• Sonuç bulunamadı

Psikanalitik Açıdan Edebî Eserin Form Ögeleri

1. KONU

1.2. PSİKANALİZ VE EDEBİYAT

1.2.2. Psikanalitik Açıdan Edebî Eserin Form Ögeleri

Biçimsel ögeler, esere yapı ve düzen kazandırma işlevinden ayrı olarak yapıta yönelik tepkiyi biçimlendirmeye yarar. Psikanalitik edebiyat kuramına göre yapıtın formunu oluşturan unsurlar bir yönüyle “bilinçdışı bir içeriğin savunmaya yönelik

değişimleri”ni (Cebeci, 2009: 200) temsil eder. Savunma, edebî yapıttan zevk

almamızı sağlayan bir dinamiktir. Gerçek hayatta savunmanın zevki azaltacağı düşünülse de edebiyatta, savunmanın zihnin derinliklerinde nihai olarak daha fazla hazza olanak sağlayacak bir alanı harekete geçirmesi söz konusudur. Bu doğrultuda zevk duygusunun işlevi ise “inanmanın askıya alınması hali”ni (Cebeci, 2009: 200) sürdürmektir. Edebî yapıttan alınan zevk, yazarın bilinçdışı fantezilerinin okuyucunun bilinçdışı fantezileri tarafından ele alınıp işlenmesinden kaynaklanır.

Psikanalitik edebiyat eleştirmenlerinden Norman N. Holland, forma iki ayrı açıdan yaklaşır. Ona göre geniş anlamda form, dile ilişkin olup “ego savunmaları”na (Cebeci, 2009: 201) karşılık düşen bir kavramdır. Bu savunmalar bölme, inkâr, gerileme ve yansıtma gibi birincil düşünce teknikleridir. Form, dar anlamda ele alındığında ise dilbilgisel biçime, sözcüklerin seçimine ve düzenine bakılır; burada, yapı ve sıralama unsurları o kadar önemli değildir. Öte yandan bir yapıtın duygusal

60

içeriğinden çok diline dikkat edilmesi durumunda, bir yer değiştirme olgusundan söz edilebilir. Dikkatin sözel unsurlar üzerinde yoğunlaşması ise dilin alışılagelmedik bir biçimde kullanılması sayesinde olur. (Cebeci, 2009: 201)

Holland, formun dar ve geniş anlamıyla fanteziyi nasıl kontrol altına aldığını şöyle açıklar: Form, “fantezinin farklı yönlerini ortaya koyar ve böylece bu

unsurların birbirlerini dengelemesini sağlar.” (Cebeci, 2009: 203) Formun daha dar

anlamda işlevi ise, fantezinin içeriğiyle ilişki kurmaya olanak verecek biçimde ağız hareketlerini hissetmemizi sağlamasıdır. Ses unsuru bu sürecin aracıdır. Bu anlamda, şiir sanatı için şairin seçmiş olduğu sesler aracılığıyla fanteziyi kontrol ettiği söylenebilir.

Şiir, genel olarak edebiyatın diğer formlarından daha üst düzeyde bir sanat olarak kabul edilir. Zihinde daha önce ortaya çıkan görsel fantezilere dayalı tiyatro, sinema gibi sanatlardan ya da roman gibi kolayca görselleştirilebilecek olan kurgusal yapılardan ayrı olarak şiir, daha üst ego düzeylerine hitap eder. Şiirde, okuyucunun ilgisini fantezi içeriğinden alarak dile yansıtma yeteneğinin daha gelişmiş olduğu kabul edilir. Daha doğrusu ilginin içerikten dile yansıması zorunlu bir aşamayı ifade eder. Düzyazıda ise “fantezinin içeriğini ‘anlam’a yönlendirme” (Cebeci, 2009: 203) söz konusudur. Bu durum şiir için de geçerlidir fakat şiirde aynı zamanda duygusal yaratımın sözel bir seviyeye kaydırılması gerekir. Bu açıdan bakıldığında, düzyazıyla ifade edilen bir anlatının fanteziye manzum bir anlatıdan daha doğrudan ve güçlü bir biçimde etki edebileceği söylenebilir. Formel yönü öne çıkan şiirde dil özellikle

“fantezi içeriğinden gelen baskıyı dengeleme”ye (Cebeci, 2009: 203) yarar. Dilde

ortaya çıkacak herhangi bir denge bozukluğu bu etkiye zarar verecektir.

