• Sonuç bulunamadı

İKİNCİ BÖLÜM: KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.3. Gündelik Hayat ve Toplumsal Karşılaşmalar

2.3.3. Sosyal Mesafe/Uzaklık-Yakınlık

Toplumsal ilişkilerde kişiler, bazı farklı özeliklerinden ve başka birçok nedenden dolayı birbirlerinden “uzaklaşabilmektedirler”. Ancak, Nirun’a (1991:106) göre her uzaklaşma sosyal mekânda bir başka “yaklaşmayı” beraberinde getirir. Bir şahıs birisinden uzaklaşırken aynı sosyal mekân dahilinde başka bir şahsa yaklaşmaya başlar. Her ne kadar tamamen birbirinin aynı olan elemanlar sosyal yapıda bulunmasa da birbirlerine benzer ve yakın nitelikte olanları vardır. Benzer nitelikler birbirine yakın

elemanlara aynı sosyal mekân içinde toplanma imkânı verir. Genel olarak ifade edilecek olursa, sosyal yapıda görülen farklılıklar bir yandan bireyleri ya da grupları birbirinden uzaklaştırırken diğer taraftan sosyal mekânda yaklaşmaları yaratır. Bu yaklaşmalar sonucunda ise sosyal katılma gerçekleşir ve bu katılmalar da sosyal yapı içinde gruplaşmaları doğurur.

Sosyal mesafe, belirli bir sosyal sınıfa mensup olan herhangi bir bireyin, diğer sınıflarla ve o sınıflara mensup bulunan gruplar ve bireylerle olan hiyerarşik ilişkilerini, bir nüfus içindeki sınıfların birbirleri ile olan ilişkilerini ve belirli nüfusların aralarındaki sosyal farklılık ilişkilerini gösteren bir kavramdır (Bogardus, 1951:7-11). Bogardus’un tanımında, sosyal mesafe bireyler ve gruplar arasındaki sempati veya antipati temelinde belirlenir.

Sosyal mesafe sosyal psikolojide ırk, din, milliyet gibi farklı sosyal gruplardan üyelerin birbirlerini kabul veya reddetme derecesine işaret eder (Budak, 2000:690). Sosyolojik olarak sosyal mesafe (social distance) ise, sosyal grupların mahremiyet sınırlarını hangi mesafede çizmeyi istekli olduklarını gösteren, toplumsal değişkenlere ya da ağlara dayalı benzerlik ya da yakınlık ve uzaklık anlamına gelir (Marshall, 1999:750). Hall antropolojik yaklaşımla, hem insanlar hem de hayvanlar için mekân kullanımında, sosyal mesafeyi metrik ölçümlerle değerlendirmiş ve bu ölçümlerin kültürden kültüre değiştiğini belirtmiştir (Kağıtçıbaşı, 2010:153).

Georg Simmel’in etkileşimciliğinden yola çıkarak dört sosyal mesafe boyutu geliştiren Charles Kadushin (1962:517-531) iki veya daha fazla kişi arasında ya da statü arasında gerçekleşmesi gereken etkileşim tarzı ve derecesine “normatif mesafe” demiştir. Fiili etkileşim derecesi olarak adlandırılan ve normatif kurala uyması gerekmeyen mesafe ise “interaktif mesafe”dir. “Kültürel veya değersel mesafe”, iki kişi veya statü arasında var olan değer derecesidir. Örneğin diplomasi kuralları veya çok samimi ilişkileri bu kapsamda kabul eder. Dördüncüsü “kişisel mesafe ya da empati” olup, aslında kişisel ilişkilerden bahsederken Simmel’in aklında olan, iki kişi ya da iki durum arasında meydana gelen anlayışın ve açığa vurulmamış iletişimin derecesini ifade etmektedir.

Biz sadece başkalarını bir grubun veya sınıfın (kategorinin) üyesi olarak algılamayız; aynı zamanda kendimizi de bir grubun ferdi olarak algılarız. Bu bir aidiyet duygusudur. Birey tek başına hiçbir zaman yalnız olmadığı gibi, bir grup da yalnız değildir. Diğer gruplar tarafından çevrelenmiş durumdadır. Bu durumda, bizi az veya çok etkileyen çeşitli sosyal bütünlerin varlığı ve bunların bazılarının içinde, bazılarının dışında yer almamız söz konudur. “Bu grupların varlığı, her birimizin zihninde her an ve sürekli olarak mevcut değildir. Günlük yaşamda, çeşitli sosyal kategorilerin ve grupların kendilerini zihnimize dayatma gücünden uzak olduğu çok sayıda türlü durumlar vardır” (Aebischer; Oberle, 1990, akt. Bilgin, 1994:157). İçinde yaşadığımız bir semt, bir kent veya bir ülkenin farklı sosyo-demografik kesimler barındırdığı, nüfusun heterojen bir yapı gösterdiği ve farklı kökenlerden insanların bir arada yaşadığı sosyolojik bir dengeden söz edilebilir.

