• Sonuç bulunamadı

2.2. Faşizan Söylem

3.3.1. II Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin İç ve Dış Siyaseti

3.3.1.2. II Dünya Savaşı Döneminde Basın

II. Dünya Savaşı döneminde Tek Parti hükümetinin basın üzerinde sıkı bir denetim kurduğu görülmektedir. Bu denetime sahip olabilmek için hükümetin elinde birçok olanak bulunmaktadır. Bu denetim mekanizmalarından ilki, 1931 tarihli Matbuat Kanunu'nda 28 Haziran 1938 tarihinde yapılan değişiklikle, gazete ve dergi çıkarmak için, çıkarılacak yerin en büyük mülkȋ idare amirinden ruhsatname alınmasını zorunlu kılmasıdır. Böyle bir izne başvuracak olanların bazı malȋ (yayının çıkacağı yerin nüfusuna göre bir bankadan bin ila beş bin TL arasında bir garanti mektubuna sahip olunması) ve siyasi ("sui şöhret" sahibi olanlara yayın hakkının tanınmaması)

yeterliliklere haiz olmaları beklenmektedir. Dolayısıyla, Tek Parti döneminde hükümet yeni bir yayının çıkmasına izin verip vermeme noktasında istediği kararı verme serbestisine sahiptir (Koçak, 2011: 353). Bazı sosyal bilimcilere göre, basın üzerinde bu şekilde sıkı bir denetim kurulmasının sebebi, siyasal iktidar tarafından, savaşın gidişatına göre savaşan tarafların Türkiye hakkında yanlış düşüncelere kapılmasının ve Türkiye'yi özellikle dış ilişkilerde güçsüz gösterecek yayınların önünün kesilmesinin istenmesidir (Göz, 2011: 2).

Hükümet yeni bir yayının çıkmasına karar verme aşamasında ne derece serbest ise, çıkan bir yayını görüşlerine ve üslubuna katılmayarak istediği anda ve istediği sürece kapatma serbestisine de sahiptir. Matbuat Kanunu'nun 50. maddesi gereğince,

"Memleketin umumȋ siyasetine dokunacak neşriyattan dolayı İcrȃ Vekilleri Heyeti kararıyla gazete veya mecmualar muvakkaten tatil olunabilir" ve "Bu sûretle kapatılan bir gazetenin mesûlleri, tatil müddetince başka bir isimle gazete çıkaramaz" dır (Koçak,

2011: 353).

881 sayılı basınla ilgili yasada 24 Nisan 1940 günü 30. maddede yapılan değişikliğe göre ise,

"Millȋ duyguları inciten ya da bu amaçla millȋ tarihi yanlış gösteren yazıları yayımlayanlar elli liradan beş yüz liraya kadar cezalandırılır. Türk Ceza Kanunu'nun 156. maddesinin açıklığı dışında kendilerine verilen görevin yapılmasından ötürü Büyük Millet Meclisi üyesinden, Bakanlar Kurulu'ndan ve resmȋ kurullarla devlet memurlarından biri ya da birkaçı hakkında isim ve madde gösterilmeyerek belirsiz ve kötü sanı doğuracak nitelikte saldırgan yazı ve resimlerle Büyük Millet Meclisi'nin ve Bakanlar Kurulu'nun ve resmȋ kurullarla devlet memurlarının tümünün ya da bir bölümünün şeref ve haysiyeti ihlȃl olunursa üç aydan altı aya kadar hapis ve yüz liradan eksik olmamak üzere ağır para cezası hükmolunur." (Yetkin, 2019: 136).

Tek Parti hükümeti döneminde basın üzerindeki denetimin bir başka boyutunu ise, 20 Kasım 1940 yılında İstanbul'u da kapsayan altı ilde ilan edilen sıkıyönetim oluşturmaktadır. Sıkıyönetimin de yayınları kapatma yetkisinin bulunması, basının bir yandan hükümet bir yandan da sıkıyönetim tarafından kontrolünü sağlamaktadır. Ayrıca, büyük gazete sahiplerinin aynı zamanda CHP mebusu olmaları da denetim mekanizmasında önemli bir role sahiptir. Mesela, Cumhuriyet gazetesinin sahibi Yunus Nadi, Vakit gazetesinin sahibi Asım Us ve Tanin gazetesinin sahibi Hüseyin Cahit Yalçın aynı zamanda CHP milletvekilleridir. Bu durum, CHP'nin 1939 Nizamnȃmesi'nin 160. maddesiyle;

"Sahibi partili olan gazete ve mecmuaların yazıları ile parti azȃlarının neşriyȃtı, parti prensipleri bakımından göz önünde tutulur. Partili gazeteciler, mecmua sȃhipleri ve muharrirlerle bu yolda görüş birliğine yarayacak temas ve toplantılar yapılır. Partililer, sermȃyesiyle alȃkalı, idȃresinde müessir bulundukları gazete, mecmua ve matbualarda, parti programı ve nizannȃmesine, iç ve dış siyȃsetin ana hatları ile yüksek devlet menfaatlerine aykırı düşen yazılar neşrettiremezler."

paralellik göstermektedir (Koçak, 2011: 354).

