• Sonuç bulunamadı

Barış Yıldırım ile Yalancı Tanıklar Kahvesi Polemiği

1.2.2. İdeolojik Tutumu 1. Bir Ütopyaya İman

12.3.2.9. Sevim Belli’ye Cevap

1.2.3.2.11. Barış Yıldırım ile Yalancı Tanıklar Kahvesi Polemiği

Vedat Türkali’nin 2009 yılında yayınlanan romanı Yalancı Tanıklar Kahvesi, yeni bir tartışmanın da perdesini aralamıştır denilebilir. Özellikle Barış Yıldırım imzasıyla yayınlanan yazılar ve yazarın verdiği cevaplar, Vedat Türkali’nin son dönemlerdeki önemli polemiklerinden birini oluşturmaktadır.

Evrensel Kültür dergisinin Haziran 2009 tarihli sayısında Barış Yıldırım imzasıyla

“Tatsız Olayların Yalancı Tanığı” başlığıyla bir yazı kaleme alınmıştır. Bu yazıda Vedat Türkali’nin Yalancı Tanıklar Kahvesi isimli romanının “biçimsel açıdan başarısız, içerik olarak ise eski solcu amcaların yeni nesillere verdiği vaazları gereksiz kılacak söylemde bir roman.”, diyerek eleştirir. Romanın, “bir döneme yalancı tanıklık ederek eski solcu amcaların işlevinin önemli bir kısmını yerine getirdiğini söyleyen yazar, romanın sonunun belirsiz bırakılmasını da yadırgar. Roman kahramanı darbe döneminde Ankara’dan kaçıp ailesinin zengin çiftliğine dönmesi, “devrimci hayata zarar vereceği”ni düşündüğü için evlenmeyen roman kahramanının kaçması, yazar tarafından “devrimcilikle “ bağdaştırılmaz.

319 Vedat Türkali,“İadeli Taahhütlü Bir Yazı’nıza Yanıt”, Tüm Yazıları Konuşmaları-2, Ayrıntı Yay., 2014, İstanbul, s.11-12.

174

Barış Yıldırım, Vedat Türkali romanlarının en başarılı yanları “şık adları ve bu adlar çerçevesinde oluşturulan dönem romanı halesi olduğuna” inandığını söyleyerek Yalancı

Tanıklar Kahvesi’nin Nazım Hikmet’in roman ve hikâye arasında yaptığı ayrıma

uymaması nedeniyle de eseri roman olarak almadığını ima eder. Nâzım Hikmet’in hatırlatılan sözleri şöyle “Romanda mimarlık bu konunun çok yönden işlenip geliştirilmesine dayanmakta. Oysa hikâyede bir tek hat kalın altında ince çizgilerin sarmaş dolaş olmaları vardır. Tek kalın hattın mimarisiyle kurulan mevzu kaç sayfada işlenirse işlensin hikâyedir. Buna mukabil birçok kalın hatların mimari ile kurulan aynı mevzu aynı sayfada da olsa romandır.” Buradan hareketle yazarın Nâzım’dan verdiği bu örnek üzerinden Yalancı Tanıklar Kahvesi’ni roman olarak kabul etmediği anlaşılmaktadır. Ancak “YTK’da Muhsin’in maceralarına eklenecek ikinci bir “kalın hat” yok. Birtakım ince hatlar var fakat gerek ana öyküde gerek yan öykülerde en önemli sorun, romanın eklemlendiği gerçekçi roman geleneğinin en önemli erdemlerini es geçmesi. Bunlardan ikisi karakterlerde derinlik ve olaylar dizisinde kurgu ustalığı olduğu söylenebilir.”320 Böylece önce Nâzım Hikmet’ten referansla kitabın roman olmadığını, “belki” hikâye olabileceğini ima ettikten sonra eseri tekrar roman olarak göz önüne alıp gerçekçi roman kriterlerine göre değerlendirip “karakterlerde derinlik”in olmaması ve “olaylar dizisinin ustaca kurgulanamaması” nedeniyle eserin “sorunlu” olduğu dile getirilmiştir.

