• Sonuç bulunamadı

1.BÖLÜM: EKONOMİK ÖZGÜRLÜK KAVRAMI

2. BÖLÜM: EKONOMİK ÖZGÜRLÜK ve EKONOMİK BÜYÜME

2.1. EKONOMİK BÜYÜME KAVRAMI

Ülkelerin neden farklı yaşam standartlarına sahip olduklarını öğrenmek için, ülkelerin uzun dönem büyüme oranlarının büyük farklılıklar göstermesinin nedenlerinin araştırılması gerekmektedir. Büyüme oranlarındaki farklılıklar küçük bile olsa, genellemeye gidildiğinde, yaşam standartları ile ilgili büyük sonuçlar elde edilebilir. Örneğin, makro iktisatçılar tarafından, iş hayatındaki kısa dönemli dalgalanmaların önemine dikkat çekilmiştir. Bir başka açıdan, uzun dönem büyüme oranı üzerinde hükümet politikalarının küçük de olsa etkileri dikkate alındığında, yaşam standardındaki gelişmeler daha iyi aydınlatılmış olabilir. Bu da makroekonomik politika analizlerinin tarihsel araştırmasından sağlanabilir. Ekonomik büyüme de makroekonomik bir konudur (Barro ve Sala-i Martin, 1995).

İlgili birçok teorik ve ampirik çalışmalar bulunmasına rağmen, iktisat teorisi hala ekonomik büyüme üzerinde etkili tüm değişkenlerin tam olarak belirlenmesinde yetersiz kalmaktadır. Gerçekten, birçok model mantıklı görünmesine karşın, gereken ekonomi politikalarının izlenmesinde yardımcı olacak derslerin çıkarılmasında etkili olması beklenen sonuçlar çok çeşitlidir. Fakat yine de farklı sonuçlara ve ekonomik büyüme üzerindeki farklı etkilerine rağmen, gerek teorik gerekse ampirik çalışmalar ekonomik atmosferin çeşitli faktörlerin etkinliğinde belirleyici rol oynadığı ve ekonomik büyüme üzerine etkisi konusunda hemfikirdir (Abdelkafi ve Derbel, 2008: 2).

Büyümenin çok yönlü bir süreç olduğu bilinen bir gerçektir. Genel büyümenin çeşitli boyutlarını tek bir rakamla yansıtmak mümkün değildir. Bununla birlikte, reel gayri safi milli hasıla (GSMH) en iyi gösterge olarak kabul edilmiştir.

“Ekonomik Büyüme”, reel GSMH’daki artış oranını ifade eder. Gelişmiş ülkelerde ekonomik sorunların çoğu köklü politika değişikliklerine gerek kalmaksızın, mevcut kurumsal ve yasal çerçeve içinde basit ayarlamalarla çözümlenebilmektedir. Çünkü bu ülkelerde ekonomik kurumlar, siyasal, kültürel ve ahlaki sistemler birbiriyle uyumludur. Bütün alanlarda piyasa işleyişini kuvvetlendirmeye yönelik uygulamalar esas alınmaktadır. Bu ülkelerde öncelikli sorun ekonomik büyümeyi, küçük boyutlarda da olsa, istikrarlı bir şekilde devam ettirmektir. Bu amaca ulaşabilmek için de dar kapsamlı ekonomik düzenlemeler çoğunlukla yeterli olmaktadır. Bu nedenledir ki ülkelerin öncelikli hedefi, ulaştıkları ekonomik gelişmişlik düzeyini devam ettirmek ve büyümeyi istikrarlı bir şekilde sürdürmektir.

Ekonomik büyüme, ülke ekonomisinin nüfus, işgücü, toprak ve diğer üretim faktörlerinde gerçekleşen artışlarla ya da verimlilik artışıyla gerçekleşir. Ekonomik büyüme ve ekonomik kalkınma kavramları paralel ifadeler olduğundan, her iki olgu birlikte ve birbirine bağlı olarak gerçekleşir (Acar, 1990: 5). Kişi başına reel gelir artışı bir bakıma büyümenin sonucudur.

