• Sonuç bulunamadı

1.4. Araştırmanın Sınırlılıkları

2.1.4. Faşizmde Toplumsal Sınıflar

Faşizm belli bir sınıf tabanından doğmakta ve köktenci bir dönüşüm hareketinin başarısızlığı üzerine inşa edilmektedir. Faşizm, mevcut statü yapısını ve bu yapıdaki dengeleri bozma tehdidini taşıyan toplumsal evrime bir reaksiyon olarak ortaya çıkmakta ve bu evrimi tersine çevirmeyi toplumsal yapıyı somutlaştıran eski değerleri ve sembolleri muhafaza etmeyi vaat etmektedir. Aynı zamanda kitleleri, eski sistemin yanlışlarını barındırmayacak yeni bir devlet kurma hedefine doğru harekete geçirmektedir. Ancak faşizm kategorisi, siyasi diktatörlük ve işçi sınıfının baskı altında

tutulmasına indirgendiği takdirde parlamenter olmayan bütün kapitalist rejimlere yapıştırılabilecek bir etiket olmaktadır (Keyder, 2015: 138).

Sosyolojik açıdan faşizm, ağırlıklı olarak kendini tehdit altında hisseden küçük burjuvaziye, onların içinden de özellikle küçük mülk sahiplerine yönelik bir söylem pratiğidir. Lider prensibi, otoriteye vurgu, milliyetçilik ve günah keçisi felsefesi bu kesime toplum içerisinde hiçbir zaman sahip olamadıkları özgüven duygusunu sağlamıştır. Faşizmin şiddet pratiği, bireysel sefaletlerinin gerçek nedenlerini çözümleyemeyen bu kesim için, onlara her zaman birilerinin üstünde olma garantisini vaat etmektedir (Okyayuz, 2012: 386). Gramsci faşizmi bir küçük burjuva kitle hareketi olarak, kentsel ve kırsal işçi sınıfı örgütlerine karşı muhafaza için ortaya çıkan, sermayedarlar ve toprak sahiplerinin desteğini kazanan bir hareket olarak tanımlamaktadır. Ona göre, faşizm işçi sınıfı örgütlenmesini hedef almıştır. Orta sınıfın kapitalist krizle birlikte faşizme meylettiğini ve devrimci güçleri zayıflattığını belirten düşünür, bu davranışın devlet güçleri zayıf olan proletarya ve sermaye arasında kalmış büyük bir köylü kesimi olmak üzere geniş bir ara sınıf katmanı barındıran çevresel kapitalist devletlerin (İtalya, Polonya, İspanya, Portekiz gibi) tipik bir özelliği olduğunu belirtmektedir (Gramsci, 1926: 124-127).

Ancak faşizmin özünde bir orta sınıf hareketi olduğu iddiası, faşist diktatörlerin toplumsal işlevini veya sınıfsal niteliğini açıklamamakta ve faşizmin orta sınıfların taleplerini karşılamadığı gerçeğini göz ardı etmektedir (Köves ve Mazumdar, 2018:25). Guerin ise "Faşizm ve Büyük Sermaye"(1936) adlı eserinde, faşist rejimde özerkliğini koruyabilen kesimin büyük iş çevreleri ve büyük toprak sahipleri olduğunu belirtmektedir. Faşizm büyük sermaye sahiplerinin kullandığı bir araçtır. Faşist devlet öncelikli olarak işçi sınıfını hedef almakta, ücretlerini düşürmeye, sendikalarını ortadan kaldırmaya, grev hakkını engellemeye ve işverenlerin mutlak egemenliğini sağlamlaştırmaya çalışmaktadır. Kapitalizm karşıtı eylemleri zararsız yönlere itmek için güç kullanmanın yanı sıra demagojiye başvurmaktadır. Korporatif devleti, işçiler ve işverenleri eşit koşullarda bir araya getiren bir devlet biçimi olarak pazarlamaktayken; aynı zamanda onu zorunlu arabuluculuk ve emek çatışmasının engellenmesi için kullanmaktadır. Guerin orta sınıfların bu sözde kapitalizm karşıtlığına kandıklarını belirterek, faşist hareketin bu kandırılmış sınıfların militan kesimlerinden devşirdiği grupları plebyenler olarak adlandırmaktadır (Guerin, 2012: 62).

