• Sonuç bulunamadı

1.4. Araştırmanın Sınırlılıkları

2.1.6 Faşizmin Doğuşu ve Gelişimi

2.1.6.1. İtalya'da Faşizm

Faşizm, 1922 yılında, liderliğini Benito Mussolini’nin yaptığı Ulusal Faşist Parti’nin iktidara gelmesinden, II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar olan dönemde İtalya’da hȃkim olan diktatörlük rejiminin resmi adıdır. İtalya, I. Dünya Savaşı’nın sonunda kazanan tarafta yer aldığı halde umduğunu bulamamış, bu durumun yarattığı hayal kırıklığı ve ekonomik ve siyasi istikrarsızlık faşizmi İtalya’da iktidara taşımıştır. Faşist yönetim, İtalya’da iktidara geldikten sonra ülke içerisinde toplumsal hayatın her alanını kontrol altında tutmak istemiş ve bu amaçla birtakım politikaları uygulamaya koymuştur. Totaliter bir rejim niteliğine sahip olan faşizm, İtalya’nın II. Dünya Savaşı’nda mağlup olmasıyla sona ermiştir (Çelikçi ve Kakışım, 2013: 83).

1919 yılında İtalya'da sol akımları ve liberal demokrasiye karşı milliyetçi çeteleri kapsayan Fasci di combattimento (Savaş Demetleri)'yu kuran Mussolini, bu örgütü 1921 yılında Roma Kongresi'nde birleştirerek Partito Nazionale Fascista (Ulusal Faşist Parti'yi) kurmuştur (Çelikçi ve Kakışım, 2013: 86). Fasci, I. Dünya Savaşı'nın ardında İtalya'da ortaya çıkmış olan çeşitli savaş gazisi derneklerinden küçük burjuva niteliğinde doğmuştur. Sosyalist harekete kararlı bir şekilde karşı çıktıkları için Fasci örgütü kapitalistlerin ve yetkililerin desteğini kazanmıştır. Ortaya çıkışları, işçi örgütlerinin artan gücüne karşı toprak sahiplerinin silahlandırdığı çete sisteminin de

Fasci adını almasına imkȃn vermiştir. Sonraki süreçte bu çetelere, proletaryanın sınıf

organlarına karşı kapitalizmin beyaz muhafızlığını yapma niteliklerini tanımlamak amacıyla başvurulmuştur. Faşizm, parlamenter ve işbirlikçi olan kentli küçük burjuva çekirdekle, büyük ve orta ölçekli toprak sahipleri ve çiftçilerden oluşan kırsal kesim arasındaki ayrılığın ön plana çıkmasını engellemiştir: bu kesim yoksul köylülere ve örgütlerine karşı mücadele içindedir ve kararlı bir şekilde sendikacılık karşıtıdır. Devlet otoritesine veya parlamentarizmin gücüne güvendiğinden fazla doğrudan silahlı eyleme güvenmektedir (Gramsci, 2018: 231-232). Dolayısıyla, İtalya'da faşizm, kırsal küçük burjuva kitlelerini hareketi kapsamına alarak küçük ve orta burjuvazinin belli temsilcilerinin geleneksel egemen sınıfa karşı başlattığı siyasi bir mücadele haline gelmiştir. Aynı zamanda kentli küçük burjuvazinin (eski subaylar, işsiz profesyoneller) yönlendirmesi altında bir araya gelerek tüm ülkenin dahil olduğu bir örgüt yaratma çabasıdır. Buna ek olarak faşizm, yeri geldiğinde devletin düzenli ordusuyla baş edebileceğini iddia eden askeri bir örgüte de sahiptir (Togliatti, 2018: 248).

