• Sonuç bulunamadı

MÜBHEMÂTÜ’L-KUR’ÂN

1. Mübhemâtü’l-Kur’ân’ın Anlam Alanı

Mübhem,

ﻢﻬﺑ

(behime) kelimesinden türemiştir ve sözlükte, kapalı olan, mahiyeti açık ve net olmayan şey gibi anlamlara gelir818. İnsan, melek, cin, hayvan, ağaç, yıldız, şehir veya kabilenin Kur’an’da açıkça kendi ismiyle değil de, zamir, işaret isimleri, belirsiz zaman ve mekan isimleri, künye gibi kapalı kelime ve ifadelerle zikredilmesine mübhemâtü’l-Kur’ân denir819.

815 Kurtubî, VIII, 246-247. 816 Kurtubî, VIII, 5. 817 Kurtubî, VIII, 122.

818 Halil b. Ahmed, IV, 62; Râğıb el-İsfehâni, s. 63-64; İbn Manzûr, XII, 56; Zebîdî, XXXI, 307. 819 Hâlis Albayrak, “Mübhemâtü’l-Kur’ân İlmi ve Kur’ân Tefsirindeki Yeri”, Ankara Üniversitesi

146 Kur’an’da mübhem lafızların bulunması, hiçbir zaman onun mesajının anlaşılır ve kavranabilir özelliğini kaybettirmez. Zaten mübhem olan bazı konular başka ayetlerde açıklanmıştır. Ayrıca yer, zaman ve şahıs isimlerini öne çıkarmadan işaret isimleri veya zamir gibi kelimelerin yerini tutacak kelimeleri kullanması, Kur’an’ın az sözle çok anlam ifade etme özeliğinden kaynaklanır. Teferruat sayılabilecek ayrıntılara girmemesi de, Kur’an’ın fonksiyonel ve evrensel bir kitap olduğunun göstergesidir820.

Kur’an’da mübhem kelimelerin yer almasında ifade zenginliği sağlamak, kendisinden söz edilen şahsı yüceltmek, hoşa gitmeyen bir özellikle muhatabı aşağılamak, faili bilindiği için açıklamaya gerek duymamak, mübhemin bilinmesinde faydanın olmaması gibi nedenler ileri sürülmüştür821.

2. Mübhem Lafızlar Açıklanırken Başvurulan Kaynaklar

Kurtubî, mübhem kelimesinin tanımını yapmamakla beraber, terimi “manası kapalı olan” anlamında yeri geldikçe kullanmış, ayetlerde görülen kapalılıklara dikkat çekmiş ve onları çözmeye çalışmıştır. O, birçok âlim gibi822 mübhem olan yerleri açıklamak için ayet823, hadis824 ve sahabe-tâbiînin sözlerininden825 istifade etmiştir. Bunun yanında Kur’an’da mübhem olan hususların bilinmesinde, Tevrat’tan, tarih araştırmalarından ve bilimsel bulgulardan da yararlanılmıştır826. Ancak bunlara itimad edilmemesi uygun görülmüştür827; ayrıca bilinmesi çok gerekli olmayan konularda Tevrat kaynaklı isrâiliyat bilgilerine başvurmak ciddi sakıncalar

Anlamı Kapalı Ayetler, Beyan Yayınları, İstanbul, 1997, s. 91; Abdülhamit Birışık-Hüseyin

Abdülhâdî Muhammed, “Mübhemâtü’l-Kur’ân”, DİA, İstanbul, 2006, XXXI, 437; Demirci, Tefsir

Usûlü ve Tarihi, s. 215.

820 Albayrak, Kur’ân’ın Bütünlüğü Üzerine, s. 107; Birışık- Abdülhâdî Muhammed, “Mübhemâtü’l-

Kur’ân”, DİA, XXXI, 438.

