• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de 1970’li Yıllarda Çevre Sorunları

GENEL OLARAK DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE ÇEVRE SORUNLARI VE DÜNYADA ÇEVRE ALANYAZIN

2. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE ÇEVRE SORUNLARININ ORTAYA ÇIKIŞ AŞAMALAR

2.2. Türkiye’de Çevre Sorunlarının Ortaya Çıkış Aşamaları

2.2.3. Türkiye’de 1970’li Yıllarda Çevre Sorunları

Bu dönemde ekonomik hayatta serbest piyasa ekonomi politikasının uygulanmaya başlaması ve petrol krizinin etkisiyle mali serbestleşme gündeme gelmiştir. Dönem sonuna doğru enflasyon oranlarındaki artış ile borç sıkıntısı içine düşülmüş ve bu istikrar arayışı içinde 1978’de İMF istikrar programı devreye girmiştir (Kazgan,1999, 102,115). Bu ortamda Türkiye’de çevre alanında önemli dönüşüm ve gelişmeler de ortaya çıkmıştır.

Kentleşmenin ve sanayileşmenin çevre üzerindeki dönüştürücü etkisi 1970’li yıllarda iyice belirginleşmeye başlamıştır. 1970’lerin başında %38 olan kentsel nüfus oranı on yıl içinde %44’e ulaşmıştır. Bu gelişmeye koşut olarak kentlerin kırsal alan üzerindeki baskısı daha da artmıştır. Verim farkı gözetmeksizin ekilebilir tüm alanların tarıma açılması, gübre ve böcek öldürücü kimyasalların da üretime girdi olarak eklenmesi ile erozyon, tarımsal atıklar, su kirlenmesi yanında toprakta tuzlanma ve çoraklaşma düzeyi de artmıştır (Köroğlu, 2006, 264).

Türkiye’de 1970’li yıllarda çevre kirlilikleri mevcut olup bölgesel niteliktedir. Bu kirlilikler hızlı ve çarpık kentleşmenin ve sanayileşmenin görüldüğü bölgelerde

yoğunlaşmış durumdadır (Gür, 1976, 235). Bu dönemde yaşanan çevre sorunları arasında ilk sırada hava kirliliği, su kirliliği ve toprağın amaç dışı kullanımına bağlı sorunlar yer almaktadır. Hava kirliliğinin en yoğun yaşandığı yer Ankara, su kirliliğinin yoğun olarak yandığı yerler ise İstanbul, İzmir, İzmit ve İskenderun’dur. Bu şehirlere dikkat edilecek olunursa sanayileşme ve şehirleşme çabalarının yoğun olduğu şehirler olduğu görülecektir.

Örneğin İzmit’te 1970’li yılların ikinci yarısında etilen, klor alkali, vinil klorür monomer, polivinil klorür vb. fabrikalarından oluşan ilk petro kimya kompleksi Pektim Petrokimya Holding A.Ş. tarafından kurulmuştur (DPT, 2001, 4).

Türkiye’de 1970’li yıllarda yaşanan başka bir ifadeyle insan yaşamına yönelik bir tehlike olarak beliren çevre sorunlarından ilki artarak devam eden hava kirliliği olmuştur. Düzensiz kentleşmenin ulaştığı boyutla birlikte hava kirliliği özellikle kış aylarında ortaya çıkmıştır. Bunda ısınma sistemleri, yakıtların niteliği ve yakma tekniği etkili olmuştur.

Ankara’da 6 Ocak 1972 ve 15 Kasım 1975 tarihlerinde havadaki karbondioksit gazı miktarındaki artış nedeniyle toplu ölüm olayı olmamasına rağmen birçok kişi hastalanmış, okullar tatil edilmiş ve günlük yaşam önemli ölçüde etkilenmiştir (Öztan, 1985, 90).

Yine bu dönemde Ankara dışında bazı kentlerde de dikkat çekecek düzeyde hava kirliliği yaşanmıştır. Atatürk Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından 1979 Şubat ayından itibaren Erzurum’da hava kirliliğine yönelik ölçüm çalışmalarının yapıldığı bilinmektedir (Öztan,1985, 80). Yılın büyük bölümünde ısınmaya gereksinim duyulması, kullanılan yakıtın niteliği ve düzensiz kentleşme gibi nedenler yoğun hava kirliliğinin yaşanmasında etkili olmuştur.

Önceki döneme oranla su kirliliğinin ortaya çıktığı alan da genişlemiştir. Haliç, İzmir, İzmit gibi önemli su kirliliği alanlarında sorun devam etmiştir. İzmit körfez kirliliğinin en önemli nedeni olarak sanayi kuruluşları belirmiştir. SEKA, Petro-Kimya, Tarım Koruma, İpraş, Süperfosfat gibi sanayi kuruluşlarının atıkları İzmit Körfezi’nde doğaya ve insan sağlığına zarar vermiştir (Öztan, 1985, 108). Bu kirliliklerin yaşanmasında, doğu Marmara ve İstanbul’u yer olarak seçmiş özel sektörün önemli etkisi olmuştur (Köroğlu, 2006, 264).

Yine bu dönem çevreye ilişkin konuların kamuoyunun dikkatini çektiği, bilimsel araştırma ve ölçümlerin yaygınlaştığı bir dönem olma özelliğine sahiptir (Dinçer Nazlıoğlu, 1991, 253). Bu gelişmelerde 1972 Stockholm Birleşmiş Milletler İnsan ve Çevre Konferansı’nın olumlu etkileri olmuştur. Stockholm Konferansı’ndan önce gerçekleştirilen Avrupa Tabiatını Koruma 1970 Yılı Konferansı ise Türkiye’de gerçekleştirilmiştir.

