• Sonuç bulunamadı

OLUŞTURULMASI ve TÜRKİYE’DE EKONOMİK ÖZGÜRLÜKLER

3.2. TÜRKİYE’DE EKONOMİK ÖZGÜRLÜKLER

3.2.5. Türkiye’de Devletin Büyümesinin Sosyo-Ekonomik Sonuçları

Devletin büyümesinin en önemli maliyetlerinden biri de üretim ve bölüşüm sürecinin bozulmasıdır. Bir ekonomide gelir dağılımı yani, üretim faktörlerinin milli gelirden ne kadar pay alacağı iki şekilde gerçekleşebilir. Ya piyasa ekonomisinde rekabete

dayalı olarak üretim faktörleri milli gelirden pay alır ya da bu paylaşımı siyasi otorite belirler. İşte siyasi otoritenin sahip olduğu bu yetki kamu bürokrasisi aracılığıyla kullanılmaktadır.

Piyasa ekonomisinde rekabete dayalı bir ortamda, birden çok üretim faktörü sahibinin karşı karşıya gelerek üzerinde anlaştığı ve adil olduğuna inandığı bir fiyata göre belirlenen bir bölüşü sistemi mevcuttur. Oysa bu bölüşümü, siyasi otoritenin ya da yetkilendirdiği bürokratların belirlemesi esasında, bölüşümde bir katılım olmadığı için, alacağı kararlar her zaman tartışılacaktır. Böyle bir sistemde, bölüşüm değerini adil olması beklenemez. Çünkü tarafların rızası, bölüşüm değerinin belirlenmesi esnasında pek dikkate alınmamaktadır. Bu işleyiş tarafları memnun etmeyeceği için, yol açacağı olumsuzluklardan ötürü devleti sorumlu tutacaktır. Devlete tepki oluşacaktır. Devletin bu işleyişe karşı tarafsız kalmasına rağmen bu işleyişten dolayı zarar görenler var ise, onların zararını giderecek önlemler alması gerekecektir.

Türkiye’de devletin büyümesinin sosyo-ekonomik sonuçları aynı zamanda kamu ekonomisinin sorunlarıdır. Bu sorunlar şu şekildedir (Yereli, 2003: 106):

 Yüksek oranlarda seyreden enflasyon,

 Bütçe açıkları ve yüksek kamu kesimi açıkları,  Ağır vergi yükü ve kayıt dışı ekonomi,

 Ağır iç borç ve dış borç yükü,

 Kamu iktisadi girişimlerinde artan finansman açığı,  Yüksek boyutlarda sosyal güvenlik açıkları,

 Yerel yönetimlerde finansman sorunları ve belediye iktisadi teşebbüsleri sorunu,  Aşırı derecede bürokratikleşme (kırtasiyecilik, gereksiz formaliteler, kuralcılık,

yönetimde gizlilik ve örtbas etme, işlerin ağır yürümesi, verimsizlik, israf ve savurganlık, bürokratik güç ve yetkiyi devretmeme, personel araç, gereç ve hizmet ünitelerinin artırılması, vatandaşların yönetime ulaşmasındaki güçlükler),

 Siyasal yozlaşmalar (rüşvet, zimmet, adam kayırmacılık, hizmet kayırmacılığı, rant kollama, hizmetsiz memuriyetlik, vs.),

Açık bütçe politikalarının doğal sonucu, giderek artan bütçe açığını kapatmanın oldukça güç bir hale gelmesidir. Kamu harcamalarındaki artış, kamu gelirlerinden yüksek olmasına karşın, bu dönemde Türkiye durgunluktan bir türlü kurtulamamıştır.

1980 sonrasında hız verilmeye çalışılan özelleştirme politikaları ve KİT’lerin piyasa koşullarına göre işletilmesi çabaları ile birlikte bu kuruluşların zararları azalmış ve bunlara bütçeden yapılan yardımlarda da oransal bir gelişme görülmüştür. Buna karşın, 1990 sonrasında yaşanan kaynak yetersizliği ve bunun çözümü olarak iç borçlanma olanaklarının aşırı zorlanması sonucunda içine girilen faiz kısır döngüsü nedeniyle kamu yatırımları da gerilemiştir. Borçlanmaya yönelik politikalar, kamu yatırımlarını durma noktasına kadar getirmiştir. Alt-yapı yatırımlarının yavaşlaması ise, 1990’lı yıllarda yavaş yavaş hız kazanan ekonomik küçülmenin en önemli nedenlerinden biri olmuştur.

