• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

2. FARKLI İKİ MEDENİYET KARŞISINDA SAİD HALİM PAŞA

2.1. İslam-Doğu Medeniyeti

Müslüman toplumların çoğunluğunu temsil eden Osmanlı toplumunun da içinde yer aldığı İslam Medeniyeti, faydalı olan her şeyi insanlığın hizmetine sunmaktan hiçbir zaman kaçınmamış ve gerek Müslüman, gerekse gayrimüslim olsun, bütün toplumların kendilerini geliştirmeleri için teşvik edici bir rol üstlenmiştir.332 Çünkü bu medeniyet, özünde manevi ve ahlaki yetilere önem veren, düşmanlık yerine dostluk ve kardeşlik ilkesini benimseyen siyasal ve toplumsal düzenlerin en olumlu yönlerini harmanlamayı bilmiştir.

Konu bu açıdan ele alındığında anlaşılan odur ki, birey veya toplumun sürekli kendisini geliştirmesini emreden bir dine mensup olan İslam toplumlarının, çağdaşı olan Batılı toplumların bulunduğu seviyeye ulaşamamasının sebeplerinin İslamiyet’te aranması önemli bir hatadır. Çünkü İslam, bütün dinlerden daha çok insanlığın gelişmesini teşvik eder.333 İslam dini tarafından, insanın ve toplumun gelişmesine bu kadar önem verilmesine rağmen, Müslüman toplumlar hala kendini geliştiremiyorsa; bu, dinî hükümlerle ilgili yorumların ve uygulamaların yanlışlığını gösterir. Konuya

331 Said Halim Paşa, a.g.m., s. 415. 332 Said Halim Paşa, a.g.m., s. 414.

diğer bir açıdan bakıldığında Said Halim Paşa Osmanlı toplumu da dahil olmak üzere İslam Medeniyetine mensup olan toplumlarda görülen gerilemenin asıl sebepleri arasında, söz konusu toplumların İslam dinini kabul etmeden önceki batıl inançlarını yaşatmaya devam etmelerini önemli bir kusur olarak saymaktadır. Hatta sırf bu hurafeler yüzünden, İslam’ın gelişme ve ilerleme yönündeki hükümleri de dahil olmak üzere bir çok hükmünün ihmal edildiğini, siyasal ve toplumsal hayatta hurafelere dayanan hükümlerin daha çok rağbet gördüğünü ifade etmektedir.334

İddiaların aksine İslamiyet, mensubu olan toplumların kısa sürede gelişmesini sağlamış ve bu toplumların bazıları tarafından kurulan devletlerin dünyanın en büyük devleti haline gelmesine yardımcı olmuştur. Bu yüzden, son dönemlerde Batı Medeniyeti karşısında bir türlü engellenemeyen gerilemenin sebeplerini İslam’ın esaslarında aramak yerine, bu dine bağlı olan toplumların kusurlu hareketlerinde aramak gerekmektedir. Bir dönem İslam dini esasları, kendi mensupları tarafından tahrip edilmiş ve yanlış yorumlanmıştır. Söz konusu yanlışlıklar, İslam Medeniyetini oluşturan toplumların öncelikle ahlak ve ilim anlayışlarını tahrip etmiş, bunun hemen akabinde toplumda sağlanması şart olan siyasal ve toplumsal düzen bozulmuştur.335 Bu yüzden İslam Medeniyeti içinde yer alan bütün toplumlar, siyasal ve toplumsal düzenlerini İslam dininin hükümlerine göre yeniden düzenleyerek, bireylerin ahlakî ve fikrî açıdan yetişmelerini sağlamalıdırlar. Bu anlayış içinde hareket eden İslam Medeniyetine mensup olan toplumların kendi sorunlarını halledeceğini söylemek mümkündür. Buradan hareketle, kendi sorununu halleden bir toplumun aynı medeniyete mensup, daha az gelişmiş toplumlara destek vermesi beklenebilecektir. Bu anlayışla hareket eden toplumlar, kendi dayanışmalarını tesis edecek ve İslam dininin emirleri doğrultusunda evreni tanıyıp ondan faydalanabilecek duruma gelirlerse, geçmişteki gibi güçlü bir medeniyeti yeniden inşa edebileceklerdir. Ancak bu sayede, İslam Medeniyetinin, “öteki” olan Batı Medeniyeti’nden daha üstün bir medeniyet haline gelmesi mümkün olacaktır.336

Said Halim Paşa’ya göre, İslam Medeniyeti’nin en önemli temsilcisi olan Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi, son dönemlerde devlet kurumlarında yapılan köklü

334 Said Halim Paşa, a.g.e., s. 9, 10.

335 Said Halim Paşa, İslâmlaşmak, s. 15- 17.

değişikliklerle Batılı toplumların ulaştığı ilerleme düzeyine ulaşılması mümkün değildir. İslam Medeniyeti için en sağlıklı gelişme standardı, İslam dini hükümlerine uygun hareket etmekle mümkün olacaktır. Çünkü bu hükümler, Osmanlı Devleti’nin hükmü altında yaşayan bütün milletlerin ortak gaye etrafında birleşmesini sağlayabilecek ve kendi hedeflerini tayin etmelerine yardımcı olacak siyasal ve toplumsal prensiplerin tamamını içeren bir sisteme sahiptir.337

