• Sonuç bulunamadı

1.4. Araştırmanın Sınırlılıkları

2.1.5. Faşist Devlet ve Faşist Rejim Unsurları

Faşizm ideolojisinin öğelerinden birisi kutsal olarak kabul gören, egemen ve otoriter olan faşist devlettir. Toplumdaki tüm güçlere hükmeden devlet, aynı zamanda onları sıkı bir denetim altından tutmaktadır. Faşizmde devlet, sosyal, siyasal, ahlaki ve ekonomik tüm alanlara ve yapılanmalara müdahale etmeye yetkili ve muktedirdir (Macit, 2009: 75). Sternhell, faşist devrimin temel taşının totaliteryanizm6 olduğunu vurgulamakta, totaliteryanizmin en saf örneğinin faşist devlette buluştuğunu ifade etmektedir. Yeni bir medeniyet, yeni bir insanoğlu tipi ve yepyeni bir yaşam biçimi yaratma amacıyla ortaya çıkan faşizm, devlet müdahalesinden bağımsız kalabilecek hiçbir insani faaliyet alanı bırakmamaktadır (Sternhell, 2015: 102-103).

Faşist rejimi şekillendiren en önemli etken, ideolojinin içeriğinin "radikal" mi yoksa "muhafazakȃr" mı olduğudur. Rejimin birbirinden farklı sosyo-politik güçlerden oluştuğu durumlarda bu iki unsurdan hangisinin baskın olduğu belirleyici olmaktadır. Örneğin Mussolini ve Hitler, geniş liberal ve muhafazakȃr grupların desteğini almış olsalar da ideolojik bünyesinde faşist bileşenin hȃkim olduğu mutlakıyetçi rejimler kurmakta başarılı olmuşlardır (Kallis, 2015: 355-356). Faşizmin rejim-modelinin değerlendirilmesindeki ikinci kriter, yurt içindeki siyasal konsolidasyondur. Bu kriter, devletin resmi kurumları, karar alma süreçleri ve sistem içindeki muhalif kutuplar üzerinde tam bir kontrol sağlanmasını ifade etmektedir (Kallis, 2015: 362). Bir rejimin profilini şekillendiren üçüncü etken, politika belirleme süreçlerinin doğası ve uzun vadeli çerçevesinden ibaretken; dördüncü etken ise politika belirleme süreçlerinin uzun vadedeki hedefleri ve kapsamından meydana gelmektedir (Kallis, 2015: 368, 372).

Faşizm, kişileri birey ya da bir sınıf mensubu olarak tanımlamamakta; popülist söylemle birlikte kişiyi, halkın ve kitlenin bir parçası olarak görmektedir (Woodley, 2010: 2). Faşist devlet, liberal devletin birey anlayışını kabul etmemekte, bireyin sosyal kurum ve kuruluş içinde yer aldığında anlam ve değer kazandığını savunmaktadır. Bu bağlamda bireye anlam ve değer kazandıran durum, bireyin toplumsal hayattaki

6Linz, bir sistemin totaliter olarak nitelendirilebilmesi için gerekli olan şartların; "bir ideoloji, kitlesel bir

tek parti ile diğer mobilize edici örgütler, iktidarın geniş bir seçici çevreye hesap verme durumunda olmayan ve iktidardan kurumlaşmış barışçı yöntemlerle uzaklaştırılamayan bir kişide ve yardımcılarında veya küçük bir grupta toplanmış olması" olduğunu belirtmektedir (Linz, 2008: 35).

fonksiyonudur. Devletin amacına hizmet eden bir araç konumunda olan bireyin en önemli görevi çalışmaktır. Faşist devlette bireyin devlete karşı öne sürebileceği hakları bulunmamaktadır. Önemli olan bireyin haklarının olmasından ziyade bireyin devlete karşı yerine getirmekle sorumlu olduğu görevleridir. Ayrıca, birey devlete karşı yerine getirdiği sorumluluk ile değer kazanacağından, insanlar arası eşitlikten söz etmek mümkün olmamaktadır. İnsanların sosyal fonksiyonlarına göre sınıflandırılması, insanlar arasında değer bakımından bir hiyerarşiye kaynaklık etmektedir. Faşizmde önemli olan eşitlik değil, insanlar arasındaki eşitsizliğin korunuyor olmasıdır (Göze, 2011: 347-348).