Ekonomik büyüme en basit anlamda, bir ülkenin, halkın talep ettiği mal ve hizmetleri üretebilme gücünü artırması olarak da tanımlanabilir (Peterson, 1976: 387). Kişi başına düşen gelir seviyesindeki artışlar genelde, ekonomik büyümenin kıstası olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle ekonomik büyüme hem toplam, hem de kişi başına düşen gelir ya da üretim miktarındaki, yani GSMH’daki artış olarak tanımlanabilir. Ekonomik büyümeye duyulan ilginin bu derece yoğun olmasının sebebi, insanın, dolayısıyla toplumun hayat standardının iyileştirilmesine duyulan ilgidir. Bu nedenle en anlamlı ekonomik büyüme ölçütü, kişi başına düşen mal ve hizmet, dolayısıyla gelir miktarındaki artışlardır.

Ekonomik büyüme üzerine çalışan bazı araştırmacılar, Adam Smith’in,“ekonomik özgürlüğün devamlı ve etkin bir ekonomik büyüme için vazgeçilmez bir ön şart olduğu” görüşünü benimsemişler ve bu görüşü çeşitli istatistiksel çalışmalarla ispat etmeye çabalamışlardır. Kuşkusuz, doğal kaynakların, eğitimli insan sayısının ve teknolojik imkanların bolluğu ekonomik büyümeyi doğrudan etkilemektedir. Ancak bu faktörler

ekonomik büyüme için yeterli görülmemektedir. Diğer yandan sadece üretilen toplam mal ve hizmet miktarını arttırmak kalkınma adına çok fazla bir şey ifade etmeyebilir. Büyüme, milli gelirdeki artışı ifade etmekle birlikte, ekonominin daima kalkınma halinde olduğunu göstermeyebilir. Bu artışa rağmen bölgesel dengesizlikler söz konusu olabilir ya da artış bütün kesimlerde olmayabilir.

Ekonomik büyümenin özellikleri de şu şekilde sıralanabilmektedir (Özgüven, 1988: 76-81):

 Büyüme kantitatif (nicel) bir olaydır,  Büyüme uzun dönem için söz konusudur,  Büyüme reel bir artıştır,

 Büyüme nihai ürün artışıdır,

 Büyüme gelir dağılımında her zaman için denge ve istikrar sağlayamaz,  Büyüme yeni üreticilerin ortaya çıkmasına neden olur,

 Büyüme hızının gerilemesi her zaman gelir seviyesinin düştüğünü göstermez,  Büyüme ortalama olarak refah seviyesini yükseltse bile, herkesin geliri artmayabilir,  Büyüme makro bir analizdir,

 Büyüme dinamik bir olaydır,  Büyüme üretim yapısını değiştirir,

 Büyüme iki ülke arasında her zaman için karşılaştırmalar yapma imkanı sağlamaz. Ekonomik büyümenin yukarıda değinilen bazı özellikleri doğrultusunda, denebilir ki; gelişmiş ya da gelişmekte olan bütün ülkelerin öncelikli olarak hedefi sağlıklı bir ekonomik büyüme süreci yaşamaktır. Gelişmiş ülkeler bu süreci pazar paylarını genişleterek yakalamaya çalışmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin yapması gereken ise, bireysel enerjiyi açığa çıkaracak politikaları uygulamak ve ekonomik özgürlükler kriterleri alanında gerçekleştirilecek iyileştirmelerle ülkelerine yönelecek yabancı şirketlerin tecrübelerinden faydalanabilmektir (Dursun, 2002: 71).

2.1.1. Ekonomik Büyümenin Makroekonomik Belirleyicileri

İktisat literatürü ekonomik büyüme ve ekonomik büyümeyi etkileyen faktörler arasındaki ilişkinin tam olarak belirlenmesi konusunda eksik kalmıştır. Bu faktörlerin çokluğu, büyümenin doğasını ve kalkınma aşamasındaki önemini analiz etmeyi güçleştirmektedir. Bu açıdan ekonomik büyüme üzerine en yeni çalışmalar iki önemli

probleme dikkat çekmişlerdir. Birincisi analiz kapsamını genişletmeye ve ekonomik büyümeye daha fazla açıklayıcı değişken dahil etmeye çalışan eski çabaların sürekliliği olmuştur. İkincisi ise, bazı ampirik çalışmalarla desteklenen ilişkilerin güçlülüğü üzerinde ısrar ederek kapsamı daraltmaya çalışmaktadır.