Barış Yıldırım’a göre Vedat Türkali’nin romanının kahramanı olan Muhsin, asıl kahraman olmasına rağmen iyi işlenemediği için karakter özelliği gösteremez, tip bile olamaz, sadece bir figür olarak ortada durur. Çünkü, Yıldırım’a göre Muhsin bile bir ağa ailesinden kendisini çıktığını anlayamadığını ve roman kişilerinin değişim ve gelişimlerinin okurca anlaşılabilir olmasının yazınsal bir sorun olduğunun ve bunun muhatabının yazar olacağının vurgusuyla, Türkali’nin karakter yaratamadığını söyler. Romanda bir kusur da anlatıcının sesinin roman kahramanlarının sesini boğduğu iddiasıdır.

Barış Yıldırım, “Tatsız Olayların Yalancı Tanığı” (s.15), başlıklı yazıdan yapılan alıntılar, Vedat Türkali’nin Tüm Yazıları Konuşmaları-2, (Ayrıntı Yay, 2014, İstanbul) kitabındandır.

175

Köylülerin anlatıldığı sahnelerin başarılı bulan Barış Yıldırım’a göre romandaki olayların dizilişi de sıradan, tahmin edilebilir oldukları gibi bir entrika da oluşturamamaktadırlar. “olaylar örülmüyor, sadece istifleniyor,” ve bu da okurun hiç şaşırtılmadan sona doğru ilerlemesini sağlıyor ki Yıldırım bunu da bir başka kusur olarak kaydetmektedir.321 Yıldırım’ın bir diğer iddiası da yazarın bilinen olaylardan hareketle kolaycılığa kaçtığını, hatta bazen gerçek olayları da yanlış yansıttığını “16 Mayıs 1978’deki” olayla örnekler. Yıldırım olayda 7 kişinin öldüğünü ancak romanda ölü sayısının beş olarak geçtiğini, bunun bir basitlik, çalakalemlik sorunu olduğunu söyler.

Vedat Türkali’nin, roman kahramanlarının cinsel dünyasını çok iyi anlattığının iddia edildiğini ancak bunun Yalancı Tanıklar Kahvesi romanı için geçerli olmadığını söyler. Ayrıca romanda eril bir dil kullanıldığını, kadının aşağılandığını iddia eder.

Yıldırım, romanın yapısına bir yüzeyselliğin ve dış biçimine ise bir özensizliğin egemen olduğunu söyler: “Romanın yapısına egemen olan şey yüzeysellikse, dış biçimine egemen olan şey de özensizlik. “Başlarken” başlıklı giriş bölümünde, tam bir sıfat ve karakter bombardımanına tutuluyorsunuz. Bu hepi topu 4 sayfa ismi geçen 15 kişinin, bazısına roman boyunca hiç değinilmeyecek, bazıları ise “istiflenen” olayların kıyısında köşesinde görünüp kaybolacaklar. Özensizlik bazen imla sorunları ve anlatım bozukluklarında, bazen noktalamam enflasyonunda (18.sayfada 15 ünlem saydım), bazen 8 sayfa kadar nedensiz uzayan paragraflarda kendini gösteriyor (Nedensiz, çünkü dış anlatımla iç hesaplaşmaların aynı paragrafta belirli bir belirteç kullanılmadan yer alması belirli bir üslup özelliği olabilir fakat bazı paragrafların neden sayfalarca uzayıp bazılarının makul uzunlukta kesildiğinin bir açıklamasını, en azından ben bulamadım).”322 Bunların eserin sanatsal zayıflıkları olduğuna değinen Yıldırım, bir de dönem romanı olduğu için anlatılan dönemle ilgili bazı yanlışları olduğunu söyler. Barış Yıldırım’a göre yazar her ne kadar bir kurgusal metin kaleme almışsa da, dönemle ilgili birtakım iddialar da ortaya atmaktadır ve bunlarda yanlışlıklar olduğunu söyleyerek, bu yanlışlar üzerinde durur. Roman kahramanlarından Salih ve Muhsin’in

