• Sonuç bulunamadı

2. SON DÖNEM FİKİR AKIMLARI AÇISINDAN OSMANLI DEVLETİ

2.2. İslamcılık

Dini hükümlerin devlet ve toplumların birlik olmasını telkin eden ilkelerine büyük önem veren İslamcılık ideolojisinin, ilk dönemlerde Mısır, Hindistan ve Osmanlı Devleti sınırları içinde geliştiği görülür. Temelini Mısır’da Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’un düşüncelerinin oluşturduğu İslamcılık fikrinin, Hindistan’da da Seyyid Ahmed Han ve Seyyid Emir Ali öncülüğünde geliştirildiği görülmektedir.229

İlk olarak 1867–1873 yılları arasında sınırlı kesimlerde benimsenen İslamcılık fikir akımının Osmanlı siyasetindeki ilk açılımları incelendiğinde, planlı bir sistem dahilinde gelişmediği anlaşılmaktadır. Çünkü ilk dönemlerde bu hareketin en büyük hedefi, hızlı bir şekilde gelişen Batılı ülkelerin sömürgeleştirme politikalarını engellemek için, dünya Müslümanlarının birlik haline gelmelerini sağlamaktır. Batılı ülkelerin, özellikle Asya ve Afrika kıtalarında başlatmış olduğu yayılmacı politikalarının önünde durabilecek tek güç, İslam devletlerinin birlik

227 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi VII, TTK Yay., Ankara, 1983, s. 540- 543. 228 İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi Metinler/Kişiler, s. XXVIII. 229 İsmail Kara, a.g.e., s. XV.

içinde hareket etmeye yönlendirilmesi olacaktır. Bu yüzden de ilk İslamcılık hareketleri, İslam toplumlarının birliğini sağlamak amacına yönelik olmaktan daha ileri düzeyde bir konuma taşınamamıştır.230

Osmanlı Devleti’nde, İslamcılık fikrinin ilkelerine Osmanlıcılık Hareketi’nin kurucusu olan Namık Kemal gibi fikir adamlarında rastlamakla beraber, ilk dönem İslamcılık düşüncesinin İslam dünyasının modernleştirilmesi arzusuyla ilişkili olarak kültürel İslamcılık şeklinde ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nde II. Abdülhamit döneminde geliştirilmeye çalışılan İslamcılık düşüncesinin ise -kültürel İslamcılık anlayışından farklı olarak- devletin resmi ideolojisi olduğu görülmektedir.231

Anlaşılan şudur ki, Osmanlı Devleti’nde İslamcılık fikir akımı, ilki Sultan II. Abdülhamid’in hüküm sürdüğü 1878-1908 tarihleri arasında yaşanan ve istibdat dönemi diye tanımlanan yıllarda devletin resmi politikası olarak, ikincisi de baskı yönetiminin sonu olarak kabul edilen II. Meşrutiyeti takip eden yıllarda kitlelere hitap etmeye yönelik fikrî bir açılım halinde siyasal gündemde varlık göstermiştir.

Osmanlı Devleti’nde, padişahın halifelik sıfatının ön plana çıkartılması, dini eğitime önem verilmesi, tekke ve zaviyelerle yakın ilişki kurulması, temel dini kitapların İslam ülkelerine ücretsiz dağıtılması ilk meydana geliş şekli bakımından İslamcı politikaların başlangıcı niteliğindedir. Bu dönemde İslam dünyasının etkili alim ve şeyhleri İstanbul’a davet edildiği gibi, tarikat mensupları Afrika içlerine kadar gönderilmiştir. Hac mevsiminde hac işlerine ve hacılara özen gösterilmiş ve İstanbul’da Arap aşiretleri için ücretsiz okullar kurulmuştur.232

Bu siyasete yönelik başlatılan çalışmalardan daha iyi verim alabilmek ve İslam dünyasının Osmanlı Devletine duyduğu saygıyı artırmak amacıyla, Hicaz demiryolu projesi hayata geçirilmiş, ülke sınırları içindeki Arap vilayetlerine düzenli devlet hizmeti götürülmüş ve bu şehirlerin modernleştirilmesi yönünde mimari çalışmalar başlatılmıştır.233 Devlet yönetimi bu yönde yaptığı çalışmalardan

230 Ercüment Kuran, Türkiye’nin Batılılaşması ve Milli Meseleler (yay. haz. Mümtaz’er Türköne), T.D.V. Yay., Ankara, 1994, s. 85.