Ancak, bir olay, bir kıvılcım ve bazen bir söylenti/rivayet bu insanlarda bazı tutum ve davranışları ortaya çıkararak sosyal barışı bozabilir; örneğin bir terör olayı, bir patlama, bir gecekondunun belediye tarafından yıkılması, o ana dek günlük yaşamda gizli kalmış, bilinçaltı, gizli veya bastırılmış bazı eğilimleri su yüzüne çıkarabilir; bu eğilimler gruplar arası farklılaşma davranışlarına, önyargı ve stereotiplere hatta dışlamaya kadar varan çeşitli oluşumlara yol açabilir. Bir anda herkes, birtakım dış-grupların varlığının farkına varır; gruplar arası zıtlıklar belirginleşir; dış gruplar ilgili insanların zihninde daha önemli bir niteliğe bürünür; dış-grup çeşitli özellikler yüklenerek inşa edilir ve dış grubun varlığıyla diyalektik bir ilişki içinde iç-grup oluşturulup tanımlanır. Her iki grubun üyelerine birtakım özellikler atfedilir ve bu iki grup, iki farklı kategori olarak algılanır. İki grup arası mesafe büyütülür; iki grubun üyeleri birbirinden tamamen farklı, aynı grubun üyeleri ise benzer olarak algılanır. Bir yandan, kategoriler arası farklılaşma, öte yandan kategori içi benzeşme abartılır; kuşkusuz aslında ne iki kategorinin insanları arasında kesin bir farklılık, ne de aynı kategoriden olanlar arasında kesin bir benzerlik/homojenlik vardır (Bilgin, 1994:157-158). Bu iki grup arasındaki mesafenin kapanmaması için çaba sarf edilir. Bu, bir “mesafe kaygısı”dır. "İnsan öteki insanlar ile, öteki insanlar için ve öteki insanlara karşı sürdürdüğü günlük yaşam uğraşında sürekli olarak ötekiler karşısında farklı olma kaygısı yaşar. Bu kaygı, ötekiler karşısındaki farkı kapatma, kendisi ötekilerden geriyse, bu geriliği giderme veya ötekilerden üstünse, onları altta tutma kaygısıdır. Ötekilerle

kendisi arasındaki “mesafe”nin kaygısı - insanın kendisine de örtülü kalan bu kaygı- ötekilerle birlikte olmayı gerginleştirir" (Heidegger, 1979:232). Birey bir kez kendi grubunun tepede yer aldığı ve diğer grupların aşağıya doğru sıralandıkları şeklinde bir sosyal mesafe ölçeği benimsedikten sonra, dış-gruplara karşı önyargısını genelleme eğilimi gösterir (Şerif; Şerif, 1996:665). İnsanlar kendilerini dahil ettikleri bir iç-grup ve karşısında bir dış-grup ya da “biz” ve “onlar” kategorileri yaratırlar. İç ve dış gruplar birbirinden kesin hatlarla ayrılıp farklı nitelikler yüklenirler. Bu, bir kategorizasyon işlemidir ve dış-grup artık bir “şamar oğlanı”dır (Bilgin, 1994:160).

Türkçeye kalıpyargılar olarak çevrilen stereotip gruplar veya kişiler arası sosyal mesafeyi artırır. Lipmann (1922) tarafından sosyal psikoloji literatürüne sokulan stereotip kavramı “bir grup kişiye (etnik, cinsel, mesleki gruplar) atfedilen özellikler bütünü” olarak tanımlanmıştır. Stereotip, tıpkı bir kalıp, bir klişe gibi algı, bellek ve temsilleri etkileyen bir bakış çerçevesi; önyargı ise deneyimden önce a priori bir yargı olarak kanaatleri etkileyen bir hareket noktasıdır. Bir başka deyişle, stereotip algı düzleminde yer alırken, bir sonraki aşamada ortaya çıkan önyargı, kavram oluşumuyla alakalıdır. Bu anlamda stereotip, önyargıyı bir tür taşıma, ona destek olma, zemin hazırlama işlevi görür (Bilgin, 1996:99; Harlak, 2000:42-43). Çevrede olan karmaşık ilişkilerden dolayı insanlar, davranışlarını yönlendirecek karmaşık ilişkiyi basitleştirilmiş bir sübjektif tavra sokarlar. Lipmann’a (1922) göre bu, dışarıda cereyan eden nesnel gerçekliğin sübjektif gerçeklik olarak zihinlerde basitleştirilmiş imgesidir. Kafaların içindeki resimler olarak ifade ettiği basmakalıp fikirler, klişeler, etiketler, şablonlar, algı kalıpları ve tektipleştirmeler olarak kavramsallaştırmıştır (akt. Yapıcı, 2004:9-11).

