• Sonuç bulunamadı

1.BÖLÜM: EKONOMİK ÖZGÜRLÜK KAVRAMI

2. BÖLÜM: EKONOMİK ÖZGÜRLÜK ve EKONOMİK BÜYÜME

2.2. EKONOMİK BÜYÜME TEORİLERİ

2.2.2. İçsel Büyüme Teorileri

1950’lerin sonunda ve 1960’larda Ramsey’in tüketici optimizasyonu analizi tekrar gündeme gelmiş ve tasarruf oranının içsel olarak belirlenmesi konusu güncellik kazanmıştır. Tasarruf oranının içselliği, uzun dönemde kişi başına büyüme oranının dışsal teknolojik gelişmeye bağımlılığını da göz ardı etmez. Arrow (1962) ve Sheshinski (1967) çalışmaları yaparak öğrenme mekanizmasının işlediği bir model oluşturmuştur. Daha sonra Romer (1986) rekabetçi çerçevenin, teknolojik ilerlemenin denge oranını belirleme durumunda tutulabileceğini, fakat sonuçta büyüme oranının Pareto optimum olamayacağını ortaya koymuştur. Genel olarak, Ar-Ge’ye bağlı keşifler ortaya çıktığında ve bir kişinin buluşu diğer üreticileri dışladığında rekabetçi yaklaşım bozulmaktadır. Bu da Neoklasik Büyüme Modeli’nde temel bazı değişiklikleri (aksak rekabet modeli gibi) gerektirmektedir.

İçsel Büyüme Teorisi ile birlikte mutlak yakınsama hipotezi özellikle Romer (1986) ve Lucas (1988) tarafından reddedilmiştir. Kabul edilen ise, Barro (1991), Mankiw et al.(1992) ve Barro ve Sala-i Martin (1992) tarafında çalışılan “koşullu yakınsama”dır. Yani farklı parametre ve farklı durgun durum işçi başına sermaye hedefleri ile ülkeler farklı oranlarda büyüyecekler fakat benzer parametrelere sahip ülkeler aynı kişi başına çıktı düzeyine ulaşabilmek için yakınsama göstereceklerdir (Kibritçioğlu ve Dibooğlu, 2001:4).

1980’lerin ortalarından itibaren çeşitli iktisatçılar ve özellikle R.J. Barro ve Paul Romer, dünya ekonomilerine yönelik yaptıkları incelemelerde neo-klasik modelin öne sürdüğü yakınsama hipotezinin iddiasının gerçekleşmediğini görmüşlerdir. Hipotezde iddia edildiği gibi, sermaye/ işgücü oranı sermaye lehine artmış, ancak reel faiz oranları ekonomik büyümeyi besleyecek düzeyde düşmemiştir. Bununla birlikte, işgücüne ödenen ücretler ve ücretlerin toplam hasıla içindeki payı, az da olsa yükselmiştir. Bunların sonucu olarak gelişmekte olan ülkelere yöneleceği iddia edilen sermaye akışı gerçekleşmemiştir.

Bütün bu gözlemlere dayalı olarak, Neoklasik Model’in öngördüğü teknolojinin dışsallığı ve sabit oluşu reddedilmiştir. “İçsel Büyüme Kuramı” olarak adlandırılan model,

teknolojiyi modelin içerisinde belirlenen bir değişken olarak almaktadır. Bu kuram, teknolojinin araştırma ve geliştirme alanında faaliyet gösteren özel firmaların kar amaçlı yatırımlarının bir sonucu olarak belirlendiğini ifade etmektedir. Ayrıca İçsel Büyüme Kuramı’nın savunucuları, hükümet politikaları ve iktisadi davranışın uzun dönemde büyüme hızını etkileme yeteneğine sahip olması gerektiği görüşünden hareket etmekte ve bu oluşuma izin verecek dinamikleri araştırmaktadırlar.

İçsel Büyüme Kuramı’nda, çıktının sermayeyle orantılı olarak büyüdüğünü ileri süren bir model sınıfı bulunmaktadır. Bu modeller Y= AK şeklinde bir üretim fonksiyonunun kurulması ile sonuçlanmaktadır. Bu fonksiyonda Y çıktıyı (geliri), A verimliliği, K ise sermayeyi ifade etmektedir. Bu modele Frankel ve Romer tarafından yapılan açılımda teknolojik bilginin sermaye ile otomatik büyüyen faktör olduğu varsayılmıştır. Yani teknolojik bilgi bir çeşit sermaye malıdır. Üstelik bilgi, üretim sürecinde kullanıldığında tamamen tüketilmeyen ve ar-ge faaliyetleriyle biriktirilebilen bir sermaye malıdır. Dolayısıyla teknolojik bilgi de K’nın içinde yer almaktadır. İçsel Büyüme Kuramı’na katkısı bulunan bir diğer iktisatçı Lucas ise, bireylerin fiziksel, entelektüel ve teknik kapasiteleri olarak tanımladığı beşeri sermayenin de büyümenin belirleyicilerinden olduğunu vurgulamaktadır (Dursun, 2002: 82). Bu modelin savunucuları ayrıca, tarihi, kültürel ve sosyolojik faktörlerin de uzun dönem büyümenin belirleyicileri arasında yer alabileceklerini vurgulamışlardır.

