• Sonuç bulunamadı

1.4. Araştırmanın Sınırlılıkları

2.1.1. İdeoloji Olarak Faşizm

Sosyal bilimciler tarafından 19. yüzyıl "ideolojiler çağı" olarak değerlendirilmektedir. 18. yüzyıl boyunca kapitalist sistemin, sanayileşmenin, Aydınlanmanın ve Amerikan ve Fransız devrimlerinin ortaya çıkardığı ekonomik, sosyal ve siyasal dönüşümlerin bir ürünü olarak siyasal ideolojiler filiz vermiştir. Kitlelere mȃl olan, kitleleri harekete geçiren siyasal düşünceler manasında modern siyasal ideolojilerin ortaya çıkması 19. yüzyılda gerçekleşmiştir (Tok, 2015: 169) Nitekim, Fransız Devrimi ile birlikte ortaya çıkan ideoloji kavramının yaratıcısı olan Antoine L. C. Destutt de Tracy, bu kavramı "düşüncelerin bilimi" olarak tanımlayarak, onu felsefi ve bilimsel disiplinlerin temeline oturtmuştur (Özbek, 2000: 9). Ona göre, tüm bilimlerin üstünde yer alan ideoloji kavramı, bütün bilimler, düşünceler ve düşünceler arası ilişkilerin ürünü olarak tüm bilimlerin kaynağını oluşturmaktadır. Kısacası De Tracy, günümüzde bilim olarak adlandırılan kavramı ideoloji kavramına yüklemiştir. Ancak zaman içinde ideoloji kavramı De Tracy'nin kullanımından farklı anlamlara bürünerek değişikliğe uğramış, hatta zaman zaman olumsuz anlamlarda bile kullanılmıştır (Örs, 9: 2014).

İdeoloji kavramına yönelik olumsuz yargıların kaynağında onun gerçeklik ile ilişkisizliği bulunmaktadır. İdeoloji, kimi sosyal bilimciler tarafından gerçeklik ile ilişkisi olmayan veya gerçeği manipüle etmeye çalışan düşünceler bütünü olarak tanımlanmış ve onun bir yanılsamadan ibaret olduğu öne sürülmüştür (Arslan, 2004: 44). Bu bağlamda ideolojiye olumsuz anlam yükleyen Alman kökeni, Hegel ve Marks ile başlayarak Mannheim'dan Habermas'a kadar uzanmaktadır. Bu ekole göre, toplumlar istikrarlı bir oydaşma sayesinde bir arada bulunmaktan daha çok, çatışmayla parçalanan ve değişen oluşumlar olarak görülmektedir (McLellan, 1999: 21). Nitekim, Marks'a göre, ideoloji kavramı, "sınıf çıkarlarına hizmet eden mistifikasyon" bağlamında kullanılmıştır (Barrett, 2000: 7). Özellikle Marks ve Engels'in "Alman İdeolojisi" isimli

eserlerinde ideoloji kavramı için "ters dönmüş imge" metaforu kullanılarak, ideolojinin maddi gerçekliğin tersi veya karşıtı olduğu ifade edilmiştir (Marks ve Engels, 1992: 42).

Eatwell'e göre, ortaya çıkışından günümüze kadar ideoloji kavramı literatürde, siyasal düşünce olarak ideoloji, inançlar ve normlar olarak ideoloji, dil, semboller ve mitler olarak ideoloji, ve seçkin gücü olarak ideoloji olmak üzere dört farklı kategoride ele alınmıştır. Bu yaklaşımları tamamen birbirinden ayırmak mümkün olmamakla birlikte özellikle ideoloji inançlar ve normlar ve dil, sembol ve mitler olarak ele alan yaklaşımlar gücün kullanımı bağlamında birbiriyle ilişkilendirilmektedir. Ancak bu dört kategori ideoloji kavramına yönelik farklı yaklaşımlara işaret etmektedir (Eatwell, 1996: 3).

İdeolojiyi kabaca beş farklı tarzda tanımlayan Eagleton, ideolojinin toplumsal hayattaki fikir, inanç ve tutumları belirleyen genel maddi bir süreç olduğunu belirtmiştir. Daha dar anlamda ise ideolojiyi, toplumsal açıdan önemli, belirli bir grubun veya sınıfın içinde bulunduğu durumu, hayat deneyimlerini ortaya koyan inanç ve fikirler olarak betimlemiştir. Ancak ideoloji sadece bir tür kolektif ve simgesel kendini ifade biçimi olmamakta, çıkar çatışması durumlarında toplumsal grupların çıkarlarının meşrulaştırılması ve desteklenmesi anlamına da gelmektedir. Eagleton'a göre, ideoloji ayrıca, egemen ideolojilerin yöneticilerin isteklerine göre bir toplumsal birlik sağlanmasına ve basit fikirlerin yukarıdan halka benimsetilmesine yardımcı olduğu varsayımlarını da içermektedir. İdeolojinin son tanımı ise, yanlış veya aldatıcı inançlar üzerinde vurguyu korumakta, ancak bu inançların egemen sınıfın çıkarlarından değil, toplumun bir bütün olarak maddi yapısından kaynaklandığını savunmaktadır (Eagleton, 1996: 55-57).

