• Sonuç bulunamadı

2. SON DÖNEM FİKİR AKIMLARI AÇISINDAN OSMANLI DEVLETİ

2.3. Batıcılık

Batıcılık-Garpçılık akımı, genel anlamda III. Selim’den beri başlatılan Yenilik-Batılılaşma hareketlerinin devamı niteliğinde değildir. Öyle ki, Meşrutiyet öncesi ve sonrasında siyasal ve toplumsal düzenin geleceğiyle ilgili kaygı duyan bütün fikir akımlarının, ülkenin geliştirilmesi adına Batıcı olduğu söylenebilir.

Bununla birlikte, II. Meşrutiyetin ilan edildiği yıllarda Batıcılık kavramının çatısı altında kendini ifade etmeye çalışan mütefekkirlerin “İçtihad” dergisinde düşüncelerini ifade ettikleri görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin düştüğü darboğazdan Batılılaşmakla kurtulacağını öne süren bu mütefekkirler, Garplılaşmanın nasıl mümkün olacağını, bunun yolunun ve metodunun nasıl olması gerektiğini fikirlerinin temeli yapmışlardır. En önemli temsilcileri arasında Dr. Abdullah Cevdet, Celal Nuri ve Kılıçzade Hakkı sayılabilir. Bu düşünürlerin fikirleri belirli bir düzen dahilinde gelişmiş olmamasına rağmen, genel anlamda Batıcılık akımının akılcı bir temele dayandığı250 görülmektedir. Öyle ki, Osmanlı Devleti’nin devamı niteliğinde ki Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisinin önemli unsurlarının Garpçılık akımının fikirleri doğrultusunda belirlendiği bilinmektedir.

Batılılaşma üzerinde yapılan tartışmaların başlangıç sebebi olarak görülen251 bu akımın ifade edildiği İçtihad dergisi Dr. Abdullah Cevdet’in bazen ortağı olarak, bazen de sahibi olarak 1904 yılında İsviçre’de, 1905 yılında Mısır’da ve 1910 yılından itibaren de İstanbul’da yayınlandığı görülür. İlk olarak İsviçre’de yayın hayatına giren İçtihad dergisinde Osmanlı Devlet yönetiminin ağır ifadelerle eleştirilmesi, derginin İsviçre’de yayınlanmasının yasaklanma sebebi olmuştur. Daha sonra Mısır’da yayınlanan derginin, Osmanlı hanedanının gerekli olmadığına dair

248 İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi Metinler/Kişiler, s. XXX. 249 Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Cereyanı, s. 68.

250 Tarık Zafer Tunaya, Hürriyetin İlanı, İkinci Meşrutiyetin Siyasal Hayatına Bakışlar, Baha Matbaası, İstanbul, 1959, s. 73.

251 M. Şükrü Hanioğlu, “Batılılaşma”, İslam Ansiklopedisi, TDV Yay., İstanbul, 1992, c.5, s.148, 149.

yazısı nedeniyle, İttihat ve Terakki yönetimi ile anlaşmazlığa düştüğü görülmektedir. II. Meşrutiyetin ilanından iki yıl sonra İstanbul’da çıkarılmaya başlanan İctihad dergisi, bu seferde din aleyhtarı yazıları nedeniyle, 1913 yılında -başka bir isimle de yayınlanmamak üzere- kapatılmış, ancak, 1918 yılının sonlarına doğruda yeniden yayın hayatına girmiştir.252

Özellikle İstanbul’da yayınlandığı dönemlerde Batılılaşma düşüncesinin merkezi haline gelen İçtihad dergisinin yazar kadrosunun; Materyalizm, Pozitivizm, Darvinizm ve Freudizm gibi Batı’da gelişmiş olan akımların etkisinde kaldıkları anlaşılmaktadır.253 Bu düşünürlere göre, köle gibi sadakat göstermekle ve batılı toplumlardaki bazı uygulamaları taklit etmekle değil, siyasal ve toplumsal düzende yapılacak radikal değişikliklerle batılı tarzda ilerleme sağlanabilir. Sadece yüzeysel olarak ilan edilen Meşrutiyetle Osmanlı Devleti’nin kurtuluşu sağlanamayacaktır. Osmanlı Devleti’nde asıl yapılması gereken şey, her şeyiyle Batılılaşmayı sağlayacak köklü bir toplumsal inkılaptır. Ancak bu inkılap sayesinde, toplumda görülen hurafeler, softalık, sahte dervişlik vb. gerici unsurlara son verilerek gerçek manada bir Garplılaşma sağlanabilecektir.254

