• Sonuç bulunamadı

3.4. Varlık Vergisi ve Uygulaması

3.4.2. Varlık Vergisi'nin Tahsilat Süreci

Varlık Vergisi'nde vergi matrahları, yerel hükümet memurları, belediye meclislerinin temsilcileri ve ticaret odaları temsilcilerinden oluşan yerel komisyonlar tarafından belirlenmiştir (Zürcher, 2009: 294). Dönemin İstanbul Defterdarı Ökte, 1942 yılının Eylül ayında Maliye Bakanlığı'ndan gelen yazıda,

"Harb ve ihtikȃr dolayısıyla kazanılan fevkalȃde kazançları kanunların vergilendirmemekte olduğunu, bu sebeple, bilhassa ekalliyetlerin büyük servetler iktisȃb ettikleri belirtildikten sonra, piyasada acele tetkikat yaptırılarak, kimlerin bu şekilde fevkalȃde kazanç temin ettiğinin tesbiti, ekalliyetlerin ayrı bir cetvelde gösterilmesi gerektiğini", ifade etmektedir (Ökte, 1951: 45).

Dolayısıyla Ökte'ye göre, Varlık Vergisi Kanunu daha kabul edilmeden önce Maliye Bakanlığı'ndan gelen talimat üzerine cetveller hazırlanmıştır. Kişiler ve kuruluşlar, savaş yıllarında elde ettikleri Maliye Müfettişleri tarafından saptanan, kazanç ve servet miktarları üzerinden, komisyonların takdiri ve tahmini olarak saptadıkları matrah üzerinden vergilendirilmiştir (Koçak, 2017: 487-488). Ancak Kayra'ya göre matrahın tahmini ve takdiri şekilde saptanmasının sebebi, hükümetin kısa sürede sınırdaki askere ve kentlerde geçim derdi çekenlere yardımının gerekmesidir. Üstelik piyasadan mal kaçırdığı düşünülen vurguncuların kendi mallarını olduğu gibi beyan etmeyecekleri de ortadadır (Kayra, 2018: 196).

Maliyeciler özellikle büyük kentlerde vergiyi tarh ederken keyfȋ olmaktan kurtulmak için bazı standartlar geliştirmeye çalışmışlardır. Meslekleri savaş içindeki kazançlara göre sınıflara ayırmışlar, Müslümanların vergisini saptarken verdikleri kazanç vergisinin 1-3 katı arasında kalmasına; gayrimüslimlerin vergisinin ise kazanç vergisinin 2-3 katı arasında kalmasına dikkat etmişlerdir. Tekeli ve İlkin'e göre, Saraçoğlu bu saptanan vergi miktarını gayrimüslimlerde 5-10 kata çıkartarak onaylamıştır (Tekeli ve İlkin, 2016: 44). Aktar, Tek Parti döneminin bürokratik yapısının toplum hakkında bilgi toplamak konusunda geri olduğunu, bu sebepten Varlık Vergisi'nde "zenginliği gözler önüne seren" ve "itibar sahibi" gibi subjektif ölçütlerle verginin tahakkuk edildiğini ifade etmektedir (Aktar, 2014: 180).

Maliye Vekaleti, mükelleflerle ilgili ilk tahmin cetvellerinin dört ayrı grupta toplanmasını talep etmiştir. Bu gruplar, M: Müslüman grup, G: Gayrimüslim azınlıklar, D: Dönmeler, E: Ecnebiler olarak tanımlanmıştır (Boratav, 2006: 336). Vergi uygulamasında, M.G.D.E grupları arasındaki uygulama, vergi oranlarında her bir grup için farklılaştırılarak gerçekleştirilmiştir. Boratav'a göre, Müslümanlar ve ecnebiler bu

matrahın 1/8'ini, dönmeler 1/4'ünü, gayrimüslimler ise 1/2'sini vergi olarak ödemişlerdir. Böylece, azınlıklar Türklerden dört misli daha ağır oranda vergilendirilmiştir. Ancak Türkler vergi borçlarının büyük bir kısmını ödediği halde azınlıklarda ödenen vergiler, tahakkukun %60-%65'i arasında kalmıştır. Tahakkuku yapılan Varlık Vergisi toplamının %60'ı, toplam tahsilatın ise %55'i azınlıklara aittir (Boratav, 2006: 336, 341).

Kayra ise aslında Türklerin varlık açısından gayrimüslimlerin gerisinde olmasından dolayı, bu oranların Müslüman ve gayrimüslimlerin varlıkları için adil olabileceğini belirtmektedir. Büyük sermaye sahiplerine tarh edilen vergilerin miktarlarının yüksek olduğunu ve bu grupta gayrimüslimler olduğu kadar Türklerin de bulunduğunu ifade etmektedir. Onun hesabına göre, adam başına tahakkuk edilen vergi miktarı, Müslümanlarda 6.102 iken gayrimüslim ve yabancılarda 5.326'dır; dolayısıyla, bu verilen oranlar gerçeği yansıtmamakta, hatta bu oranlara göre Müslümanların gayrimüslimlere nazaran kişi başına daha fazla vergi borcuna girdiği görülmektedir. Ancak, o dönemde gayrimüslimlerin Türklere nazaran daha varlıklı olması, vergi ödeyen gayrimüslim kişi sayısını arttırmıştır (Kayra, 2018: 181-186). O dönemde İstanbul Ticaret Odası'na kayıtlı iş adamlarının %83'ü (6.102 kişi) gayrimüslim iken, %13'ü (1.384 kişi) Türk'tür. Dolayısıyla o dönemde yabancılar ve gayrimüslimler Türklere nazaran bir hayli zengindirler (Kayra, 2018: 189).