P. Romer ve R. Lucas ve içsel büyüme modelinin diğer savunucularına göre, fiziksel sermaye dışında beşeri sermaye de, artan getirilere neden olarak, ekonomik büyümeye neden olur (Kibritçioğlu ve Dibooğlu, 2001: 4). Kar amacı güden firmalar daha yeni ve daha iyi ürünler üzerine çalıştıklarında teknolojik ilerleme, bir Ar-Ge faaliyeti olarak ortaya çıkmaktadır. “Eski” ve “yeni” büyüme modelleri arasındaki en önemli fark, sermayenin getirisine ilişkin kabul ettikleri varsayımdan kaynaklanmaktadır. Neoklasik büyüme modelleri sermayenin azalan getirisini kabul ederken, İçsel Büyüme Modelleri beşeri sermayeyi de kapsayan sermayenin artan getirisinin olabileceğini ve bu artan getirinin de uzun dönemde büyümeyi azaltmayacağını kabul etmektedirler. İçsel Büyüme Modellerinde, ekonomik büyümenin içsel iktisadi temelleri olacağı ileri sürülmektedir. Yeni büyüme modellerinde teknoloji içselleştirilmekte ve kamu politikalarının ekonomik büyümeyi etkileme mekanizmaları öne çıkarılmaktadır. Sabit ya da artan getiriye kaynaklık

edecek değişik önerilerinden bazıları da; Rebelo (1991)’nun kümülatif sermayenin, Barro (1990)’nun kamu harcamalarının ve Pagano (1993)’nun finansal piyasaların artan getiri sağlayacağını savunan fikirleri olmuştur. Kısaca İçsel Büyüme Kuramı’nda bir ekonominin büyümesini etkileyen sektörlerin önemi açıkça belirtilmiştir.

Daha sonra, Aghion ve Howitt (1992) ve Grossman ve Helpman (1991) katkılarının da bulunduğu teoriler geliştirilmiştir. Bu modeller monopol gücü ile sonuçlanan teknolojik ilerleme, Ar- Ge çalışmaları gösterilmektedir. Bu çerçevede uzun dönem büyüme oranı; vergilendirme, yasa ve düzenlemelerin sürdürülebilmesi gibi hükümet faaliyetlerine, altyapı hizmetlerinin sağlanmasına ve fikri mülkiyet haklarının korunmasına, uluslararası ticaret düzenlemelerine, finans piyasalarına ve ekonominin diğer konularına bağlıdır. Bu anlamda, uzun dönem büyümeyi etkilemesi açısından hükümet büyük bir potansiyele sahip olacaktır (Barro ve Martin, 1995).

Rasyonel öznelerin bir zamanlararası optimizasyon davranışı çerçevesinde geliştirilen içsel büyüme modelleri farklı entelektüel etkiler sergilemektedir. Bazı modeller kurumsal ya da Schumpeteryan geleneğin yayılımı olarak algılanabilmektedirler. Diğerleri ise Neo-Smithian ya da neoklasik temele dayanmaktadır. Bu modellerin bazıları Harrod tipi büyüme modelleri olarak adlandırılmaktadır (Kibritçioğlu ve Dibooğlu, 2001).

İçsel Büyüme Kuramı iktisatçılarına göre, yüksek büyüme seviyesi; özel yatırımların boyutlarına, dış ticaret ve yabancı yatırımlara açıklık, toplumun eğitim düzeyi, hukukun üstünlüğü ve politik istikrar ve mülkiyet haklarının korunması ile yakından ilişkilidir (Holmes, Johnson ve Kirkpatrick, 1998: 5).

Ampirik çalışmalar ne yazık ki ne “mutlak yakınsama”yı savunan neo klasik modelleri ne de “ölçeğe göre artan getiri” savunucusu içsel büyüme modellerini tam olarak desteklememektedir. İçsel büyüme modellerinin eleştirisi de Turnovsky (2000) gibi ölçek-dışı büyüme modellerine, yer açmıştır. Neoklasik modele daha yakın olan bu modele göre, örneğin Jones (1995)’te durgun durum büyüme oranı geleneksel makroekonomik politikalardan bağımsızdır (Kibritçioğlu ve Dibooğlu, 2001: 5).

Birçok ekonomik olmayan faktörün de ekonomik büyüme süreci ile etkileşim içerisinde olduğu anlaşılmıştır. North (1990) tarzındaki kurumsal iktisat ekonomik kalkınma ve kurumların ilişkisi üzerine çalışmıştır. Lipset (1959) da ekonomik kalkınma bağlamında politik kurumlar ve demokrasiyi açıklamaya çalışmıştır. Standart neoklasik

yaklaşımda tarih ve kurumlar önemli değildir. Büyüme muhasebesi teknikleri sermaye stoku, emek ve teknolojinin önemini ölçmektedir. Fakat North (1994) gibi modern kurumsal iktisatçılar, kurumların, bir toplumun iç yapısını oluşturduğunu ve bu yüzden kurallar, normların kurumsal altyapıyı oluşturarak o toplum ve ekonominin kaynak dağılımına yön verdiğini anlatmaktadır.