• Sonuç bulunamadı

İKİNCİ BÖLÜM: KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.2. Kimliklerin İnşası ve Birlikte Yaşamaya Yönelik Yeni Arayışlar

2.2.2. Kimliklerin Toplumsal İnşası

Gündelik yaşam pratiklerimizin her anında yanımızdan hiç ayırmadığımız kimliğimizin/kimliklerimizin oluşumu/inşası pek çok disiplinin araştırma nesnesi olmuş ve bu konunun birçok yönü farklı açılardan tartışılmaya değer bulunmuştur (Jenkins, 2004:4). Her insan kendi hayatını yaşar ve her insan bir bireydir. İnsanın toplum dışında yaşaması söz konusu olmadığı için, bireysel dünyası da toplumsal çerçeve ile iç içedir. Bunu en açık şekilde bireysel kimliğin oluşumunda üst üste binen toplumsal kimliklerde görebiliriz (Paksoy, 2005:1). İnsan ilişkilerinin bir fonksiyonu olarak da ifade edebileceğimiz kimlikler başlangıçta duruma özelken zamanla hiyerarşik olarak organize olurlar. En merkezde yer alan kimlikler kapsamlı, yaygın, etkili ve baskın olanlardır. Cinsiyet, ırk, yaş, renk, milliyet gibi genel unsurlarla ifade edilirler ve hiyerarşik olarak alttaki diğer kimlikleri organize ederler. Kısacası, kimlik, bir bütün ve benliğin ana unsuru olarak pek çok alt kimliklerin toplamından oluşur (Stryker, 1980 akt. Birkök, 1994:77-78).

En temel düzeyde kimlikler, bireysel ve kolektif kimlikler bağlamında ele alınabilirler. Bireysel kimlikler çok yönlü (aile, toplumsal cinsiyet, sınıf, bölge, din etnik ve millet) ve sıklıkla durumsal olup, farklı zamanlarda koşullara bağlı olarak önem dereceleri değişebilir. Bununla birlikte, kolektif kimlikler, (etnik ve milli bağlar) çoğu zaman “durumsal” değil, “kapsayıcı”dır. Nasıl ki, bireysel kimliklerin oluşumu ancak kişiler arası ilişkiler bağlamında mümkünse, kolektif kimliklerin oluşumu da gruplar arası ilişkiler bağlamında söz konusudur (Bilgin, 2007:14).

Bireysel ya da kolektif kimlik arayışı, değişen bir dünyada güvenli bir liman arayışı olarak özetlenebilir (Harvey, 1997:337). Sosyal gerçekliği algılamada ve anlamlandırmada birer filtre görevi gördüğünü kolaylıkla söyleyebildiğimiz kimlik olgusu, “toplumsal bir inşa süreci”ne işaret eder. Kimliğin yapılanması uzun bir süreç olduğu kadar, değişken de bir süreçtir. Sonuçta tarihsel, psiko‐sosyal süreçlere bağlı olarak inşa edilen kimlikler bu nedenle özsel gerçeklikten uzaktır ve esnek, geçişken bir karakteristiğe sahiptir diyebiliriz. Günümüzde sosyal bilimler alanında, kimliğin kültürel, tarihsel ve sosyal bir inşa olduğu fikri üzerinde genel bir uzlaşmanın varlığı dikkat çekmektedir (Karaduman, 2010:2887-2888). Bu yüzden kimliğin toplumsal alanda nasıl inşa edildiğini ve bu inşa sürecini anlama çabası önem taşımaktadır.

Kimlik, birçok düşünce ve enformasyona açık üretilmektedir. Fakat kendini konumlandırmak açısından daima belirli tercihlere açıktır. Bunlar ise, belirli gruplara ait olmak ve grup dışında katmalaşan kimliğe karşı kabul edilen normlar ve değerlerin bir seçimini talep eder, böylece sürekli değişim ve sapmaları mümkün kılan değişimlere açıktır (Laclau; Mouffe, 1991:170). Bu manada, gerek bireysel, gerekse toplumsal kimliğin keşfedilen/keşfedilmesi gereken ve inşa edilen/inşa edilebilen boyutları vardır.