231 Bernard Lewis, a.g.e., s. 339. 232 İsmail Kara, a.g.e., s. XXVII- XXX.

beklediği ilgiye ulaşmış, özellikle 1908’de yapımı tamamlanan Hicaz demiryoluyla Halifelik Makamının İslam dünyasındaki itibarı iyice kuvvetlendirilmiştir.234

Osmanlı Devleti’nde İslamcılık akımı; belirli bir dönem devlet ideolojisi olarak etkin olmakla beraber, fikir sahasında kendine özgü bir anlayışla düzenli ilkelere sahip olmasını 1908’den itibaren yayın hayatına giren235 Sırat-ı Müstakim- Sebilürreşad, Beyanü’l Hak ve Volkan dergilerinin yazar kadrosunda yer alan aydınlara ve devlet adamlarına borçludur.236 İslamcılık fikir akımının ifade edildiği ortamların en önemlisiyse, başında Mehmet Akif Ersoy’un bulunduğu Sırat-ı Müstakim dergisi olmuştur.

Genel yapı itibarıyla dergi kadrosu, yayınlanmaya imkan bulduğu Meşrutiyet dönemini destekleyen, fakat 31 Mart ayaklanmasına karşı olduğunu beyan eden yazarlardan oluşmaktadır. Bu yazarlar din-devlet ilişkileri çerçevesinde İslam’ın şura ilkesi üzerinde dururlar. Bu nedenle idari işlerde milletin temsilcilerine danışılmasını savunurlar. İslamcılık akımı mensuplarının bu fikirleri, meşrutiyet idaresini desteklemelerinin237 nedenlerinden bir kısmını açığa çıkarmaktadır. Genel özellik olarak Arap reformculuğundan etkilenmiş olan dergide, Muhammed Abduh’un Türkçe pek çok makalesi yayınlanmıştır. Daha sonraki dönemde Türkçülük hareketine yön veren Ahmet Ağaoğlu, Gaspıralı ve Yusuf Akçura gibi pek çok yazarın kadrosunda yer aldığı derginin, kültürel Türk milliyetçiliğini desteklemekle birlikte, Rusya’daki Müslüman Türklerle ilgili haberlere de yer verdiği görülmektedir.238

İslamcılık akımının en önemli temsilcileri arasında sayılan Said Halim Paşa, Mehmet Akif, M. Şemseddin, Musa Kazım ve Hacı Fehim gibi devlet adamı ve düşünürler imparatorluğun zayıflamasının en önemli nedenleri arasında, İslamî esaslardan ayrılmayı saymaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında İslamcılık akımının fikrî temelini söz konusu endişenin oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu düşünürlere göre, Batılı devlet ve toplumlar tarafından geliştirilen siyasal ve toplumsal alanlarla ilgili

234 Ercüment Kuran, a.g.e., s. 89.

235 İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi Metinler/Kişiler, s. XXIX. 236 İsmail Kara, a.g.e., s. XV.

237 İsmail Kara, a.g.e ., s. LIV- LVV.

238 François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri -Yusuf AKÇURA-(1876-1935) (çev. Alev Er),Yurt Yay., Ankara, 1986. s. 58.

fikir ve müesseselerin Osmanlı devlet ve toplumunun ruhuyla uyum sağlaması mümkün görünmemektedir. Batıdan alınması düşünülen bu tür yeniliklerin gereksiz olduğunu savunan İslamcı düşünürlere göre, Osmanlı devlet ve toplumunun kültürel, dini ve toplumsal esaslar açısından Batıyla uyum sağlaması mümkün değildir. Batı’dan sadece ilim ve tekniğin alınmasının yeterli olacağını savunmakla beraber, Osmanlı’nın yeniden kalkınmasının tek yolunun, İslam ilkelerinin ilk dönemlerdeki gibi yorumlanmasıyla ilişkili olduğunu düşünürler.239

