• Sonuç bulunamadı

2.2. Faşizan Söylem

3.3.1. II Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin İç ve Dış Siyaseti

3.3.1.1. II Dünya Savaşı'nda Türkiye Ekonomisi

İki savaş arasındaki dönemde dünyada ulus-devletler ekonomik krizlerle sarsılmış ve bu durum devletlerin "milli ekonomi"lerini güçlendirme çabasına girmelerine sebep olmuştur (Hobsbawn, 2010: 159). Türkiye'nin iki savaş arası dönemde uyguladığı ekonomi politikaları genellikle dünyayla aynı çizgide bir tür milli müdafaa ekonomisi olarak görülmektedir (Tekeli ve İlkin, 2018: 20). Türkiye, II. Dünya Savaşına katılmadığı halde onun ekonomik koşullarını en ağır biçimde yaşamıştır. Savaş öncesinde başlayan planlama çalışmaları ve sınai yatırım programları, savunma harcamalarının bütçeye hȃkim olması sebebiyle tamamen ertelenmiştir. Dolayısıyla, savaş döneminde iktisadȋ bağlamda gerilemeye yol açan nesnel etkenler, 1940 ile 1945 arası döneminin bir kesinti olarak nitelendirilmesine yol açmaktadır. Boratav'a göre,

savaş döneminin iktisat politikaları, Türkiye'nin dünyadaki konumu ve siyasi yapısı bakımından farklı bir yöne doğru gelişme göstereceği önemli bir "kuluçka" dönemi olarak görülmektedir (Boratav, 2018: 333-334).

II. Dünya Savaşı döneminde Türk ekonomisine hȃkim olan devletçilik, bürokrat kökenli yönetici kadronun ürünüdür ve bu kadroya önemli bir güç vermektedir. Savaş yıllarının özel iktisadi koşulları, bir yanda yerli burjuvazinin güç kazanmasını sağlarken, öte yandan bu sınıflarla hükümet arasında çıkar çatışmalarına sebep olmuştur (Tezel, 2015: 307). Ancak, Boratav'a göre, bu dönemi sadece burjuvazi ve bürokrasinin savaşın nimetlerini paylaştıkları başıboş vurgun yılları olarak nitelendirmek yanlıştır. Tek Parti hükümetinin yönetici kadrolarının bir kısmı, savaş yıllarını, bir yandan haksız kazançları önleyecek etkin devlet politikalarını ortaya koymak, diğer yandan ekonomik ve kültürel bağlamda kalıcı reformlara yönelmek için bir fırsat olarak kullanmaya çalışmıştır (Boratav, 2018: 334).

Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda ekonomide kamu kesimini ve özel kesimi bağdaştıran kavram milli iktisat kavramıdır. Kavramın düğüm noktası, ekonomide sermayeyi elinde bulunduranın milliyeti gibi görünse de işin aslı çok daha derindir. Bu yıllarda özel girişimleri ön plana çıkaran iktisat politikası girişimciliğin "özel" olmasından ziyade "milli" olmasına önem vermiştir. Yeni rejim açısından milli olmak ekonomik olmaktan daha önemlidir ki; rejimin devamını sağlayan unsur ekonominin milli olması olarak görülmüştür (Kuruç, 1988: XXXVI- XXXVII).

Gerçek bütçe harcamalarının artması, hükümetin bu artışı karşılayacak reel bütçe kaynaklarını sağlayamaması sebebiyle, savaş yıllarındaki enflasyon hükümetin denetiminden çıkmıştır. Fiyatlar genel düzeyi savaş döneminde Ekonomi Bakanlığı'nın toptan eşya fiyatları endeksine göre 1938 ile 1943 yılları arasında beş kat yükselmiştir. Bu durum özellikle dış ticaretle uğraşan tacirlerin büyük vurgunlar yapmalarını sağlamıştır. Hükümetin Türk parasının döviz kurunu enflasyonun etkilerine göre yeniden ayarlamaması ve etkili bir fiyat denetimini sağlayamaması ithalatçı kȃrlarını yükseltmiştir. Gümrüklerde Türk Lirası birimiyle beyan edilen ithalat değerleri fiyat endeksine göre 1939 ve 1944 yılları arasında %189 oranında artmış; İstanbul Ticaret Odası'nın değerlerine göre ithal mallar grubundaki fiyat artışı ise %380'dir (Tezel, 2015: 307-308).

