• Sonuç bulunamadı

OLUŞTURULMASI ve TÜRKİYE’DE EKONOMİK ÖZGÜRLÜKLER

3.2. TÜRKİYE’DE EKONOMİK ÖZGÜRLÜKLER

3.2.2. Türkiye’de Liberalizasyon Çabaları:1980 Sonrası Dönem

Gelişmekte olan ulusal ekonomilerin, gelişen dünya finans sistemine entegre olmaları finans sektörlerini liberalleştirme amacına yönelik bir takım politikalarla mümkün olmaktadır. Finansal liberalizasyonun ardındaki motif, büyümeyi ve istikrarı; tasarruf ve ekonomik etkinliğin (verimin) artırılmasıyla yeniden inşa etmektir. Bunun da önemli sonucu, bu ekonomilerde spekülatif kısa dönemli sermaye hareketlerinin (sıcak paranın) finansal istikrarsızlığı artırarak bu ülkelerde birtakım finansal krizlere yol açması olmuştur. Bu açıdan, finansal yapıları zayıf olan ulusal ekonomiler çıktı büyümesindeki oynaklıkların artmasından ve girişimci kararlarının dar görüşlü olmasından yakınmışlardır (Boratav ve Yeldan, 2001:3).

24 Ocak 1980 kararları doğrultusunda kamu kesimini küçültmeye yönelik liberal politikalar ve beraberinde ihracata yönelik sanayileşme politikaları uygulanmaya başlanmıştır. Temel özellik, ekonomiye ilişkin karar süreçlerinde piyasanın kendi işleyişine göre oluşacak fiyatların tek “yol gösterici” olmalarıdır (Kepenek ve Yentürk, 2008:199).Özellikle 1983 yılından sonra, piyasa ekonomisine geçiş süreci başlamış ve ekonominin dışa açılması, kamu iktisadi girişimlerinin özelleştirilmesi, konvertibilite gibi uygulamalarla planlamanın ağırlığı azaltılmıştır.

Özel girişimciliğe dayalı ekonomilerde fiyatların, arz ve talebe göre belirlenmesi kuraldır. Fiyat serbestisi, egemenliği, yalnız ülke içinde değil, uluslararası ticarette de geçerli olmalıdır. İç ve dışta tam serbesti, yalnız bireyin kaynaklarını en etkin kullanmasına, mutluluğunu ençoklaştırmasına yol açacaktır. Piyasa aksaklıklarının düzeltilmesi yine piyasanın işleyişine bırakılmalıdır.

Bu anlayışa göre hükümetin temel görevi, para sunumunu ve kamu harcamalarını, etkin talebi, üretim (arz)den çok artırmayacak düzeyde tutmaktır. Para miktarı ve kamu harcamaları buna göre ayarlanmalıdır. Hükümetler ekonomiye ne kadar az karışırsa ya da piyasanın işleyişine karışmazsa, ekonomi doğal gelişmesini, fiyat göstergelerinin ışığında ve özel girişim öncülüğünde sağlayacaktır.

Bununla birlikte ekonomik alanda yapılan bütün reform niteliğindeki yeniliklere rağmen kamunun denetim altında tuttuğu kaynakların hacmi küçültülememiştir. İzlenen politikaların etkisiyle yeniden büyüme sürecine girilmişse de, büyüme oranlarındaki

istikrarsızlık devam etmiştir. Son dönemde, 1994, 1999 ve 2001 yıllarında yaşanan krizlerin etkisiyle büyüme oranı negatif rakamlara düşmüştür.

Türkiye, modern sanayi ile halen istihdamın % 40’ını bünyesinde barındıran geleneksel tarımın bileşiminden oluşan dinamik ve ikili bir yapıya sahiptir. Bu ekonomik yapı içinde özel sektör güçlü ve hızlı bir şekilde büyümektedir. Ancak devlet halen temel endüstrilerde, bankacılıkta, taşımacılıkta ve iletişim sektöründe önemli bir rol oynamaktadır. Ülkenin en önemli ve en fazla ihracat gerçekleştiren sanayi sektörü tekstildir. Bu sektörün hemen hemen tümünde özel sektör faaliyette bulunmaktadır. Son yıllarda ekonomik yapı, düzensiz ekonomik büyüme ve ciddi dengesizliklerle karakterize olmuştur. Birçok yılda reel GSYİH % 6 oranını aşmıştır. Ama bu güçlü genişleme süreci 1994 ve 1999 yıllarında ani ve keskin bir gerileme ile kesilmiştir. Bu arada kamu kesimi borçlanma gereği sürekli olarak GSMH’nın % 10’unun üzerinde seyretmiştir. Bunun temel nedeni merkezi hükümet harcamalarının % 40’ından fazla olan faiz ödemelerinin getirdiği ağır yüktür (Dursun, 2002: 187).

24 Ocak 1980 kararlarının belirleyici özelliklerinden biri de işgücü ve sermaye gibi temel üretim faktörlerinin fiyatının (ücret ve faizin) piyasa koşullarına göre belirlenmesidir. Bu çerçevede işgücü fiyatları düşük tutulmalı, faiz oranının da serbest piyasa koşullarına bırakılması gerekir. Ancak bu ücretlerin düşük tutulmasının da bir sınırı vardır. Ücretler, emek gücünün varlığını sürdürmesi yeniden üretim için belli bir düzeyin üstünde olmalıdır. Faiz serbestisi de tam olarak sağlanamamıştır. Faiz oranının düzeyi sermaye sunum ve istemine bağımlı bir nitelik gösterir. Sadece banka birikimlerini artırma açısından faiz oranlarının yükseltilmesi olumludur. Ancak kredi faiz oranları, kredi kullanımının karlılığıyla belirlenir. Bir başka deyişle, kredi kullanım alanlarının, üretim, ticaret ya da diğer hizmet kesimlerinde, faiz oranlarının üstünde bir karlılıkla çalışmaları gerekmektedir. Bu noktada, sermayenin fiyatı sayılan faiz oranı, yatırım kaynaklarını ve işletme sermayesi giderlerini etkiler ya da belirler (Kepenek ve Yentürk, 2008: 203-204).