İslam ülkelerinin birlik halinde hareket etmesi gerektiğini savunanların son dayanağı olarak kabul edilen bu akımın esas aldığı konuların tamamı, dinin fert için koyduğu kurallardan daha çok, toplumun bütün fertlerinin uymakla yükümlü olduğu siyasal ve toplumsal düzenle ilgili kurallara önem vermiş ve dini inancı dünyevileştiren ideolojik bir anlayışı benimsemiştir.240 Öyle ki, İslam ilkelerinin siyasal ve toplumsal hayatın her yönünde yeniden belirleyici konumuna getirilmesinin şart olduğu tezi, İslamcılık akımının fikrî temeli olmuştur. Bu akıma göre, toplumsal, siyasal, ekonomik vb. bir çok alanda yapılacak düzenlemelerle, İslam toplumları kendi değerlerine sahip çıkabilecek ve özünü kaybetmeden varlığını koruyabilecektir.241

İslamcı mütefekkirler, İslam dininin gelişmeye engel olduğu düşüncesine şiddetle karşı çıkmaktadır. Bu fikir adamlarına göre, Osmanlı toplumu, gelişmek ve yeniden etkili bir düzen kurabilmek için, geçmişinde kazanmış olduğu birçok zararlı alışkanlık ve batıl inançlardan acilen kurtulmalı ve uzaklaşarak yabancılaştığı İslam dininin özüne dönerek, gerçek anlamda İslamlaşmayı hedef haline getirmelidir.242

İslamcı düşünürler temelde modernist ve muhafazakar olarak ikiye ayrılsalar da, kendi içlerinde de birçok fikir ayrılığı görülmektedir. Bu ayrılıklar nedeniyle değişik şekillerde tasnif edilmişlerdir. Fakat, bu ayrılıklar, siyasal İslamcı olmak açısından tali konular arasında kalmıştır.243 Kendi aralarındaki nüans farklılığına rağmen, medeni unsurların kabulü bağlamında, kısmi de olsa Batılılaşmak gerektiği

239 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, Toplumsal-Ekonomik-Kültürel Temeller, s. 24. 240 Mümtaz’er Türköne, a.g.e., s. 21, 22.

241 İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi Metinler/Kişiler, s. XV.

242 Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset Makaleler 3, der. Mümtaz’er Türköne/Tuncay Önder, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s. 26, 27.

fikrini kabul etmişler, metot olarak seçmeci-telifçi bir yolu benimsemişlerdir. Batının medeni, ilmi, sınai, fenni üstünlükleriyle İslam’ın kültürel ve ahlakî özeliklerini birleştirmeyi gaye edinmişlerdir.244 Osmanlı Devleti’nde faaliyetlerini bir dönem sürdüren bu fikir akımının bünyesinde, 1912 yılında özellikle İttihat ve Terakki hükümeti düşene kadar milliyetçi ve Türkçü fikir adamları da bulunmuştur. Bu açıdan değerlendirildiğinde İslamcılık akımının ana hedefinin, bütün Müslümanların düşünce, siyaset ve devlet anlamında bir birlik vücuda getirmesinin nasıl mümkün olacağına yönelik olduğu görülmektedir.

İslamcılık akımının mensupları, tıpkı Osmanlıcılık fikir akımının bazı mensupları gibi, siyasal ve toplumsal düzende yaşanan krizlerin en önemli sebebinin Tanzimat hareketleri olduğunu belirtirler. Osmanlı yönetimi tarafından gerçekleştirilen bu sözde yenilik ilkelerinin, dini değerleri üstü kapalı olarak inkar eden bir düzen meydana getirdiğini245 ve yönetim açısından padişahtan alınan bir kısım yetkilerin bürokratlara devredildiğini, İlmiyye sınıfının pasifleştirilmesinden dolayı da, Batılılaşma çalışmaları altında kendilerine rant sağlamaya çalışan bazı bürokratların bu tavırlarını engelleyebilecek bir mekanizma kalmadığını ileri sürmektedirler.246

Devlet yönetimiyle ilgili olarak ortaya koydukları fikirlerde İslamcıların, Meşruti idareyi İslamiyet’in olumlu baktığı bir hükümet şekli olarak değerlendirdikleri, fakat, bu idare şeklinin etkileri ve neticeleri açısından İslamî esaslara uygun olup olmadığı konusunda aralarında ihtilafa düştükleri görülmektedir. Öyle ki, Meşrutiyet taraftarı olanlar bu idare şeklinin Osmanlı Devletine şeriata uygun bir meşveret sistemi getirdiğini ve meşveretin şer’i hikmet ile aklın sentezi olduğunu savunmaktadırlar. Meşrutiyeti onaylamayanlarsa, bu idare şeklinde cemaat kaidesinin gerçekleştirilemediğini, maddi ve manevi olarak taklit edildiğini, gerçek ve İslamî inkişaf kanunun bulunamadığını, bu sebeple de müesseselerini tamamlayamadığını iddia etmektedirler.