Sermaye ve ara malların ithalatındaki darlıklara rağmen üretimi sürdürebilen sanayi kuruluşları, başta devlet fabrikaları olmak üzere, büyük kȃr hadlerini yakalamışlardır. Piyasaya yönelik üretim yapan büyük arazi sahiplerinin savaş dönemi

kazançları ise, daha çok 1942 ve 1943 yılları ile sınırlanmıştır. Aynı dönemde hükümetin tarım ürünlerinin fiyatlarını serbest bırakması üzerine iç ticaret hadlerine tarım genişlemesi piyasaya yönelik üretim yapan çiftçi ve köylüyü bir miktar rahatlatmıştır (Tezel, 2015: 309).

Hayat pahalılığı indeksine göre, 1938 yılında 100 olan değer, 1943 yılında 330'a 1945 yılında 404'e ve 1947 yılında ise 500'e yükselmiştir. Dolayısıyla, 8 yıl içinde hayat pahalılığı 5 kat artmış, bu durum aracıların ve ürettiğini pahalıya satan tüccarın zenginleşmesini sağlamıştır (Yerasimos, 1976: 1322). Enflasyondan en çok zarar gören gruplar ise, işçiler, sivil ve asker bürokratlar, tarımdaki küçük üreticiler ve köylülerdir. İmalat sanayiinde reel ücretlerin 1939 ile 1943 yılları arasında %40 oranında azalması işçilerin yaşam düzeylerindeki düşüşü göstermektedir. Kamu kesiminden emekli, dul ve yetim maaşı alanların reel gelirlerindeki azalma, kamu görevlilerinin gelirlerindeki azalmadan daha çok olmuştur. Tezel'e göre, emeklilere yapılan kişi başı ortalama ödemenin 1938 yılında 1.420 TL olan reel değeri 1945 yılında 274 TL'ye düşmüştür (Tezel, 2015: 309).

II. Dünya Savaşı döneminin başlangıcında Tek Parti hükümetinin öngördüğü ekonomi politikası Refik Saydam'ın başbakanlığında geniş ve yoğun müdahaleci önlemler kümesinden oluşmaktadır. Bu olağanüstü önlemler çerçevesinde 1940 yılının başında hükümete adeta sınırsız yetkiler veren ve ticarette millileşmeyi amaçlayan Milli Müdafaa Kanunu yürürlüğe girmiştir (Tezel, 2015: 309). Bu kanun ile, hükümet tarafından tespit edilen fiyatlara uymayanlara (muhtekirlere) ve mal stok edenlere ağır cezalar getirilirken mallara da el koyma yetkisi getirilmiştir (Yenal, 2017: 90). Tekeli'ye göre, planlama olgusunda bir ekonominin üretim ve dağıtımına ilişkin kararların serbest piyasa tarafından oluşturulmayıp devlet eliyle oluşturulmasının söz konusu olduğu göz önüne alındığında, Milli Müdafaa Kanunu'nu bir planlama deneyi olarak görmek gerekmektedir (Tekeli, 289).

II. Dünya Savaşı döneminde, Türkiye'deki enflasyonun önemli bir sebebi ise ticaret yollarının güvenliğinin azalması olmuş, bu durum ülkelerin ihracat ve ithalat hacimlerinde önemli bir daralmaya yol açmıştır (Bülbül, 2006: 10). 1938 yılında yüz yirmi milyon dolar olan ithalat rakamlarının, 1940-41 yıllarında elli beş milyon dolara gerilemesi, ülke içerisinde ara mallarda, yatırım ve tüketim mallarında kıtlık yaratmıştır (Boratav, 2006: 287). 1941 yılında Ticaret Bakanlığına bağlı İaşe Teşkilatı ve görevi gıda malları ve zorunlu tüketim mallarının ithalat ve ihracatını düzenlemek olan Ticaret Ofisi kurulmuştur. Saydam hükümeti, tarım ürünleri ve özellikle gıda malları üretimini

ve tüketimini denetlemek amacıyla, köylülerin elindeki ürünlerin hepsini, öz tüketim, tohum ve yem payları ayrıldıktan sonra, resmi fiyatlardan devlete satılmasını sağlamıştır. Bu uygulamalarla savaş yıllarında gıda ve temel giyim mallarının yanı sıra ticaret mallarının da sıkı bir denetim altında alındığı görülmüştür. Bu minvalde, 1942 yılının Mart ayında ise Dağıtma Ofisi kurulmuştur (Tezel, 2015: 309-310).