I. Dünya Savaşı sonrasında, İtalya'da, savaşta toprak kazançlarının daha fazla olacağı beklentisinin gerçekleşmemesi, eksik zafer duygusu sebebiyle bulanık ama güçlü ultra-milliyetçilik ruhuna sahip bir seçmen kitlesi ortaya çıkmıştır. 1914'te devrimci müdahaleciliği formüle eden farklı ideologlar ve gruplar, milis radikalizmini liberal sistemi ortadan kaldırmak yerine "yeni devlet" kuracak bir harekete yönlendirmeyi amaçlamışlardır. Bu amaçla ANI kendi milis gücü Sempre Pronti'yi, Siyasal Fütüristler kendi Fasci'lerini oluşturarak daha fazla yandaş kazanabilmek için yeni siyasal programlar kurgulamıştır. Mussolini, gazetesi Il Popolo d'Italia ile devrimci müdahaleci ruhun sözcüsü olma konumunu savaş boyunca pekiştirmiş ve devrimci güçlerin tartışılmaz lideri haline gelmiştir. Mussolini'nin kendi siyasal örgütlenmesini kurarak ona Fascio ismini vermesi hareketin anti-demokratik ruhunu ve radikalizmini yansıtmaktadır. Aynı zamanda bu tabir, hareketin sürdürülebilir devrimci eylem ve

mücadeleye dayanan hücresel bir hareket olduğunu ifade etmektedir (Griffin, 2014: 114-115).

Otoriter bir düzene taraftar olan Faşist Parti aynı zamanda I. Dünya Savaşı sırasında İtalya’ya verilmiş olan vaatlerin yerine getirilmesi için de gayret sarf etmiştir. Ciddi ekonomik ve politik sıkıntılar içindeki İtalya’da çeşitli sağcı gruplar kısa süre içinde Faşist Parti’nin bünyesinde toplanmıştır. Çünkü Mussolini hem ülkenin içinde bulunduğu sorunları çözme vaadinde bulunmuş, hem de Roma İmparatorluğu’nun güçlü dönemlerine atıf yaparak, 1871’de ulusal birliğini sağladığı zamandan beri üst düzey Avrupa devletlerinden biri sayılmak arzusunda olan İtalyan halkının milliyetçi hislerine ustaca hitap etmiştir (Sander, 2007: 25).

Mussolini'nin liderliğindeki Ulusal Faşist Parti 1922 yılına kadar güçlenerek 200.000 faşistin Roma'ya doğru yürüyüşe geçmesini sağlamış ve bunun üzerine Kral Vittorio Emmanuelle, Benito Mussolini'ye başbakanlık görevini vermek zorunda kalmıştır. Yıllarca iktidarda kalan liberal hükümetin ardından Mussolini, yaratılmasında kendisinin de büyük pay sahibi olduğu anarşi ve şiddet ortamını sonlandırabilme gücüne sahip olan genç ve güçlü devlet başkanı imajıyla İtalyan halkı tarafından benimsenmiştir (Griffin, 2014: 119). Daha sonrasında meclisten olağanüstü yetkiler alan Mussolini, çok kısa bir süre içinde İtalya'da birliği sağlamış, muhalefeti tümüyle ortadan kaldırmış, merkezi hükümeti güçlendirmiş, ticareti canlandırmış ve birtakım toplumsal reformlar yapmıştır. İşsizliği ortadan kaldırmak için gösterdiği çaba, İtalya'nın hızlı silahlanmasına ve sömürge bölgeleri aramasına sebep olmuştur (Sander, 2007: 25). Mussolini, Faşist Parti’nin verdiği iktidar mücadelesinde farklı eğilimlerden geniş kitlelere ulaşmaya önem vermiş, bu yolda liberal kesimlerin de desteğini kazanmıştır. Fakat Mussolini, iktidara geldikten sonra ülkede diktatörlüğünü kuracak adımları kararlılıkla atmaya devam etmiş; öncelikle seçim kanununu değiştirmiş ve yeni kanunun çizdiği çerçevede yapılan seçimlerde oy oranını arttırarak iktidarını sağlamlaştırmıştır. Hükümetin kolluk kuvvetlerine verdiği geniş yetkiler sayesinde İtalya’nın bir polis devleti haline gelmesi sağlanmıştır. 1925 yılının başından 1926 yılının sonuna kadar çeşitli yasalar çıkarılmıştır. Bu çıkarılan yasalar ile hükümete kararname çıkarma konusunda çok geniş yetkiler tanınmış, bu sayede Mussolini, parlamentodan bağımsız sadece Kral’a karşı sorumlu bir lider konumuna gelmiştir. Öte yandan, yasalarda yapılan değişikliklerle bürokrasiye faşist bir kimlik kazandırılmış, yurt dışına göç yasaklanmış, öncesinde göç edenler ise vatandaşlıktan çıkarılmıştır (Çelikçi ve Kakışım, 2013: 89). Seçimler yarışmacı özelliğini kaybederek, korporatif yapıya uygun hale