Batıcı aydınların en önemli simalarından biri olan Abdullah Cevdet, İçtihad dergisinde yayınladığı yazılarda; İslam Aleminin Avrupa’ya buğz ve düşmanlık ettiğini ve Avrupa’dan gelen iyi şeyleri dahi reddettiğini belirtmektedir. Öyle ki, Avrupa’ya düşman olmanın gereksiz olduğunu ve Osmanlı vatandaşlarının asıl düşmanının, kendi ataleti, cahilliği ve fakirliğiyle birlikte, kendi taassubu ve geleneklerine aşırı bağlılığında aranması gerektiğini savunduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra Batı’nın Osmanlı toplumu için öğretici olduğunu ve Batı’yı sevmenin ilmi terakkiye, maddi ve manevi kuvvete ilgi duymakla aynı anlama geleceğini belirtir.

Osmanlı devlet ve toplumunun, gerek isteyerek gerek zorla Batı’yla ilişkilerini geliştirmek durumunda olduğunu ileri süren Abdullah Cevdet, Batılılaşma çalışmalarında yalnızca Avrupa tekniğinin alınmasını yeterli görmemekte ve kültürel

252 M. Şükrü Hanioğlu, “Abdullah Cevdet”, İslam Ansiklopedisi, TDV Yay., İstanbul, 1988, c.1, s.91, 92.

253 M. Şükrü Hanioğlu, “Batılılaşma”, İslam Ansiklopedisi, s.149- 151.

254 Tarık Zafer Tunaya, Amme Hukukumuz Bakımında İkinci Meşrutiyetin Siyasal

açıdan da her yönüyle Batı’nın takip edilmesinin gerekli olduğunu savunmaktadır. Bu nedenle sadece siyasal sistemde yapılan değişikliklerin yeterli olmayacağını, toplumun her yönüyle Batılılaşması gerektiğini ifade etmektedir. Ona göre, Doğu düşüncesi tarafından söylenenler yanlış değildir. Fakat, Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya kaldığı durum açısından değerlendirildiğinde önemli olan şey, doğrunun değil faydalının tercih edilmesidir. Çünkü hayatta en büyük hakikat, hayat kavgasıdır.

Batılılaşma hususunda toplumda fikri bir değişiklik yapılması gerektiğine inanan Abdullah Cevdet, Batı düşüncesini topluma tanıtmak amacıyla özellikle Shakspeare ve Gustave Le Bon’un eserlerinin ilk tercümesini yapanlardandır. Eğitim konusunda Batılılaşmış, “biyolojik materyalizme” dayalı eğitim anlayışını savunduğu gibi, döneminde uygulanan dini ağırlıklı eğitim modelindense eğitimsizliği daha uygun görmekte, dinin devre dışı bırakıldığı bir eğitimle Batı düşüncesinin daha çok yaygınlaşacağını savunmaktadır.

Batıcılık düşüncesini savunduğu ilk zamanlar, geleneksel unsurlardan faydalanılması fikrini benimseyen Abdullah Cevdet zamanla bu yöndeki fikrini değiştirmiş ve geleneksel özelliklerin tekamül edemediğini, bu unsurlardan bir araç olarak dahi faydalanma imkanının kalmadığını iddia etmiştir. Öyle ki, “Mükemmel ve Resimli Adab-ı Muaşeret” kitabında Avrupa örf ve adetlerini Osmanlı toplumuna tanıtmaya çalışması, ileri sürdüğü fikirlerdeki ısrarcılığının örneği olarak görülmektedir.

Siyasal sistemde halkın yönetime iştirak etmesinin gerekli olmadığını, fakat, yönetimi denetleyebilecek seviyede olmasının gerekliliğini savunan Abdullah Cevdet’in, özellikle geleneksel değerleri terk etme fikrinin, bizzat kendisinin öncülük ettiği Garpçı düşünürlerin bir kısmı tarafından dahi sert eleştirilere maruz kaldığı anlaşılmaktadır.