Savaş şartlarında en önemli üretim kalemi olan buğday stoku, diğer tarım ürünleri gibi, 1939 yılında 4.200.000 ton iken, bu miktar 1945 yılında 2.200.000 tona düşmüştür (Boratav, 2006: 288). Ancak, savaş döneminde hükümetin gıda mallarını üreticiden zorla almaya çalışan politikalara başvurması sebebiyle tarımsal üreticiler ürünlerini saklama yoluna gitmiş, bu durum, rakamların üretimdeki düşüşü daha radikal biçimde göstermesine yol açmıştır (Pamuk, 2009: 65). 1941 yılının sonuna doğru artan un ve şeker sıkıntısı karşısında, pasta ve benzeri unlu yiyeceklerin yapılması yasaklanmış, bir ay sonra ekmek karneye bağlanmıştır. Buna göre, başlangıçta yetişkinlere günde 300 gram, çocuklara günde 150 gram verilirken, 1942 yılının Nisan ayında kişi başına verilen ekmek 150 grama düşürülmüştür. Daha sonraki süreçte, ekmeğin yanında bez, basma, kömür, petrol ve gaz yağı gibi temel ihtiyaç maddelerine de tayınlama yapılmış, bu uygulama ancak 1946 yılının Eylül ayında yürürlükten kaldırılmıştır (Yenal, 2017: 90). Bu uygulama, devlet görevlilerinin üretimi denetlemek hususunda çok katı bir tutum sergilemesiyle, özellikle köylüler tarafından büyük bir hoşnutsuzlukla karşılanmıştır (Ayata, 1992: 72).

Savaşa girmemesine rağmen ekonomik açıdan Türkiye, II. Dünya Savaşı döneminde oldukça sıkıntılıdır. Çalışan nüfusun büyük bir kısmının silah altına alınması sebebiyle tarım ve sanayide üretim düşmüş, ithalattaki sıkıntılar mal stokunu azaltmış, seferberlik masraflarını karşılamak için hükümet para basma yolunu seçmiş; ancak bu durum, enflasyonun yükselmesine sebep olmuştur (Yenal, 2017: 89-90). Savaş boyunca sadece savunma harcamalarının bütçedeki oranı %50'ye ulaşmıştır (Şener, 2004: 90).

Türk Hükümeti silah altına alınan yaklaşık bir milyon askeri beslemek ve vatandaşların gıda ve giyim gibi temel ihtiyaç maddelerini karşılamak hususunda ciddi sıkıntılarla karşılaşmıştır. Bu dönemde tarımsal üretimde ortalama yıllık düzeyde % 7,5'lik bir daralma, sanayi üretiminde ise yıllık bazda ortalama %6,7 oranında daralma görülmüştür (Yıldırım vd., 2011: 1171). Hükümet tarafından yayınlanan önlemler karşısında karaborsa ve ihtikȃr süreci yaygınlaşarak, temel tüketim maddelerinde ciddi kıtlıklara yol açmış; geniş halk yığınlarının fakirleşmesine sebep olmuştur. Buna karşılık bazı kesimlerin büyük vurgunlar vurması ve aşırı zenginleşmesi yönetici

bürokratların bazı kesimlerinin, tüccarlar ve büyük toprak ağalarına karşı tavır almalarına yol açmıştır (Tezel, 2015: 310).

