• Sonuç bulunamadı

1. KONU

2.2. İKİNCİ YENİ ŞİİRİ VE PSİKANALİZ

3.1.4. Babayı Öldürmek

Bireyin çeşitli ruhsal temsilleri üzerine yoğunlaşan psikanalizde, baba figürü önemli bir konuma sahiptir. Bu figür, gelişim süreci içerisinde bireyin karşısına her defasında farklı temsillerle çıkar. Bella Habip, babanın bu temsil dizisini şöyle sıralar: “küçük çocuktaki baba, daha sonra Oidipus karmaşasında öldürülen baba,

ergenlikte gözden düşen baba, sonra tamir edilen baba.” (Habip, 2014: 5) Bunlar

içinde ödipal dönemdeki “baba”nın ayrı bir yeri vardır. Freud’un öne sürdüğü kurama göre Oedipus karmaşasından geçen erkek çocuğu, bu dönemde babasıyla “ambivalent (çelişik)” (Freud, 2014 a: 229) bir ilişki yaşar. Kendisine rakip olarak

156

gördüğü babasına karşı bir taraftan kin ve nefret duyarken bir taraftan da onu sever. Erkek çocuk, babasını ortadan kaldırıp yerini almak ister. Ama bu istek büyük bir engelle karşılaşır: babası tarafından iğdiş eylemiyle cezalandırılma tehlikesi. Çocuk, iğdiş edileceğinden ürkerek, babasını ortadan kaldırıp annesini ele geçirme isteğinden vazgeçer. Fakat bu istek bilinçdışında varlığını sürdürür ve suçluluk duygusunun temelini oluşturur.

Dünya edebiyatında birçok başyapıtın konusunda, babanın ölümü ya da baba katli motifi yer alır. Bunların ilki olan ve Freud’un da “baba katli” teorisine ismini veren Kral Oedipus’ta, öldürme eylemini gerçekleştiren kahramanın kendisidir. Sophokles’in oyununda babanın öldürülmesi bilinçli değildir, baba yazgının zorunluluğu nedeniyle öldürülür. Oedipus’un kraliçeyle evlenmesi sonucu, suç ortaya çıkar; kahraman suçunu kabul eder ve cezalandırılır. Freud’un üzerinde çalıştığı Shakespeare’in Hamlet eserinde ise dolaylı bir yol izlenir. Babayı öldüren kahramanın kendisi değil, bir başkasıdır. Kadın uğruna işlenen bu suç, Hamlet’in ruhuna yansıtılır. Öç almak isteyen Hamlet, ilginç bir şekilde bunu bir türlü gerçekleştiremez. Freud’a göre onu engelleyen suçluluk duygusudur. Bu duygu kahramanın güçsüzlük ve aşağılık duygusuyla iç içe geçer. (Özenen, 2009)

Dostoyevski’nin Karamazof Kardeşler’inde ise cinayeti işleyen yine bir başkasıdır. Kahramanın kardeşlerinden biridir ve işlediği cinayetin nedeni de cinsel rekabettir. Bu kardeş, Dostoyevski gibi saralıdır. Yazar sanki “Benim içimdeki saralı

ve nevrozlu kişi baba katilidir.” (Özenen, 2009) demiştir. Romanda Dostoyevski’nin

katil kardeşe sempati beslediğini görmek mümkündür. Yazarın babası, o sekiz yaşındayken ölmüştür. Dostoyevski’nin gerçek hayatı da oldukça patolojiktir, kumar tutkusu yüzünden son yıllarını borç içinde geçirmiştir. Freud’a göre yazarın kendine dönük yıkıcılığının nedeni yine Oedipus karmaşasından kalma suçluluk duygusudur. Babasının ölümünden kısa bir süre sonra yazarın sara krizleri başlamıştır. Freud, Dostoyevski’nin bu krizler sayesinde her defasında kendine ölüm tecrübesi yaşattığını ve bunun da babasıyla özdeşim kurabilmesini sağladığını söyler. (Özenen, 2009)

Cemal Süreya’nın yaşamına bakıldığında, babasıyla olan mesafeli ilişkisi dikkat çeker. Bunun kaynağında, aile yaşantısında babanın çocuklarına olan sevgisini