821 Yaşar, s. 100-103; Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kur’ân’ı Tefsîri, Yeni Akademi Yayınları,

İstanbul, 2006, I, 115; Özel, s. 134; Süleyman Gezer, “Kur’an’daki Belirsiz Anlatımlar/Mübhemât

Sözlü Dil Bağlamında Bir Yaklaşım”, Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: II, Çorum, 2002, s.

261.

822 Suyûtî, İtkân, II, 314; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 192; Demirci, Tefsir Tarihi, s. 66; Birışık-

Abdülhâdî Muhammed, “Mübhemâtü’l-Kur’ân”, DİA, XXXI, 437.

823 Kurtubî, I, 150.

824 Kurtubî, II, 178; III, 66.100 825 Kurtubî, I, 284; VI, 14.

826 Demirci, Tefsir Usûlü ve Tarihi, s. 218-220; Birışık-Abdülhâdî Muhammed, “Mübhemâtü’l-

Kur’ân”, DİA, XXXI, 437.

147 doğurmuştur828. Kur’an’da mübhem olan bazı kelimeleri, kimi mezhep veya meşrep taraftarının kendi telakkilerine göre yorumlamaları829, Kur’an’ın evrensellik boyutuna gölge düşürdüğü için tenkit edilen diğer bir konudur830. “Kafirler: “Rabbinden ona bir mucize indirilseydi ya!” derler. Sen sadece bir uyarıcısın. Her toplumun bir doğru yolu göstericisi vardır”831 ayetindeki “doğru yolu gösterici/

ٍدﺎَه

” kelimesinin Şiîlerce sadece Hz. Ali’ye hasredilmesi gibi örnekler832 Kur’an’ın genel anlamını kısıtladığı için eleştiri almıştır.

Müfessirin “Musa beraberindeki gence: “Ya iki denizin birleştiği yere ulaşacağım ya da uzun bir süre yürüyeceğim” demişti”833 ayetindeki belirsiz bir zamanı ifade eden “

ﺐﻘُﺣ

” kelimesini, sahabe-tâbiîn ve dilcilerin görüşlerinden yararlanarak açıklamıştır. Şöyle ki: “Abdullah b. Ömer “

ﺐﻘُﺣ

”un, seksen yıl; Mücahid, yetmiş yıl; Katâde, uzun bir süre olduğunu söylemiştir. Nehhâs ise, “Dilcilere göre, “

ﻂهر

” ve “

مﻮﻗ

” kelimeleri müphem ve sınırları belli olmayan bir topluluğu ifade ettiği gibi, “

ﺐﻘُﺣ

” ve “

ٌﺔَﺒﻘِﺣ

”, lafızları da sınırları belirli olmayan, mübhem bir zaman için kullanılır. “

ﺐﻘُﺣ

”un çoğulu ise “

بﺎﻘﺣأ

” şeklinde gelir” demiştir”834.

Kehf Sûresi’nde anlatılan Hızır kıssasında ismi kapalı bırakılan kasaba hakkında âlimler fikir yürütmüşlerdir. Kurtubî ise, “Yürüdüler. Sonunda bir kasaba halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Kasaba halkı onları ağırlamaktan kaçındı. Kasabada yıkılmağa yüz tutmuş bir duvar buldular. Hemen o duvarı onardı. Musa: “Eğer isteseydin buna karşılık bir ücret alırdın” dedi”835 ayetindeki misafirliği kabul etmeyen mübhem kasabayı, sahabe ve tâbiîn sözlerine dayanarak belirlemeye çalışmıştır. Onlardan bu yerin, Antakya, Ceziretü’l-Hadra, Endülüs’te bir adadaki kasaba, Nasıra diye bilinen bir Bizans şehri, Azerbaycan taraflarında Bacervan diye

828 Birışık-Abdülhâdî Muhammed, “Mübhemâtü’l-Kur’ân”, DİA, XXXI, 438.

829 Mustafa Öztürk, ““Mübhemâtü’l-Kur’ân” ve İmâmiye Şiası”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: XII-XIII, Samsun, 2001, s. 445.