II. Dünya Savaşı yıllarında sermaye özel sektörde hızlı birikmeye başlamış, brüt kazançlar üzerinden hesaplanan vergi sistemi de bu birikimi kolaylaştırmıştır. Gündeliklerden ve maaşlı çalışanlardan düzenli olarak vergi alınırken, sayıları hızla artan esnaf ve ticaret işletmeleri vergi ödemekten kaçınır hale gelmişlerdir. Sermayenin bazı ellerde gözle görülmeyen şekilde birikimi ve bu birikimin müsrifçe harcanışı, yevmiye ve maaşlı çalışanların ve köylülerin ekonomik olarak kötü durumuyla karşılaştırılması, TBMM'de ciddi eleştirilere yol açmıştır (Karpat, 2012: 181).

Refik Saydam'ın 1942 yılının Temmuz ayında beklenmeyen ani ölümü müdahaleci iktisat politikasının değişmesine sebep olmuştur. Yeni kurulan Saraçoğlu hükümeti savaş yıllarında ekonominin yönetilmesi noktasında "piyasacı" bir anlayışa sahiptir. Tarımsal üretim üzerindeki devlet denetimini gevşeten Saraçoğlu hükümeti, 1942 yılının Ağustos ayında Dağıtma Ofisi'ni ilga etmiş; dolayısıyla gıda maddelerinde özel ticarete izin vererek fiyatlar üzerindeki denetimi kaldırmıştır (Tekeli ve İlkin, 2004: 450). Bunun sonucunda enflasyon ani bir şekilde artmış, İktisat Vekȃleti'nin rakamlarına göre toptan eşya fiyatları endeksi 1938 yılında 100 iken, 1942 yılının Haziran ayında 164'e, 1943 yılının Temmuz ayında ise 715'e yükselmiştir (Tezel, 2015: 313).

Sosyal yardım faaliyetleri, savaşın etkilerinin daha net bir biçimde hissedildiği ve hayat pahalılığının doruk noktasına ulaştığı 1943 ve 1944 yıllarında yoğunlaşmıştır. 1942 yılının sonlarına doğru Başvekil Şükrü Saraçoğlu 1943 yılında uygulanmaya başlanacak yeni ve kapsamlı bir sosyal yardım programı açıklamıştır. Bunun en büyük nedeni, Saraçoğlu'nun piyasaya arz edilen ürünlerin artacağını umarak 1942 yılının yazında serbest fiyat politikasına geçmiş olmasıdır. Ancak beklenen gerçekleşmemiş, piyasadaki enflasyonist baskı artarak karaborsanın yaygınlaşmasına ve iaşe sorununun derinleşmesine sebebiyet vermiştir. Sonuç olarak, 1943 ve 1944 yılları gelir dağılımının dar gelirliler aleyhine daha fazla bozulduğu dönemler olarak sosyal yardım tedbirlerinin gündeme gelmesine kaynaklık etmiştir (Metinsoy, 2017: 343).

Savaş yıllarının ilk kapsamlı sosyal yardım tedbiri 13 Kasım 1942 tarihli ve 4306 sayılı "Dar Gelirlilere Yardım Kanunu" olmuştur. Saraçoğlu hükümeti, genel bütçeden maaş alan memurlara, emekli, dul ve yetim gibi yoksul kesimlere, piyasa fiyatlarından daha ucuza dağıtılmak üzere giyecek, yiyecek ve yakacak gibi üç grup ve sekiz kalemden oluşan bir yardım paketi hazırlamıştır. Bu yardım paketinin kaynakları

arasında Varlık Vergisinden elde edilecek gelirler gösterilmiştir. Yardım programına göre, temel tüketim maddeleri genel bütçeden maaş alan düşük gelirli devlet çalışanlarına, emeklilere, yoksullara, dullara ve yetimlere ayni olarak piyasa fiyatının altında dağıtılacaktır (Metinsoy, 2017: 343-344).

Kapsamlı bir sosyal yardım programının uygulanmaya çalışıldığı 1943 yılının özelliği, Cumhuriyetin ilanının yirminci yıl dönümü olmasıdır. Cumhuriyet açısından bu anlamlı yıl dönümü, hayat pahalılığının ve toplumsal sorunların zirveye ulaştığı 1943 yılına denk gelmiştir. Bu sene-i devriyede, CHP'nin kendi iktidarı ve Cumhuriyet rejiminin meşruiyeti için kitlelerin sıkıntılarını azaltarak halkın hizmetinde olduğunu göstermesi; halkçılık ilkesiyle tutarlı parti ve rejim imajını koruyarak kitleleri partiye ve rejime sadık tutması gerekmektedir. Bunun yanısıra, savaş gibi kritik bir dönemde kitlelerin siyasi iktidara olan sadakati daha fazla önemli hale gelmiştir (Metinsoy, 2017: 343).

