• Sonuç bulunamadı

Faşizan Söylem ve Faşizan Söylemin Gündelik Hayatta Üretilmesi

2.2. Faşizan Söylem

2.2.2. Faşizan Söylem ve Faşizan Söylemin Gündelik Hayatta Üretilmesi

kendi çıkarlarına aykırı hareket etmeye nasıl ikna ettikleri sorusu, hala hem Almanya'da hem de genel olarak Batı'da tarihçileri ve sosyal bilimcileri meşgul etmektedir. Faşist ve ulusal-sosyalist dil kullanımının araştırılması yeni değildir; 1940'lı yılların başlarında, başta Almanya' olmak üzere, dil ile ilgili siyasal değişim çalışmaları arasındaki yakın ilişki kurulmuştur. Ulusal Sosyalizm'in ardından yapılan dil araştırması, öncelikle Victor Klemperer (1947, 2005) tarafından yapılmıştır. Klemperer Nazi rejimi sırasında kullanılan kelimeleri örneklendirmiş, sınıflandırmış ve tanımlamış; birçok kelimenin yeni anlamlar kazandığını, başka dillerden ödünç alınan yabancı kökenli kelimelerin yasaklandığını ve rejime uygun yeni kelimelerin türetildiğini bulmuştur. Dili bu şekilde kontrol etmek, insanların akıllarını ve düşüncelerini kontrol etme girişimi anlamına gelmektedir (Wodak ve Richardson, 2013: 2).

Akademik camiada bu ilginin nedenlerinden bazıları, yakın dönem Alman tarihinde bu kadar geniş bir halk desteğine sahip olan bir sistemin ortaya çıkmaması ve onu izleyenlerin böyle feci bir duruma düşmemesidir. Faşist diktatörlüğün pekiştirilme evresinin ilk aşamasını, Nazi liderlerinin terörizm ve gaddarlıkla kamuoyunu manipüle etme çabası oluşturmaktadır. Rejime yönelik her türlü muhalefet sert bir biçimde cezalandırılmış ve Nazi partisi dışındaki partiler yasadışı ilan edilmiştir. Diğer birçok az ya da çok siyasallaşmış örgüt, dernek ve birlik ortadan kaldırılmıştır. Bazıları Nazilerin

ve devletin paramiliter oluşumlarının tehdit ve şiddeti aracılığıyla tasfiye edilmiş, bazılarıysa kendi istekleri üzerine kapatılmıştır. Böylece etkili bir yasal muhalefet Nazi liderlerinin isteği sonucunda tamamen sona ermiştir. Güç kullanımı ve onun en aşırı formu olan terör, en başından itibaren faşist devlette kitlelerin yönlendirilmesini sağlayan temel etmen olmuştur. Nüfusu en çok etkileyen üç faktörün grafiği bir üçgen biçiminde göz önüne getirildiğinde, terör tabanı oluşturmakta, tabandan demagoji doğmakta ve üçüncü olarak başarının getirdiği yozlaşma ortaya çıkmaktadır (Patzold, 2018: 171, 175-176).

Muhalefet açısından caydırıcı bir işlev görmekle birlikte propaganda işlevi de gören terör, bazı orta sınıf mensupları tarafından rejimin kalıcılığının bir işareti olarak görülmüştür. Her ne kadar bazıları aşırı güç kullanımına karşı olsalar da, birçokları rejimin taleplerine ayak uydurarak, bu durumu devletin bekȃsı için gerekli görmüştür. Dolayısıyla sergilenen şiddetin kendisinin demagojik bir etkisi bulunmaktadır. Pek çok Alman güç kullanımını gözünde büyütmeyi ve hatta ona hayranlık duymayı öğrenmiştir. Faşist devletin kuruluşunda terörün kullanılmasını, Almanya'nın artık düzeni sağlayabilecek, güçlü iradeye sahip liderleri olduğunun bir kanıtı olarak yorumlamışlardır. Terör ve demagoji arasında yakın bir ilişki olduğu düşüncesinin sebebi bu eğilimdir (Patzold, 2018: 177).

Faşist demagoji en büyük başarısını, kitlelerin kandırılmaya ve ulusal bir mitten istifade edilmesini kabul etmeye yönelik istekliliğiyle elde etmiştir. Naziler iktidara geldiklerinde eski ve yeni destekçileri arasında milliyetçi coşkuyu nasıl arttıracaklarını bilmişler, faşist demagoglar devamlı sadece "Almanya" ve "Alman yoldaşları" için hareket ettiklerini söylemişlerdir. Bu söylemlerde, birlik ve uyum basit ama etkili bir biçimde Almanların gerçek doğası gibi tarif edilmiş; ancak bu doğanın dünyaya egemen olmak isteyen düşmanlar, yani Yahudiler ve onların yoldan çıkardığı Almanlar tarafından yerle bir edildiği iddia edilmiştir. Bu söylemlere göre, bu düşmanlara boyun eğdirilmesi, tasfiye edilmeleri veya en azından yeniden eğitilmeleri Almanları yeniden birleştirecek ve aralarındaki anlaşmazlıklara son verecektir. Bu milliyetçi demagojinin içsel amacı, tüm muhaliflerin ortadan kaldırılması ve özellikle işçi sınıfı hareketinin pasifize edilmesidir (Patzold, 2018: 182-183).