Bu yönde, Giddens’a (2000:173) göre, sosyolojik açıdan bireylerin kişisel nitelikleri değil, onların toplumla ve toplumdaki diğerleriyle olan etkileşimi ayrıca toplum üzerindeki etkileri önemlidir. Kimlik insanın tüm unsurlarıyla birlikte sosyal yapının meydana getirdiği bir ürün olarak ele alınmaktadır. Kimlik, sosyal bir oluşum içerisinde kendini var etme çabasıdır. Fiziki çevre, biyolojik miras, sağlık şartları gibi tüm sosyal faktörler kimliğin oluşumuna katkıda bulunurlar.

Felsefe bağlamında da “ayniyet/sameness” olarak kullanılan kimlik, özdeşlik anlamına gelmektedir. Buna göre bir birimi, “o birim” yapan ve onu diğerlerinden ayrı kılan tüm değerleri ve karakteristiklerin birlikteliğini işaretler. Bu diğerlerinden “farklı” olmayı içerir. Kimlik toplumsal olarak kabul edilmiş bir dizi farklılıkla olan ilişkisi yoluyla oluşturulur (Connolly, 1995:92).

Toplumsal kimlikler, insanların yaşamlarını düzenleme gereksinimini karşılayan “kategorize etme” süreçlerinin ürünüdürler. Tajfel, Forgas ve Turner gibi sosyal psikologlar, toplumsal kimliklerin bilişsel ve güdüsel etkenlere dayalı iki aşamalı bir süreçte oluştuğunu ileri sürerler (Oktar, 2005:73). Bunlardan birincisi, kişinin bilişsel olarak toplumsal dünyayı, ‘kendi’ ve ‘öteki’ni farklılaştıran ‘biz ve onlar’ diye iki kategoriye ayırma gereği duyduğu süreçtir. Bu zihinsel süreç farklılığı ön plana çıkarmaktadır; çünkü bu ayrımı yapmanın temeli toplumsal karşılaştırmaya dayanır; bu da farklı olma anlamında ‘ötekilik’ oluşmasına neden olur. Forgas ve Tajfel (1981:124) bu durumu “biz neysek oyuz ama onlar bizim gibi değil” biçiminde dile getirmektedir.

Toplumsal kimliklerin oluşmasındaki ikinci süreç ise, olumlu öz-saygı arzusuna dayanır. Olumlu öz-saygı arzusu da, kişilerin kendilerinin ait olduklarını düşündükleri toplumsal grubu (içgrup) öteki gruptan (dışgrup) daha üstün görme eğiliminden kaynaklanır (Tajfel; Turner, 1986). Bu eğilim, kişilerin kendi gruplarının özelliklerini olumlu biçimde tanımlamalarına ve bu olumlu özelliklerin tipik olduğunu dile getirmelerine; buna karşın öteki grubun (dışgrup) stereotipik özelliklerini olumsuzlamalarına neden olmaktadır. İnsanların toplumsal kimliklerini kurgulama sürecindeki bu genel tutumlarının, etnik köken, milliyet, mesleki statü ve uzmanlık, cinsiyet, yaş, ideoloji ve yaşam biçimi gibi toplumsal ve kültürel parametrelerle belirlendiği ileri sürülmektedir (Oktar, 2005:73).

Kimliğin söylemsel ve toplumsal bir pratik olma niteliklerini aynı tanımda buluşturan Schick’e (2001:17) göre; kimlik, bireyin sınıf, ırk, cinsiyet, cinsellik, kuşak, bölge, etnisite, din ve ulus gibi topluluklara mensubiyetinden türeyen, toplumsal olarak inşa edilmiş, toplumsal olarak tasvip edilen (veya hiç değilse tanınan) kendine dair anlamlar bütünüdür. İnsan davranışında belirleyici bir rol oynar: Kişi belirli bir toplumsal konumdan ve belirli bir dünya görüşü ile uyum içinde, verileri yorumlayarak

hareket eder ki, bunların hepsinin kökü kimlikte yatar. Aynı zamanda kimlik asla ‘tamamlanmaz’; aksine sürekli inşa edilir. Daha açık ifade edecek olursak, kimlik bir nesne değil bir süreçtir. Üstelik bu süreç tekdüze değildir.