Şerif ve Şerif (1996:649), iki grup arasındaki dostça veya düşmanca ilişkilerin seyrini, onların birbirini nasıl değerlendirdiklerini ve birbirlerine ne oranda sempati veya antipatiyle bakacaklarını belirleyen en önemli faktörün sosyal mesafe normu olduğunu belirtirler. Bu yönüyle sosyal mesafe normları, gruplar arası ilişkilerin ürünü olarak değerlendirilebilir. Stereotipler de, genellikle sosyal mesafe normları olarak ortaya çıkmaktadır. İnsanların iç ve dış grup değerlendirmeleri, sosyal mesafe normlarından etkilenir.

Stereotiplerin, önyargıların sosyal farklılaşmaya etkisi, dış-grubu olumsuzlayan ve aidiyet grubunu yücelten, bireylere bir tür fedakarlık duygusu kazandırmakla sınırlı değildir. Uzunca bir süre dışlanmaya maruz kalan bazı dış-grupların, kendilerine atfedilen özellikleri paylaştıkları ve benlik imgelerinin stereotip yönünde değiştiği de gözlenmiştir. Bir başka deyişle, stereotiplerin hedefi olanlar, diğerlerinin onlardan beklentilerine ve bu algısal beklentisel bütününü ifade eden sosyal temsillere uygun davranışlar sergileyebilmektedir (Bilgin, 1994:182).

Schnapper’e (2005:150) göre, önyargıları oluşturan mekanizmalar toplumsal yaşamın gündelik ve olağan mekanizmalarının aşırı bir biçim almasına dayandığına göre (kategorileştirme, genelleştirme), bilinmeyen ya da daha genel olarak, Öteki karşısında duyulan kendiliğinden düşmanlık için de aynı süreç söz konusu değil midir? İnsanlar kendi yakınlarıyla yaşama eğilimindedir ve bu da en az çabayı gerektirir. Yakınlık ortamı kendi başına değerlerle yüklenir. Biçimi ne olursa olsun başkalarıyla ahbaplık etmek, belli bir uyum çabası gerektirir ve bu çabadan kaçınmaya çalışmak olağandır. “Benzemeyeni itme” ya da bize benzemeyenler karşısında duyduğumuz doğal antipati evrensel ve olağan bir görüngü olarak kabul edilir. Ancak, bu görüngünün evrensel olduğu kanısı üstüne sosyal psikologlar, bize benzemeyen karşısında duyulan tiksintiye küçük çocuklarda rastlanmadığını, bunun toplumsallaşma sırasında edinilmiş bir tepki olduğunu gösterdiler. Gruplar arasındaki düşmanlığın içgüdü niteliğinde olduğu kuramı olgulara dayanmıyordu. Bu kuram, grupları birbirinden ayırmakla, aidiyet grupları ya da iç-gruplar ve dış-gruplar yaratmakla sonuçlanan toplumsal süreçlerin ürünüydü.

Çevrenin birey, bireyin de çevre üzerindeki etkilemelerini ve etkileşimini ifade eden dinamik toplumsal yapı da bu diyalektik, gündelik gerçekliğin nesnelleşmesi ve bu nesnelleşme sürecinde değişimlerle anlamlı farklılık düzeyleri, toplumsal ilişkileri şekillendirmektedir. Yüz yüze olmanın belirleyiciliği, gündelik gerçekliği çeşitli formlarda sosyal mesafe düzeyleri olarak değiştirmekte ve dönüştürmektedir. İnsanın kalıtımsal yapısı ve farklı gruplara ilişkin kazandığı bakış açısını şekillendiren aile çevresi, kanaat oluşturucu unsurlar ve dış dünya tarafından kazandırılan perspektif, sosyal mesafe tutumlarında sıralamanın zihniyet temellerini oluşturmaktadır (Karslı, 2012-49-50).

Netice itibariyle, toplumda bireyler veya gruplar arasındaki sosyal mesafe düzeyi onlar arasındaki ilişkilerin uzaklık veya yakınlık derecelerini ifade etmektedir. Sosyal mesafenin uzak olması, öteki’nin inşası ve algısıyla yakından bağlantılıdır. Bu yönde, ötekileştirme süreci ve öteki’nden duyulan endişe konusu ele alınmayı gerektirmektedir.

Benzer Belgeler