321 Yıldırım, “Tatsız Olayların Yalancı Tanığı”, s.17.

176

konuşmalarından bir bölümde “Yol boyunca tatsız olaylardan konuştuk” cümlesini ele alan Yıldırıma göre konuşulan konular “faşistlerin saldırıları ve bunlara verilen cevaplar”dır. Dolayısıyla romanda bir devrimci karakter olarak öne çıkarılan bir kişinin bu cümleyi kullanamayacağını çünkü bu kaotik ortamın “devrimi hazırlayıcı bir ortam” olduğunun bilinmesi gerektiğini söyler.

Barış Yıldırım’a göre romanın bütün kahramanları bir yönüyle Vedat Türkali’yi ve onun dönemle ilgili olumsuz yargılarını taşımaktadır. Vedat Türkali hakkındaki sözlerden bazıları şöyledir: [Türkali gibi bir sosyalistin “eski solcu” tipini de aşıp bildiğin devletin, burjuvanın basının ağzından konuşmaya başladığına inanmakta güçlük çekenler için gelişigüzel bazı alıntılar yapalım: “millet uyuyor daha”(96), “halk uyuyor”(376), “kuduz gibi birbirlerine saldırıyorlar baksana, Aleviydi Sünniydi diye”(163), “Jandarmaya fitlediler(…) işçi sınıfımızın durumu ortada”(114), “Silahlı olaylara bulaşmak günün kışkırtıcılarına destekti(…) en verimli çalışma işçilerin örgütlenmesini sağlamaktı…”(196) “Gizli, hele silahlı çatışmaya kalkışmak aptalca destek bu heriflere”(177)] Kısaltarak yapılan bu alıntılarla Vedat Türkali’nin kahramanlarının “devrimcilere” yakışmayan tutum ve söylemler sergilediğini ifade eder. Romanda “devrimci” diye gösterilen roman kişilerinin cahil, resimden müzikten, anlamayan, okumayan, meyhane masalarında “devrim” meselelerini tartışan tipler olduğunu dile getirir. Tek müsbet “devrimci” olarak gösterilen Nedim Hoca’nın da “entelektüelizm” olarak yorumlanacak hal ve hareketler sergilediğini söyler.

Barış Yıldırım, son olarak romanın 12 Eylül darbesinin yarattığı “yenilgi psikolojisi”nin bir ürünü olduğunu ve 12 Eylül’ün “sol” üzerindeki etkilerinin bir yansıması olduğu iddiasıyla eleştirisinin sonuna gelir.

Vedat Türkali ise bu eleştiriyi de, daha önceki tartışmalarında söylemiş olduğu gibi, çevresindekilerin telkinleri doğrultusunda kale almamayı düşündüğünü ama genç okurların zihninde bir soru kalmaması için cevaplama ihtiyacı duyduğunu belirtir. Bu yazısında kendisinin sanat anlayışından, sanatındaki ilerlemelerinden, roman sanatına sinemasal çalışmalarının nasıl tesir ettiğini anlattıktan sonra, Barış Yıldırım’ın eleştirisini bir iyi niyet değil de bir saldırı metni olarak yorumlar. Ona göre Yıldırım, onun romanlarını “yalan yanlış belledikleriyle takır tukur değerlendir”mektedir. Romanında kimseyi kutsamak zorunda olmadığını, kimsenin propagandasını yapmayı

177

da amaçlamadığını, hatta bu propagandist tavrın Sovyet sanatını bir dönem gerçekten gerilettiğini söyler.