İktisat biliminde genel olarak iki dönem üst üste ekonominin küçülmesi olarak tanımlanan durgunluk hali, Türkiye açısından 2000’li yılların başında oldukça ciddi boyutlara ulaşmıştır.

Siyasi iktidarlar seçimi kaybetmek istemediklerinden, dolaysız vergilere ağırlık veren vergi sistemindeki yapıyı değiştirmişlerdir. Böylece Türk vergi sistemindeki yapı tersine çevrilmiştir. Anayasa, vergilemede adaleti sağlayabilmek için “mali güç” ölçütünde hareket etmiştir. Mali güç yaklaşımı dolaysız vergiler için kolaylıkla uygulanabilmiş, fakat dolaylı vergilemede mali güç kıstasına ulaşmak oldukça güç olmuştur. Bu nedenle dolaylı vergiler, vergilemede adalet bakımından dolaysız vergilere göre gayri adil olmaktadır.

Türkiye’de devletin büyümesine yol açan ekonomik ve mali politikalar siyasi iktidarlar tarafından sınırsız bir yetki anlayışı ile kullanılmıştır. Özellikle borçlanma politikası vergilemenin alternatifi haline gelmiştir. Bu gelişme ekonomik ve politik yozlaşma sürecine ilişkin en önemli delillerden biri olarak kabul edilebilir (Yereli, 2003:112). Konsolide bütçe harcamaları açısından ise, gelirlerden daha hızlı artan harcamaların bileşimi yine büyüyen devletin gelir ve servet dağılımını bozucu etkiler yaptığını kanıtlamaktadır. Artan istihdama bağlı olarak personel harcamaları ile faiz ödemelerinde oldukça ciddi bir artış söz konusudur (Yereli, 2003: 113).

1980’lerden itibaren siyasi birtakım gerekçelerle belli kesimlerin vergilendirilmemesi ya da vergi yüklerinin düşürülmeye çalışılması sonucunda vergiden kaçınma ya da vergi dışı/ kayıt dışı çalışma alışkanlığı yaygınlaşmıştır. Diğer bir deyişle

kayıt dışı ekonominin hacmi büyümüştür. Ekonomik açıdan bakıldığında, kayıt dışı ekonomi firmalar arasında rekabet eşitsizliğine sebep olmaktadır. Çünkü tüm işlemlerini kayıtlarına geçiren işletmenin, vergi ve diğer yükleri, kayıtlarını tam olarak geçirmeyen firmaya göre daha yüksek olacaktır. Bu durum kaynak dağılımını yanlış yönde etkileyecektir (Bildirici, 1995: 67).

Yatırımları artırmak ve üretim kapasitesinde artış sağlamak için, tasarruf kabiliyetinin yüksek olduğu varsayılan gelire sahip kişi ve kurumların vergi yükünü düşürecek nitelikteki uygulamalarla, istisna ve muafiyetler yaygın olarak kullanılmıştır. Özel tasarruf ve yatırımları artırmayı amaçlayan ve bu nedenle belli kesimlerin vergi yükünü düşüren politikanın başarısı konusunda ise alınan sonuçlar olumlu değildir. Bu politika çerçevesinde yoğun bir şekilde uygulanan teşviklerin maliyetinin arttığı görülmektedir. Buna kamu kesiminde gerçekleşen negatif tasarruf-yatırım farkının artması da dahildir. Politikanın uygulandığı dönemde reel olarak artmış olan özel tasarruflar- ki bunların da tatmin edici düzeyde artmamış olduğu söylenebilir- yatırımlardan çok tüketime ve para piyasalarına kanalize olmuştur (Mutlu, 1995: 55). Özellikle iç borçlanmanın cazip bir kazanç alanı haline gelmesi ile birlikte reel sektördeki üretim gücü, mali piyasalara yönelmiştir.

Türkiye’de denk bütçe ilkesinden vazgeçilerek borçlanma politikasının kabul edilmesi seçmen katında vergisiz devlet olabileceği yanılgısını ortaya çıkarmış ve mali disiplini yok etmiştir. Mali disiplinin yok olması ile birlikte kayıt dışı ekonomi içerisinde piyasa güçlerine paralel olarak bir de kayıt dışı kamusal faaliyetler gelişmiştir. Bu tür faaliyetler de yapısal parçalanma, bütçe çerçevesindeki bazı gelir-giderlerin kayıt dışı kalması ve ayrıca akılcılıktan uzak istihdam politikaları oluşumuna, bununla birlikte seçmenlerin siyasal tercihlerinin tutarsızlaşmasına yol açmaktadır.

4. BÖLÜM: EKONOMİK ÖZGÜRLÜK VE EKONOMİK BÜYÜME