dönüştürülmüştür. Senato üyeleri her zamanki gibi yine Kral tarafından atanmış, ancak parlamento üyeleri için her yıl Ulusal Korporasyonlar Konfederasyonları tarafından 800 aday ve diğer kamu kuruluşlarından 200 aday olmak üzere içinden 400 kişinin seçileceği 1000 kişilik "güven listeleri" hazırlanmıştır. Bu liste bir seçimle seçmene sunulmuş ve seçmenden "evet" ya da "hayır şeklinde oy vermeleri talep edilmiştir. Toplum üzerinde devletin denetimini arttırmak için, bürokrasinin 1920'de toplam nüfusa oranı %11 iken 1938 yılında %18'e çıkartılmıştır (Örs, 2014: 500-501).

1929 yılı itibariyle İtalya kurumsal ve hukuki olarak liberal düzenden tek parti düzenine geçiş yapmıştır. Ekonomi alanında korporatist modele geçiş yapılabilmesi için yeni yasalar düzenlenmiş, bu durum liberal pazar ekonomisi ile Bolşevik planlı ekonomi arasında bir "Üçüncü Yol" olarak görülmüştür. Yeni ekonomik düzen ile gümrük barajları, tarımsal ürünü artırma projeleri, tarım alanlarının ıslahı için geniş çaplı planlama maden kaynaklarının işletilmesi petrokimya endüstrisinin arttırılması için devlet tekelleri yaratılmış ve hidroelektrik santraller ile petrol ve kömür ithalatına bağlılık azaltılmıştır. Faşist propaganda, bu girişimlerin milli dönüşüm sağlayan devrimci yeni ruhu sembolize ettiğini iddia etmiştir (Griffin, 2014: 126-127).

İtalyan faşist devletin sosyal yapısı nasıl ki bireylere değil sosyal kuruluşlara dayanıyorsa, ekonomik yapısı da meslek kuruluşları olan korporasyonlara dayanmaktadır. Korporasyon bir meslek kuruluşudur, ancak diğer meslek kuruluşları ile arasında önemli farklar bulunmaktadır. Öncelikle bir korporasyon bir meslek kolunda çalışanların tümünü zorunlu olarak kapsamaktadır. Genellikle meslekler arası bir kuruluş niteliğinde olan korporasyonlarda teklik ve mecburilik ilkeleri esas alınmaktadır; dolayısıyla, bir meslek kolunda bir korporasyonun bulunması gerekmektedir. Ayrıca mecburilik ilkesi kapsamında, korporasyonun aldığı tüm kararların tüm çalışanlar tarafından uygulanması zorunludur. Ekonomik hayatı düzenleyen bu kuruluşlar, meslek ve sınıf çıkarlarını korumak için kurulan yapılanmalardan değildir. Tam aksine, korporasyonların kurulması için önce sınıf ve çıkar mücadelesinin reddedilmesi ve eğer toplumda bir çıkar çatışması varsa buna son verilmesi gerekmektedir. Yasa gücünde kararlar alabilen korporasyon, ekonomik ve sosyal bağlamda devletin yerine getireceği görevleri üstlenmiştir (Göze, 2011: 349- 350). Faşist korporatif devletin ahlaki, dini, sosyal ve siyasal amacı olmasından dolayı devletin sosyal adaleti sağlama görevi ve ekonomik faaliyetlere müdahale yetkisi bulunduğu kabul edilmektedir. Böyle bir devlet anlayışının sonucunda hukukun ve

adaletin tek bir kaynağı vardır, o da devletin iradesi yani devletin başındaki kişinin iradesidir (Göze, 2011: 348).