157

gösterme konusundaki geleneksel tutumunun rolü olduğu gibi psikanalitik açıdan bakıldığında bu durum, bilinçdışında süren ödipal duygularla da ilişkilendirilebilir. Şairin “Sizin Hiç Babanız Öldü mü?” şiirinde, ödipal kökenli babayı öldürme isteklerinin yansımalarına rastlamak mümkündür:

“Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü kör oldum Yıkadılar aldılar götürdüler

Babamdan ummazdım bunu kör oldum Siz hiç hamama gittiniz mi?

Ben gittim lambanın biri söndü Gözümün biri söndü kör oldum Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak Şöylemesine maviydi kör oldum Taşlara gelince hamam taşlarına Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi Taşlarda yüzümün yarısını gördüm Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü Yüzümden ummazdım bunu kör oldum

Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?” (Süreya, 2008: 26)

1953 yılında yayımlanmış olan bu şiir, Süreya’nın babasının ölümünden dört yıl önce yayımlanmıştır. Sanatçının yaşadığı olaylardan hareketle yazması ya da anlattıklarının muhakkak başından geçmesi gerekmez. Fakat babası ölmeden önce şairin duygusal yoğunluğu bu kadar güçlü bir şiiri yazması dikkat çekicidir. Süreya

158

şiirde babası ölmeden önce onun ölümünü hayal etmiş, bu ölümden duyduğu acıyı işlemiştir. Oedipus kompleksi doğrultusunda düşünüldüğünde, babasını öldürme isteği, şiirin düşsel düzleminde gerçekleştirilmiştir. Bu bilinçdışı arzunun gerçekleşmiş olması, büyük bir suçluluk duygusunu da beraberinde getirir. Şiirdeki imgeler dikkatle incelendiğinde, ölüm yoğun bir üzüntüyle iç içedir. Babanın ölümünden duyulan üzüntü “kör olmak” durumuyla eşleştirilmiştir. “Baba” aydınlıktır, gökyüzünün maviliğidir. Onun ölümüyle şairin dünyası kararmıştır.

Babanın ölümünün temizlenme, arınma, kirden kurtulma anlamlarını çağrıştıran “hamam”la ilişkilendirilmesi dikkat çekicidir. Şair babasından kurtulmuş gibidir ya da bu imge babasını öldürme, ölmüş olarak hayal etme fikrinin yarattığı olumsuz hislerden arınma çabası olarak da yorumlanabilir. “Taşlar pırıl pırıldı ayna

gibiydi” dizesindeki üstü örtülü rahatlamanın yanında “Taşlarda yüzümün yarısını gördüm/Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü” dizeleri yer alır. Taşlara yansıyan yüzünü

sevmez, kötü bulur. Bunlar, babasının ölümünü istemenin yarattığı suçluluk hissini yansıtır.

Öte yandan şairin duygularına daha farklı bir okuma da getirilebilir: Süreya bu şiiri yazarak kendisini büyük bir korku ve endişe kaynağı olan babasının ölümüyle karşı karşıya getirmek istemiş olabilir. Bilinçdışı olarak bir anlamda kendini bu ölüme hazırlama. Şairin kamyon şoförlüğü yapan babası, her an bir kaza yapma ya da ölüm riski ile karşı karşıyadır. Bu durumun yarattığı endişeyle zihninde bir kaza tasarlamış, onu anlatmış olabilir. Böylelikle kendini bu olaya hazırlamaya, duyarsızlaştırmaya çalışmıştır.

Şairin babasıyla sıcak ilişkiler kuramayışında onun mesleğinden dolayı sürekli evden uzak olması etkilidir. Babasını özlemle bekleyişini günlüğünde şöyle anlatır:

“Kamyonların uzun yol kokusu, bir mutluluk, bir sevinç anlatır bana. Kamyon, dönmüştür sonunda: Benzin, makine, yağ ve lastik kokusu birbirine geçmiş, solunur bir kıvama gelmiş, baba kokusuyla (bende) birleşmiştir. Zaferdir, uzun yol kokusu. Hiç değilse atlama, erteleme, gün alma.