Ekonominin dengesini piyasa hareketleriyle sağlamaya çalışan Saraçoğlu hükümeti, yüksek enflasyon karşısında olağanüstü önlemler almak zorunda kalmıştır. Bürokrat yönetici sınıf ile varlıklı sınıflar arasındaki ilişkileri bozan, CHP'nin dayandığı toplumsal tabanı tahrip eden bu eylemlerin başında 1942 Varlık Vergisi ve 1945 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu gelmektedir (Tezel, 2015: 313). Bunlara ek olarak 1943 yılında tarımsal üretim üzerinden Toprak Mahsulleri Vergisi adında Aşar Vergisi'ne benzeyen % 10 oranında ayni bir vergi alınması kararlaştırılmıştır. Bu vergi 1944 yılında revize edilmiş, 1946 yılında yürürlükten kaldırılmıştır (Metinsoy, 2017: 175).

Toprak Mahsulleri Vergisi'nin amacı, savaş sebebiyle yükselen kamu harcamaları için devlete gelir sağlamanın yanında 1943 yılında başlatılan sosyal yardım kampanyasına kaynak oluşturmaktır. Buradan sağlanan gelirle gıda sorununun ve bununla ilişkili toplumsal problemlerin çözülerek hükümetten duyulan memnuniyetsizliğin azaltılması beklenmiştir (Metinsoy, 2017: 177). Verginin ödenmesi sırasında köylüler, Toprak Mahsulleri Ofis teşkilatının ürünleri saklayacak yeterli yerinin olmaması, yeterli personelinin olmaması ve personellerinin kanun dışı davranışlarda bulunması gibi bir çok sorunla karşılaşmışlardır. Bazı köylüler, tahmini ölçüm sisteminden dolayı muhtarların ya da memurların yanlış ve adaletsiz ölçümleri ve tahmini sonrasında, neredeyse tüm ürününü verdiği halde borçlarını kapatamamıştır. Devlet görevlilerinin rüşvet almaları ve yolsuzlukları sebebiyle, devlet ve köylü arasındaki güven ilişkisi aşınmıştır. Ofis'in köylülerin büyük uğraşla getirdiği ürünleri depoların yetersizliği yüzünden zamanında kabul edememesi ya da ürünlerin depolarda

çürümesi, köylülerin hükümetten gitgide uzaklaşmasına sebep olmuştur (Metinsoy, 2017: 205). Ancak, büyük toprak sahibi çiftçiler, savaşın yarattığı olumsuz koşullardan köylüler gibi etkilenmemiş, tam aksine bunu bir kazanç kapısına dönüştürmeyi başarmışlardır. Tarımsal ürünlerin fiyatlarının yükselmesiyle birlikte pazarlanacak yüksek miktarda ürünü bulunan bu grup, devlet hissesini verdikten sonra, ürünlerini yüksek kȃr marjıyla pazarlarda satmıştır (Metinsoy, 2017: 204).

Savaşın üçüncü yılında, kamu harcamalarının para basılarak karşılanmaya çalışılması, enflasyon ve kıtlığın yasal ve polis gücüyle önlenmeye çalışılmasının çıkmaza girdiği anlaşılmış, bu duruma çare olarak Varlık Vergisi getirilmiştir. Nitekim, Varlık Vergisi gelirleri sayesinde kamu harcamaları için Merkez Bankası'ndan alınan avans artışının önüne geçilmiş, banknot emisyonundaki yükseliş sona ermiştir (Yenal, 2017: 92).