Schick’e (2001:17) göre, kimlik sürekli bir inşa ve yeniden inşa süreciyse de, bu akışkan veya değişebilir temel nitelik, kimliğin hiçbir zaman istikrarlı olmadığı anlamına gelmez. Başka bir deyişle, kimlik aynılık veya öze dayanmasa da geçmişimiz hakkında kendimize ve başkalarına anlattığımız hikâyelere bağlı olarak belirli bir dayanıklılık ve kalıcılık kazanır. Lacan (1968), tasarımı dışında hiçbir özne olmadığını, ama hiçbir tasarımın da bizi bütünüyle kuşatmadığını vurgular (akt. Sarup, 2004:26-27)

Bireyin toplum içinde kimlik edinmesi olayında, madalyonun bir yüzünde sosyal yapı ve onun belirleyiciliği, diğer yüzünde ise kişisel irade, hürriyet ve seçim vardır. Sosyal yapı faktörleri, toplumun diğer üyeleri, sosyal normlar ve çevre, gerek sosyal gerekse psikolojik olarak belli şekillerde somut tipler empoze ederler. Ayrıca, edebiyat, yazılı basın ve modern iletişim teknolojisi insan bilincinin yeniden şekillenmesinde rol oynayarak kimlik üzerinde etkili olmaktadır (Toolan, akt. Birkök, 1994:78-79). Kısaca, kimliğin oluşumunda sosyal çevredeki faktörler ve kişisel potansiyel önemli ölçüde söz konusuysa da, siyasi ve ekonomik başka faktörler de belirleyici olmaktadır (Birkök, 1994:81).

Kimliği öteki üzerinden yapılandıran görüşlere göre, kimliğin tanımlanmasında

özne, öznenin belirlenmesinde öteki dayanak noktasıdır; öteki olmadan kimlik de

oluşmaz (Sözen, 1999). Kimliğin kurucu unsurlarından en önemlisi başka birinin yani ‘ben’den başkasının bulunmasıdır. Bir insan yaşamı tek başına, kendisini tanımlayacak bir birikim oluşturmaya hiçbir yönden yeterli olmadığı için, insan öz-bilincinin gereksinimini, diğer gereksinimlerini karşıladığı kaynaktan yani bir üyesi olduğu toplumdan karşılamıştır (Türkbağ, 2003:210-211). Dolayısıyla, kimliğin inşası ‘başkalığın’ inşasından ayrılamaz; kimliğin kendisi, ancak başkalıkla ortaya konduğu takdirde bir anlam ifade eder. Özne kendisine ve başkalarına kim olduğuna dair hikâyeler anlattığında, kim olmadığını da söylemiş olur. Yani, belli bir birey grubunu tanımlayan niteliklerin sonsuz çeşitliliği içinde ancak bir başka grubunkine benzemeyenler toplumsal olarak anlamlıdır, bu anlam, gruplar arasındaki farklılığın

ortaya çıkarılması sürecinde olduğu ölçüdedir. Bu nedenle nerede bulunursa bulunsun “öteki”nin her versiyonu aynı zamanda bir ‘benlik’ inşasıdır (Schick, 2001:20).

Öz-bilinç sahibi varlık olarak insan, benliğini en iyi biçimde diğer benliklerden farkıyla ortaya koyuyorsa, kültür blokları da kendi dışlarındaki diğer kültür bloklarından farklarıyla, ayrıldıkları noktalarla kendilerini ortaya koyarlar. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken nokta, reddedilecek ‘öteki’nin daima kimlikle birlikte bulunduğu ve ‘öteki’ne ne ölçüde varsa ve belirginse kimliğin de o ölçüde belirginleştiğidir. Özetle, ben ancak öteki ile var olabilirim. Çünkü ben o olmayanım. Bu durum hem bireysel hem de grupsal kimliklerde geçerlidir (Türkbağ, 2003:211).