159

Kamyon biraz eski olacak.

Bildim ertesi gün, iyi bir gün değil. Sürekli azarlanacağım: Şu üstüne başına bak! Daha dün yaptırdık şu ayakkabıları! Niçin gitmedin İlhami Bey’e?

Ama, uzun yol kokusu da bilirdi kendisinin uzun yol kokusu olduğunu. Ben uyurken, gece yatağıma eğilir, yanağımdan, daha çok da kaşlarımın ve gözlerimin birbirine en yakın olduğu yerden hafifçe öperdi. Belli belirsiz ayrımsardım, yarın iyi bir gün olacak.” (Süreya, 1996: 29)

Babası, oğluna olan sevgisini açıkça göstermez, uykuda öper onu. Şairin çocukluğuna dair hatırladığı bu anı “Ortadoğu” şiirinde şöyle geçer:

“(…)

Yitirdim ya da hiç olmadı sanıyordum Oysa karışık bir anı gibi

Seni uyurken öpmesi gibi babanın Bir ilkkar tomurcuğu gibi

(…)” (Süreya, 2008: 107-108)

Bu dizelerin geçtiği “Ortadoğu” şiirinde ölümlerden, savaştan, büyük mücadelelerden ve onların zaman içinde bıraktıkları izlerden, geçmiş zamanın kalıntılarından söz edilir. Yaşamdaki olumsuzluklar içinde babanın öpüşü umut ve güven kaynağı olur. Fakat “Yitirdim ya da hiç olmadı sanıyordum” dizesinden anlaşıldığı üzere kendini açık bir biçimde hissettiren bir sevgi değildir bu.

Kız kardeşleri, Süreya’nın babasıyla olan mesafeli ilişkisiden bahseder. Kız kardeşi Ayten, “babasının, ağabeyini sevip okşadığını, öptüğünü bir kez bile

görme”diğini (Perinçek ve Durel, 2008: 33) söyler. Babasından para dahi

isteyemez.”Hüseyin Bey, ‘Bu çocuk benden hiç para istemiyor,’ diye yakınır.

Görünür bir yerlere bırakır, Cemalettin de gider oradan alır.” (Perinçek ve Durel, 2008: 33) Babasının, annesi öldükten sonra evlendiği Esma isimli eşi hastalıklı bir

160

ruhtadır. Çocuklara karşı kötücül bir tutum içinde olur, onlara işkenceye varan olumsuz davranışlarda bulunur. Şairin annesini kaybetmesini travmatik hale getiren etkenlerden birinin de Esma olduğunu eklemek gerekir. Öte yandan Esma ile yaşadıkları sorunlarda, babasının çocuklarına değil ona kendini iyi gösteren Esma’ya inanması, onun yanında duran bir tavır sergilemesi çocuklar ve baba arasındaki mesafenin büyümesinin nedenlerinden biridir.

Cemal Süreya’nın babası Nafia şoförü Hüseyin Bey, 1957 Haziranı’nda bir trafik kazasında hayatını kaybeder. Babasının bu trajik ölümü, “Yunus ki Sütdişleriyle Türkçenin” şiirinde şöyle geçer:

“(…)

Sen ki gözlerinle görmüştün 57’de Babanın parçalanmış beynini Kağıt bir paketle koydular mezara İstesen belki elleyebilirdin de Ama ağlamak haramdı sana O günlerde istesen de istemesen de Boğazında buruldu kaldı Türkçe Mevsimlerin tülüne sarılı halde Yıllarca dinlendirdin acını

Utandın ondan korktun bir bakıma Sakladın geleninden gideninden; (…)” (Süreya, 2008: 96)

Şiirde ilk dikkat çeken husus, imgesel değil, düzyazıya özgü açık bir anlatımın kullanılmasıdır. Şair, ölümün ruhsal dünyasında yarattığı soğumayla

161

kaybın gerçekliğini en yalın haliyle önüne koyar. Gerçeklikle yüzleşmeye çalışır ama iç dünyasında bunun aksi bir durum söz konusudur. Babasının ölümüne ağlayamaz; bu, kayıpla yüzleşememe, kabullenememe durumunu doğurur. Freud “Yas ve Melankoli” isimli yazısında, kaybın gerçeklik sınamasını beraberinde getirdiğini söyler. Gerçeklik sınaması, sevilen nesnenin artık var olmadığını gösterir ve “tüm

libidonun bu nesneyle bağlarından geri çekilmesini” (Freud, 2013: 245) talep eder.

