• Sonuç bulunamadı

XIX Yüzyıl Osmanlı Devleti’nin Siyasal Sistemi

1. YENİLİK HAREKETLERİNDE BATI’NIN MODEL ALINMASI

1.1. Yenilik Hareketlerinin Başlatıldığı Dönemde Siyasal ve Toplumsal Durum

1.1.1. XIX Yüzyıl Osmanlı Devleti’nin Siyasal Sistemi

Osmanlı Devlet geleneği, yönetimle ilgili uygulamalarında, tek kişinin yönetimi sonunda ortaya çıkan despot uygulamaların oluşmasına, çoğu zaman müsaade etmemiştir. Siyasal sistemin, her şeye hükmeden totaliter bir rejim anlayışını benimsemediği gibi, sürekli bir değişim ve reform hareketi içerisinde olmaktan da geri kalmadığı görülmektedir.134 Devlet, toplumsal düzenle ilgili yönetim ilkelerinde, her zaman kendini yenileme yoluna gitmiştir. Hanedan üyeleri dışındaki üst düzey yöneticilerin belirlenmesinde dikkat edilen en önemli husus, galip millete mensup olmaktır. Galip milletten olanlara tanınan bu hak, doğaldır ve ancak galip millete mensup olanlar, mağlup milletleri yönetebilirler. Fakat bu tek başına yeterli bir şart değildir. herhangi bir kişinin devletin üst kademesinde görev alabilmesi için, hem galip millete, hem de İslam dinine mensup olması şarttır. Bu nedenle, Müslüman veya gayrimüslim olsun, mağlup millet mensuplarına üst düzey yönetici olma hakkı tanınmamıştır. Bunu fetih hakkı olarak değerlendiren siyasal anlayışın, Müslüman bir Türkmen veya Arnavut’la, Hıristiyan bir Ermeni veya

133 Taner Timur, Osmanlı Çalışmaları İlkel Feodalizmden Yarı Sömürge Ekonomisine, s. 204. 134 Mustafa Armağan, İlber Ortaylı İle Tarihin Sınırlarına Yolculuk, Ufuk Yay., İstanbul, 2001,

Rum’un bu konuda ayrıma tabi tutulmasından yana bir tavır sergilemediği135 anlaşılmaktadır.

Yenilik hareketlerini başlattığı dönemde, kendi toplumuna özel bir siyasi üslupla geliştirdiği siyasal sistemi etkin tutmaya çalışan Osmanlı Devleti, küçük değişikliklerle varlığını sürdürebilmenin yollarını arama gayretinden en kötü şartlarda dahi vazgeçmemiştir. Bu yönde attığı ilk resmi adımlardan birisi de 3 Kasım 1839’da ilan edilen Gülhane Hattı Hümayunu olmuştur. Bu fermanla, devlet yönetiminde ilk defa, toplum tarafından belirlenen bir meclisin yetkilendirilmesi ve devlet yönetiminde etkili olması sağlanmak istenmiştir.136 Bu dönemle birlikte öncekinden daha avantajlı bir duruma ulaşan Hıristiyan tebaanın, siyasal imkânlardan Müslüman tebaadan daha fazla yararlanma137 hakkına kavuştuğu görülmektedir. Özellikle ticari faaliyetlerle ekonomik gelir seviyesini fazlasıyla geliştiren Hıristiyanlar, siyasal sistemde geniş ve güçlü bir imtiyaz hakkına kavuşmuşlardır. Sahip oldukları gücün kendilerine nasıl bir imkan sunduğuyla ilgili bilinçli olan bu kitle, söz konusu dönemde daha fazla imkan elde etmenin yollarını zorlamaktan da hiç vazgeçmemiştir.138

Bu açıdan bakıldığında, Tanzimat yıllarında yenilik hareketlerine verdiği önemi artıran devlet yönetimi, siyasal ve toplumsal alanlarla ilgili geliştirdiği yeni müesseselerle, kurumsallaşmaya ve tüzel kişiliklerin oluşmasına imkan sunmaya çalışmıştır. Siyasal kararlarda belirli bir gücü temsil eden bu tüzel kişiliklerin, ülkenin geneli adına kanun yapma gücü de dahil, devlet yönetimiyle alakalı konularda yetkilendirildiği görülmektedir. Öyle ki, Osmanlı Devleti’nin siyasal sistemi incelendiğinde, Tanzimat dönemlerindeki Osmanlı padişahlarının yetkilerinin, önceki padişahlara göre daha kısıtlı hale geldiği görülmektedir. Bu nedenle, Tanzimat döneminin siyasal ve toplumsal alanlarla ilgili yenilik uygulamalarında karşılaşılan başarısızlıkların merkezine sadece saltanat sistemini oturtmaya çalışmak doğru değildir. Bu dönemde, siyasal sistemde yetkili olan eski ve

