• Sonuç bulunamadı

Varlık Vergisi'ne Giden Süreç ve Verginin Çıkarılması

3.4. Varlık Vergisi ve Uygulaması

3.4.1. Varlık Vergisi'ne Giden Süreç ve Verginin Çıkarılması

Türkiye, II. Dünya Savaşı boyunca savaşa dahil olmamak için değişen konjonktüre bağlı olarak farklılıklar içeren bir dış politika izlemiştir. Savaş döneminin zorlu koşullarında dış politikayla uğraşmak zorunda kalan Türkiye, iç politikada da ekonomik zorlukları göğüslemek zorunda kalmıştır. Savaş nedeniyle üretime yönelik nüfusun büyük bir kısmı silah altına alınmış, ithalat durma seviyesine gelmiştir. Dönemin zorluklarından faydalanarak halkın sırtından para kazanarak, servet yapan savaş zenginleri türediği görüşü halk arasında yaygındır (Baş, 2006: VI). Bu dönemin en fazla iz bırakan uygulamalarından olan Varlık Vergisi’nin nedenlerinden biri, savaşın ekonomi üzerindeki etkilerinden dolayı ortaya çıkan savaş zenginlerini vergilendirmedeki yetersizlik, diğeri de, devletin olağanüstü artan harcamalarını,

bütçede açık vermeden ve dolayısıyla da enflasyona neden olmadan, yeni bir gelir kaynağı ile karşılayabilmektir. Vergiyle bir yandan, bütçe açıklarını kapatmak için sıkça başvurulan emisyona son verilmek istenmiş ve piyasadaki mevcut para miktarının azaltılması amaçlanmıştır. Diğer bir amaç da, piyasadaki mal yokluğunu belirli ölçüde ortadan kaldırmak olmuştur. Servet sahiplerinin vergilerini ödeyebilmek amacıyla, ellerindeki malları birden piyasaya sürecekleri ve dolayısıyla da fiyatların bu şekilde düşeceği düşünülmüştür (Koçak, 2017: 476).

1942 yılı, Türkiye'nin savaş dönemi politikalarında önemli bir dönüm noktasıdır. 7 Temmuz 1942 tarihinde Başbakan Refik Saydam'ın ani ölümüyle birlikte yeni başbakan seçilen Şükrü Saraçoğlu ekonomide farklı bir politika izlemeye başlamıştır. 1942 yılında milli savunma harcama göstergesi 1938 yılına göre %342 artış göstermiş, toptan eşya fiyatları endeksi ise %339,6 yükselmiştir. Enflasyondaki ve tedavüldeki para miktarındaki bu artış, hükümet tarafından büyük ölçüde ticaret kesimindeki fırsatçıların vurgun yapmasına bağlanmıştır (Tekeli ve İlkin, 2016: 24,39). Boratav, bu süreçte görülen vurgun ortamının, CHP iktidarı altında ve büyük ölçüde onun sayesinde oluştuğunu iddia etmektedir (Boratav, 2015: 97). Clark'a göre ise, bu maliyet artışlarının büyük bir kısmı doğrudan Türkiye'nin Avrupa'ya olan ekonomik bağımlılığından kaynaklanmaktadır. 1930'larda Atatürk tarafından başlatılan kalkınma programına rağmen, Türkiye, temel gıda, giyim, barınak ve katı yakıt ürünlerinden çok azında kendi kendine yetebilme becerisine sahiptir (Clark, 1972: 205).

Tek Parti döneminde tüccarların II. Dünya Savaşı'nda sağladıkları birikim önemli boyutlara ulaşmış ve bu durum burjuvazi ile bürokrasi arasındaki ittifakın çözülmesinde önemli bir etmen olmuştur. Genel kıtlık ve yoksulluk atmosferi içinde, birilerinin büyük vurgunlar yaptığı kanısı, bu savaş zenginlerinin vergilendirilmesi gerektiğini ve bu sayede savaşın yarattığı ekonomik sıkıntıların toplumda adilane bir şekilde yüklenilmesini sağlayacağı düşüncesini yaygınlaştırmıştır (Koçak, 2017: 476; Keyder, 2015: 143). II. Dünya Savaşı, Türk vatandaşlarının çoğu için ekonomik anlamda gerileme anlamına geldiyse de, toplum içinde bunun istisnaları da bulunmaktadır. Karaborsanın yaygınlaşması ve devletin ekonomiye büyük ölçüde müdahalesi, bu durumu istismar etmeye müsait sınıfların (büyük çiftçi, ithalatçı, tüccarlara ve devlet ihaleleri ile ruhsat işlemlerini elinde bulunduran memurlara) büyük kazançlar elde etmesini sağlamıştır. Bu savaş vurguncularına karşı hükümet, halkın öfkesini azaltmak amacıyla Kasım 1942'de Varlık Vergisi'ni çıkarmıştır (Zürcher, 2009: 294).

