• Sonuç bulunamadı

Tek Kişilik Ölüm Etrafında Kopan Fırtına

1.2.2. İdeolojik Tutumu 1. Bir Ütopyaya İman

1.2.3.1. Davalar 1. TKP Davası

1.2.3.2.6. Tek Kişilik Ölüm Etrafında Kopan Fırtına

Vedat Türkali’nin en çok tartışılan romanlarından birinin Tek Kişilik Ölüm olduğunu söylemek mümkündür. Roman yayınlandıktan sonra birçok eleştiri yazısı kaleme alınmış yahut söyleşilerde bu eleştiriler dile getirilmiştir. Ancak bu tartışmalar romanın, işleyişinden, kurgusal hususiyetlerinden, yapısından ziyade romanda işaret edilen dönem ve politik şahsiyetler nedeniyledir. Bunlardan biri de Sokak isimli derginin 10. sayısındaki “Vedat Türkali’nin Paslı Süzgecinden 40 Yıllık Kin” başlıklı imzasız yazıdır.

Yazıya göre Vedat Türkali’nin romanı “bırakınız komünistleri, liberalleri bile çileden çıkaracak kişisel saldırılarla doludur. Romancı olarak kahramanlarını betimlemekten aciz olan Türkali, işi ‘cinsel-ruhsal sağlıksız’ gibi sıfatları kullanacak kadar ileri götürmüş.”299 

297 Türkali, Yanıtlar, s.74.-

298 Türkali, Yanıtlar, s.77-78.

299 Türkali, Yanıtlar, Cem Yay., 1992, İstanbul, s.10-15.

Ayrıca yazının tamamı için asıl kaynak: “Vedat Türkali’nin Paslı Süzgecinden TKP-40 Yıllık Kin”, Sokak-Haftalık Dergi, S.10, 11-17 Mart 1990, s.36-37. Dergide yazı imzasız olarak ter almaktadır. Ancak Vedat Türkali, yazının İpek Çalışlar tarafından kaleme alındığını öğrendiğini bildirmektedir. Bu nedenle metnin yazarı olarak İpek Çalışlar’ın ismi burada zikredilmiştir. Ayrıca Türkali, bu yazının yayınlandığı sayının, derginin son sayısı olduğunu iddia etmektedir ki, bu doğru değildir. Zira bu sayıdan sonra, ulaşabildiğimiz kadarıyla, derginin 1-7 Nisan 1990

162

İlerleyen satırlarda kitap “roman olarak da pek başarılı olduğu söylenemez” yargısıyla eleştirilirken, neden başarılı sayılamayacağı açıklanmaz. Bunun yerine “…ama bu kısma edebiyatçılar karar versin” sözleriyle sorumluluğun edebiyat eleştirmenlerine yüklemek gibi bir kolaycılığa kaçıldığı söylenebilir. Yazının polemiğe sebep olan kısımlarından birisi şöyle: “…roman Türkiye’nin komünist diye bilinen eski tüfeklerine kötülük kurşunları ata ata sürüp gidiyor. Okurken yer yer her şey bilinsin izlenimine kapılıp yutkunuyorsunuz, ama sonra irkiliyorsunuz. Ayıplıyorsunuz. Çünkü çizilen gerçek insan portrelerinin ortak yanları hep kötü olmaları, hep hata yapmaları, budalalıkları ve polise öyle ya da böyle hizmet etmeleri çizgisinde bütünleniyor. Merak ediyorsunuz. Türkali, 40 yıllık kinini yazıya dökmek için niye bunca beklemiş? Bilgiler ne kadar doğru, ne kadar yanlış diye kafanızı kurcalarken, yanlış olduğuna karar veriyorsunuz. Çünkü insanlar eğrisiyle doğrusuyla sergilenmiyor. Eleştiri filan da değil yapılan. Sadece kişiliklerine mızrak saplanıyor. Daha doğrusu pislik atıyor.”300 Bu eleştirilerden sonra romanda çeşitli şekillerde bahsi geçen isimlerin hangi hususiyetleriyle yer aldığına değinilmektedir. Bahsi geçen isimler, Şefik Hüsnü, Mihri Belli, Sevim Belli, Reşat Fuat Baraner. İsimleri anılanlar, eski TKP’nin içinde yer almış ve onun bünyesinde faaliyet yürütmüş, uzun yıllar polis takibinde yaşamış, hapislerde yatmış isimlerdir. Romanda onlarla ilgili kısımlarda yer alan, anlatılan kişi ve olayların pek çoğunun tanığı olan Türkali için “Yaşayanların övgü kadar eleştiri dolu anılarını yayınlama hakları da vardır. Ama bu hakkı kişisel karalamalar yazmak için bu denli düzeysiz kullanmaya hiçbir “eski tüfek”in hakkı yoktur.”301, denilerek, yazarın tanıklığı kabul edilmişse de, kullanılış şeklinin yanlış olduğu vurgulanmıştır.

