• Sonuç bulunamadı

2.2. Faşizan Söylem

2.2.3. Faşizan Söylemde Öteki Kavramı

Avrupa'da 19. yüzyılda ulus devlet kavramının yükselişe geçmesiyle birlikte ait olunan ulusun kendini olumlu yönde biçimlendirmesi amacıyla, yabancı olan her şeyden korunma, diğer ulusları değerden düşürme ve milli, etnik ve dinȋ azınlıkları dışlama mekanizmaları devreye girmiştir (Habermas, 2012: 19). Bu nedenle, milliyetçiliğin ve ırkçılığın ana ideolojik akımları, ulusun ve ırkın güvenliğine veya saflığına zarar verdiği hissedilen "öteki"nin sürekli inşası için gerekli kaynakları sağlamaktadır (Billig, 1990: 24). Ulusal kimliğin ve yurttaşlar topluluğunun inşasının nihai hedefi olan "biz" bilincinin yurttaşlar tarafından içselleştirilmesi, söz konusu bilincin besleneceği bir "öteki" olmadan gerçekleşememektedir (Üstel, 2008: 209). Bu durumun ortaya çıkardığı "öteki" kelimesi kavram olarak "biz"den olmayanı anlatır ve bu noktada insanları ve grupları birbirinden farklılaştırır. "Biz" ve karşısına "öteki"nin yaratılması bir sosyal süreçtir. Bir grup önyargısı geliştirebilmek için önce grup bilinci geliştirilmekte ve gruplar ayrıştırılarak diğerinden izole edilmektedir. Grup önyargısı, grup üyelerinin bir başka grup ve üyeleri hakkındaki ortak önyargılarından oluşmaktadır. Bir toplumun olumsuz anlam yüklenen "öteki" kavramını yaratmasının pratik yararının ne olduğu sorgulandığında, temelde sürdürülmesi gereken bir üstünlük/alçaklık ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Üstün olan; ötekini edilgen, pasif ve olumsuzluk adına her türlü sıfata uygun olarak tanımlamıştır. Denetleyen ve hâkim olan, ötekini, sadece kendi denetimlerine bir meşruiyet söylemi kazandırmak için değil, denetimin devamı gibi araçsal amaçlarla da yaratmaktadır. (Bilici,2011:4).

Öteki kavramını yaratan sosyal yapıdaki üstünlük iddiasıdır; belli bir kalıpla sınırlandırılan ötekinin ilişkileri, bu sınır içinde kalmaktadır. Hegel’in ünlü efendi/köle diyalektiğindeki gibi, insan zorunlu olarak ya efendi ya da köledir; bunlardan biri

olduktan sonra da, varlığı ve özellikleri "öteki" tarafından belirlenir hale gelmektedir (Tekeli, 1998: 2). Bu efendi/köle diyalektiği tüm iktidar ilişkilerini belli bir kalıp içine sokarak homojenleştirmektedir. Efendi kavramı egemeni, köle kavramı ise egemene boyun eğeni betimlemektedir. Köle, efendiye efendinin arzularını doyurabilmek için hizmet etmekte; efendisinin arzularını doyuma ulaştırmak için köle kendi içgüdülerini bastırarak kendini olumsuzlama sürecine gitmektedir. İşçi sınıfının modern köleliğinde evrensel özne-nesne, etken-edilgen, fail-kurban konumuyla birlikte başka grupların da özellikle kadınlar, zenciler ve tüm diğer etnik gruplar ve azınlıkların hatta mutlu azınlıkların bu ilişki biçimi içinde konumlandırıldığı bilinmektedir (Young, 2000: 17). Bu köle/efendi diyalektiğinde tepedeki insanlar diptekileri sürekli aşağılamaktadır. Özellikle "deri rengiyle doğanın gazabına dönüşen insanların", doğal efendilerine karşı bırakın isyan etmeyi eşitlik talep etmeleri bile başlı başına büyük bir hakaret sayılmaktadır. Bu durum üst ve alt sınıflar arasındaki ilişkide geçerli olsa da, ırklar arasındaki ilişkide daha geçerlidir (Hobsbawn, 1999: 391).