Hitler Almanyası, Mussolini İtalyası'nın en katıksız örneklerini oluşturduğu faşist devlet, Chatelet'e göre, liberal devletin özel bir formudur. Ona göre, liberal devletin klasik liberal düşünceye ve Hegelci devlet teorisine bağlı olarak iki formu bulunmaktadır. İlki, Fransız Devrimi'nin çağdaş düşünürlerinden, doğal hukuk teorisyenlerinden, Amerikan ve Fransız İnsan Hakları Bidirileri'nden önemli ölçüde etkilenmiştir. İkincisi ise, Hegel'in "Hukuk Felsefesinin Prensipleri" adlı eserinde ortaya koyduğu devlet teorisinden esinlenmiştir. Çoğu siyaset bilimci, Hegel'i devletçiliğin bir savunucusu olarak görmüştür; ancak o, o dönemde liberal Almanya'daki bir çeşit anayasalı monarşinin temsilcisidir. Bu yaklaşıma göre, faşist devlet, yalnızca kendi özüne indirgenmiş liberal devlettir; çünkü liberal devlet, mülkiyet sahiplerinin serbestçe birleşmelerini en azından otoriter bir pratiği kapsamaktadır. İster doğrudan doğruya ister dolaylı olarak olsun, mülkiyet sahiplerinin ortaya koyduğu birlik, temeldeki otoriter pratikleri saklama gereği duymamaktadır. Doğal hukuk yönünden yapılan her türlü kısıntı ve cezalandırma hakkı bir rejimin faşistleştirilmesinin önemli belirtilerindendir (Chatelet, 2016: 96-100).

Faşist devlet, kapitalist devlet tipolojisine ait olan bir devlet biçimi olarak ona özgü çizgiler taşımaktadır. Siyasal bir bunalıma tekabül etmesi sebebiyle faşist devlet, özgül bir rejim biçimi ve olağanüstü devlet formudur. Kapitalist bir formasyonun ortak karakterdeki siyasal bir bunalıma tekabül ettiği ölçüde askeri diktatörlük, Bonapartizm gibi kapitalist devletin olağanüstü biçimine, kendisi dahil öteki rejim biçimleriyle ortak hareket sunmaktadır. Bu rejim biçimleriyle, özgül bir sınıf ilişkisi ve siyasal bunalıma tekabül ettiği ölçüde farklılıklar göstermektedir (Poulantzas, 2016: 361-362). İktisadi ve siyasal alanların belli ölçüde de olsa birbirinden ayrılması ve devletin egemen sınıflar karşısında göreli bir özerkliğe sahip olması gibi özellikleri, bir olağanüstü devlet biçimi olan faşist devlettin de bünyesinde barındırması mümkündür. Dolayısıyla faşist devletin

iktisadi alanda tekelci kapitalizmin hegemonyasının sağlanmasında üstlenmiş olduğu işlev, müdahaleci devlet formundadır. Faşizmi burada farklılaştıran temel unsur ise, müdahalenin yoğunluğundan ziyade, müdahalenin biçimleri ve onu hangi araçlarla gerçekleştirdiğidir (Çoban, 2015: 289-290).

Devletin ideolojik aygıtlarını etkin bir biçimde kullanan faşist devlet, bu aygıtların önemli bir bölümünü kamu görünümü statüsüne getirmiş ve bu aygıtların devletin diğer aygıtları karşısında sahip olduğu göreli özerkliği ortadan kaldırmıştır. Devlet, hegemonyanın yeniden düzenlenme sürecinde iktidarın belirli aygıtlar arasındaki dağıtımını kesin bir biçimde kısıtlamış; devlet, kendi hegemonyasını kurmaya çalışan gruplar bünyesindeki özel bir aygıt tarafından sıkı bir biçimde denetlenmesini sağlamıştır. İdeolojik aygıtlara getirilen kısıtlamayla birlikte toplumdaki tüm sınıflara uygulanan baskı ve şiddetin ölçüsü de önemli bir biçimde artmıştır. Bu yoğunlaşmış ideolojik müdahalenin ardında yalnızca belirli bir ideolojik bunalım durumunun çözülme kaygısı değil, aynı zamanda egemen ideolojinin örgütlenmesi gerekliliği de bulunmaktadır. Faşist devlet örneklerinde, özellikle de faşist iktidarların ilk dönemlerinde en etkin biçimde kullanılan aygıt, parti olmuştur (Çoban, 2015: 290- 291).