Nazi Almanyası'nda propaganda faaliyetlerini yürütmek için bir propaganda bakanlığı kurulmuş ve bakanlık bunu kendine özgü yasaları olan bir sanat haline getirmiştir. Hitler, "Kavgam" adlı eserinde kitlenin kadınsı bir yapıya sahip olduğunu, bunun için akıllardan daha ziyade duygulara yönelik propaganda faaliyetini

gerçekleştirmenin gerekli olduğunu belirtmiştir. Yoğunlaşan kitlenin daha duygulu bir nitelik taşıdığını, kitlenin duygular üzerinde yaratılan izlenimler tarafından yönlendirildiğini ifade etmiştir. Ona göre, propagandanın işlevi, hareketi yayarak teşkilat için insan kazanmak ve mevcut durum ve düzeni itibardan düşürerek yeni doktrini nüfuz ettirmektir (Hitler, 2005: 173). Hitler'e göre, propagandanın fonksiyonu, kitlelerin dikkatini "önemi ilk defa görüş sahalarına yerleştirilmiş olan" bazı olgulara, süreçlere ve ihtiyaçlara dikkati çekmektir. Buna uygun olarak kitlelere yönelik propagandanın basit olması ve mümkün olduğunca az noktaya yoğunlaşması, bu noktaların ise sevgi ve nefret gibi duygusal unsurlara yapılacak vurgu ile sıkça tekrarlanması gerekmektedir (Hitler, 2005: 165).

Nazizm, ajitasyon ve propaganda arasında ayrım yapmayarak, propagandayı sadece parti elitine ulaşmanın bir aracı olarak değil, tüm Alman ulusunu ikna etmenin ve onlara kendi doktrinlerini aşılamanın bir aracı olarak görmüştür Ancak Welch, Nazizm, Propaganda Bakanı'nın Alman ulusunu topyekûn savaş için seferber etme ve zaferin kesin olduğu noktasında kitleleri ikna etmede başarısız olduğunu ifade etmektedir. Ders kitaplarına girecek bir totaliter polis devletinde bile propagandanın, "topyekûn savaş"la karşı karşıya olan vatandaşları ikna etmede sınırlı bir güce sahip olduğunu ve başarısız olma ihtimalinin bulunduğunu savunmaktadır (Welch, 2019a: 23- 24).

Faşist ideolojinin merkezine aldığı devlet, devleti koruma, yüceltme gibi misyonlar aynı zamanda retorik gücünü güçlendiren öğelerdir. Faşist ideolojinin İspanyol versiyonunda Cumhuriyetin yarattığı kargaşaya karşı ülkeyi ve devleti yeniden ayağa kaldırma propagandası, güçlü bir lider otorite imgesiyle de buluşarak, uzun süreli ve etkin bir mobilizasyon yaratabilmiştir (Bora, 2009: 351). İtalyan Faşizmi'nde, faşist propaganda Mussolini'nin öncülüğünde üç temel ilkeyi vurgulamıştır. Bunlardan ilki, Roma İmparatorluğu'nun tekrar diriltileceği ve yine eskisi gibi Batı medeniyetini yönlendireceği düşüncesidir. Bu düşünce, Roma İmparatorluğu'nun büyük askeri gücüne bir dönüşü vaat etmektedir. Geçmişin tekrar canlandırılacağı fikri Nazizm için de geçerlidir. Her iki lider de propagandalarında geçmişi canlandıracakları fikrini sık sık dile getirmiştir. İtalyan propagandasının bir diğer özelliği, basın üzerindeki güçlü denetim ve Mussolini'nin basında yansıtılmasıdır. İtalya'da özellikle gazeteler aracılığıyla Mussolini'nin her anlamda enerjik ve zinde olduğu gösterilmektedir. Hatta basın yayın organlarında Mussolini'nin hasta olduğuna dair yazılar yazmak bile yasaklanmıştır. Basında Mussolini doğası gereği hareketli, sağlıklı ve zinde bir insandır.