Çalışlar’ın romandan yaptığı alıntılarda kısaca şöyle özetlenebilir: Vedat Türkali Şefik Hüsnü’yü anlatırken dış görünüşüne, giyim kuşamı ve konuşmasındaki özenden hareketli onun bir “emekli büyükelçi”ye benzetmektedir. 1946’da yakalandığında 16 gün bir sandalyede hiç uyutulmadan bekletilerek işkence görmesine rağmen polise ifade vermediğini, ancak kendisinin etrafındakilerin her şeyi anlattığı için onun ifadesine

tarihli 13. sayısı yayınlanmıştır ve bu sayısının künye sayfasında, “Sevgili okurlarımız, elinizdeki sayı, Sokak’ın haftalık son sayısı.”, denilmekte; maddi nedenlerle derginin gelecek sayılarının aylık olarak yayınlanmasının kararlaştırıldığı ifade edilmektedir. Aylık yayına başlanıp başlanmadığını tespit edemedik.

300 Sokak, S.10. s.36.

163

gerek kalmadığını aktarırken, Türkali’nin Şefik Hüsnü’nün bu kadar gün direnmesine bir anlam veremediğini ve saygı duymadığını iddia eder.

Mihri Belli için Türkali’nin küçük burjuva, serüvenci, dikkatsiz olduğu için peşine polisi takan, “sosyalist devrim-demokratik devrim” çekişmesine öncülük ettiğini, onu takip eden yüzlerce gencin dağlara yürüdüğünü ve öldürüldüğünü ve bu ölümlerden de Mihri Belli’yi sorumlu tuttuğunu söyler. Bu arada Vedat Türkali o dönem sol çevreden gelen ve toplumsal olaylara önderlik eden kişilerin kendi halkını, halkın inançlarını, değerlerini, coğrafyasını bilmediğini ifade etmek maksadıyla Şefik Hüsnü ve Mihri Belli için kullandığı “Doktor bütün yortuları bilir de, Kadir Gecesi’ni bilmez. Bırak onu Doktor daha Üsküdar’ı bilmez.”302, şeklindeki sözleri İpek Çalışlar, “Karısının elini öpen ve Kadir Gecesi’nden habersiz bir başkan tanımı irkilmek için yeterli ipuçları zaten.”, sözleriyle yorumlamaktadır.

Türkali’nin Sevim Belli’ye dair anlatımlarını ise şöyle yorumluyor: “Yazarın, Sevim Belli’ye olan saldırganlığı romanın genel havasından anlaşıldığı kadarıyla o dönem yaşamış lider karılarına olan öfkesinden geliyor sanki. Örnek olarak da Suat Derviş’i veriyor. Romanda Reşat Fuat gizli çalışma için ortadan çekilince Suat Derviş’in kapı kapı dolaşarak kocasını aradığını ve bulunca da sevinç içinde olduğunu aktarmaktadır. Vedat Türkali açıkça Suat Derviş’in hareketlerindeki aşırılıkları yererken, İpek Çalışlar ise bunu Vedat Türkali’nin o dönemki “lider karılarına olan öfkesi” şeklinde yorumluyor.