İdeolojiler, iktidarı kötüye kullanma biçimlerinin haklı çıkarılabildiği, meşrulaştırılabildiği, göz yumulabildiği ya da kabul görebildiği ilkeleri sağlamaktadır. Başka bir ifadeyle, ideolojiler grup pratiklerinin başlangıcı ve sonu, kaynağı ve amacıdır; dolayısıyla grubun ve grubun iktidarının yeniden üretimi (ya da diğer grupların iktidarına meydan okuma) doğrultusunda anlam kazanmaktadır. Geleneksel olarak "egemen ideolojiler" terimi egemen gruplar tarafından kendi egemenliklerinin yeniden üretimi ya da meşrulaştırılmasıyla görevlendirilen ideolojilerden söz ederken kullanılmaktadır (van Dijk, 2003: 48).

Mardin, ideoloji kavramının belirli bir siyasal düşünürün fikirlerinin sistematiğinden ibaret olmadığını belirterek, bu kavramın kitle toplumunun belirmesiyle beraber ortaya çıkan inanç ve tutumları belirttiğini ifade etmiştir. İdeoloji bu bağlamda,

"idare edilenlerin arasında yaygın, yönlü, fakat sınırlı, belirsiz fikir kümelerinden" oluşmaktadır (Mardin, 2015a: 16). Bu anlayışa göre, her rejimin kendine ait bir ideolojisi olduğu kabul edilmekte ve bu bağlamda sosyal bilimciler tarafında daha çok ideolojinin bir toplumsal gerçeklik olarak ne tür işlevleri olduğu araştırılmaktadır (Kazancı, 2002: 57). Bir dünya görüşü olan ideolojilerin birçok işlevi bulunmaktadır; bu işlevlerden ilki, ideolojilerin insanlara dünyanın anlaşılması ve açıklanmasında bir bakış açısı sağlamasıdır. İdeolojilerin bir diğer işlevi, mevcut siyasal ve sosyo-ekonomik sistemleri şekillendirmeleridir. Ayrıca, ideolojiler, kendi değer ve ilkelerine bağlı siyasal ve sosyo-ekonomik sistemleri meşrulaştırma işlevine de sahiptir. İdeolojilerin bir diğer işlevi ise, kişiye bir ortak kimlik sağlayarak, aynı ideolojiye sahip kişiler arasında bir aidiyet hissi geliştirmesi ve dayanışma duygusu yaratmasıdır. Son olarak ideolojiler, bireylerin davranışlarını yönlendiren ve tutumlarını belirleyen değer ve ilkeleri sağlayarak, bireylere ortak bir yol haritası çizmektedir (Tok, 2015: 174-175).

Kallis, ideal tip faşist ideoloji modellerinin, savaşlar arası dönemde faşizmin incelenmesinde önemli olduğunu belirtmekte, fakat iktidardaki faşizmin açıklanmasında gerekli ama yetersiz olduğunu iddia etmektedir. Ona göre, faşist rejimlerin doğası faşist ideolojinin temel özelliklerine dayanarak değil; faşistlerin yönetimi devralış biçimleri, seferber ettiği toplumsal destek, yönetimdeki faşistlerin güç odaklarına ve seçkinlere vermek zorunda oldukları tavizler ve resmi ideolojinin şekillendiren etkenleri açıklayarak anlaşılabilmektedir (Kallis, 2015: 349). Örs'e göre ise, faşizmi ilk bakışta bir ideolojiden daha çok bir rejim biçimi olarak düşünmek daha doğru gibi görünse de, bu yönetim biçimlerinin ortaya koyduğu bir dünya görüşünün olduğu dikkate alındığında, onun bir ideoloji olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Mussollini kendi rejimini "totalitarizm" olarak isimlendirirken veya 1919 yılında liberalizm ve sosyalizme karşı bir duruş olarak İtalya'da "faşist" hareketi örgütlerken; kendisini diğer ideolojilerden soyutlamış ve kendi toplum ve siyaset modelini geliştirmiştir. Dolayısıyla, her ideolojinin birey doğasını ve tarihsel süreci açıklama biçimi olduğu ve ideal bir sosyo-politik yapı öngördüğü göz önünde bulundurulduğunda faşizmi bir ideoloji olarak ele almak gerektiği ortaya çıkmaktadır (Örs, 2014: 482).