Faşist rejim boyunca İtalya'da ekonomik gelişmeler, liberal dönem, korporatist dönem ve 1929 Bunalımı sonrası dönem olmak üzere 3 döneme ayrılmaktadır. I. Dünya Savaşı'nın sonrasına denk gelen liberal dönem, hem tarım hem de sanayi alanların birtakım gelişme gösterilmesini sağlamış, ancak maliye alanında ciddi sorunlara sebep olmuştur. Mussolini, büyük sermayedȃrların gönlünü kazanabilmek için kapitalist girişimi destekleyerek liberal bir politika izlemiştir. Ancak, devletin mali sorunlarının artması ve ödemeler dengesindeki açığın genişlemesi üzerine devletin ekonomideki etkinliği giderek arttırılmış ve korporatist ekonomik model uygulanmaya başlamıştır. Bu modelde, öncelikle sendikalar ortadan kaldırılarak tek bir korporasyon altında birleştirilmiş ve grev yasaklanmıştır. Ekonomi 22 sektöre (korporasyona) bölünmüş ve her bir sektör mülk sahiplerinin, işçilerin ve Korporasyon Bakanlığı'nın temsilcileri tarafından yönetilmiştir. Yasaya göre kamu çıkarlarını gözetmesi gereken Bakanlık temsilcilerinin, uygulamada mülk sahiplerinden rüşvet alarak onların lehine kararlar almaya başlaması sistemde ciddi sorunların doğmasına sebep olmuştur (Örs, 2014: 501). "Ortak devlet" (corporate state) 1939 yılında İtalyan Parlamentosu yerine Fasces ve Korporasyonlar odasının kurulmasıyla zirveye ulaşmıştır (Heywood, 2014: 224- 225).

İtalya'nın o dönemdeki dış politikası ise, İtalya gibi genişlemek isteyen her devlet açısından emperyalizmin vazgeçilmez bir zorunluluk olduğunun düşünen Mussolini'nin kendi kişisel görüşlerini yansıtmaktadır (Sander, 2007: 25). Mussolini'ye göre, "Faşizm, milli onur ve gururu korumak için dış düşmanların İtalya aleyhindeki

faaliyetlerine ve galibiyetten yalnız kendilerinin pay almaları için çevirdikleri oyunlara boyun eğmeme azminin ve ihtiyacının ortaya çıkardığı bir harekettir." (Mussolini, 2016:

136). Bu amaçla hareket eden Mussolini, iki savaş arası dönemin büyük bir bölümünde Milletler Cemiyeti kararlarının birçoğuna karşı çıkmış, Misak'ı ihlal ederek, Balkanlar ile Afrika'da emperyalist amaçlar peşinde koşmuştur. Ancak, 1923 yılından sonra belirli bir süre ülke içindeki problemlerle ilgilenen Mussolini, barışçı bir politika izleyerek Sovyetler Birliği'ni tanıyan devletlerin başında gelmiştir. Avrupa'da 1925-1930 döneminde istikrarın kurulmasında önemli bir payı olan Lokarno antlaşmasının imzalanmasında ise büyük katkı sağlamıştır (Sander, 2007: 26).

İtalya'da faşizmle birlikte rejim, basın ve aktüalite üzerinde muhalefeti susturarak tekel haline gelmiştir. Bundaki amaç, hem tek parti devletinin, korporatizmin hem de "modern" hayata giderek artan kentsel nüfus katılımının yarattığı küçük ya da

büyük birçok faaliyeti Yeni İtalya'nın yaratıcısı olduğu iddiasının kanıtı olarak kullanmaktır. Arazi ıslahı, hidroelektrik şemaları, Fiat marka arabaları, Olivetti daktiloları, transatlantik uçuşları, Berlin olimpiyatlarında İtalyan sporcuların gösterdiği üstün başarı, basının tekel halini alması sayesinde halkın nezdinde faşist devrimin çağdaş, güçlü, zinde ve gelişmiş bir millet yaratma başarısıyla özdeşleştirilmektedir (Griffin, 2014: 128).