Vedat Türkali, bu yazıya cevaben kaleme aldığı yazısında, “İpek Hanım’ları, benzerlerini ben de bu tür marifetlerle baş başa bırakmayı çok isterdim. Zamanımın ne kadar olsa kısıtlandığı şu günlerde bunlara vakit ayırmak, biliyorum büyük kayıp. Neyleyim ki Türkiye hâlâ kalp mallarla tehlikeli biçimde adam dolandırılan sahtekârlar cenneti. İnancım o ki, devrimcilik, genç kuşaklardan davasına kalkmak değil, yaşanılmış doğruları tam bir yüreklilikle sergileyip, önce tarihe olan borcunu ödeme yükümlülüğüdür. Özellikle böyle bir toz duman ülkesinde.”, diyerek İpek Çalışlar’a neden cevap verme gereksinimi duyduğunu açıkladıktan sonra “aralardan başını uzatıp mahalle karısı gibi fit koyan İpek Hanım’ın sözlerine kulak asmamak koşuluyla”, kitabı okuyanların tamamen yaşanmış gerçeklerle karşılaşacaklarını dile getirir. Kitapta

164

komünist partilerin başına getirilen genelsekreterlerin stalinci bir yaklaşımla, her söylediklerinin sorgusuz sualsiz yapılması, uygulanması, onların eleştiriden uzak görülmesi sonucu olarak Komünistlerin iktidarda oldukları ülkelerde ve iktidarda olmadıklarında da pek çok sorun doğurduğuna değindikten sonra doğruların her zaman ve zeminde doğru olduklarını ve her zaman ve zeminde dile getirilmeleri gerektiğine inandığı için mazide yaşananları dile getirip romanında işlediğini, maksadının geçmişte yaşananlardan ders alınması olduğunu söyler. “Tarihsel, gerçek kişilerle ilgili olaylar, ağızlarından çıkmış sözler, konuşmalar, asıllarına- en küçük ikirciklilik duyulduğunda kitaba alınmamak koşuluyla- tastamam bağlı kalınarak verilmiştir.” 303 Yazının devamında örneklerle TKP içinde yaşanan yanlışları açıklayan Türkali, amacının kimseyi savunmak ya da yermek olmadığını, nesnel bir şekilde kişileri verdiğini savunup “Kırk Yıllık Kin’ime gelince…Ne kırk yılı; adiliklere, alçaklıklara, yalanlara, sahtekârlıklara kin duymadığım günüm mü oldu ki yaşamım boyunca? Kendimi bildim bileli böyle bu. Böyle de gider”, cümleleriyle yazısını bitir.

İpek Çalışlar’dan başka, Tek Kişilik Ölüm hakkında fikirlerini beyan eden bir başa isimse Zihni Anadol’dur. Kendisi de eski bir Türkiye Komünist Partisi üyesi olan Zihni Anadol, ziyaret için gittiği Almanya’da, bir gazeteciye mülâkat verirken Tek Kişilik

Ölüm romanıyla ilgili fikirleri sorulduğunda “Vedat Türkali’ye gelince, o Türkiye

solunun en kötü örneği. Türk solunu inkâr eden bir kitap. Bir sağcı bile o kadar kötü bir kitap yazamaz. Ne kadar geçmiş varsa hepsini inkâr etmiş. ‘Mücadelemiz boşunaymış’ diyor. Şefik Hüsnü’nün portresini karikatürize ediyor. Reşat’ı öyle. Ne kadar değer varsa çiğniyor. Vedat Türkali mücadele tarihimizde kendi idam fermanını kendisi imzaladı. Bitti o iş.”304