Anlaşılan odur ki, İslamcı düşünürler, her ne kadar Kanunu Esasi’den önce de Osmanlı Devletinin ana kanunun zaten var olup bunun Kur’an-ı Kerim olduğu ve

244 İsmail Kara, a.g.e., s.XII, XIII.

245 Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi Makaleler 4, der. Mümtaz’er Türköne/Tuncay Önder, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s. 92, 93.

Kanunu Esasi’nin Osmanlı Devletinin en yüksek kanunu olmadığı hususlarında müttefik iseler de, 1876 Kanunu Esasi’siyle ilgili olarak leh ve aleyhteki fikirlerini beyan etmişlerdir. Lehte görüş beyan edenler, Kanunu Esasi’nin şeraite aykırı olmadığını sadece Osmanlı Devlet Hukuku’nda bir derecelenme seviyesi olduğunu ileri sürmektedir. Aleyhte olanlarsa, Kanunu Esasi’nin bizzat mutlak idare erkanı tarafından alınan bir tedbir olduğunu, dış tesir ve müdahalelerin önüne geçmek için yürürlüğe konulduğunu ve yönetim açısından yetkinin padişahtan alınıp meclise verilmekten ibaret olduğunu iddia etmektedir.

Bu görüşlerden ikincisini ileri sürenlere göre 1909 da yapılan değişiklikler, dağınık fikirli bir ekip tarafından yapılmış ve memleketin ihtiyaçlarının asla dikkate alınmadığı değersiz bir eser olmuştur. Parlamento sistemine, sadece taklide ve şuursuz bir müessese ithali arzusuna dayanılarak, siyasal ve toplumsal hayatımızla bağdaşmadığı halde kurulduğu gerekçesiyle ve siyasal fırkalara da, genel itibarıyla, toplumsal bölünmeyi teşvik eden bir nifak unsuru olması nedeniyle karşı çıkmaktadırlar. Bununla birlikte Muhalefetin 1911 yılında kurulan Hürriyet ve İtilaf fırkası altında birleşmesinden sonra İslamcılar arasından muhalefet cephesini savunanlar çıkmasına rağmen, daha sonraki süreçte fırkacılık aleyhinde bir tutum sergiledikleri görülmektedir.247

İslamcılık akımı 1910 yılında Müslüman Arnavutların milliyetçi Arnavutları desteklemeleri, ardından Trablusgarp ve Balkan Savaşlarında Müslüman unsurların Osmanlı Devleti’nin karşısında yer almaları ve Arap dünyasında da Arap milliyetçiliğini savunan grup ve cemiyetlerin ortaya çıkmasıyla büyük bir sarsıntı yaşamıştır. Bunun üzerine iktidardaki İttihat ve Terakki yönetimi, İttihad-ı İslam siyasetinden vazgeçerek Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği fikrine yönelmek zorunda kalmıştır.

Son zamanlarda ortaya çıkan bu gelişmelerin hemen akabinde, Sırat-ı Müstakim ekibinde bölünme meydana gelmiş, başta Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu olmak üzere bir kısım dergi yazarı Türk yurdu mecmuasını çıkarmaya başlamışlardır. 1913’te de Sırat-ı Müstakim’in yazarlarından Musa Kazım, M. Şemseddin ve Halim Sabit gibi yazarlar İslamcı-Türkçü içeriğe önem veren İslam

Mecmuasını çıkartmışlardır.248 Öyle ki, II. Meşrutiyet dönemi İslamcıların özellikle Batıcılarla (Garpçı) ve daha sonraki süreçte de -farklı şekil ve düzeylerde- Türkçülerle gayet canlı polemikler yaşadıkları249 çalkantılı bir dönem olarak bilinmektedir.