Türkali’ye göre Barış Yıldırım “YTK 1980’nin yenilgi psikolojisini bütün ağırlığıyla omuzlarında taşıyan bir roman” yorumunu yaparken tam da kendisinin vermek istediğini yakalamaktadır ve bu sözleri kendisi “Roman için bundan daha büyük bir övgü olamazdı; YTK tam da bunu yapmak istiyor çünkü!”323, diyerek onaylar. Romanında Muhsin isimli kahramanın tam da dönemi yansıttığını şu sözlerle aktarmaktadır: “Muhsin’e güven, yakınlık duymam. Gerçek devrimcilerin duyacağını da sanmam. Ama bence, o karmaşık dönemi, bütün “akıllıca eleştirel savlarına”, “uyanık” davranışına karşın sınıfsal zincirlerinden kurtulamamanın dramıyla yansıtan en uygun tiptir. Romandaki sonu da eleştirel tartışmaya açık kalmıştır. Kişiyi yalnız belledikleri yönetmiyor çünkü! Başkaldırsa da, her babayiğidin kolay kolay aşamadığı sınıfsal konumu ağır basıyor.”324, ifadesiyle romanın asli erkek karakterinin davranışının sebebini izah ederken bir yandan da romanın sonunun bilinçli olarak tartışmaya açık bırakıldığını söyler ki, bunlar da Yıldırım’ın eleştirdiği noktalardandır.

Vedat Türkali, eleştirisinin dozunu iyice artırarak yazının kendisine ve yazarlığına dönük bilinçli bir “saldırı” olduğunu ve bu nedenle yazarı “Vedat Türkali’yi sanatta, edebiyatta yok saydırmak için üst düzeyde ustaca iş yürüten, devlet tetikçisi benzeri bir sürü entelektüel becerikli yetmedi demek ki, bir de bu çıktı şimdi!”325, sözleriyle itham eder. Barış Yıldırım’ın okuduklarını anlamadığını, Nazım’dan alıntı yaparak kendisini “sol’dan vurmak” istediğini iddia eder.

Temel amacının içinden geldiği politik ortamın yanlışlarını, eksiklerini gerçeğe sadık kalarak anlatıp yeni nesillerin de bu eksiklikleri görüp ona göre hareket etmelerine katkı sunmak olduğunu savunur. Kendisinin de aynı kökten aynı kaynaktan geldiğini söyleyen yazara karşı Türkali, “Aynı çiçekten arı bal alır, yılan da zehir!”, diyerek eleştirisini sürdürürken Barış Yıldırım’ı “devletyalist meydan kabadayısı B.Y.!”, diyerek bir kez daha itham eder. Yazısını bir hikâyeyle noktalar: Eski zamanlarda

323 Türkali, “Yalancının Yalancısı”, Tüm Yazıları Konuşmaları-2, s.26.

324 Türkali, “Yalancının Yalancısı”, s.27.

178

Kumkapı’daki Ermeni balıkçıların aşırı küfürbazlıkları namdarken, devlet ağır biçimde yasak getirir. Onlar da bu nedenle birilerine küfür etmek isterken şöyle seslenirlermiş: “Agop, ağzını öpeyim! Ka anloorsun ya!” Küfürlerini imayla aktarmakla yetinmek durumunda kalmışlardır. Yazısına “Keskin devrimci Devletyan yoldaş! Tüm eski solcu İnek Şaban amcaların, senin o bulunmaz cevahirler yumurtlayan parlak zihinli beynini sevsinler emi! Beynine şifa olur belki!” 326, sözleriyle üstü örtülü bir mesajı Ermeni balıkçılar misali cevap verdikten sonra yazısına şu imzayla nokta koyar. “ Solcu Amcalar’dan İnek Şaban”.