Mussolini halka seslenirken halkın aklına değil, duygularına yönelik konuşmanın kendi yönetimi için daha işlevsel olduğunun farkındadır. Bu nedenle, her konuşmasında güven, disiplin, cesaret ve güç kavramlarını kullanarak kalabalığı coşturmasını bilmektedir. Tamamen duygusal hezeyanlarla halk, Duçe'yi selamlayarak, Mussolini'yi yeni İmparatorluğun kurucusu ilan etmektedir. İtalyan Faşizmi'nin son özelliği, sinema, radyo, afiş, sergi gibi iletişim araçlarının kullanılması gösterilebilir. Kendisi de bir gazeteci olan Mussolini kelimelerin gücünün farkındadır ve çok iyi sloganlar yaratmıştır. Bunlara örnek olarak: "İnan, itaat et, savaş!", "Tarihte hiçbir şey kansız kazanılmadı", "Mussolini her zaman haklıdır", "Yüzyıl koyun gibi yaşamaktansa bir yıl aslan gibi yaşamak daha iyidir" gösterilebilir (Macit, 2006: 105-108).

Faşist rejimin propagandasında kullanılan dil, faşizmin en karakteristik özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Propagandalarda yeniden doğuşu akla getiren, faşizm "millete değer atfeder", "yeniler", "iyileştirir", "canlandırır", "yeniden fetheder", "yeniden biçimlendirir", "yenileştirir", "millet hayata döner", "canlılık kazanır" ifadeleri kullanılmaktadır. Mussolini'nin kendi konuşmalarındaki hȃkim temanın da "yeni insan" ve "yeni aristokrasi" nosyonları ile birlikte İtalya'nın "bir medeniyetten diğerine geçtiği" ve "Batı'nın gerilemesi sürecinde üstünlük" kazandığı nosyonlarını içermektedir (Griffin, 2014: 131).

Faşist ideolojide, parça parça ve farklılaşmış halk kitleleri karşısında aynı propaganda teknikleriyle ulaştırılan bir tek metnin işlendiği düşünülmemelidir. Bunun aksine, ideolojiler ve anlatımlar, farklı toplumsal tabakalar için farklı faşist siyasal ideolojiler aygıtlarda cisimlenmektedir. Faşist propaganda işçi sınıfına, kırlardaki halk tabakasına ve küçük burjuvaziye hitap edilmesine göre önemli farklılıklar içermektedir. Almanya'da milliyetçilik, sosyalist solda ve İtalya'da faşizmin anarşist-sendikalist kanadında, işçi sınıfına yönelik, üretimin emekçiler tarafından yönetimi ve denetimi, mülkiyete karşı sosyalizan formüller, tekellerin gücü ve emperyalist sermaye gibi temalar işlenmiştir. Faşizmin kırlardaki halk için işlediği temalar ise, köylü birliği, köylerin kentlerce sömürülmesine karşı toprak ve kan bağıntısının yanı sıra sanayi-tarım çelişkisi ve kırlardaki halk sınıflarının sermaye tarafından sömürülmesidir (Poulantzas, 2016a: 89-90).

Bora, faşizm kavramının kerteleriyle ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır: "Faşizmin üç düzlemini ayırt etmek gerekir: rejim/devlet biçimi düzlemi, örgütlü faşist hareket düzlemi, sıradan/gündelik faşizm (veya "kök-faşizm")... Türkiye'de devlet rejimi "total" anlamda faşist olarak tanımlanamaz- İkinci Dünya Savaşı sonrasında "total" anlamda faşizmin tarihsel devrini tamamladığını düşünüyorum: hele 90'ların dünyası, son derece eklektik ve

"esnek" olan post-faşizmin devridir-, ancak güçlü faşist rejim unsurlarını barındırır (olağanüstü hukukun ve "istisna"nın olağanlığı, millȋ eğitim ideolojisi...). Örgütlü faşist hareket ise -tıpkı neofaşizmin evrensel gelişmesi gibi-, büsbütün müstakil bir hareket olarak düşünülmemelidir; ideolojik açıdan resmȋ ideolojiyle ve vasatȋ milliyetçi-muhafazakȃr ideolojiyle "haddinden fazla" eklemlenmiştir, söylemsel ve ideolojik özgüllüğü sınırlıdır, görelidir; buna bağlı olarak, örgütsel açıdan da klientelist ilişkilere yine "haddinden fazla" gömülüdür. Sıradan faşizmin gündelik hayatta, dilde anlık, kendiliğinden- bazen de gayet "şenlikli" biçimde- uç veren görünümleri ise Türkiye'de bir hayli yaygındır." (Bora, 1999: 15).

Dolayısıyla, faşizmi kertelere ayıran Bora, faşizmin rejim olarak, hareket ve ideolojik olarak ve sıradan faşizm olarak üç şekilde karşımıza çıkabileceğini anlatmaktadır.