II. Dünya Savaşı bitiminde tekrar gündeme gelen toprak reformu tartışmaları, 1945’te daha çok Toprak Yasası adı ile bilinen ancak gerçek adı "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu" olan yasa ile meclis gündemine gelmiştir. Kanunun en ilgi çekici yönü, merkezi bürokrasinin arazi kontrolünü ele geçirerek, yerli ailelerin ekonomik gücüne ve kırsal kesimi kontrol etmelerine son vermek isteyen maddesidir. Bu madde ile çiftliklerden ellişer dönüm istimlak edilerek topraksız köylülere dağıtılması amaçlanmıştır (Karpat, 2012: 52). Ulusal ülkü durumundaki toprak sorununu ortadan kaldırmak amacıyla yapıldığı söylenen bu yasaya karşı gerek meclis içinde gerekse kamuoyunda ciddi anlamda eleştiriler gelmiştir (İnce, 2006: 64). Türkiye'de çok partili hayata geçiş sürecinde ortaya çıkan bu kanun, öncelikle Demokrat Parti'nin kurucuları tarafından olmak üzere yoğun bir muhalefet ile karşılaşmıştır (Tekeli ve İlkin, 2014: 181). Kimi sosyal bilimcilere göre, ekonomik güç sahibi orta sınıfı yok etmeyi amaçlayan bu kanunu eleştirerek, Demokrat Parti'yi kuran dört mebustan, Adnan Menderes taşra orta sınıfının toprak sahibi grubunu; Celal Bayar ise Milli Mücadeleye katılmış orta sınıfın cumhuriyetçi, serbest teşebbüs taraftarı finansal grubunu temsil etmektedir. Refik Koraltan, bürokrat geçmişe sahip taşra ileri gelenlerdendir, Fuad Köprülü ise Osmanlı mirasının önemini bilen ve savunan bir kişidir; dolayısıyla, Demokrat Parti hemen hemen tüm orta sınıf katmanlarını temsil eden kişileri biraraya getirmiştir (Karpat, 2012: 52).

Karaömerlioğlu'na göre, nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve "milletin efendisi" olarak nitelendirilen köylüler, o dönemde genellikle milliyetçi ideolojiye mesafeli yaklaşmışlardır. Bu sebeple "köycülük hareketi", kitlenin büyük çoğunluğunu oluşturan

köylülerde milliyetçi ideolojiyi yaygınlaştırma amacıyla rejim açısından işlevsel görünmüştür (Karaömerlioğlu, 2000: 127-128). Tek Parti dönemindeki Toprak Reformu isteğinin başlangıcı 1930'lardaki köycülük hareketine dayanması sebebiyle muhafazakȃr bir niteliğe sahiptir. 1930'lu yıllarda Nazi Almanyası'nda uygulanan tarım politikası, "muhafazakȃr köycülük ideolojisi"ne9 en yakın örnektir. II. Dünya Savaşı, Tek Parti hükümetindeki bu reformist isteğin ertelenmesine yol açmıştır (Karaömerlioğlu, 1998).

Demokrasi dışı rejimlerin iktisat politikalarını biçimlendiren iki önemli özelliğin birincisi, iktidardaki grubun tercihleri ve ikincisi ise, bu grubun karşı karşıya kaldığı sınırlamalardır. Her şey eşit olduğunda, iktidardaki seçkin grup, kendi faydasını arttıracak politikaları uygulamaktadır. Bununla birlikte, seçkinler, farklı sosyal grupların ya da grup içindeki diğer bireylerin onların yerini alması korkusunu gütmektedirler. Dolayısıyla, demokrasi dışı rejimlerde önemli olan, hiçbir grubun rejimi devirecek kadar mutsuz olmasının ve iktidardaki seçkin grubun çıkarlarına zarar verebilecek siyasi ve ekonomik eylemlerde bulunmasının önlenmesidir (Acemoğlu ve Robinson, 2016: 144).

1920'li yılların başında Türk tüccarlar eski burjuvazinin ülkeyi terk etmesiyle ortaya çıkan boşluğu doldurmada başarılı olarak yeni bir inşa dönemine girmişlerdir. Bir önceki dönemin yerli burjuvazisi olan Rum ve Ermenilerin kısmen sahneden çekilmesi paradoksal bir biçimde yabancı sermayeye yer açmış, deneyimsiz olan cumhuriyet burjuvazisi ekonomik planda ikincil bir rol oynamayı kabullenmiştir Gayrimüslim sınıfın İstanbul'u terk etmemesi, onların İstanbul'daki ekonomide başat konumlarının devamını sağlamış, ancak yeni cumhuriyet idaresi bu gruba karşı mesafeli davranarak politik iktidardan tamamen dışlamıştır (Keyder, 2016: 159- 160).