Balkan Savaşlarının oluşturduğu etki neticesinde, “Şime-i Muhabbet ve Şime-i Husumet” taraftarları olarak farklı kanatlara ayrılan Batıcılardan Abdullah Cevdet ve taraftarları Osmanlı’nın Avrupa’yla kuracağı ilişkilerin muhabbetle

yürütülmesini savunurken, Celal Nuri Bey ve taraftarları bu ilişkilerin husumetle yürütülmesinden yanadır.255

Batıcılık fikir akımının önemli olan diğer bir ismi Celal Nuri’de, Avrupa’ya karşı modernleşmenin gerekliliğine inanlardandır. Fakat, ona göre, bu modernleşmenin sağlanabilmesi için, faydalı gelenek ve göreneklerden ve İslam’ın toplumsal içeriğinden yararlanılmasında mahsur yoktur.

1912 yılından itibaren Tanin ve Hak gazeteleriyle birlikte İçtihad dergisinde makaleler yazan Celal Nuri (1882-1936), 1914 yılı başlarında Abdullah Cevdet ile aralarında oluşan fikir ayrılığı nedeniyle İçtihad dergisinden ayrılıp Hürriyet-i Fikriye dergisinde yazmaya başlamıştır. 1916 yılında İkdam gazetesinde başyazarlık yaparken aynı zamanda Edebiyat-ı Umumiye dergisini çıkarmış, 1918 yılından itibaren de “Ati” gazetesini, 1919’da Ati gazetesi kapatılınca da, “İleri” gazetesini çıkartarak, Batıcılıkla ilgili fikirlerini kaleme almaya devam etmiştir.

Siyaset, hukuk, tarih, din, dil ve edebiyat gibi alanlarda eserleri olan ve bir çok ülkeyi gezme imkanı bulan Celal Nuri din konusunda, zamanla dinin esaslarıyla ilgisi olmayan toplumsal geleneklerin dine dahil edildiğini ve bunların çoğalarak dini ilkelerin hakikatini örttüğünü savunmaktadır. Öyle ki, dinsizliğin ve din aleyhtarlığının dine sonradan dahil olan söz konusu eklemelerden kaynaklandığı kanaatini taşımaktadır.

Osmanlı toplumunda kadının ikinci plana itildiğini ve bu durumun İslam’ın kendisinden değil de mensuplarının anlayış ve yorumlarından kaynaklandığını belirterek, kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmelerine, çok eşliliğe ve resmi nikah memuru tarafından kıyılmayan nikah törenlerine karşı çıkmaktadır. Sadece mahkeme kararıyla boşanan eşlerin boşanmalarının geçerli olması gerektiğini belirtir.256 Batıcı aydınlar arasında önemli bir sima olan Celal Nuri’nin, genel olarak İslam özel olarak da Osmanlı devlet ve toplumlarının mevcut siyasal ve toplumsal meseleleriyle ilgili olarak gerekli gördüğü her konuda fikirlerini açıkça ortaya koyduğu görülmektedir.

255 M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal

Neşriyat, İstanbul, 1966, s. 357- 372.

256 Recep Duymaz, “Celal Nuri İleri”, İslam Ansiklopedisi, TDV Yay., c. 7, İstanbul, 1993, s. 242- 244.

İctihad dergisinin yazar kadrosunda yer alan, Kılıçzade Hakkı’da Batıcılık akımının önemli simalarındandır. 1912 yılında yaşanan Balkan mağlubiyeti üzerine, Garpçıların programı ve Atatürk inkılaplarının taslağı niteliğindeki “Pek Uyanık bir Uyku” başlıklı yazısının İçtihad dergisinde yayınlanmasıyla Garpçıların saflarına katılmıştır. Kılıçzade Hakkı, Dr. Abdullah Cevdet ile Celal Nuri’nin ayrılmasından sonra Celal Nuri ile birlikte hareket etmiş ve 1914’ten itibaren Hürriyet-i Fikriye gazetesinde yazmaya başlamıştır. O, Abdullah Cevdet aleyhinde yazı yazmadığı gibi, Celal Nuri’yi de dinle ilgili fikirlerinden dolayı eleştirmiştir.