Şiir dilinin önemli özelliklerinden bir diğeri de ekonomik olmasıdır. Ses tekrarları, bu amaçla kullanılan araçlar arasındadır. Şiirde, anlam çağrışımlarının yerine ses çağrışımlarının geçmesi, içeriğin kontrol altında tutulmasını sağlar. Bu bakımdan, kafiye ve vezin şiire yönelik beklentileri hem tatmin eder hem de bu beklentileri boşa çıkarır. Beklenti, içeriğe hâkim olunması ve içeriğin düzene sokulmasına ilişkindir. Kafiye ve vezin oluşturdukları düzenle bir güvenlik duygusu yaratır ancak zaman zaman mevcut izlekten ayrılmak da bir gereksinim olarak ortaya çıkar. Bu noktada düzensizlik devreye girer. Şiir dilindeki düzensizlik unsurları,

61

özellikle duygusal ilginin fantezi içeriğinden forma kaydırılması açısından önemlidir. (Cebeci, 2009: 204)

Ernst Kris şiirsel dilin oluşumunda önemli bir araç olan muğlâklık üzerinde durur. Ona göre muğlâklık, dekoratif amaçlarla kullanıldığında yapıta yönelik yorum çabası psikolojik tepkilerden bağımsızdır. Buna karşılık muğlâklık, ifadeye yönelik bir amaçla yapılmışsa, “psikolojik yapının kendi içindeki hareketlilik ve mesafeler”i (Cebeci, 2009: 204) göz önünde bulundurulmalıdır. Bu durum, aynı zamanda şiirin taşıdığı gerilimin nedenidir. Metaforun rolü de bu çerçevede önem kazanır. Şiirde metafor, “birincil düşünce süreçleriyle bağlantı kurmaya hizmet eden yani işlevsel

anlamda gerilemeye (regresyona) yol açan bir uyarım etkisi” (Cebeci, 2009: 205)

yaratır. Metafor, mutlaklığı sağlama açısından önemli role sahiptir. Hem muğlâklığı arttırır hem de “çeşitli anlamların ‘nihai anlam’a ulaşmak için birleşmeleri gereken”

(Cebeci, 2009: 205) yönü gösterir.

Metafor çerçevesinde ele alınması gereken bir terim olan somutlaştırma ya da algısallaştırma, bir kavramın belirli imgeler aracılığıyla temsil edilmesidir. Metafor, dikkati asıl nesne ile metaforda kullanılan nesne arasındaki benzerliğe çeker; somutlaştırma ya da algısallaştırmada ise “daha kavramsal ya da daha soyut düzeyde

algılanan bir şeyin somut, özgül ya da algılanmaya müsait bir biçimde temsil edilmesi” ” (Cebeci, 2009: 204) söz konusudur. Bir kavramın somutlaşması bazen

onun bir metafor özelliği kazanması anlamına gelir. Örneğin bir hasta, karısının yiyeceğini zehirlediğine inanabilir; bu inancın aslında karısının kendisinin hayatını zehirlediği anlamına gelmesi mümkündür. Bu türden somutlaştırmalara estetik süreç içinde de rastlanır. Bir şeyin nesnel olarak tanımlanması zorsa o şey somut, elle tutulur, gözle görülür bir sembolle tanımlanabilir. Metaforlar da somutlaştırma sayılır ancak bu anlamda “sınırlı somutlaştırma” (Cebeci 2009: 204) özelliği taşır.

