardır. Bu yüzden de son yıllarda Batı’da yaygın olarak görülen hürriyet ve eşitlik mücadelelerine Osmanlı toplumunun çoğunluğunun bakış açısı farklı olmuştur. Osmanlı toplumu, meseleyi salt dünyevi anlayışla yönetilen Batı toplumları gibi değerlendirmemiş, hürriyet veya eşitlikle ilgili problem üretmeyen siyasal sistemden daha fazla hak elde etmek için uğraşmamıştır. Öyle ki, toplumun çoğunluğu yönetenle yönetilen arasında neredeyse hiçbir farkın kabul edilmediği bir anlayışın güvencesi altında yaşamını sürdürmüş, toplumsal hayatta oldukça popüler hale gelen bu kavramları, son dönemlere kadar irdeleme gereği bile duymamıştır.144 Aynı zamanda, Müslüman olanların farklı dinden olanlara göre daha geniş imtiyazlara sahip olduğu konusunda yerleşmiş genel anlayışa rağmen, toplumun bütün fertleri arasında geniş bir hoşgörünün tesis edilmiş145 olduğu da söylenebilir.

Devlet ve toplumun benimsemiş olduğu hoşgörü anlayışı, Müslüman olmayan milletlere veya fertlere, Osmanlı toplumu içinde kısmi de olsa bir takım haklara sahip olarak hür bir şekilde yaşama imkanı sunmuştur. Bu milletler, sahip oldukları haklar sayesinde milli değerlerini korumuş, dini anlayışlarında tahribat yaşamamış, kendi ana dillerini kullanmış ve kendi ahlak kanunlarını işletmişlerdir. Bu genel tutum sayesinde kendi cemaatlerine bağlı kalabilmişler ve kendilerine özgü bir vatan sevgisi geliştirerek milli değerlerini koruyabilmişlerdir.146 Sürekliliği olan bu hoşgörülü tutumdan dolayı da devlet, toplumsal düzenin dağılmasını engellemiş, siyasal sistemin devamlılığını bu şekilde koruyarak bazı durumlarda toplumun bu kesiminden faydalanmayı bilmiştir.

143 Mustafa Armağan, Tarihin Sınırlarına Yolculuk, s. 151, 152.

144 Ahmed Muhiddin, Modern Türklükte Kültür Hareketleri (çev. Suat Mertoğlu), Küre Yay., İstanbul, 2004, s. 76.

145 Mümtaz’er Türköne, Siyasal İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu, İletişim Yay., İstanbul, 1991, s. 63.

Osmanlı devlet ve toplumunda meydana gelen sıkıntıların sonlandırılması amacıyla başlatılan batılılaşma hareketlerinin, toplumu bir başkalaşmaya doğru sürüklediği görülmektedir. Çünkü bu yönde giriştiği atılımlarla beraber Osmanlı imparatorluğu, toplumsal, siyasal, ekonomik vb. ilkeler açısından kendine ait olandan uzaklaşmaya, bir tür başkalaşmaya doğru yönelmiştir. Bu açıdan bakıldığında Batılılaşma kavramı ne kadar olumlu algılanırsa algılansın, devleti ve toplumu alışılmışın dışına çeken bir özelliğe sahip olduğu için olumsuzluk içeren bir ‘yabancılaşma’, ‘kendinden başkası olma’ anlamına gelmektedir.147 Bu durum batılılaşma anlayışının en can alıcı noktasıdır. Bu kavramın getirdiği her türlü anlayışı kendi siyasal ve toplumsal kurumlarında uygulamaya çalışan Osmanlı Devleti’nin, bu dönemle beraber, kendi kimliğini koruma sıkıntısı ortaya çıkmıştır. Sözü edilen Tanzimat hareketlerinin başlatıldığı dönemde, uygulamaya konulan bu anlayışın, devlet ve toplumda bir takım sıkıntılara sebep olduğu görülmektedir. Bu sıkıntılardan en önemlisi, yenilik hareketlerinin başlangıç aşamasında ortaya çıkmakla beraber etkisi zaman içerisinde büyük oranda şiddetlenen siyasal ve toplumsal ayrılıklar olmuştur.