Varlık Vergisi sonucunda tüm Türkiye'de vergilendirilen mükellef sayısı toplamda 114.368 olup, tarh edilen vergi 465.384.820 liradır. Tarh edilen verginin 109.986.481 lirası terkin edilmiş; dolayısıyla, toplamda 314.920.940 lira tahsil edilmiştir (Kayra, 2018: 54). Tüm Türkiye'de Varlık Vergisi tahsilatının tahakkuka oranı %74,3 olarak gerçekleşmiştir. İstanbul'da ise mükellef sayısı toplamda 62.575 (toplamın %54'ü) olup, tarh edilen vergi 317.275.642 (toplamın %68'i) liradır. Toplamda 221.307.508 (toplamın %70'i) lira tahsil edilmiş; dolayısıyla İstanbul'da tahsilatın tahakkuka oranı %69,7 olarak gerçekleşmiştir (Aktar, 2014: 140).

Ökte, İstanbul için 200 milyon liralık tahsilat yapılacağını tahmin ettiklerini, Ankara'nın bu oranı 5-10 kat arttırmaya çalıştığını ifade etmektedir (Ökte, 1951). Ancak Kayra, İstanbul'da tüm gayrimüslimlere tahakkuk edilen verginin tamamının 199 milyon olduğunu ve 130 milyonun tahsil edildiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla bu iddia da Kayra'ya göre geçerliliğini yitirmektedir (Kayra, 2018: 194). Nitekim Tabak'ın çalışmasına göre, İstanbul ve İzmir gibi kozmopolit şehirlerin aksine Anadolu'nun iç kesimlerine gidildikçe Varlık Vergisi'ni ödeyenlerin Müslüman Türkler olduğu ortaya

çıkmıştır. Çalışmanın sonucunda Aydın ve Afyon illerinde vergisini ödeyenler arasında gayrimüslimlerin ağırlıklı olmadığı anlaşılmış, hatta Aydın ilinde vergiyi ödeyenlerin hepsinin müslüman olduğu ortaya çıkmıştır (Tabak, 2015: 292-293). Kimi sosyal bilimciler Varlık Vergisi'ni itiraz hakkı olmaması sebebiyle eleştirmişlerdir (Akar, 1987: 154). Ancak Kayra'ya göre o dönemin savaş dönemi olduğu unutulmamalıdır. Maddi hatalar düzeltilmiş, nispetsiz oldukları yönetim tarafından kabul edilen tarhiyatlar düşürülmüştür. Aynı şekilde dönemin Toprak Mahsulleri Vergisi'nde köylünün itiraz hakkının bulunmamasına herhangi bir tepki gösterilmemiştir (Kayra, 2018: 200-201).

Tarh edilen verginin yarısından azını ödeyen veya hiç ödemeyenlerin takibe alınarak Aşkale'ye gönderilmesine karar verilmiştir. Bu uygulamadan hastalar, sakatlar, ödemeyi yapmakta kararlı olanlar, kadınlar, 55 yaşın üstündekiler ve 18 yaşın altındakiler muaf tutulmuştur. Bu liste, vergisi en yüksekten başlayarak en az olana doğru işlemiştir (Yalçın, 2012: 326-327). Ancak Boratav'a göre, Türk-azınlık ayrımının bir örneği, verginin hizmet erbabı ve küçük esnafa da uygulanacağı, Maliye Bakanlığı tarafından kararlaştırılmış olmasına rağmen, bu gruplardan sadece azınlık olanlara karşı uygulamaya geçilmiş olmasıdır. Azınlık-Türk ayrımının hȃkim olduğu bir diğer uygulama ise, çalışma mükellefiyetine sadece gayrimüslimlerin tȃbi tutulması ile gerçekleştirilmiştir. Kanunen verginin ödenmesi için tanınan on beş günlük süre iki hafta daha uzatıldıktan sonra borcun tamamını ödemeyenlerin kamplarda toplanarak Aşkale'ye yollandıkları görülmektedir. Varlık Vergisi yürürlükte olduğu süre içinde sevk için kampa alınanların sayısı 2057, Aşkale'ye sevk edilenlerin sayısı ise 1400 tır. İstanbullu azınlıklar yaklaşık olarak bunların %90'ını oluşturmaktadır. Bunların 21'i ise Aşkale'de vefat etmiştir (Boratav, 2006: 341-342). Sadece İstanbul'da 40.000'i aşkın mükellefin vergisini ödemediği düşünüldüğünde, Aşkale'ye gönderilenlerin sayısının kısıtlı tutulduğu görülmektedir (Akar, 1999: 90). Bali ise, Türk- azınlık ayrımının ortaya çıkmasında özellikle Musevi tüccarların hedef alınmasının etken olduğunu ifade etmektedir (Bali, 2005: 45-48). Ayrıca vergisini ödemeyen Türklere karşı hiç bir yaptırım uygulanmamış, herhangi bir şekilde çalışma mükellefiyetine tȃbi tutulmamıştır. Limited şirketlerdeki gayrimüslim ortaklar iflas ettirilecek oranda vergilendirilmiş, müslüman ortaklar ise vergilendirilmemiştir (Bali, 2017: 450).