Kimliğin öteki üzerinden inşa edilmesi sürecinde öteki kavramının doğası gereği kendi içinde bir olumsuzluk barındırması, beraberinde şu noktaları ön plana çıkartır. Öncelikle, birey kendini öteki ile tanımlar. Öteki negatif anlamıyla bizden olmayanı, bizden farklı olanı çağrıştırır. Bu karşıtlık, kimliğimizi kavramamızı kolaylaştırır. Diğer bir husus, birey ötekinin varlığıyla kendi kötülüklerinden arınır, ötekine yüklediği olumsuz niteliklerle onu kendi dışında konumlandırır ve dolayısıyla kendini rahatlatmayı sağlar. Ayrıca birey, düzenin kötülüklerini ötekine yükleyerek, sosyal düzeni korumayı sağlar. Sosyal düzeni tehdit eden davranışlar gösteren ötekiler, başlarına gelen kötülükleri hak ederler. Ötekilerin kötülüklerini ve başlarına gelen felaketleri görmek, ‘halimize şükretmeyi’ sağlar (Karaduman, 2010:2889).

Son olarak, özellikle ağ (network) toplumu ve kimlik inşası ilişkisine bakmak yararlı olacaktır. Ağ toplumuna ilişkin sosyal bilimler içerisinde birbirinden farklı birçok yaklaşım vardır. James Martin (1978), Jan van Dijk (1991, 1999), Wellman, Barry (2001), Barney D. David (2004), Manuel Castells (2000, 2005, 2006) gibi birçok düşünür ağ toplumu kavramsallaştırmasını kullanmaktadır. Ancak bunlardan en tanınmışı ve etkileyici olanı Manuel Castells’e ait olanıdır. Castells’e göre ağlar, enformasyon veya bilgi toplumunda giderek baskın sosyal örgütlenme biçimi haline gelmiştir (Abercrombie; Longhurst, 2007:241). Castells’e (2000:13) göre, ağ toplumunun en belirgin karakteristik özellikleri zaman ve mekân kavramlarında ortaya çıkmaktadır. Ağ toplumunda zaman dışı zaman ve akışlar uzamı vardır. Castells, bu ifadeleriyle zaman kavramının genişletilmiş ve yok sayılabilen özelliğine göndermede

bulunurken, mekânın da coğrafi sınırlardan ve uzaklıklardan arındırılarak teknolojik imkânlarla aşıldığını anlatmaktadır. Bu ise elbette enformasyon teknolojileri sayesinde gerçekleştirilen yeni bir zaman ve uzam algısına neden olmaktadır.Castells’e (2006:14) göre ağ toplumunda birçok toplumsal aktör için anlam, zaman ve uzam içinde kendini koruyan asal bir kimlik (bu başkasını çerçeveleyen bir kimliktir) etrafında örgütlemiştir. Castells (2006) birey kimliğinden çok kolektif kimliğe odaklanır. Ona göre aslında bireycilik de “kolektif kimliğin ancak bir parçası olabilir”.

Castells (2004; 2006:14), sosyolojik perspektiften bakılınca, her halükarda kimliğin bir kurgulanma olduğunu söylemekle birlikte, asıl sorunun bu kurgulamanın bir nedenden yola çıkılarak, kim tarafından ve hangi amaçla yapıldığının belirlenmesi olduğunu söyler. Kimliklerin inşası, inşaat malzemesi olarak tarihten, coğrafyadan, biyolojiden, üretici ve yeniden üretici kurumlardan, ortak hatıralardan, kişisel fantezilerden, güç mekanizmalarından ve dini vahiylerden yararlanılarak yapılmaktadır. Fakat bireyler, sosyal gruplar ve toplumlar bütün bu malzemeleri yeniden işlemekte, bu yapılırken sosyal belirleyiciler ve kültürel projeler, içerisinde var oldukları toplumların zaman/mekan çerçevesi doğrultusunda yeni anlamlar kazanmaktadırlar. Gerçekten de,

eğer kimlik-anlam ilişkisi üzerinde düşüneceksek, kimliğin keşfedilip,

keşfedilmediğinden çok, inşa edilen boyutla ilgili nasıl, niçin gibi hayati sorular üzerinde odaklanmak gerekmektedir.