Bu dönemde yükselen burjuvazi, yönetimin resmi kararlarının ekonomiyi yönlendirdiğini görünce bürokratik sınıf ile ittifak yapma yoluna gitmiştir. Ortaya çıkan bürokrat-işadamı ittifakı ekonomiye egemen olarak teşvik tedbirlerine, kamu girişimlerine ve devlet ihalelerini yönlendirir hale gelirken, üç toplumsal grup bu ittifaktan uzak durmuştur: birincisi, İstanbul'da yaşayan Selanikli iş adamları; ikincisi, hȃlȃ İstanbul'da yaşayan dış ticaretle uğraşan Osmanlı döneminden beri imalat işlerini sürdüren Yahudi, Ermeni ve Rum burjuvazi; son olarak üçüncü grup, Çukurova gibi zengin tarım bölgelerindeki toprak ağalarıdır (Keyder, 2016: 164-165).

9 Modernizm karşıtı bir felsefeyle kurgulanan Nazi İdeolojisi, Alman ırkını fiziksel emeğe dayanan ve

toprakla uğraşan bir topluluk olarak tasavvur etmektedir. Buna, köycülük ideolojisi adı verilmektedir (Heywood, 2014: 229).

II. Dünya Savaşı yıllarında, devlet satın alımlarını ihaleleri arttırarak azalan ithalat imalatçılarına yeni fırsatlar yaratmış, taşralı tüccarların büyük kȃrlar elde etmelerinin yolunu açmıştır. Almanya'nın etkisinin doruk noktasında olduğu 1942 yılında çıkarılan Varlık Vergisi Kanunu'nun uygulanmasının yerel vergi dairelerine bırakılması ve maliye görevlilerine gayrimüslimlerin Müslümanlardan 10 kat daha fazla, dönmelerden ise 2 kat daha fazla vergi alınması talimatının verilmesi, birçok gayrimüslim tüccarın İstanbul'u terk etmesiyle sonuçlanmıştır. Yukarıda tanımlanan üç gruptan iki tanesi ise, Türk ekonomisinden tamamen silinmemiş olsa da etkinliğini büyük ölçüde kaybetmiştir (Keyder, 2016: 167).

Savaş sonrası ekonomik yapılanma, devlet güdümlü ekonomiyle bağlantısı olan iş adamlarının en elverişli grup olmasını sağlamıştır. Bu kesim, kamu sektöründe etkin olan mühendis ve idarecilerle bağlantısını koruyarak iş birliğinin devamını sağlamıştır. Bu grup, savaş sonrasında dünyayı tanımlayan uluslararası ortama Türkiye'nin uyum sağlaması noktasında Tek Parti hükümetine baskı yapmıştır (Keyder, 2016: 167-168). Savaş döneminde önemli oranda ekonomik birikim yapan Anadolu işadamları, savaş sonrasında İstanbul'a akın etmiş, burada gayrimenkule ve yeni işletmelere yatırım yapmıştır (Köymen, 2009: 27). Nitekim, Anadolu'dan akın eden bu yeni tüccar tipi, Türkiye'nin kapitalist gelişmeye evrilmesi noktasında ABD ile ittifak kurmuştur (Keyder, 2016: 168).

II. Dünya Savaşı'nın son üç yılında gittikçe artan ekonomik sorunlar üretimin düşmesine sebep olmuş, 1945 yılında GSMH 1939 yılı düzeyinin yüzde 20 altına inmiştir. Sonraki yıllarda, silah altına alınanların evine dönmesi, ithalat yollarının açılması ve piyasaların canlanması ile GSMH yılda ortalama ancak %7 artış göstererek, 1949 yılında savaş öncesi düzeyine ulaşabilmiştir (Yenal, 2017: 92).