Vedat Türkali kitabına aldığı yazısında “Yazara yapıtından ötürü uygun bulunan idam fermanına gülüp geçiyoruz bugün. Sosyalist sistemi cehenneme çeviren nice pisliklerin temelinde, sırtını devlet gücüne dayamış bu tür soytarılıkların yattığını unutmamalıyız. Nice özveriler pahasına kurulup yaşatılmaya çalışılmış, tarihin en güzel ürünlerini bu ahmaklıklara kurban ettik. Nice ‘Tek Kişilik Ölüm’ kitabı yasaklandı böyleleri yüzünden. İşkencelere uğradılar, kamplarda, cezaevlerinde ölüp gittiler. Ya da

303 Türkali, Yanıtlar, s.16-17.

165

süründürüldüler. Hem de sosyalizmi kurmak adına. Hem de büyük devrimcilerce!”305 Kendisine ve eserine yönelik Zihni Anadol’un sözlerine bu cümlelerle cevap veren Vedat Türkali, ayrıca söz konusu söyleşinin yayınlandığı dergiye, yayınlanması maksadıyla bir açıklama metni gönderir ve eserine dönük eleştiriye bir sözünün olmadığını ve herkesin eleştirebileceğini söyledikten sonra gayesini şöyle dile getirir: “Benim uğraşım, genç kuşaklarımızın bizler gibi, yalan dolu ninnilerle uyutulup büyütülmemesine, tek doğru yoldan, eleştirel yöntemden ödün vermeksizin düşünmelerine bir şeyler katmaya yöneliktir. Gördüklerimi, doğru bildiklerimi yeni kuşaklara bu yolda aktarmaya, tarih denen büyük yargılamada üstüme düşen yeminli tanıklığın gerekirlerini yerine getirmeğe çalışıyorum. Kimsenin (Bu zatın da!..) idam fermanını imzalamam!... Devrimci akıma nasılsa sürtünmüş, günahı boyundan büyük kimi dervişlerin, kerametlerini yaymak için ortalarda dolaştıklarını anımsatıp uyanık olunmasını salık veririm.”306 ve böylece Kemal Anadol’un kendisi ve eseri hakkındaki sözlerine ve kendisinin neyi amaçladığına cevap verir.

Tek Kişilik Ölüm’ün yayınlanmasından sonra, romana ve Türkali’ye dönük eleştirel yazı

kaleme alanlardan biri de Hulusi Dosdoğru’dur. Türkali’nin romanından hareketle Hulusi Dosdoğru “Türkali’nin Sunturlu Suçlamaları” başlıklı bir yazı yayınlar.

Vedat Türkali adı geçen romanının önsözünde “Salt düşlemeye dayanmayan bu romanda, gerçek kişilerle ilgili olaylar, konuşmalar, aslına tastamam bağlı kalınarak, belge niteliğinde verilmeye çalışılmıştır. Bol belgesel kullanılmış bir film deyin isterseniz.”, cümlelerini kullanıyor.

Hulusi Dosdoğru, romanın başında yer alan sözlerden başlıyor eleştirisine: “Doğrusu bu tanımlama konuya açıklık getirecek yerde, işi büsbütün karıştırıyor. Böylece buna belgesel ya da belgelik yanı ağır basan bir roman diyemiyoruz. Önce kitabın roman olup olmadığı belli değil. Sonra da belge diye sergilenen, eski TKP yöneticileri hakkındaki salkım saçak suçlamaların gerçek belge niteliği taşıyıp taşımadığı.”307 Yazarın, Nazif isimli roman kişisi üzerinden sürekli “bireyi, bencilliği, yalnızlığı, tek başınalığı savunup dur”duğunu, toplumcu bir yazarın böylesine bireyciliği benimsemesinin