Barış Yıldırım her ne kadar ideolojik yaklaşsa da eserin yapısına dönük eleştirileri de önemli orandadır. Vedat Türkali ise yazısında kendisine ve eserine dönük ideolojik noktalara ağırlıklı olarak odaklanmış ve bu yönlü cevaplar vermiştir. Yıldırım’ın üslup özellikleri hakkındaki sözlerine ise pek temas edilmediği görülmektedir. Kızgınlıkla mı bu noktaları unuttu, yoksa Yıldırım haklı olduğunu düşündüğü için mi onlara temas etmedi, bu, yoruma açık durmaktadır.

Ancak polemik bununla bitmez, zira Barış Yıldırım tekrar bir yazı kaleme alır ve eleştirilerini sürdürür. Varlık dergisinin Eylül 2009 tarihli nüshasında “Tartışmaya Beş Kala”327 başlıklı bir yazı yayınlayarak kendisinin Türkali’ye cevabının Eylül 2009 tarihinde yayınlanacağını, Türkali’nin Varlık’ta yayınlanan yazıda kendisine ve söylediklerine dönük “hakaret ve pek çok yanlış anlama/çarpıtma” olduğunu iddia eder. Yani, Varlık’ta cevap hakkını kullandığı söylenebilir. Barış Yıldırım, Türkali’nin “Yalancının Yalancısı” başlıklı bir yazı ile kendisine çok sert bir cevap verdiğini, bazı gazetelerde tartışmaya dair yazılar çıktığını belirtir.328 Kendisine yönelik “kişisel” eleştiri ve hakareti, doksanında bir “yoldaştan” geldiği için “yutkunabilirim” derken, bazı söylenmemiş sözlerin söylenmiş gibi gösterildiğini ifade eder.

Öncelikle Vedat Türkali’nin, Yalancı Tanıklar Kahvesi isminin YTK olarak kısaltılmasına yönelik eleştirisini yersiz bulduğunu zira, bu yöntemin akademik

326 Türkali, “Yalancının Yalancısı”, s.38.

327 Türkali, Tüm Yazıları Konuşmaları-2,s.39. Ayrıca Evrensel Kültür dergisinde yayınlanan yazısına da bu kitapta yer verilmiştir.

328 Bülent Usta’nın Bir Gün gazetesindeki “Sis Perdesi” başlıklı yazısı (Bkz: http://www.birgun.net/haber-detay/sis-perdesi-5804.html) ve Olkan Özyurt’un Sabah gazetesindeki “Yalancı Tanıklık Tartışması” başlıklı yazısı (http://www.sabah.com.tr/yasam/2009/08/04/yalanci taniklik tartismasi) tartışmaya müdahil olan iki yazar olmuştur.

179

yayınlarda da“sol gelenek” içinde de sıkça kullanıldığını ifade eder. “Türkali Usta’nın “Yalancı’nın Yalancısı” yazısı bana “cevap” olarak yazılmış izlenimi verse de büyük ölçüde iki mantık hatasından mustarip: Bunlardan biri benim kişiliğim üzerinden, kim olduğum da bilinmediği için kişiliğime dair birtakım yalan yanlış spekülasyonlar üzerinden ad hominem saldırılar; diğeri ise benim söylemediğim şeyleri söylemişim

gibi göstererek gölge boksu, “saman kukla” yakma törenleri. (…) Altı dergi sayfasını olur ya söylediğim bazı şeylere bir yanıt verilmiştir diye dikkatle okudum, fakat maalesef dişe dokunur bir şey bulamadım. Ama ilgili ilgisiz pek çok konuda birtakım mütalaalar buldum ki bunlarla ne yapacağım konusunda bir fikrim yok, çünkü Türkali saati tartışmaya beş kala durduruyor ve ben sandığı başka biriyle atışmaya başlıyor.”329, diyen Yıldırım, kendisi EMEP üyesi olmadığı halde bu partiyle ilişkiliymiş gibi hakkında eleştiri yapıldığını ve “karanlık güçlerle” irtibatlı gösterildiğini, her ikisinin de gerçekdışı ve yersiz olduğunu söyler. Yıldırım’a göre “Türkali’nin yazısı karalama ve hakaretlerle bezeli. Yalçın Küçüklüğe özendiğim mi kalmış, kızamık döktüğüm mü? Sonunda hızını alamamış, “senin beynine sıçayım” manasına gelecek laflar etmiş. Nedense bunu da dosdoğru dememiş, Roma*n’ında anlattıklarına benzeyen tatsız tuzsuz