Holland, sanat yapıtı karşısında anlama ulaşma gereksinimi duyduğumuzu söyler. Sanat/edebiyat yapıtının özelliklerini incelerken şöyle bir sınıflandırma yapar: Anlam, bilinç alanında gerçekleşen ve zihinle kavranan bir unsur; form, önbilinç alanında ve temel fantezi ise bilinçdışında gerçekleşen bir unsurdur. Okuyucunun yapıt karşısında bu üç düzeyde gerçekleşen tepkisi, onda farklı haz duygularının oluşmasına ve bu çeşitli hazları birbirinden ayırmasına olanak verecek biçimde bir

62

dönüşüm geçirmesine olanak sağlar. Fantezi düzeyinde, halüsinasyonlara özgü bir tatmin duygusu ortaya çıkar. Form alanında, suçluluk ve endişe duygularına karşı geliştirilen savunmaların sağladığı zevk söz konusudur. Bu suçluluk ve endişenin kaynağı ise bilinçdışına ait fantezidir. Bu fantezinin, kendi içinde zevkli olan bir süreç aracılığıyla sözel bir düzeyle yer değiştirmesi söz konusudur. Form, cinselliğe ve saldırganlığa ilişkin dürtülere de tatmin sağlar. (Cebeci, 2009: 206)

Oğuz Cebeci, buradan yola çıkılarak, edebiyat yapına verilen tepkinin doğasına ilişkin psişik bir model geliştirilebileceğini öne sürer. Bu modele göre,

“(…) sözü edilen süreç egonun içinde cereyan eder; temel fantezi ise id’e ait bir temsilcidir ve bilinçdışı egoda yer alır.” (Cebeci, 2009: 206) Okuma sırasında

gerçekleşen ruhsal süreç diğer bir şekilde şöyle tanımlanabilir: metin bilinçli ego tarafından okunur ve analiz edilir. İçselleştirme ve sansür işlemleri ise bilinçdışı ego tarafından yapılır. “Anlam, fantezinin örtülü ya da yüceltilmiş bir versiyonudur.”

(Cebeci, 2009: 206) Anlama ihtiyaç duyulmasının nedeni ise bilinçdışı fantezinin

ifade edilmesini sağlaması ve böylece haz duygusunun yaşanmasına olanak vermesidir.

Cebeci’ye göre anlam, bilinçdışı fantezi içeriğinin yüceltilmesini sağlar ve egonun kabul edebileceği bir şeyin ortaya çıkabilmesi için savunma yapıları oluşturmaya yarar. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda anlamın üç tür zevke olanak sağladığı söylenebilir. Bunlardan ikisi: suçluluk duygularını yatıştırmak ve yoğunlaşma mekanizmasını kullanarak ruhsal enerjinin ekonomik bir biçimde kullanımını sağlamaktır. Tekrarlanan temalar, beklentiler ve güven duygusu ekonomik amaçlara hizmet eder. Anlamın sağladığı diğer bir zevk ise dürtü tatminine olanak vermesidir. (Cebeci, 2009: 206)

Edebî eserdeki form ögeleri üzerinde duran Holland’a göre yapıttaki karakter ögesi, “ (…) metnin okuyucuda yarattığı tümel reaksiyondan çıkarılan bir

soyutlamadır.” (Cebeci, 2009: 208) Karakter okuyucuya gerçeklik hissini; onun

gerilimlerini içinde barındırma kapasitesine, yapıtın bu gerilimleri uyarma yeteneğine ve okuyucunun bu gerilimlere sahip olma ölçüsüne oranla verir. Gerilimi, eserdeki “çatışan zıtlıklar” (Cebeci, 2009: 208) oluşturur. Holland, kurgunun işlevinin okuyucuda bir gerilim uyandırmak olduğunu söyler. Gerilimin

63

yaratılmasında, karakterlerin belirli motifler çerçevesinde örgütlenen duygu, düşünce ve eylemleri büyük rol oynar.