Faşizmin içerikten ziyade görünüşe önem vermesinden dolayı, güçlü bir ulus ve devlet imgesinin yaratılması elzemdir. Nitekim, Mussolini parti üye sayısının fazla görünmesi amacıyla işçilere parti kimlik kartı edinme zorunluluğu getirmiştir. 1925 yılında aydınları rejimi desteklemeye çağıran bir bildiri yayınlanmış, bilimsel faaliyetleri denetlemek amacıyla 1928 yılında "Araştırmalar Yüksek Kurulu" kurulmuş ve daha sonrasında üniversite öğretim üyeleri faşizme bağlılık yemini etmeye zorlanmıştır. Faşizmin toplumda kültürel bakımdan yerleşmesini amaçlayan bir diğer uygulama ise, devletin "milli eğitimin" içeriğini tamamen değiştirmesiyle gerçekleştirilmiştir. Küçük yaştan itibaren çocuklar devletin denetimi altındaki yavrukurt kamplarında eğitilmiş, belli yaştaki kız çocukları "İtalya Kızları" örgütüne, erkek çocukları ise "Balilla" adı verilen örgüte dahil edilmiştir. Özellikle erkek çocuklarına üniforma giydirilerek silah taşıtılmış ve gelecekte faşist milis örgütüne ve partiye üye olmaları sağlanmıştır (Örs, 2014: 502). İtalyan Faşizmi’nin dikkat çeken bir özelliği de erkek egemen bir hareket olmasıdır. 1919’daki San Sepulchro toplantısında görece daha fazla kadın varken, hareketin zamanla şiddete daha fazla başvurmasıyla kadınların bütün üyeler içindeki ağırlığı en çok % 1 veya 2’ler düzeyinde kalmıştır (Mann, 2004: 101).

İtalyan Faşizmi'nde çöküşün yapısal nedenleri incelendiğinde, temel politikalar açısından çelişkilerin çözümsüzlüğü, resmi kuram ile pratik arasında oluşan dilemma ve propagandist ifadeler ile gerçeklik arasındaki bariz farklılık dikkatleri çekmektedir. Ayrıca başarılı olabilmek için kendi içinde heterojen faşist güçler ve muhafazakȃr kanat ile yapılan ittifak onun çok-merkezli ve istikrarsız bir yapıya sahip olmasına sebep olmuştur. Buna ek olarak, sosyal denetim mekanizmaları ne kadar gelişmiş olursa olsun, halk kitlelerinin gönülden faşistleşmeleri için ciddi engeller bulunmaktadır: faşizmin geliştirdiği kahraman milli toplum vizyonları İtalyanların çoğuna yabancıdır. Devletin özel hayata müdahalesi, açık ve örtük propagandanın kullanımı, muhalefete karşı özel mahkemelerin ve gizli polisin (Ovra) kurulması rejime karşı derin bir bağlılık ve itaat sağlanmasını engelleyen uygulamalar haline gelmiştir. Son olarak ise, faşizmin

başarısızlığındaki etmen, herhangi bir rejime temel olma sürecinde er ya da geç yönetsel dinamizmin kaybedilmesidir (Griffin, 2014: 136-139). Dolayısıyla, Mussolini’nin, II. Dünya Savaşı'nın Avrupa’da bitmesine kısa bir zaman kala, Nisan 1945’te İsviçre’ye kaçmaya çalışırken İtalyan komünistlerce yakalanıp öldürülmesiyle, İtalya’da faşist yönetim tam olarak sona ermiştir (Çelikçi ve Kakışım, 2013: 94).