Faşizmi bir "küçük burjuvazi" ayaklanması olarak niteleyen Gramsci, 1920-1921 İtalyasında bu grubun giderek işçi hareketine ve sosyalist harekete karşı saldırgan bir

kitle haline geldiğini belirtmiştir. Faşizmin kaynağı incelendiğinde, faşist hükümet darbesinin karşı-devrimci sınıfların uzun mücadelesi sonunda yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Faşizm, bazı toplumsal tabakaların bilincinde çoktan olgunlaşmış bulunmakta ve bu tabaka küçük burjuvazi kitlelerinden oluşan bir temele dayanmaktadır. Faşizmi destekleyen tabakaların arasında bulunan büyük burjuvaziye, Mussollini 1921 yılında öne alınmış bir karşı-devrim stratejisi sunmuş ve büyük burjuvazi tarafından bu teklif olumlu karşılanmıştır (Macciocchi, 2016b: 19-20). Faşizm, kitleleri kendi çıkarlarına aykırı bir biçimde katılmaya sürükleyen bir değerler dizisini ve dünya görüşünü temsil etmektedir. Aynı zamanda toplumsal bileşimi içinde, piramidin tabanında, köylü kitlesi içinde yayılan gelişmiş kırsal bölgelerdeki toprak sahipleriyle ittifak kuran bir küçük burjuvazi bulunmaktadır. Ancak faşist iktidar güçlendikçe küçük burjuvazi aldatılmış konuma düşmektedir; çünkü siyasetin yönetimi büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda yönlendirilecektir (Macciocchi, 2016b: 23- 24).

Faşist hareketler I. Dünya Savaşı'ndan sonra neredeyse tüm Avrupa ülkelerinde, hem kapitalizme hem de Marksist sosyalizme karşı muhafazakȃr ve devrimci protestolar şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu hareketler çoğunlukla proleterleşmiş kırsal işçilerin orta tabakasından, genç işsizlerden ve küçük ve orta düzey beyaz yakalı işçiler, memurlar ve akademik gençlikten oluşan orta tabaka tarafından desteklenmiştir. Ancak işçi sınıfının sendikalar ve sosyalist hareketler tarafından örgütlenmiş kısmı, faşist hareketlere katılmayı reddetmiştir. Faşizm, başarıya ulaştığında takipçilerinin çıkarlarından ziyade nihai olarak ona destek veren toplumsal ve iktisadi üst sınıfların çıkarını korumuştur. Almanya'da ve İtalya'da I. Dünya Savaşı sonrası ekonomik krizden bir türlü çıkamayan geleneksel burjuva partileri destekçilerini zamanla kaybetmiş ve bu destekçiler popüler kitle hareketlerine yönelmiştir. Bu destekçilerin popüler kitle hareketlerine yönelmesinin sebebi ise, devrimi gerçekleştiremeyecek derecede güçlü olamayan sosyalist partilerin bu kesimler tarafından tehdit olarak algılanmasıdır. Aynı zamanda, faşizm egemen iktisadi sınıfla bir ittifak oluşturarak, onlara özerk işçi örgütlerinin ortadan kaldırılması ve burjuva demokrasisinin güçsüzleştirilmesinden anlık yararlar görecekleri sözünü vermektedir. Bu ittifakı kuvvetlendiren temel bileşenler ise, güçlü bir devlet vaadi, yeniden silahlanma yoluyla ekonomik krizi aşma potansiyeli ve askeri- yayılmaca bir dış politikanın izlenmesidir. Faşizm kapitalizme burjuva demokrasisi aracılığıyla sahip olamadığı kitlesel tabanı geri kazandırmıştır. Bunun karşılığında üst sınıflar devleti, iktisadi ve askeri aygıtları faşistlerin kullanımına sunarken, dış

politikada ise yayılmacı bir politika izlenerek üst sınıfların ekonomik olarak zenginleşmeleri sağlanmaktadır (Rabinbach, 2018: 86-88).