Faşist devletin temel öğelerinden birisi olan faşist parti, toplumdaki çıkar çatışmalarına son verme, sınıflar arası çatışmayı dindirme, ekonomik ve siyasi anlamda düzeni sağlama fonksiyonlarını görmektedir. Korporatif yapıdaki faşist parti, duygulara hitap edilmesi bağlamında dini bir birlik olarak görülmüş ve ona katılmak bir dini kabul etmek gibi algılanmıştır. Böyle bir algılamanın doğal bir sonucu ise, faşist partinin siyasal bir yapılanmadan öte manevi bir birliğe tekabül etmesi olmuştur. Öyle ki bu partinin haricinde başka bir partinin varlığı, kendini anti-liberal ve anti-demokrat olarak tanımlayan faşist doktrine ters düşmektedir. Faşist doktrin anti-liberaldir, zira bütün bireysel özgürlüklere karşıdır; anti-demokrattır, çünkü bünyesinde kendisinden başka hiçbir siyasal yapıyı barındırmamaktadır (Macit, 2009: 80).

Faşist devletin en temel koşullarından birisi tek partili bir yönetim sisteminin oluşturulmasıdır. Faşist rejimdeki tek parti yönetimi, meşru politik faaliyetin tek partiye tanınan tekeli olarak karakterize edilmektedir. Buradaki meşru politik faaliyet, iktidara geçme için girişilen rekabet ve aynı zamanda icraat planının ve teşkilatlanma planının tespitine katılma bağlamında kullanılmıştır. Tek bir parti politika faaliyeti tekeline haiz olunca, devlet ayrılmaz bir biçimde ona bağlanmaktadır (Aron, 1976: 65-66). Bu sayede siyasal alan sosyal, ekonomik, kültürel ve diğer alanları kontrol edebilir bir hale

gelmektedir. Ayrıca bu yapı, devlet erkini tamamen ele geçirmenin farklı düşünceleri ve muhalefeti bastırabilmenin, hatta yok etmenin yegane yoludur. Faşist devlette yönetimde olan tek parti ile devlet bütünleştirilmekte, böylece tüm devlet görevlerine parti mensupları atanmakta, parti ideolojisiyle devlet ideolojisi aynılaştırılmaktadır. Buna ek olarak, yasama ve yürütme erklerinin yanında yargı erki de kontrol altında tutulmakta, parti tekeline alınmaktadır. Organizmacı toplum anlayışını benimseyen faşizmin amacı, devlet ile bütünleşmiş parti aracılığıyla sivil hayatın tüm alanlarına nüfuz ederek tek tip yaşayan, tek tip eğlenen insanlardan oluşmuş, yaşamın tüm alanları birleştirilmiş "total" bir toplum yaratmaktır. Toplumu oluşturan bireyler, birlikte ve benzer olmanın mutluluğu içinde, topluma ve liderlerine karşı sorumluluk ve görevlerinin bilincinde devletin uygun gördüğü biçimde yaşayacaktır. Dolayısıyla toplum dış etkilerden uzak tutularak, kontrol altındaki basının verdiği haberlerle bilgilendirilerek, devlet-parti tarafından sürekli denetlenebilecektir (Örs, 2014: 496- 497).

Faşizmde değerlerin en kutsalı olarak devlet görülmüş; ancak İtalyan Faşizminde amaç olan devlet, Alman Nazizminde kısmen de olsa araç olarak algılanmıştır. İtalyan Faşizmindeki devletin kutsallığını Mussolini'nin şu sözlerinden anlayabiliriz: "Faşizmde

herşey devletin içinde yer alır. Devletin dışında insani ya da manevi varlık yoktur, yani hiçbir şey değer taşımaz... Devlet dışında fertler, siyasi partiler, sendikalar, halk sınıfları ve diğer gruplar düşünülemez." (Mussolini, 2016: 10). Alman Nazizminde