Osmanlı Devleti’nin gerilemesine neden olan softalık, dervişlik ve batıl itikatlarla mücadele edilmesi gerektiğini, geri kalmışlıktan kurtulmak için mevcut yapıda köklü değişiklikler yapılmasının zorunlu olduğunu ve tesettürün kaldırılarak kadınların özgür olması gerektiğini savunan Kılıçzade’nin, dinin gaye değil vasıta olduğunu, milletlerin hayatına din yerine fen, sanat ve milliyet fikrinin hakim kılınması gerektiğini ifade ettiği görülmektedir. 1926 yılında yazdığı “Peygamberler Dedesi İbrahim” adlı kitabında ise, dünyanın ve insanın evrim kanunları neticesinde oluştuğunu, hangi alanda olursa olsun ilmi esaslara dayanmayan hiçbir görüşün kıymetinin olmadığını belirtmektedir.257

Osmanlı Devleti’ne bağlı gayr-ı müslim unsurların önemli bir kısmının ayrılmış olmasına rağmen, Balkan Savaşlarından sonra Osmanlılık düşüncesini gündeme getiren bazı Batıcıların, bu düşünceyi canlandırmak istedikleri görülmektedir. Ermeni, Kürt ve Arap unsurlarının tamamının eşit olduğu fikrini savunup, bu unsurların kendi menfaatlerini sadece Osmanlı kaldıkları sürece koruyabileceklerini ileri sürmüşlerdir.

Batıcılar arasında İslam fikrine ve birliğine en çok yer veren Celal Nuri’nin, Osmanlılık formülüne sadık kalmakla beraber, bir cemiyetin birlik ve beraberlik içinde yaşaması açısından dinin, özellikle de İslam’ın önemli bir fonksiyona sahip olduğunu kabul ettiği görülmektedir. Fakat o, İslam’ın bir gericilik ve İttihad-ı İslam’ın da taassup eseri olarak kullanılmasına karşıdır. Öyle ki, İttihad-ı İslam her şeyden önce toplumlar arası bir kardeşlik ve mensubu olan toplumların tamamını temsil eden manevi bir milliyettir.

257 Celal Pekdoğan, “Kılıçzâde Hakkı”, İslam Ansiklopedisi, TDV Yay., c. 25, Ankara, 2002, s. 415, 416.

Bununla birlikte insanın din için değil, dinin insan için olduğunu savunan Kılıçzade Hakkı, Batıcılık akımı adına kaleme aldığı yazılarında hurafe ve softalığa karşı savaş açmış, mevcut İslam anlayışında reforma gidilmesinin zaruri olduğunu, eğer reform yapılmazsa İslam dininin ve bu dine mensup olan toplumların yaşadığı sıkıntıların devam edeceğini ileri sürmüştür.

Batıcı düşünürlerin Osmanlı Devleti’nde yükselmeye başlayan milliyetçilik cereyanları karşısında, birbirinden farklı reaksiyonlar geliştirdikleri görülmektedir. Celal Nuri -kurulan yeni milli devletlerin varlığını da göz önüne alarak- çağın milliyet asrı olduğunu, Osmanlı Devleti içinde de Türklere milliyet fikrini telkin etmek gerektiğini, fakat bunun hilafet ve saltanat makamlarını kuvvetlendirmek maksadıyla ve aşırılığa düşmeden yapılması gerektiğini belirtir. Öyle ki, milliyetçilik politikası dini politikaları reddetmemelidir.

Bahsedilen fikirlerin aksine, yine Batıcı düşünürler arasında yer alan Süleyman Nazif, bu konuda katı bir tutum sergilemiş ve Türkçülük fikrine Çengiz hastalığı adını vermiştir. Süleyman Nazif, Osmanlı Devleti içinde Türk ırkının üstünlüğünün kabul ettirilmesinin hayal ürünü olduğunu, Osmanlı Türk’lerinin damarlarında Osmanlı kanı taşıdıklarını, Osmanlılığın kendine has bir ırkı, lisanı ve rabıtası bulunduğunu ileri sürmüş ve Türkçülük akımının yayılmasının Osmanlı Devletine zarar vereceğini ifade etmiştir. 258

Anlaşılan odur ki, önceki fikir akımlarının mensuplarında görüldüğü gibi, Batıcıların da genel fikirlerinde, memleket, hudut, toplum unsurlarından daha ziyade, Batılılaşmanın en önemli kıstası olarak görülen ilim ve irfan temelinin kurulması üzerinde durulmaktadır. Bununla birlikte, bu düşünürlerde Müslüman milletlerin Türk’lerle birlik içinde yaşadıkları Osmanlı Devleti’nden ayrılmamaları gerektiğini, zira bu toplumların hepsinin birbirine muhtaç olduğunu belirtmektedirler.

258 Tarık Zafer Tunaya, Amme Hukukumuz Bakımında İkinci Meşrutiyetin Siyasal