1934 yılında yasası gözden geçirilen Matbuat Müdürlüğü'nün görevleri arasında;

"devletin iç ve dış politikadaki genel ilkelerinin, millȋ ahlakın, haberlerin doğruluğunun, yabancı tahrik ve propagandaların, devlet faaliyetlerinin kamuoyuna lȃyık olduğu ölçüde ve önemde sunulması, millȋ kültür, basına verilen "direktifler"in uygulanması ve basın yasası bakımından iç yayınları izlemek, müdürlüğün vereceği "direktifleri, gerek bültenler vasıtasıyla, gerek telefon ve telgrafla" gerekenlere bildirmek, memleket içinde radyo yayınlarını düzenlemek, memleket içinde çekilen filmlerin senaryolarını ve dışarıdan gelen filmleri denetlemek"

bulunmaktadır (Koçak, 2013: 268-269). Dolayısıyla, Matbuat Müdürlüğü sadece basını denetlemekle kalmamış ona direktifler verebilmiş; bunun yanında, radyo yayın programlarını, ülke içinde çekilen filmlerin senaryolarını çekimden önce denetlemek ve uluslararası filmleri denetlemek yetkilerine sahip olmuştur. Bu durum Koçak'a göre, rejimin tehdit algılamasına göre değişen bir sansür uygulamasına olanak sağlamaktadır (Koçak, 2013: 269).

II. Dünya Savaşı döneminde basında çıkan yazılar ağırlıklı olarak hükümetin saptadığı ölçüde savaş sebebiyle dış politika ile ilgili yazılardır. Dolayısıyla, dış politikada uygulanan dengeli tutum basına da yansımakta ve gazete baş sayfalarında ve baş yazılarında birbirine benzeyen tablolar ortaya çıkmaktadır (Deringil, 2007: 10-11). Dış politikayla ilgili yazıların ağırlıklı olmasının sebebi, kimi sosyal bilimciler tarafından, Türkiye'nin bölgede önemli bir ülke olması ve savaşan tarafların Türkiye'yi kendi taraflarına çekmek için basını kendi etki alanlarına alma çabası olarak gösterilmektedir (Vural, 2008: 382). Ancak, basın tamamen monolitik yapıya sahip değildir; farklı siyasal tutumlar ve farklı eğilimlere belli ölçülerde izin verilmektedir. Farklı görüşlerin belli bir ölçüyü aşmasıyla bazı sert müdahalelerin gazete idȃresine ulaşması söz konusu olmaktadır. İç politikaya dair sorunlar ise, basında neredeyse hiç yer almamakta, sadece resmȋ hükümet parti tebliğleri ve açıklamalarıyla yetinilmektedir. Cesaret isteyen yorumlar ise, ancak son derece kapalı bir üslupla gerçekleştirilmektedir (Koçak, 2011: 354-355).

Tek Parti döneminde basının temel işlevlerinden biri resmi ideolojinin telkin ve propagandasını yapmaktır. Dönemin Matbuat Umum Müdürlüğü müşavirlerinden olan Server İskit, bu dönemde Türkiye'deki basın anlayışının Mussolini İtalyası'ndan ve Hitler Almanyası'ndan daha hoşgörülü olduğunu; ancak, bu iki ülke gibi devletçi olan basının, Kemalizmin telkin ve propaganda organı olarak işlev gördüğünü ifade etmektedir (İskit, 1943: 59).

1943 yılında Türkiye'de toplamda 131 gazete olmak üzere 172 haftalık, 15 günlük ya da aylık dergi yayın faaliyetini sürdürmektedir. Savaşın getirdiği günlük haber ihtiyacına karşın bu dönemde gazetelerin tirajları oldukça düşüktür. 1943 ile 1945 arasındaki dönemde Cumhuriyet gazetesinin tirajı yaklaşık olarak 16 bin, Ulus gazetesinin 12 bin, Tan gazetesinin 12 bin, Yeni Sabah gazetesinin 10 bin, Vatan gazetesinin 7 bin ve Vakit gazetesinin 4 bindir (Weisband, 2000: 61-62). Tüm bu gelişmelere rağmen, basın organlarında toplumun içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik sorunlar önemli ölçüde yer almayı başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında, toplumun savaş yılları içindeki sosyal yaşamına ilişkin geniş bilgileri dönemin matbuatı içinde görmek mümkündür. Özellikle, savaş sonuna doğru söz konusu haberlerde kullanılan eleştiri dozu öncelikle mizah dergileri ve karikatürlerde artmıştır (Koçak, 2011: 355-356)

Tablo 5. Basında Kapatma Kararları (1939-1945) (Koçak, 2013: 261)

Gazete ve

Derginin Adı

Toplam Kapatma Süresi Kapatma

Sayısı

Kapatan Makam

Cumhuriyet 5 ay 9 gün 5 3 kez hükümet

2 kez sıkıyönetim Tan 2 ay 13 gün (12 Ağustos 1944'ten

itibaren süresiz kapatıldı.)

7 4 kez hükümet

Tasviri Efkȃr 3 ay 8 4 kez hükümet

4 kez sıkıyönetim Vatan 7 ay 24 gün (30 Eylül 1944'ten

itibaren süresiz kapatıldı)

9 5 kez hükümet

Vakit 12 gün 2 1 kez hükümet

1 kez sıkıyönetim

Yeni Sabah 6 gün 3 1 kez hükümet

2 kez sıkıyönetim

Akbaba 47 gün 4 1 kez hükümet

2 kez sıkıyönetim

Son Posta 11 gün 4 4 kez hükümet

Tüm bunlara ek olarak, 1908 yılında yayın hayatına giren Ermeni Jamanak gazetesi ve 1925 yılında yayınlanmaya başlayan Rum Apoyevmatini gazetesi II. Dünya Savaşı süresince kapatılmayan azınlık gazeteleridir. Bu gazetelerin uzun yıllardır yayın hayatında olmanın verdiği deneyimle birlikte hangi başlığın ve köşe yazısının sansüre uğrayacağı noktasında uzmanlaştıkları görülmektedir. Mazıcı, bu gazetelerin "azınlık bilinçaltı" ile basın alanında kendilerini sıkça otosansüre tȃbi tuttuklarını ifade etmektedir (Mazıcı, 2011: 227-242).