Kaldor (1963) tarafından listelenen bazı gerçekler, ekonomik büyümenin belirleyicileri olarak saptanmıştır. Ekonomik büyümenin belirleyici koşulları şu şekilde sıralanabilir;

 Zaman içerisinde kişi başına ürünün büyümesi ve büyüme oranının azalma eğiliminde olmaması,

 İşçi başına fiziksel sermayenin (K/L) büyümesi,  Sermayenin getiri oranının neredeyse sabit olması,

 Fiziksel sermayenin toplam hasılaya oranının (K/Y) neredeyse sabit olması,  Emeğin ve fiziksel sermayenin milli gelirdeki payının neredeyse sabit

olması,

 İşçi başına toplam hasılanın büyüme oranının, ülkeler arasında farlılık göstermesi, vb (Barro ve Sala-i Martin, 1995).

Ekonomik büyüme ile ilgili uzun dönem verileri, zaman serisi analizleri ile olduğu kadar yatay kesit analizi ile de incelenebilmektedir. Çoğu ülkede kişi başına GSYİH’nın artmasıyla, nüfus artış hızının azaldığı görülmektedir. Yoksul ülkelerde ise, Malthus (1798)’un öngördüğü gibi, kişi başına reel GSYİH’nın artmasıyla birlikte nüfus artış oranı da artar. Kısaca, bir ekonomi geliştikçe; eğitim düzeyi, nüfus artışı gibi faktörlerin ekonomik büyüme ile ilişkisi azalmaya başlar. Nüfus artış oranının dışsal ve sabit varsayılması, ki bu aynı zamanda Solow - Swan modelinin anahtar elemanıdır, bu ampirik sonuçlarla çelişmektedir (Barro ve Sala-i Martin, 1995).

Ekonomik büyümenin makroekonomik belirleyicileri üzerine hem teorik ve hem de ampirik çalışmalarla ilgili geniş bir literatür son on yılda ortaya çıkmıştır. Daha önceki makroekonomik çalışmalar (Adelman,1973; Adelman ve Morris, 1967; Chenery, 1974), azgelişmiş ülkelerde ekonomik dönüşümle ortaya çıkan gelir dağılımı bozukluklarını ele almıştır (Scully, 2002: 77).

Temple (2000)’e göre, üzerinde çalışılan değişkenlerle tahmin edilen parametreler oldukça ilişkili bulunmuştur. Böylece, ülkelerin özellikleri ve kalkınma şekilleri analize

katılan değişkenlerin önemini etkilemektedir. Sala-i Martin (1997) ise daha optimistik bir bakış açısı ile yaklaşmıştır. Genel olarak, en katı çalışmalar dahi ekonomik büyüme üzerinde kesin etkisi bulunan bazı değişkenlerin gerekliliği üzerinde hemfikir bulunmuşlardır. Bu açıdan, GSYİH, yatırım ve beşeri sermayenin çeşitli ölçütleri ekonomik büyümenin “standart değişkenleri” olarak tespit edilmiş ve ilişkilendirilmiştir (Abdelkafi ve Derbel, 2008: 4).

İktisatçılar son zamanlarda büyüme regresyonlarına daha çok kurumsal faktörlerin dahil edilmesi ile ilgilenmektedirler. Hall ve Jones (1999) örneğin, sosyal altyapının rolü üzerinde durmuştur. Sosyal altyapı ise, kurumları ve devlet politikalarını içine almaktadır. Özellikle bu çalışma, ülkeler arasında işçiler tarafından elde edilen çıktı farklılıklarının sadece fiziksel sermayeleri ve eğitim seviyeleri ile açıklandığını göstermektedir. Aynı yazarlar fiziksel sermaye stoku ve üretkenlik miktarı arasındaki farkın kurumsal faktörler ve iktisat politikası ile ilgili diğer değişkenlerle açıklanabileceğini göstermişlerdir. Ampirik çalışmaların bu yeni dalgasında bir ekonomik özgürlük endeksinin büyüme regresyonlarına dahil edilmesi, kalkınma sürecinde devlet ve piyasanın rollerini saptamak adına önem taşımaktadır (Abdelkafi ve Derbel, 2008: 4).