Toplumdaki sorunların sebebini "öteki" sayılan grubun üzerine atmak "biz"i birleştiren unsurlardan biridir. Schnapper’a göre; "Kendi zorluklarını başkasının üstüne

atmak, bireylerin ve grupların iç çatışmalarını çözmeyi sağlayan bir savunma mekanizmasıdır. Dış düşmanın varlığının bir gruba ne denli katkıda bulunduğu bilinmektedir." (Schnapper, 2005: 137). Freud’un yaklaşımı da bu noktada Schnapper

ile benzeşmektedir. Ona göre, "Kitlelerdeki kuvvetli bir dayanışma vurgusunun

oluşabilmesi için herhangi bir yabancı azınlık grubuna belli bir düşmanlık duyulması ve bu azınlığın sayısal zayıflığının, ona zulmetmeyi teşvik edecek düzeyde olması gerekir."

(Schnapper, 2005: 137).

Ötekinin en önemli özelliklerinden birisi düzeni bozan olmasıdır. "Biz" düzenin devamını ve istikrarını sağlayan olarak görülürken, "öteki" düzenin istikrarını sağlayan öğelerin içini boşaltan, bir nevi düzeni tehdit eden olarak görülmektedir. Bu sebeple, "öteki" düzen için tehlikeli olan taraf olarak görülmektedir. Toplumsal ve siyasi düzeni oluşturan yasalar, kültürel temeli oluşturan gelenekler, geleneksel yaşam ve ilişki biçimleri gibi unsurlar "öteki" tarafından bozulma ve tahrip edilme riski taşımaktadır (Parlak, 2015: 41).

Ötekileştirme, imgedeki farklılaştırma ve ayrıştırma süreci veya durumu olarak tanımlanabilmektedir. Bu imge, yargıları içeren, kimi zaman aşırı bir olumsuzlamayla birlikte önyargılar, stereo tipler ve damgalama (stigmatizasyon) şeklinde görülen;

olumlu olarak da benzeştiren (fakat aynı veya tek yapamayabilen) bir düşünme ve algı biçimidir (Nahya, 2010: 67) Önyargı, düşünsel ve pasif bir eylem iken bunun dışa vurulup belli bir kimliğin inşasında kullanılması imgeyi oluşturmaktadır. Bu durum ise bir grubu, etnik ve toplumsal yapıyı farklılaştırarak dışarıda bırakmaktadır. Birçok halk, grup veya toplum kendinden olmayanı olumsuzlayarak çeşitli klişeler ve önyargılar üretmektedir.

Önyargı, beraberinde kısır döngü de yaratmaktadır. Özçalık’a göre, var olan önyargıya tepkisel olarak ötekileşen grup aşırı söylemlere rağbet ederek önyargının sağlamasını yapar hale gelmektedir. Almanya’daki Türklerin suç oranlarının yüksekliğini ve uyum sorunlarını bu şekilde açıklamak mümkündür. Önyargılar nedeniyle, kendisini çoğunluk toplumuna ait hissetmeyen ve aynı zamanda köklerinden de kopan Türk topluluğu tepkisel şekilde polarize olmuştur. Bu uçlaşmalar her seferinde çoğunluğun belirlediği "biz"in önyargı söylemlerine olan inancını tazelemektedir. Böylelikle bu kırılamaz döngü, grupların birbirlerini kabullenme süreçlerini engellemektedir. (Özçalık, 2008: 5) Önyargının sağlamasını yapan ötekileşen grubun üzerinde sosyal psikologlar araştırma yapmışlar ve şu kanıya varmışlardır: "kurban, ona

sürekli atfedilen değersizleştirici özellikleri içselleştiriyor ve ona dışarıdan sürekli dayatılan imgeye uygun davranıyordu" (Schnapper, 2005: 140). Dolayısıyla, önyargıyla

kurgulanan ve gerçeği yansıtmayan etiketleme, kurbanın üzerindeki psikolojik baskı sebebiyle, kurbanı o şekilde davranmaya iterek ve gerçek hale gelmektedir.

"Öteki" kavramı bir grubun veya toplumun, başka bir kültürün veya toplumun toplumsal belleği referans alınarak, diğerlerinden ayrıştırılıp farklılaştırılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak, milliyetçi varsayımların modern bilinçteki merkezîliği, ulusun veya ırkın tanımladığı şekilde, "öteki"nin varsayımına dayanan, "öteki" siyaseti için sürekli bir potansiyel içermektedir. Faşist gruplar, bu siyaseti ifade ederken, "öteki" uluslar, "öteki" ırklar ve genel olarak "öteki"ler hakkındaki "onlar" ve "biz" ayrımından yararlanabilmektedir (Billig, 1990: 25).