Maliye Bakanı Fuat Ağralı, Varlık Vergisi çıkarılmadan önce 26 Mayıs 1942 tarihinde TBMM'de yaptığı bütçe konuşmasında fevkalȃde kazançların vergilendirileceğini şu sözlerle belirtmiştir:

"Yeni vergi ve zam hususunda son olarak fevkalȃde kazançlardan alınacak vergi hakkındaki lȃyihaya temas edeceğim. Sermayenin normal gelirinden ziyade fevkalȃde ahval ve şeraitten faydalanarak elde edilen büyük kazançları yalnız normal zamanlara mahsus vergiye tutmakla iktifa edilmesinin adalet icablarile telif edilemiyeceği meydandadır. Arzettiğim lȃyiha, bu düşünceyle hazırlanmıştır. Esası hiç bir itiraza mütehammil olmıyan bu mevzuda tereddüd sebebi olabilecek yegane nokta fevkalȃde kazancın tespitindeki isabet derecesidir. Takdim ettiğimiz lȃyihadaki hükümlerle bunu azami derecede temin için tatbikini mümkün gördüğümüz bütün tedbirlere müracaat edilmiştir." (Cumhuriyet Gazetesi, 26 Mayıs 1942: 2).

9 Kasım 1942 tarihinde 6/4067 sayılı tasarıda TBMM'ye sunulan, 11 Kasım'da kabul edilen ve 4305 sayılı Varlık Vergisi Kanunu'nun gerekçesine göre bu verginin

"gelir ve varlık sahiplerinin ve fevkalȃde kazançları üzerinden alınmak ve bir defaya mahsus olmak üzere" uygulanacağı belirtilmiş ve amacının da "kazanç ve gelir sahiplerini ve daha ziyade iktisadȋ şartların darlığından doğan güçlükleri istismar ederek elde ettikleri kazançları ile mütenasip (orantılı) vergi vermeyenleri"

vergilendirmek olduğu öngörülmüştür (Yetkin, 2019: 123; Koçak, 2017: 481).

Varlık Vergisi Kanunu'nun oylamasına TBMM'de 429 azadan 350'si katılarak, tasarıyı oy birliğiyle kabul etmişlerdir. Oturuma katılıp kabul oyu verenler arasında Ermeni kökenli Berç Türker (Afyonkarahisar), Rum kökenli İstamat Özdamar (Eskişehir) ve daha sonra Demokrat Parti'yi kuracak olan Adnan Menderes (Aydın), Fuat Köprülü (Kars), Refik Koraltan (İçel) ve Ali Fuat Cebesoy (Konya) bulunmaktadır. Toplantıya katılmayan 76 isim arasından ise Fethi Okyar (Bolu), Celal Bayar (İzmir), Yahudi kökenli bağımsız milletvekili Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı (Niğde), Rum kökenli bağımsız milletvekili Nikola Taspas, Hüseyin Cahit Yalçın ve Hasan Ȃli Yücel gibi isimler bulunmaktadır (Tekeli ve İlkin, 2016: 43).

Verginin tasarısı Meclis'te konuşulurken Kȃzım Karabekir, "varlık" deyiminde aşırılık anlamı bulunmadığını, oysa bu verginin aşırı kazanç sahiplerinden alınacağını; o yüzden adının "Aşırı Kazançların Vergisi Kanunu" olarak değiştirilmesi önerisinde bulunmuştur. Ancak, Geçici Komisyon Sözcüsü Şinasi Devrim "varlık" deyiminin yerinde olduğunu belirtmiş, Karabekir bu teklifinde ısrarcı olmamıştır (Goloğlu, 2017: 186).

17 maddeden meydana gelen yasaya göre; büyük çiftçiler, 2.500 lira gelir getiren ya da değeri en az 5.000 lira olan taşınmaz mal sahipleri ve duruma göre şirket ortakları

vergiden mesuldür. Kimin ne kadar vergi vereceği o yerin en büyük mülkȋ ȃmiri, mal memuru, tacirler ve belediyeden seçilen üyelerden oluşan bir komisyonca belirlenecektir. Bu komisyonun belirleyeceği vergi tutarına itiraz olanağı tanınmamıştır ve verginin 15 gün içinde ödenmesi gerekmektedir. 15 günlük sürede ödenmezse, 2 hafta içinde faizi ile birlikte ödenecek; vergi ödenmezse veya ödenemezse yükümlü zorunlu çalışma kamplarına gönderilecektir. Zorunlu çalışma durumunda kalanlara ödenecek paranın yarısı vergi borcu olarak kesilecektir. Vergi mükellefinin; eşinin, birlikte oturduğu ana, baba ya da çocuklarının verginin alınmasını sağlamak amacıyla malvarlığına el konulabilecektir (Yetkin, 2019: 123).