830 Birışık-Abdülhâdî Muhammed, “Mübhemâtü’l-Kur’ân”, DİA, XXXI, 438.

831ٍدﺎَه ٍمْﻮَﻗ ﱢﻞُﻜِﻟَو ٌرِﺬْﻨُﻣ َﺖْﻧَأ ﺎَﻤﱠﻧِإ ِﻪﱢﺑَر ْﻦِﻣ ٌﺔَﻳﺁ ِﻪْﻴَﻠَﻋ َلِﺰْﻧُأ ﺎَﻟْﻮَﻟ اوُﺮَﻔَآ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ُلﻮُﻘَﻳَو” (Ra’d 13/7). 832 Birışık-Abdülhâdî Muhammed, “Mübhemâtü’l-Kur’ân”, DİA, XXXI, 438.

833ﺎًﺒُﻘُﺣ َﻲِﻀْﻣَأ ْوَأ ِﻦْﻳَﺮْﺤَﺒْﻟا َﻊَﻤْﺠَﻣ َﻎُﻠْﺑَأ ﻰﱠﺘَﺣ ُحَﺮْﺑَأ ﺎَﻟ ُﻩﺎَﺘَﻔِﻟ ﻰَﺳﻮُﻣ َلﺎَﻗ ْذِإَو” (Kehf 18/60). 834 Kurtubî, VI, 14.

835 َلﺎَﻗ ُﻪَﻣﺎَﻗَﺄَﻓ ﱠﺾَﻘْﻨَﻳ ْنَأ ُﺪﻳِﺮُﻳ اًرَاﺪِﺟ ﺎَﻬﻴِﻓ اَﺪَﺟَﻮَﻓ ﺎَﻤُهﻮُﻔﱢﻴَﻀُﻳ ْنَأ اْﻮَﺑَﺄَﻓ ﺎَﻬَﻠْهَأ ﺎَﻤَﻌْﻄَﺘْﺳا ٍﺔَﻳْﺮَﻗ َﻞْهَأ ﺎَﻴَﺗَأ اَذِإ ﻰﱠﺘَﺣ ﺎَﻘَﻠَﻄْﻧﺎَﻓ

148 bilinen bir yer veya cimri ve ilahi rahmetten uzak bir mevkii olabileceğini nakletmiştir. Müfessir, bunlardan birisini tercih etmemiş ama bütün bu görüş ayrılıklarının, Hz. Musa kıssasının geçtiği yer konusundaki ihtilaflardan kaynaklandığını ve bunlardan hangisinin gerçek olduğunu en iyi Allah’ın bileceği yorumunu yaparak bitirmiştir836.

Kurtubî, mukaddimesinde, müfessirlerin kıssalarından ve tarihçilerin haberlerinden sadece gerekli olanları ve açıklama yaparken muhakkak nakledilmesi gerekenleri zikretmeyi tefsirinde uyacağı bir şart olarak sunmuştu837. Buna rağmen müfessirin, Kur’an’daki mübhem ifadeleri açıklarken ayet, hadis ve sahabe-tâbiîn sözlerinin yanı sıra bazen isrâiliyata da başvurması838 tefsirine gölge düşürmüştür. Mukaddimedeki tutumu ile pratikteki tavrı tezat oluşturmuştur. Özellikle kıssalardaki ayrıntıları anlatırken isrâiliyattan yararlanması müfessire yöneltilen bir tenkit noktasıdır839. Örneğin “Bilmedikleri şey hakkında atıp tutan bir grup, “Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir” diyecekler; “Beş kişidir, altıncıları köpekleridir” diyecekler. “Onlar yedi kişidir, sekizincisi köpekleridir” diyecekler. De ki: “Onların sayısını en iyi Rabbim bilir. Çok az kişi dışında onları kimse bilmez”. Artık onlar hakkında gerçeği açıklama dışında tartışmaya girme ve kimseden de onlarla ilgili bilgi sorma”840 ayetinin tefsirinde Ashab-ı Kehf’in köpeğinin cinsi ve ebatları gibi kapalı bırakılan ama gerekli olmayan bilgileri, ayete veya sahih hadise dayanmayan nakillerle vermesi841 müfessiri eleştirdiğimiz bir yöndür.