bir fıkrayla ima yolunu seçmiş.”330

Barış Yıldırım, romana dönük biçimsel eleştirilerine cevap alamadığını söylediği sözleri ise şöyle: “Biçime yönelik getirdiğim eleştirilere “cevap”lar ise daha eğlenceli: Diyelim ki ben, Roman teksesli ve tek hat üzerinden mi ilerliyor, demişim, Türkali’nin buna yanıtı hazır: “Hayır, ilerlemiyor.” Açıkçası, bu bir argüman sayılmaz! Ya da birtakım roman ustalarının adını sıralayıp kendisine tanık gösteriyor: “Onlar da benim gibi yapıyor”. Bu mudur? Ben de yedi sekiz tane saygın eleştirmen adı sıralayıp “Onlar da benim dediğimi diyor” desem bunu kanıttan mı sayacağız? Türkali Usta, Roman’da eleştirdiğim noktaların hiç de benim dediğim gibi olmadığını görebilse yahut sayıp

 Ad hominem: Adama göre; bir insanın fikirlerine göre değil o insanın kişiliğine (yönelik). Bakınız: Sabri Kaliç, Ortak Kültür Kavramları Sözlüğü, 3F Yay.

329 Barış Yıldırım, “Eleştiriye Beş Kala”, Türkali, Tüm Yazıları Konuşmaları-2, s.40.

* Barış Yıldırım, Yalancı Tanıklar Kahvesi romanı kısalttığı için Vedat Türkali’nin kendisini eleştirdiğini, her ne kadar bu eleştiriyi gereksiz bulduğunu söylese de eleştirisinde ya tam olarak eserin ismini kullanacağını ya da italik biçimde “Roman”ı kullanacağını ifade eder. Kendisinden yapılan alıntılarda “Roman” kelimesinin büyük harfle başlaması ve italik olması bu nedenledir.

180

döktüğü usta romancılarla kendisi arasında sağlam paralellikler kurup bunları örnekleriyle sergileyebilse bana cevap vermiş sayılırdı, böyle bir şey olmadığı için de bu yazıdaki bütün “cevap” sözcükleri tırnak içinde.” Yıldırım’ın yazısında, kendisine “sağlam argümanlarla” bir cevap verilmediği noktasındaki sözleri, daha önce de ifade edildiği gibi, haklıdır. Çünkü Türkali’nin yazısına bakıldığında bazı politik noktalara açıklık getirilse de, yazının tümüne cevap verilmediği görülmektedir.

Barış Yıldırım, Eylül 2009 tarihli Evrensel Kültür dergisinde “Ah Kimselerin Vakti Yok Durup Gerçeğe Tanıklık Etmeye” başlıklı yazısında Türkali’nin sözlerine cevap vermeyi sürdürür. Ancak bu yazıda, “Eleştiriye Beş Kala” başlıklı yazısındaki sözlerini sürdürür. Kendisine hakaret edildiği, sağlam argümanlarla yazısına yanıt verilmek yerine “kaçamak, yersiz, mesnetsiz, çarpıtılmış” sözler ve iddialara yer verildiğini ve bunu Vedat Türkali’ye yakıştıramadığını, ona saygı duymakla beraber onun eserlerinin veya bir başka yazarın eleştiri üstü, eleştirilemez olmadığını vurgular.