Maliye Bakanı Fuat Ağralı'ya göre çıkarılan bu yasayla temelde şu hususların gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır: a- Enflasyonla mücadele için tedavülden para çekmek b- Savaş yıllarında "çok para kazanmış olanlardan" vergi almak c- Devlet gelirlerini artırmak. Şükrü Saraçoğlu ise Varlık Vergisinin amacını TBMM'de aynen şöyle açıklamaktadır:

"Bu kanun ile takip ettiğimiz hedef tedavüldeki (dolaşımdaki) paraları azaltmak ve memleket ihtiyaçlarımıza karşılık hazırlamaktır. Bu böyle olmakla beraber bu kanunun tatbikinden, Türk parasının kıymetlenmesi, muhtekirler üzerinde toplanan halk buğzunun (düşmanlığının) silinmesi, vergileri ödemek için bizzazure (ister istemez) satışa çıkarılacak malların fiyatlarında bir itidȃl (yumuşama) husule getirmesi gibi tali faydaların tahassül etmesi (ortaya çıkması) de imkȃn haricinde addedilemez" (Karabulut, 2005: 326).

Akar'a göre, Şükrü Saraçoğlu'nun ekonomide ağırlığın Türklere verilmesi kararını almasıyla ilk kez 1940 yılının kasım ayında CHP'nin gizli oturumunda gündeme gelen Varlık Vergisi, sadece iktisadi değil, siyasi ve kültürel açılardan da önemli bir uygulama olarak kabul edilmektedir. Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu ve Maliye Bakanı Fuat Ağralı'dan oluşan dar bir kadro tarafından hazırlanan Varlık Vergisi teknik düzeyde detaylı bir şekilde Meclis'te tartışılmamıştır (Akar, 1992: 9). Vergi kanunu, baş mimarı olan Saraçoğlu'nun direktiflerinden hareketle Maliye Vekili Fuat Ağralı ve özellikle müsteşar Esat Tekeli ve Teftiş Kurulu başkanı Şevket Adalan tarafından hazırlanmıştır. Kanun metnine azınlık-Türk ayrımının lafzen girmemesinde ve verginin Türk mükelleflere de uygulanmasında profesyonel maliyecilerin katkısı sezilmektedir. Ancak Boratav'a göre, kanun metnine ve resmi demeçlere hiç bir biçimde yansımayan din ve ırk ayrımı vergi uygulamasında belirgin bir nitelik haline gelmiştir (Boratav, 2006: 334).

Başbakan Saraçoğlu, 5 Ağustos 1942 günü TBMM'de okuduğu hükümet programında enflasyon için alınacak ekonomik tedbirleri açıkladıktan sonra sözlerini şu şekilde sonlandırmıştır:

"Arkadaşlar, biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal (en az) o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz ve her vakit bu istikamette çalışacağız...İktisadi ve siyasi sahalarda devletçilik, fertçilik ve kooperatifçiliğe bırakılan sahalar o kadar geniştir ki, bunlar arasında bir menfaat çarpışması asla olmayacak ve ilerde de olmaması için de daima dikkatli ve hesaplı yürüyeceğiz. Bizde imtiyazlar ve sınıflar asla mevcut olmadı. Demokratlık Türk tarihinin derinliklerinden yuvarlanıp gelen büyük bir hakikattir. Biz halkçı idik, halkçıyız ve daima da halkçı kalacağız. Tek partili bir devlet kurmuş olmamız başlıca bu büyük hakikate dayanıyor. Biz ne sarayın, ne sermayenin ne sınıfların saltanatını istiyoruz. İstediğimiz sadece Türk milletinin hȃkimiyetidir." (Ayın Tarihi, 1942: 31-32; Aktar, 2004: 82-83).

Başbakan Saraçoğlu mecliste yaptığı Varlık Vergisi'nin kabulünden iki gün önce gizli oturumda Faik Ahmet Barutçu'nun şahitliğine göre CHP grubuna Varlık Vergisi Kanunu'nu şöyle sunmaktadır:

"Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz. İstanbul'daki gayrimenkullerin Türklere intikalini yine bu sayede temin edeceğiz. Gayrimenkullere tarh edilecek vergilerin ancak dörtte biri Türklere tahmil edilecektir." (Karabulut, 2005: 327).

Ancak Saraçoğlu, basın mensuplarıyla konuşurken bu ithamları kabul etmediğini, Varlık Vergisi ile sadece çok kazananın vergilendirilmek istendiğini belirtmiştir (Tekeli ve İlkin, 2016: 42).

İttihat Terakki Cemiyeti üyesi Jön Türklerin hedefi olan milli ekonomi, milli burjuvazi yaratma çabaları yeni Türk devletinin kuruluşunda, Mustafa Kemal ve Kemalist aydınların zihinlerinde egemen olan düşüncedir (Çamurcuoğlu, 2009: 168). Dolayısıyla, kimi sosyal bilimciler Varlık Vergisi Kanunu'nun, temelleri Osmanlı Devleti'nin son döneminde atılmış ve daha sonrasında devlet politikası haline gelmiş "Türkleştirme politikalarının" bir parçası olduğunu iddia etmektedir (Aktar, 2004: 82). Ancak bazı sosyal bilimcilere göre ise, Varlık Vergisi noktasında bu şekilde düşünmek kolay bir hükümdür, bu vergi zaruret sonucunda salınan bir savaş vergisidir. Her ne kadar uygulamada birtakım sıkıntılar çıkmış olsa bile bu verginin dönemin faşist rejimleriyle bağdaştırılması doğru değildir (Ortaylı ve Küçükkaya, 2017: 168).