Castells’e (2004) göre, kollektif kimliği inşa edenler, ne için inşa ettiklerine bağlı olarak söz konusu kimliğin sembolik içeriğini ve bu kimlikle özdeşleşenler için anlamını şekillendirmektedirler. Aynı zamanda, bu kimliğin içerisinde mi yer alınacağı ya da dışında mı kalınacağını da belirtmektedirler. Castells (2006:14) kimliğin toplumsal inşasının, her zaman güç/iktidar ilişkilerinin belirlediği bir bağlamda yer aldığını belirterek, kimlik inşasının esas itibariyle üç farklı formu ve kökeni olduğunu iddia eder:

“Meşrulaştırıcı kimlik”; toplumun egemen kurumları tarafından, toplumsal aktörler karşısında egemenliklerini genişletmek ve akılcılaştırmak için inşa edilir. “Direniş kimliği”; Hakim olanın, başat olanın mantığı tarafından değersiz görülen ve/veya damgalanan konumlarda/koşullarda bulunan aktörler tarafından geliştirilir.

Castells’in (2004:6-8) kullandığı “proje kimliği” kavramının ise, kimliğin siyaset üzerindeki gücünü sergilemek maksadıyla geliştirildiğini söylemek mümkündür. Buna göre, proje kimliği, sosyal aktörlerin ellerinin altında olan kültürel malzemeleri yeniden kullanarak kendi toplumsal konumlarını yeniden tanımlamalarına yarayacak yeni bir kimlik inşa etmeleri sürecidir. Söz konusu aktörler, bu yeni kimlikle sosyal yapıyı tümden değiştirmeyi hedefleyebilirler. Bu anlamda, Castells kimlik temelli siyasetin proje kimliği temelinde geliştiğini ve günümüzdeki birçok sosyal ve siyasal hareketin bu temelden hareketle açıklanabileceğini ileri sürüyor. Özellikle ağ toplumunun yükselişini, kimlik temelli siyasetin yükselişinin en önemli koşulu olarak algılayıp açıklamaya çalışmaktadır (akt. Delibaş, 2008:135)

Giddens’a (2008:159) göre, ağ toplumunda kişisel kimlik daha açık bir mesele haline gelir. “Artık kimliklerimizi geçmişimizden almıyoruz; kimliklerimizi başkaları ile etkileşime girerek yaratmak zorundayız.” Bu tür bir kimlik oluşumu ve kimliğin sunumu ağ toplumunda birbirine farklı koşullarda bağlanabilen bireylerin etkileşime geçmesi sonucu gerçekleşebilmektedir. Böylelikle bireyin ağlar içerisinde ilgi alanlarına göre konumlanması ve ortak ilgi alanlarına yönelen bireylerle etkileşime geçmesi kimliğinin oluşmasında ve belirginleşmesinde etkili olmaktadır. Goffman’ın önemli eseri ‘Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu’nda (2009) belirttiği gibi izlenim oluşturma ve buna bağlı olarak sosyal kimliği inşa etme süreci sosyal yaşamın en önemli parçalarından biridir. İnsanlar ancak bu yolla sosyal koşullar içerisinde var olabilmekte ve etkileşime geçebilmektedir. Sosyal yaşamın bir yansıması ve alternatifi olarak ağ toplumunda da kimliğin önemli bir yeri vardır, ancak bu kimliğin gerçekliği ve denetlenebilirliği en büyük tartışma konularından biridir.

Kimliğin toplumsal inşasına ilişkin bazı önemli yaklaşım ve açıklamalara değindikten sonra, kimlik olgusunun genel olarak modernite, postmodernite ve küreselleşme süreçleriyle nasıl bir hale geldiği veya karmaşıklaştığı meselesine değinmek faydalı olacaktır. Modernite, postmodernite ve küreselleşme süreçleriyle ilgili kesin yargılara varmak zor olsa da sebep oldukları değişimler yeni ve farklı eleştirileri, sorgulamaları ve arayışları da beraberinde getirerek kimlik değişimlerine yol açmaktadır.

Benzer Belgeler