Fiyatlama serbestisinin üçüncü öğesi, TL’nin yabancı paralar karşısındaki fiyatının belirlenmesidir. Programın uygulanması sırasında döviz kurunun sürekli değiştirilmesi ile amaçlanan, kısa dönemde TL’nin resmi ve karaborsa fiyatları arasındaki farkı azaltmak, dışarıdan borç alabilmek – bu durumu IMF’nin önermesidir – ve yurtdışında çalışanların daha fazla döviz göndermelerini sağlamaktır. Sürekli devalüasyonlar, uzun dönemde de

dışsatım ürünlerinin fiyatını düşürerek, dışsatımı artırma etkisi yapacaktır. Yaklaşımın temel beklentisi budur. Dışsatımı (ihracatı) artırmak üzere başvurulan bir diğer yöntem de ihracatı özendirme önlemlerinin genişletilmesidir.

İhracatın özendirilmesi önlemleri çerçevesinde, öncelikle ihracatçıların döviz tutma yetkisinin (kazandıkların dövizin % 50’sini kendileri yada diğer üreticilerin girdi dışalımında kullanma olanağı) kapsamı genişletilmiştir. Ayrıca ihracat için üretimde kullanılacak girdiler, ithalat vergisinden muaf tutulmuştur. İhracatçılara birtakım sübvansiyonlar verilmiş, o yıllarda özellikle vergi iadesi adı altında parasal destek sağlanmıştır. Ek olarak serbest bölge kurulmuş, işlemler kolaylaştırılmıştır.

24 Ocak Programı, ekonomik büyümeyi, dış kaynak sağlanmasının bir sonucu, türevi aldığından yabancı özel sermaye yatırımlarına ayrı bir önem vermektedir. Yabancı özel sermayenin özendirilmesi için birtakım yasal ve yönetimsel düzenlemelere gidilmiştir. Bu konuda bürokratik işlemlerin en aza indirilmesi amaçlanmıştır. Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası ve Çerçeve Kararnamesi doğrultusunda daha sonra çıkarılan kararlarla, özellikle bankacılık alanında yabancı sermaye izni verilmiştir. Yabancı sermayenin tarım başta olmak üzere, turizm ve diğer hizmet kesimlerine girişi kolaylaştırılmıştır. 24 Ocak Programı, yabancı sermayeyi “ödemeler dengesi açığı, tasarruf yetersizliği ve teknoloji transferi sorunlarının sağlıklı çözümünü sağlayacak çok önemli bir araç olarak görmektedir.

1980 sonrası uygulanmaya çalışılan programın makroekonomik politikaları arasında ise, kamu kesiminin sınırlandırılması ve en uygun fiyat artış oranı yer almaktadır (Kepenek ve Yentürk, 2008: 208-209).

Ekonomide toplam arz- talep dengesinin sağlanmasında kullanılan klasik araçlar para ve maliye politikalarıdır. Kararlılık programının temel öğelerinden biri para arzını ve kamu harcamalarını sınırlı tutarak toplam etkin talebi sınırlamak ve genel dengeye ulaşılmasını sağlamaktır. Asıl amaç, enflasyonu, talebi kısarak sınırlamaktır.

Uygulama döneminde fiyat artış oranları aşağı çekilmiş, azaltılmıştır. Para ve maliye politikalarıyla etkin talep ve fiyat düzeyi belli bir oranda tutularak karlılık ve buradan yatırımların üretim için uyarılması gerçekleştirilmiş olacaktır. Bu mantıksal kurgunun işlerliği her şeyden önce, üretim- dışı ekonomik faaliyetlerin üretimden daha az karlı olmasına bağlıdır. Ancak Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkenin üretim ve piyasa

yapıları, değişkenlik gösteren bir ortamda, en uygun fiyat düzeyini yakalama olasılığını azaltmaktadır.

1980 sonrasında uygulanan ekonomi politikasının toplumsal yönleri de göz ardı edilemez. Bu konuda toplumsal etkiler, gelir bölüşümü ve yeniden üretim ve uzun dönemde gelişme olanakları şeklinde iki bölümde incelenebilir. Ücretlerin düşük tutulması sonucunda ülkede nitelikli işgücü kaybı yaşanabilir. Bu da gelişmekte olan ekonomilerde kaynak kaybına yol açmaktadır. İkinci konu ise, dünya fiyatları üstünde bir maliyetle üretilen yerli üretimin yerine ithalata yönelinmesi, bu ürünlerin yerli üretiminden vazgeçilmesinin öngörülmesidir.

Liberalleşme sürecinin farklı sektörlerdeki gelişmesi farklı zamanlarda oluşmuştur. Öncelikle ürün piyasaları ve dış ticaret, daha sonra da yerli finansal piyasalar ve son olarak da sermaye hareketlerinin serbestleşmesi yönünde adımlar atılmıştır. Liberalleşmenin etkinliğinin artırılması, sektörlerdeki yapısal değişikliklerdeki eşgüdüm ve zamanlamaya da bağlı olmuştur (Uygur, 1993).