305 Türkali, Yanıtlar, s.31.

306 Türkali, Yanıtlar, s.32.

166

yadırgatıcı olduğunu; yine “bencilliğin bunaltıcı labirentlerinde kendisini yitir”en bir kişi olarak Nazif’in, ilgilenmediği, yıllarca yüzünü görmediği oğlunun idam cezası karşısındaki tutum ve davranışını da “hiç inandırıcı” bulmadığını ifade eder. Nazif’in pişmanlık yasasını savunmasını eleştiren Hulusi Dosdoğru, Dr. Gülşen karakterinin TKP yöneticileri hakkındaki suçlamalarının belge diye romanda yer almasına “Burada sergilenen suçlamaların tümü, belgeden çok, birtakım dedikodulara, mış mışlara, küçük burjuva hamlığından kaynaklanan didişme ve çekişmelere dayanıyor.”308, diyerek Vedat Türkali’nin hem kitabının girişinde yer verdiği sözlerine hem de daha önce andığımız İpek Çalışlar ve Zihni Anadol’a cevaplarındaki iddialarına itiraz eder. Hulusi Dosdoğru “Son hesapta “Tek Kişilik Ölüm”, yazarının sunuşta belirttiği gibi değil. Olsa olsa bu çelişkilerle dolu kargaşa içinde, eski TKP yöneticilerine yönelik roman maskesi altında, bir suçlamalar yığını. Onların da bir ikisi dışında hemen hepsi dünyadan, ellerini eteklerini çoktan çektikleri için, bu suçlamaları yanıtlamaları olası değil.”, diyerek V. Türkali’ye itirazını sürdürür ve yazarın kitabında “bencilliği, hayınlığı haklı çıkarmak için çok çabaladığı”nı ve kendisinin bunu “bir türlü” anlayamadığını dile getirir. Ona göre Türkali’nin anlattıkları, ilk kez dile getirilmiş şeyler de değildir. Bunlar daha önce söylenip yayınlanmış şeylerdir. Bu nedenle şu soruyu sorar: “Öyleyse bu aşırı gayretkeşlik niye? Yapılmak istenen TKP’yle kıyasıya bir hesaplaşmaysa, bu roman paravanı ardına sığınarak yapılmaz!”

Vedat Türkali, Dosdoğru’ya verdiği yanıtta, kendisi de bir yazar olan ve yazın çalışmalarına çok erken dönemlerden başlamış biri olarak Dosdoğru’nun romanı anlamadığını ve bilhassa da pişmanlık yasasına yönelik romandaki savı tersine çevirerek yorumladığını söyler. Kendisinin doğruların olduğu gibi aktarılması taraftarı olduğunu ve bu nedenle eski TKP mensuplarının içine düştükleri yanlışların söylenmesi gerektiğini belirtir. Bencillikle ilgili iddiasına da romanda anlatılan sal hikâyesinden hareketle açıklama yapar. Gerçek devrimcilerin, kendi yoldaşları için öz canlarından vazgeçebileceklerini ve bunun sayısız örnekleri olduğunu ifade eden Türkali bu nedenle, romanda da bencilliğin savunulan değil, eleştirilen bir tutum olduğunu, ancak Hulusi Dosdoğru’nun bunu anlayamadığını ifade eder.

Romanda adı geçenlerden Şefik Hüsnü’nün 1951 Tevkifatı’nda kendisiyle kaldığını ve romandaki iddialarının da buradaki arkadaşlıktan geldiğini söyler. Yazısında Hulusi

167

Dosdoğru’nun politik serüveninden de bahseden Türkali, onun eski politik düşüncelerinden uzak olduğunu, yıllarca hiçbir sesinin soluğunun çıkmadığını, Kemal Tahir etkisinde kalarak “eski TKP’lilere üstü örtülü taşlamalara kalkıştığını” da hatırladığını aktararak Dosdoğru’nun sözlerinin ve yorumlarının yanlış olduğunu belirtmektedir.