135 Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye (çev. Ali Reşşad), Kaknüs Yay., İstanbul, 1999, s. 222. 136 Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri Toplumsal Psikoloji Bakımından Bir Tetkik, s. 167, 168. 137 Engelhardt, a.g.e., s. 222.

yeni kurumlar arasında oluşan rekabet ve çekişmeler, söz konusu başarısızlığın sebepleri arasında sayılmalıdır.139

Bütün bunlarla birlikte görünen odur ki, Batılı Devletlerin geçmişinde görülen feodal düzen yerini güçlü bir merkezi yönetime bırakırken, Osmanlı Devleti’nde, siyasal gücün merkezden bölgelere doğru dağılmaya başladığı görülmektedir. Kuruluşundan yenilik hareketlerinin genelleştirildiği Tanzimat dönemine kadar, gücün merkezde toplanmasını sağlamış olan Osmanlı Devleti, bu dönemde, bölgesel güçlerin kuvvetlenmesini engelleyemez hale gelmiştir. Ayrıca, yönetilen coğrafyanın büyüklüğü, merkezi gücün kendini koruyacak tedbirler almasına engel olan siyasal bir zaaf olmuştur.

Osmanlı Devleti’nin yükseliş döneminden itibaren başlayan ve son dönemlerine kadar yok edilememiş olan farklı milletlerden olma duygusunun, devletin zaafa düştüğü son yıllarda açıkça ifade edildiği görülmektedir. Öyle ki, devletin karşı karşıya kaldığı söz konusu durumdan faydalanmak isteyen çıkar grupları, Osmanlı toplumu için gerekli olan ortak doğrularda birleşme imkanlarını daha da zayıflatmış, devletin ve toplumun genel çıkarları çok kolay ihmal edilir hale gelmiştir.140

Osmanlı devlet yönetimi, bu durum karşısında devlet içinde devlet haline gelen bölgesel güçlerin kuvvetlenmesini kabullenmiş, yürütme gücünü tam olarak kullanamayan Osmanlı Devleti’ne karşı planlanan isyanların sayısı bu dönemde oldukça artmaya başlamıştır. Merkezi yönetim anlayışına son derece zarar vermeye başlayan bölgesel güçlerin etkisinin azaltılması için, devlet yönetimi tarafından eşraf ve ayanlık sisteminin kurulması gibi tedbirler alınmasına rağmen, bu durum engellenememiştir. Bunun sonucunda devlet yönetimi zafiyete düşmüş, merkezi yönetime karşı eyalet valilerinin veya yöneticilerinin yaptırımları daha da artmıştır. Özellikle XVIII. yüzyıl, Osmanlı siyasal sisteminin o güne kadar koruyabildiği merkezi yönetim anlayışının güç kaybetmeye başladığı dönemdir. Bu yüzyıl boyunca merkeze bağlı kalmakla beraber bölgesel ve yerel kuvvetlerin etkinliği çoğalmış,

139 Mustafa Armağan, İlber Ortaylı İle Tarihin Sınırlarına Yolculuk, s. 142, 143. 140 Mümtaz Turhan, a.g.e., s. 176.

merkezi yönetim şeklinde bölgesel güçlerden meydana gelen ve feodal sistemi çağrıştıran yeni siyasal güçler ortaya çıkmıştır.141

Yaşanan olumsuzluklara rağmen devlet yönetimi, siyasal ve ekonomik tıkanıkları gidermek amacıyla yenilikçi birçok atılımı artarda uygulamaya devam etmiştir. Özellikle de, Avrupa’da gelişmiş olan modern ilimleri elde etmek amacıyla yapılan çalışmalara son derece önem vermiş ve toplumun tamamını bir an önce geliştirmek amacıyla bütün imkanlarını kullanmıştır. Ancak üst düzey yönetici ve aydınlar, gelişme yönünde izlenen birçok siyasal kararda olduğu gibi, bu hususta da hataya düşmekten kurtulamamıştır. Henüz bu konuda devletin altyapısı gelişme standartlarına uygun hale getirilmeden, teknik açıdan gerekli olan bilgi birikimine sahip bireyler yetiştirilmeden başlatılan teknolojik atılımlardan142 sonuç alınamamıştır. Öyle ki, yenilik hareketlerinin uygulama sürecinde karşılaşılan en önemli sorunlardan biri olan nitelikli eleman eksikliği yeni uygulamaların sağlıklı yürütülmesini engellemiştir.