Yıldırım’ın bu yazısındaki iki kısım onun yazısını özetler mahiyette olduğu için alıntılanacak, ardından bu yazılara Türkali’nin cevabı mahiyetindeki iki yazıya geçilecektir: “… Türkali’nin yazısında pek çok düşünce, yargı, tarih anlatımları, otobiyografi parçaları, kişisel hakaretler, kimin ileri sürdüğü konusunda hiçbir fikrim olmayan bazı görüşlere verilen “cevap”lar vardı, ama benim getirdiğim içeriksel, biçimsel ve politik eleştirilere karşı dişe dokunur bir cevap bulamadım.”331 Vedat Türkali’nin eleştirisinde 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında “sol”da oluşan “yenilgi psikolojisi”sini yansıtmanın temel amaçlarından biri olduğunu ve bunun da Yıldırım tarafından anlaşıldığını vurgular. Barış Yıldırım bu noktaya da şöyle açıklık getirir: “Türkali benim “1980’in yenilgi psikolojisini bütün ağırlığıyla omuzlarında taşıyan bir roman” tespitime kendisinin yapmak istediğinin tam da bu olduğunu söyleyerek cevap vermiş. Belli ki “yenilgi psikolojisi”yle “yenilmiş olmanın bilinci”ni birbirine karıştırıyor. Yenilgi psikolojisi yenilgiye teslim olma durumudur. Teslim olanlar özeleştiri yapmaz pişmanlık gözyaşları dökerler. Ne zafer sarhoşluğu ne yenilgi psikolojisi devrimci tavırdır.”332

331 Yıldırım, “Ah Kimselerin Vakti Yok Durup Gerçeğe Tanıklık Etmeye” , s.48.

181

Barış Yıldırım’ın bu iki yazısı üzerine Vedat Türkali cevap yazısı kaleme almasa da, kitabına aldığı iki yazı ile söz hakkını, kendisi adına, bu yazılara vermiştir denilebilir. Zira Deniz Keziban Çakıcı’nın “Tatsız Olayların Yalancı Tanığı” Yazısına Yanıt başlıklı yazısında Yalancı Tanıklar Kahvesi romanının ve diğer romanlarının bir savunusu, bunların kurgusal ve tematik yapılarındaki başarılarının anlatılması olduğu görülmektedir. Barış Yıldırım’ın yazısının “eksikliğine” odaklanmıştır.

Özgür Akın Oto ise “Hatalı Sollama!”başlıklı yazısında da Barış Yıldırım’ın yazılarına eleştiri ve Vedat Türkali’nin yazdıklarının doğru, yerinde olduğuna olan inancın belirtileri görülmektedir. Madde madde Yıldırım’ın itirazları sıralandıktan sonra özetlenen bu itirazlara kendisi cevap vermektedir. Eski sol çevrelerin ya da solda yer alan çevrelerin “eleştirilemez” olmadığını, romanda bu yönlü eleştirilerin haklı ve yerinde olduğunu vurgulamaktadır. Belli dönemlerin veya şahısların eleştirisi haklı görülürken Vedat Türkali’nin eleştirilerinin haklılığı vurgulanır.

Sözü edilen iki yazıda da Yalancı Tanıklar Kahvesi savunulurken Barış Yıldırım’ın bilhassa romanın tek katmanlı olduğu, derinleştirilemediği noktasını ya görmedikleri ya da göremedikleri/görmezden geldikleri söylenebilir. Deniz Keziban Çakıcı, romanlarına anlatı özellikleri bağlamında bakmışsa da yazının birçok romanını ele alarak işlemesi,

Yalancı Tanıklar Kahvesi’nin Yıldırım’ın işaret ettiği noktadan incelenmesini eksik

bıraktığı söylenebilir.

Vedat Türkali’nin romanı münasebetiyle Barış Yıldırım’la yaşanan polemik birkaç ay sürer. Yıldırım’ın eleştirileri eserin yapısı ve içeriğiyle ilgiliyken Türkali’nin yanıtlarının tatmin edici olmaktan uzak olduğu ve okurda daha çok savunma refleksiyle hareket edildiği izlenimi bıraktığı söylenebilir.