Bu acıyı hep içinde beklettiğini, dinlendirdiğini söyleyen Süreya, bir bakıma onunla karşılaşmayı erteler. Günlüğünde de babasının ölümü karşısında ağlayamayışından bahseder:

“Babamın trajik ölümünü anımsıyorum; kız kardeşlerim, halam, başkaları, kendilerini yerden yere atıyorlardı. Benim gözümden yaş gelmemesi o günlerde dedikodu konusu bile olmuş. Bir süre sonra, kız kardeşlerim, halam, başkaları gerçeğe alıştılar. Ama benim içimdeki düğüm çözülmedi.” (Süreya, 1996: 26)

Şiire dönmek gerekirse, “Utandın ondan korktun bir bakıma” dizesi dikkat çekicidir. Bu trajik ölümle yüzleşmekte zorlanan şair, kayıp karşısındaki duygularını sorgular. Utanç hissi, bilinçdışında babasının ölümüyle ilgili istekten kaynaklanan suçluluk duygusuyla ilintili olabilir veyahut acı duyulması gereken bir durumda yeterince acı duymadığını hissetmek utanç yaratır. Şair, günlüğünün aynı bölümünde yazdıklarına şöyle devam eder:

“Üç yıl sonra Aksaray’da, on üç yıl sonra Beykoz’a gittiğim kahvelerde birçok kez babamın az ilerdeki masada oturduğunu gördüm. Çayını içiyor, az sonra da kalkıp gidiyordu. Yanılsama evet. Ama neden bütünüyle işlemiyordu yanılsama? Niçin yanına gitmiyordum?” (Süreya, 1996: 26)

Günlüğünde sözünü ettiği bu yanılsama “Camdan” şiirinde şöyle geçer:

“İçkievinden çıkınca Camdan

demin durduğum yere baktım.

162 Sigara paketimi masada unutmuşum. Sandalyede Tıpkı benim gibi oturuyor boşluğum.

Bir eli alnında benim gibi. Ama

biraz daha mı hüzünlü? Otururken de

Biraz daha mı çıkarıyor kamburunu?

Biraz daha mı benziyor babama

Bir yaş büyüğüm babamdan ve rüzgar

163

çekiştirir durur

yağmurluğumu.” (Süreya 2008: 188)

Şair, şiirde boşluğu ve babası arasında bir özdeşim kurar. Babanın yokluğu diğer bir deyişle nesne kaybı onda boşluk, eksiklik duygusu yaratmıştır. Kayıp, bu duygularla birlikte beraberinde bilinçdışı bir suçluluk duygusunu da getirmiş gibidir. Şiirin son bölümünde yağmurluğunu çekiştiren rüzgâr, ondan hesap sorar sanki. Şairin bilinçdışında işleyen ödipal kaynaklı suçluluk ve cezalandırılma duygularının yanında kaybedilen nesneyi onarma da şiirin duygusal atmosferinde soluyan güçlü bir histir. Yaşanan yanılsama anı, kayıp nesneyle tekrar birlikte olma arzusunu doyurmuştur.

Sonuç olarak bireyin yaşamında önemli bir dönüm noktası olan Oedipus karmaşası, kişinin bilinçdışında varlığını koruyarak sonraki yaşamına yansır. Erkek çocuk için bu dönemin temel çatışması, babanın yerine geçip anneye sahip olma isteğine karşılık iğdiş edilme korkusudur. Cemal Süreya’nın babasıyla olan mesafeli ilişkisi yaşamında bu karmaşaya ilişkin birtakım soruları akla getirir. Şiirlerine bakıldığında, bilinçdışı babayı öldürme isteğinin ona eşlik eden suçluluk hissiyle birlikte ortaya çıktığı görülür.