devletin bir araç olarak algılanmasının sebebi Hitler'in bakış açısıdır. Hitler, devleti Mussolini'nin aksine kendi kendisinin bir amacı olarak görmemekte, devletten ziyade Alman halkını ön plana çıkarmaktadır (Macit, 2009: 75). Hitler'in bu düşüncesini Kavgam adlı eserindeki şu sözlerinden anlayabiliriz:"Nasyonal Sosyalist Irkçı Devleti'n,

en esaslı ve en büyük gayesi, devletin temeli olanların terbiye, tahsil ve muhafazasından ibaret olmamalı ve aynı zamanda da ırkın unsurlarını sadece ırk unsuru olduklarından dolayı teşvik, terbiye ve tatbiki hayat için hazırlamakla yetinmemelidir. " (Hitler, 2005:

350). Dolayısıyla buradan Nazizmin devlet algısının ırkçı bir devlet olduğu anlaşılmakta, bu bağlamda Nazizmdeki devlet algısının hem İtalyan Faşizmindeki devlet algısından hem de liberal devlet anlayışından farklılaştığı görülmektedir.

Faşist rejimler ile faşist rejim unsurları arasında ayrım yapmak gerekmektedir. Bir dizi faşist rejim unsurunun ortaya çıktığı totaliter ve otoriter rejimler söz konusu olabilmektedir; ancak bir faşist rejimden söz edebilmek için, faşist rejim unsurlarının faşist bir hareket ve ideolojinin yönetimi altında bütüncül bir şekilde eklemlenmesi

gerekmektedir. Her baskıcı ve otoriter rejimin faşizm olarak etiketlemesi, faşist rejimin otoriterliğe indirgeyerek onun etkisini azaltmak anlamına gelmektedir (Bora, 2015a: 141).

Faşist İtalya ve Nazi Almanyası 1918 sonrası Avrupa'da kurulan diğer otoriter rejimlerle kıyaslandığında, bu rejimlerin yeni milli düzen yaratma kararlılığı taşıyan popülist nasyonalist sistem dışı bir devrimci hareket ile iktidarın ele geçirilmesi sürecinin doğrudan ürünü olmadığı görülmektedir. İki savaş arası dönemde Avrupa'da ortaya çıkan faşist hareketlerin iktidara gelmesi, yönetici seçkinlerin alt gruplarının ya da onların askeri temsilcilerinin yardımları sayesinde olmuştur. Hedefleri ise, Faşist İtalya'dan ve Nazi Almanyası'ndan farklı olarak, var olan sınıf yapısını ya da geleneksel değerlerin temellerine zarar vermeden güçlü yönetimi tesis etmek olmuştur. O dönemde kitle siyaseti tüm Avrupa'da etkin hale geldiğinden, çoğu otoriter lider, popüler meşruiyeti sağlamak için, hegemonya inşasında son derece başarılı olan faşizmi ve de Nazizmi taklit etmiştir. Bu rejimleri nitelemek için literatürde "faşistleştirilmiş", "faşizan", "sözde faşist", "proto -faşist", "yarı-faşist" ve "para-faşist (para öneki gerçek faşizmin saptırılması ve başkalaşmasını anlatmaktadır)" gibi kavramlar kullanılmıştır. Griffin'e göre, para-faşist bir rejimin özellikleri, siyaset tarzında ritualistik olması, iyi örgütlenerek lider kültüne bağlı olması, palingenetik söylemi kullanması, para-militer bütünlüğüyle korku verici hale gelmesi, dinamik gençlik örgütlerine sahip olması ve devlet-partinin monolitik bir yapıda birleşmesidir. Yugoslavya'da Başbakan Stojadinovic dönemi, Litvanya'da Smetona dönemi, Letonya'daki Milli Devrimci İşçiler ve Letonya Milli Sosyalist Partisi, Yunanistan'da eski Genelkurmay Başkanı Mexatas'ın kurduğu Milli Gençlik Örgütü, Portekiz'de Carmona liderliğindeki geçici askerȋ diktatörlük ve Salazar dönemi ve İspanya'daki Franco dönemi iki savaş dönemi Avrupa'daki para-faşist hareketlere örnektir (Griffin, 2014: 198-203).