2.1.2. Ekonomik Büyümenin Yararları

Ekonomik büyüme - verimlilik artışı ve dolayısıyla tüm toplum içinde reel kişi başına gelirin sürekli artması- bireysel olarak da gelişmenin iyi bir göstergesidir. (Kasper, 2007:1). Bu anlamda ekonomik büyümenin birçok yararına da atıfta bulunmak gerekmektedir. Simon (1995) ve Norberg (2001)’de ele alındığı üzere ekonomik büyümenin yararları şu şekilde sıralanabilmektedir:

 Piyasalar insanların talep ettikleri şeylere tepki verirler. Eğer insanlar artan gelirlerini daha iyi vakit geçirme, kültürel ürünler, çocukları için eğitim, sağlık ve daha iyi beslenme için kullanmaya hazırsa, üreticiler bu faydaları sunacaklardır. Büyüyen ekonomiler insanların doğal felaketlerle başa çıkmasına da imkan verir, mesela mahsulün yetersiz olduğu dönemlerde acil gıda yardımı dağıtımı gibi.

 Ekonomik büyüme, mutlak gücün azaltılmasıyla yakından ilişkilidir. Mesela 1990’lar boyunca kişi başına gelir artışı ile Dünya Bankası refah ölçütü olan günlük 1 doların altında hayatını sürdürmeye çalışanların nüfus içindeki payları arasında önemli bir

ilişki görülmüştür. Ekonomik büyüme yüksek iken, bunun yararları en fakirlere de yansımıştır.

 Büyüme, daha düşük çocuk ölüm oranı ve daha uzun yaşama imkanını beraberinde getirir. İnsanlar daha sağlıklı yaşar ve 80’li yaşlarına kadar kendine yeterli olabilir. Fakir geleneksel toplumlarda hayat beklentisi 40 yaş civarındadır.

 Hayat standartlarını yükseltmenin yararlarından biri de toplumların, gelecekteki ekonomik büyümeyi kolaylaştırması açısından, daha iyi eğitilebilmesidir. Artan okur-yazarlık oranı kadınların sosyal statülerinde gelişmeler ve daha etkin doğum kontrolü sağlar. Bu durum yine verimlilik artışına yardımcı olur.

Toplumlar daha da zenginleşip eğitimli hale geldikçe, insanlar doğal haklarını daha çok savunur ve otokratik siyasi kontrole daha şüpheyle bakarlar.

Ekonomik büyüme için siyasi bir tercih söz konusu ise, tecrübelerin iktisadi gelişme için temel müşevvik olduğunu gösterdiği daha serbest uluslararası ticaret ve yatırımlar, siyaset tarafından desteklenecektir. Komşu ilkeler arasında daha fazla maddi menfaatin sağlanması, neticede barışı teşvik edecektir. XIX. Yüzyılın büyük Fransız liberali Frederic Bastiat’nın sözleriyle: “Eğer sınırlardan mallar geçmiyorsa askerler geçecektir”.

İnsanlar arasındaki eşitsizlik, büyüyen serbest ekonomilerde azalacaktır. Kuşkusuz, ekonomik büyümenin erken dönemlerinde kısa vadeli mikro perspektif tersini ileri sürecektir: Başlangıçta, büyüme süreci sadece bazı kesimlere, daha zengin olanlara yarar sağlayacaktır. Dahası, iktisadi büyüme başladığında fakirlere bazı küçük gelişmeler sağlar. Ancak daha uzun vadede, yüksek gelirler aşağı doğru yayılır ve artan hayat standartlarını “demokratikleştirir”. Herhangi bir fakir ülkedeki liderlerin en zor görevlerinden biri büyüme sonucu ortaya çıkan ekonomik fırsatların hızlı ve adil bir şekilde yayılmasını sağlamaktır. Serbest piyasalar ve siyasi yozlaşmaya karşı mücadele bu sonuca ulaşmada en etkili araçlardır (Norberg, 2001: 77-83).

Birçok azgelişmiş ülke zengin, serbest ekonomilerdeki büyümeden istifade eder. Bu ülkeler er ya da geç bol miktardaki sermayelerini özel mülkiyete güvence veren istikrarlı azgelişmiş ülkelere yatırarak paylaşacaklardır. Zengin ülkelerden gelen yatırımcılar kendilerine ekonomik özgürlük ve özel mülkiyet güvencesi veren yönetim biçimine sahip ülkeleri seçerler. Üçüncü dünyadaki cazip yerler (Singapur, Tayvan veya Tayland gibi) bir

nesilde modern sanayilerin gelişmesine, ekonomik büyümenin nimetlerinin çoğundan yararlanarak şahitlik etmişlerdir (Kasper, 2007: 31).