Devletin asırlarca sürdürdüğü idari tavır, son dönemlerde meydana gelen siyasal ve toplumsal gerilemeyi gidermek için başlattığı çalışmalarda, yönettiği toplumunun karakteristik özelliği olan çok uluslu yapıdan zarar görmeye başlamıştır. Geçmişte toplumun bu özelliğinden en iyi şekilde faydalanmayı bilen siyasal sistem, son zamanlarda Avrupa’yı da sarsan milliyetçilik akımının toplumun birliğini sarsmasını engelleyememiştir. Dünya siyasetinde gelişen olaylarla sarsılan, fakat, bunu biran önce atlatmaya kararlı olan Osmanlı idaresi, toplumun birlik ve beraberlik bağlarını kuvvetlendirmek için bir çok çalışma başlatmıştır. Fakat bu yönde bir dizi tedbir almasına rağmen, toplumu aynı ülkü etrafında birleştirememiştir. Çünkü, Türk milleti hariç, devletin siyasal itibarının azaldığını fark eden, Hıristiyan olsun Müslüman olsun bütün milletlerin farklı idealler peşinde koşmaya başladıkları görülmektedir.148

Özellikle Tanzimat dönemiyle birlikte, imparatorluğun önemli bir parçası olan Müslüman toplumların tepkisini almaktan dahi çekinmeyen bazı yöneticiler,

147 Mehmet Doğan, Batılılaşma İhaneti, Beyan Yay., İstanbul, 1986, s. 199, 200. 148 İlber Ortaylı, Gelenekten Geleceğe, s. 18, 19.

Hıristiyan milletlerin haklarını genişletmişlerdir. Hatta zamanla verilen haklarla, Müslüman olmayan milletlerin yaşam standartları, Osmanlı Devleti’ni kuran Türk milletinden ve diğer Müslüman milletlerden çok daha iyi hale gelmiştir. Bu milletler, bazı Batılı devletlerin desteği altında bu hakları kullanarak, ekonomik gelişmelerini tamamlamış ve Osmanlı Devleti’nde yönetimle ilgili mevzularda, öncekinden daha etkin bir konuma yükselmişlerdir. Özellikle son dönemlerde, neredeyse devletin bütün ticaretini yönlendirmeye başlayan bu milletler, devlet yönetiminde kendi temsilcilerini seçme hakkını elde etmişlerdir. Fakat söz konusu azınlık milletler, kendilerine tanınan siyasal haklara rağmen mensubu oldukları Osmanlı Devleti aleyhinde faaliyet göstermekten de kaçınmamışlardır.149

Tanzimat dönemiyle birlikte, geçmişte gördükleri hoşgörülü ortamdan çok daha fazla hür davranma hakkını elde eden ekalliyetlerin toplumsal yapıdaki konumlarının değiştiği görülür. Bu dönemde toplum içinde artırılan misyonerlik faaliyetleri sayesinde, özellikle Hıristiyanlığı seçenlerin sayısı çoğalmıştır. Misyonerlerin açık olarak fikirlerini yaymaya başladıkları bu dönemde, İslam dinine hakaret edecek kadar ileri giden kitap basımı ve dağıtımında hiç olmadığı kadar artış görülmüştür. Öyle ki, Hıristiyan milletlerin, bir Hıristiyan ülkede dahi görülmeyecek kadar serbest hareket ettiğine, Osmanlı ve yabancı devlet adamlarının raporları delil teşkil etmektedir.150

Bütün bunlara rağmen, azınlıklara çok geniş imkânların sunulduğu Tanzimat yıllarında dahi Müslümanlarda, geçmişten bu zamana varolan hâkim düşünce değişmemiştir. Özellikle Türk Milleti gibi Osmanlılığı kendi özüyle bir tutmuş olan milletler, Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu üstünlüğün kaybolduğunu kabullenmek istememişler, bu yüzden de küçük gördükleri Batılı devletlerdeki gelişmeleri dikkate almamak konusunda zihni bir direnç oluşturmuşlardır. Bu gibi nedenlerden dolayı da yenilik hareketlerinin topluma kabullendirilmesinde sorun yaşanmış ve devlet idaresinin bu konuda aldığı tedbirlerin uygulanması gecikmiştir.151

149 Salâhi R. Sonyel, “Tanzimat ve Gayri- Müslim Uyruklar”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslar

arası Sempozyumu, s. 345- 351.

150 Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, s. 298, 299.

151 Ekrem Üçyiğit, “Akdeniz Medeniyetleri Tarihinde Tanzimat”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü

Osmanlı Devleti’nin kurduğu toplumsal düzen göz önüne alındığında anlaşılan şudur ki, toplumun tamamında Osmanlılık bilincinin geliştirilmesi amaçlanmıştır. Fakat bu amacın topluma hiçbir zaman dikte edilmesi söz konusu olmadığı gibi, her milletin kendi kültürünü yaşatmasına müsaade edilmiştir. Bu hoşgörülü ortama rağmen Osmanlı toplumunu oluşturan milletlerin, özellikle son dönemlerde, Osmanlı Devleti’nin yönetimine karşı direnç geliştirdikleri ve bu konuda Batılı devletlerin yardımına sığındıkları görülmektedir. Öyle ki, siyasal ve toplumsal alanlarda alınan bütün tedbirlere rağmen, geliştirilmek istenen sistemin, devletin zayıf düştüğü dönemlerde geçerliliğini kaybettiği ve toplumun bölünmeye doğru sürüklendiği anlaşılmaktadır.