Faşizm iktidara geldiği her yerde, siyasi iktidarı tekelleştirip, işçi örgütlerinin dağıtılmasını, hukuk devletinin bütün kurumlarının tasfiye edilmesi ve savaş yoluyla genişleme eğilimi göstermesi gibi olgularla şekillenen bir siyasi sistemle ilerlemektedir (Thalheimer vd., 2018). Faşist hareketler, ağırlıkla, hızlanan kapitalist modernleşme süreçleriyle toplumsal statülerini yitirmeye başlayan geleneksel orta sınıflarda ve işsizleşme tehdidiyle yüzleşen işçi sınıfında taban bulmuştur (Bora, 2009). Bunun nedeni, toplumsal düzenin bozulmasıyla, insanların yeni arayışlar içine girmesidir. İnsanların var olan düzene karşı tepkileri, yeni rejimlerin ve farklı düşüncelerin doğmasına sebep olmaktadır.

Kühnl'e göre, faşizmin kendine özgü beş temel toplumsal biçimi ve tahakküm sistemi bulunmaktadır. Öncelikle faşizmin toplumsal işlevi, bir kriz halinde kapitalist sistemin devamını sağlamaktır. İkincisi, terörist tahakküm yöntemlerinin kullanılması ve muhalif güçlerin tasfiye edilmesi faşizme ait bir durumdur. Üçüncüsü, faşizm büyük nüfus gruplarını içermeyi amaçlayan ve kitlesel bir bütünleşme ve manipülasyon aracı olarak kullanılan büyük bir kitle hareketinden oluşmaktadır. Dördüncüsü, kitleler Volk topluluğunun ideolojisiyle ve aynı zamanda içerideki ve dışarıdaki düşmanların tehdidinin zorunlu kıldığı dayanışma gücüyle hareket etmektedir. Son olarak, sistem komşu halklara yönelik emperyalist bir yayılma ve tȃbi kılma politikasını siyasi ve askeri önkoşul olarak üretmektedir. Bu tanıma göre, kapitalist sistem ne kadar gelişmişse bu yapısal bileşenler o kadar kuvvetlidir ve tüm faşist sistemler arasında en gelişmiş olanı Almanya örneğidir (Kühnl, 1971: 130).

Faşizm kelimesi ayrım gözetmeksizin diğer baskıcı, otoriter ve totaliter rejimler içinde kullanılmaktadır, ancak bu rejimler toplumsal işlevleri açısından faşizme benzeseler de faşist olarak nitelendirilemezler. Örneğin, Latin Amerika'da feodal üst sınıfların diktatörler aracılığıyla oluşturdukları tahakkümler tamamen yürütme erkine dayanmaktadır. Oysa faşizm kitlesel bir tabana dayanan bir örgütlenme sistemiyle yönetilmektedir. Dolayısıyla, sadece gelişmiş kapitalist devletler kendi liderine sahip özerk bir kitle hareketinin ortaya çıkması için gerekli koşulları sağlamakta ve egemen toplumsal sınıfın ittifakıyla birlikte faşist hareket yönlendirilmektedir. Buradaki önemli ayrıntı ise, egemen toplumsal sınıfın bu hareketle ittifak kurması ancak bu hareketin bu sınıfa doğrudan tȃbi olmamasıdır. Bu yaklaşıma göre, İspanya, Portekiz ve Avusturya'da iki savaş döneminde ortaya çıkan yönetim sistemleri, geleneksel gerici güçlere ve zayıf

hareketlere dayandığı için tam anlamıyla faşist olarak nitelendirilememektedir. Sadece Almanya, İtalya, Fransa, Belçika, İskandinav ülkeleri, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri gerçekten faşist hareketler barındırmışlardır (Rabinbach, 2018: 89-90).