1970’li yıllar Türkiye’de çevre sorunlarına karşı kitlesel olarak tepki

verilmeye başlandığı yıllar olmuştur. Bu tepki olaylarında çevrenin uluslararası alanda ön plana çıkan bir konu olması ve bazı yörelerde yaşanan hava ve suda meydana gelen kirlenmeler etkili olmuştur.

1975’te Samsun’da Bakır İzabe Tesisleri’nden çıkan zehirli gazlardan ürünleri zarar gören yirmi bir köy ve mahalle halkı iki km’lik sessiz protesto yürüyüşü yaparak zararlarının ödenmesini istemişlerdir. Yine 1978’de İzmit balıkçılarının yüzlerce tekne ve kayıkla Körfezde düzenlediği gösteri (Dinçer, 1996, 88,89) geçim kaynaklarının zarar görmesine yönelik birer tepki olarak verilmişse de çevre sorunlarına dikkat çekmeleri bakımından bu anlamdaki ilk kitlesel tepkiler içerisinde değerlendirilebilir.

1972 Stockholm Birleşmiş Milletler İnsan ve Çevre Konferansı’nın etkilerinin açıkça görüldüğü 1973-1977 arası dönemi kapsayan III. Beş Yıllık Kalkınma Planı “Çevre Sorunları”nı ilk kez ayrı bir bölüm olarak ele almakta ve bu sorunlara yönelik durumları ortaya koymaktadır. Planda hava, su, kıyı kirliliği, erozyon gibi başlıca çevre sorunları üzerinde durulmakta ve Türkiye’nin sanayileşme planı dikkate alınarak bunların bir bütün olarak planlama sistemi içinde incelenmesi gereği vurgulanmaktadır (DPT, 1972, 866).

Felaketler veya uluslararası ilişkilerin doğurduğu zorunlu haller dışında, belirlenen çevre politikalarının arkasında durulmamış ve genellikle de çevre politikalarının kalkınma hamlesiyle çelişkili ve kalkınmayı yavaşlatıcı olduğuna inanılmıştır (Arat, 2000, 167). Kısa ifadeyle, III. Beş Yıllık Kalkınma Planı çevre korumaya karşı değildir. Planda çevre sorunlarının varlığı ve önemi kabul edilerek bu sorunları gidermeye yönelik politikaların oluşturulması gereği vurgulanmaktadır. Ama bu sorunlara yönelik politikalar kalkınma hedefine zarar verecek yada engelleyecekse, çevre koruma çabaları kalkınma çabaları için askıya alınacaktı.

Yaşanan çevre sorunlarına rağmen Türkiye’de bu döneme kadar çevreden sorumlu bir örgütlenme bulunmamaktaydı. Çevreden sorumlu bir birimin oluşturulması işte bu dönem içerisinde meydana gelen bir gelişme olmuştur. Bu örgütlenmede, yine uluslararası alanda çevre konusunda ortaya çıkan gelişmelerin etkisi ve uluslararası anlaşmaların etkisi olmuştur. Türkiye’de çevreyle ilgili konularda devletin yer alması daha çok TÜBİTAK ve DPT gibi örgütlenmelerin çalışmalarıyla var olagelmiştir. Ayrıca çeşitli bakanlıklar bünyesinde gerçekleştirilen çalışmalar da mevcuttu. Bu durum yani çevre konusunda birden çok kurumun görevli olması doğal olarak ortaya sorunlar çıkarmıştır. Çevreden sorumlu bir birimin olmaması çevre koruma, planlama ve geliştirme amacına hizmet edememekteydi. İşte bu sakıncayı gidermek amacıyla çevreden sorumlu bir birimin oluşturulması zorunlululuğu doğmuştur.

Bu amaca yönelik olarak 1973’te Ferit Melen hükümeti döneminde çeşitli bakanlıklardan oluşan “Çevre Sorunları Koordinasyon Kurulu” oluşturulmuştur (Erim, 1997, 380). Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı’nın başkanlığında çeşitli bakanlık temsilcilerinden oluşan Kurul’un başkanlığı 1974’te İmar ve İskan Bakanlığı’na verilmiştir (Erim, 1997, 380). Aynı zamanda ilk kez Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (BYKP)’nda “Çevre Sorunları” adıyla düzenlenen başlık altında, çevre sorunları konusunda ilgili bakanlık ve kuruluşlar arasında koordinasyonun sağlanması ve görev dağılımının düzenlenmesi amacıyla DPT koordinatör olarak belirlenmiştir (DPT, 1972, 866-867). Bu amaçla “Çevre Sorunları Daimi Danışma Kurulu” ile “Çevre Sorunları Özel İhtisas Komisyonu” kurulmuştur (Kılıçer, 1984, 25). 1970’li yılların sonuna doğru hem çevre konusundaki politikaların saptanması, hem de bakanlıklar arasında eşgüdümün sağlanması amacıyla Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı kurulmuştur (Keleş, Hamamcı, 1998, 261).

Görüldüğü üzere Türkiye’de yaşanan çevre kirlikleri, daha çok sanayileşme ve kentleşme çabalarının yoğunlukta olduğu kentler ve bu kentlerin etrafında meydana gelmiştir. 1970’li yıllar, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi belli çekim özelliğine sahip kentler dışında da çevre sorunlarının daha geniş bir alana yaygınlaşmaya başladığı bir dönem olmuştur.