Konu siyasal düzen açısından değerlendirmeye alındığında, asırlar boyunca soya dayalı aristokrasi düzeninin desteklendiği siyasal sistemlerle yönetilen Batı toplumlarında, yönetim şekli olarak demokrasi sisteminin faal hale getirilmeye çalışılması son derece doğaldır. Çünkü, bu durum, sürekli olarak hak ve hürriyeti gasp edilmiş Batılı toplumların, hak ettiği halde kullanamadığı haklarının kendi kullanımına verilmesi için başlattığı mücadelenin bir sonucudur. Fakat soya dayalı aristokrasi anlayışını, en üst düzey devlet yöneticisinin haricinde hiçbir mensubu adına uygulatmamış İslam Medeniyetine mensup toplumlarda, Batı tarzı demokrasi anlayışının uygulanmasıyla gelişmenin sağlanacağı düşüncesi doğal değildir. Çünkü bu, bir toplumun kendi tarzına en uygun biçimde kurduğu toplumsal ve siyasal kurumlarını terk edip, başka bir toplumun müesseselerini taklit etmesi demektir.338

Said Halim Paşa’ya göre, İslam Medeniyetini oluşturan toplumlarda siyasal ve toplumsal alanlarda statü belirlenmesi, ferdin kişisel kabiliyetlerine bağlı olduğu için; üst, orta ve alt sınıf yapılanması vardır. Toplumda farklı meziyetlere sahip olan fertler, kendi meziyetleriyle orantılı olarak hak ettikleri siyasal ve toplumsal statüyü kazanabilirler. Bu statüler, siyasal sistem tarafından bağışlanan haklara göre değil, toplumdaki her ferdin kendi kişisel yeteneklerine göre belirlenmektedir. Bu yüzden bu toplumların, siyasal ve toplumsal düzenlerinde aristokrat ve demokrat unsurlara kendilerine göre belirli bir anlam yükledikleri görülmektedir. Sözü edilen toplumlarda İnsanın uymakla yükümlü olduğu değerler olan ahlak, adalet, dayanışma gibi ilkeler ışığında elde edilecek statülerde demokrat, bu statüleri sunan devlet ve topluma itaat, kanunlara saygı, ananelere bağlılık vb. durumlarda da aristokrat anlayışın geçerliliğine rastlanmaktadır.339

337 Said Halim Paşa, “İslam’da Teşkilat-ı Siyasiyye”, Sebîlürreşâd, c. 20, S. 499, s. 50. 338 Said Halim Paşa, Buhranlarımız, s. 20.

Said Halim Paşa’ya göre; Batı toplumları, İslam Medeniyetinin siyasal ve toplumsal düzende kendi dokusuna göre geliştirmiş olduğu demokrasi ve aristokrasi anlayışını da içinde barındıran bir idare sitemine ulaşmanın yollarını aramaktadır. Hâlâ bu yapılanmayı tam olarak kendi iç bünyesinde sağlayamamış, karşılaşılan sorunlara günü birlik çözümler sunan Batılı toplumların sahip olduğu siyasal ve toplumsal düzenin mükemmel olduğunu düşünmek ve bu alanlardaki uygulamaları birebir taklit etmeye kalkışmak, düşülebilecek en büyük gaflettir. Aynı zamanda söz konusu uygulamalar, Batı Medeniyetinin bugünkü durumunun sebepleri değil, sonuçlarıdır. Kendi bünyesinde demokrasi ve aristokrasi sisteminin dengesini kurmuş olan İslam Devletlerinde özelliklede Osmanlı Devleti’nde bu alanda yapılacak önemli değişikliklerin, toplumda büyük bir kaos ortamının meydana gelmesine sebep olması mümkündür. Zira toplumun önem verdiği ve topluma faydalı olan elit sınıfı kişisel yeteneklerine göre belirleyen toplumsal değerlerin, demokrasi sisteminde korunması ve yaşatılması güçtür. Aynı zamanda İslam Medeniyeti’nde farklı sınıf seviyelerine mensup bireylerin farklı siyasal hakları bulunmadığı için, seçkin sınıf ve halk, aynı haklara sahiptir ve aynı haklardan mahrumdur. Bu durum, İslam toplumlarında veya Osmanlı’da siyasal sistemin yeniden yapılandırılması için, Batı toplumlarında verilen mücadelenin bir benzerinin verilmesi gerektiği düşüncesini tutarsız kılmaktadır.

İslam Medeniyeti’ne mensup toplumlar, Batılı toplumların uygulamakta olduğu demokratik yönetim şeklini farklı bir biçimde uygulamışlardır. Bu toplumlarda elit kesimin haklara saygılı davranması, demokratik davranış sınırlarının genişlemesini sağlamıştır. Aynı şekilde halkın, her bireyin kendi emeğinin karşılığı olarak ulaşmış olduğu makama saygı duyması ve bu makamlara aynı şekilde ulaşma isteği, Batı toplumlarındaki anlayıştan farklı bir elit sınıf anlayışı oluşturmuştur. İslam Medeniyeti en büyük sınıf farklılığını, bireyin kendini ahlakî ve ilmî yönden geliştirmiş olduğu seviyeye göre belirlemiştir. Bununla birlikte toplumda bulunması gereken eşitlik, adalet ve dayanışma kurallarının uygulanmasını sağlayarak toplum içinde manevi bir kardeşlik bağının tesis edilmesine önem vermiştir. Bu yüzden en olumsuz durumlarda dahi, siyasal veya toplumsal alanlarda şiddete dayalı ve ihtilalci bir sistemin kurulmasının yolu kapatılmıştır. Adalet ve ahlak ilkelerine önem verilmesi, birey haklarına riayet edilmesi vb. hususlarda hassas bir tavır sergileyen

İslam Medeniyeti, çatısı altında bulunan toplumların uygulamalarının da hassas olmasına sebep olmuştur. Bu yönde alınan söz konusu tedbirlerin, Müslüman toplumlarda siyasal veya toplumsal ihtilallerin zemin bulmasını engellediği görülmektedir.340