Kurtubî, ayetleri tefsir ederken karşılaştığı mübhem ifadeleri konunun bağlamını dikkate alarak açıklamaya çalışmaktadır. Yani ayetlerde var olan kapalılığı, çoğu kez “bu mübhem bir durumdur” gibi ifade kullanmadan çözmektedir842. Bununla birlikte ayette yer alan mübhem lafzın hangi amaçla, açıkça ifade edilmediği hakkında da az da olsa değerlendirmelerde bulunmaktadır843.

836 Kurtubî, VI, 25. 837 Kurtubî, I, 13. 838 Kurtubî, V, 706.

839 Yıldırım, “el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân”, DİA, VII, 101; Bayram, s. 346-349.

840 ْﻞُﻗ ْﻢُﻬُﺒْﻠَآ ْﻢُﻬُﻨِﻣﺎَﺛَو ٌﺔَﻌْﺒَﺳ َنﻮُﻟﻮُﻘَﻳَو ِﺐْﻴَﻐْﻟﺎِﺑ ﺎًﻤْﺟَر ْﻢُﻬُﺒْﻠَآ ْﻢُﻬُﺳِدﺎَﺳ ٌﺔَﺴْﻤَﺧ َنﻮُﻟﻮُﻘَﻳَو ْﻢُﻬُﺒْﻠَآ ْﻢُﻬُﻌِﺑاَر ٌﺔَﺛﺎَﻠَﺛ َنﻮُﻟﻮُﻘَﻴَﺳ

َﻠْﻌَﻳ ﺎَﻣ ْﻢِﻬِﺗﱠﺪِﻌِﺑ ُﻢَﻠْﻋَأ ﻲﱢﺑَر

اًﺪَﺣَأ ْﻢُﻬْﻨِﻣ ْﻢِﻬﻴِﻓ ِﺖْﻔَﺘْﺴَﺗ ﺎَﻟَو اًﺮِهﺎَﻇ ًءاَﺮِﻣ ﺎﱠﻟِإ ْﻢِﻬﻴِﻓ ِرﺎَﻤُﺗ ﺎَﻠَﻓ ٌﻞﻴِﻠَﻗ ﺎﱠﻟِإ ْﻢُﻬُﻤ ” (Kehf 18/22).

841 Kurtubî, V, 706.

842 Kurtubî, VI, 441; VIII, 229. 843 Kurtubî, III, 77; VI, 419.

149 Kurtubî, “Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen sahipli bir köle ile, kendisine katımızdan güzel rızık verdiğimiz, o rızıktan gizlice ve açıkça yardımlarda bulunan kişiyi örnek verir. Bunlar hiç bir olur mu?”844 ayetinin tefsirinde mübhemle ilgili şunları söylemiştir: “Bunlar hiç bir olur mu?/

َنوُﻮَﺘْﺴَﻳ ْﻞَه

”, bölümü eşit olmazlar anlamına gelir. Allah’ın burada tesniye kalıbıyla, “Bu ikisi hiç bir olur mu?/

ْﻞَه

ِنَﺎﻳﻮَﺘْﺴَﻳ

” dememesi, daha önce geçen “kişi/

ْﻦَﻣ

” lafzı dolayısıyladır. Çünkü o, müphem bir isimdir. Hem tekil, hem tesniye, hem çoğul; hem müzekker, hem müennes için kullanılabilir”845. Bu ayetin tefsirinde de görüldüğü gibi nadiren lafzın mübhem olduğunu ifade ettiği yerler de mevcuttur.