• Sonuç bulunamadı

MÜŞKİLÜ’L-KUR’ÂN

1. Müşkilü’l-Kur’ân’ın Anlam Alanı

Müşkil kelimesi, Arapça’da şekil, benzer, karışık anlamlarına gelen

ﻞﻜﺷ

(şekele) kökünden türemiştir ve benzer olmak, karışık olmak manalarını ifade eden

ﻞﻜﺷا

(eşkele) fiilinin de ism-i failidir846. Ayetler arasında ilk bakışta var olduğu sanılan çelişki ve ihtilaf durumlarını inceleyen847, bunları te’lif etmeyi amaçlayan848 Kur’an ilmine müşkilü’l-Kur’ân denir849. Kurtubî, müşkil kelimesini “anlaşılması zor” anlamında sıkça kullanmıştır. Fakat müşkilü’l-Kur’ân tamlamasına hiç yer vermemiştir. Bir ayette anlaşılması zor olan bir durum olduğunda “bu müşkilü’l- Kur’ân’dandır” dememekte; fakat aynı anlama gelen “bu ayet müşkildir” veya “burada işkal vardır” gibi ifadeleri kullanmaktadır. Onun tercih ettiği bu kullanımlardan, terim anlamını kastettiği sonucunu çıkarabiliriz. Müellif, ayetlerde görülen müşkil durumlara dikkat çekmiş ve onlara çözüm bulmaya çalışmıştır, insanların zihinlerinde oluşan sorulara cevap vermiştir. Müşkilleri gidermek için

844 ْﻞَه اًﺮْﻬَﺟَو اًّﺮِﺳ ُﻪْﻨِﻣ ُﻖِﻔْﻨُﻳ َﻮُﻬَﻓ ﺎًﻨَﺴَﺣ ﺎًﻗْزِر ﺎﱠﻨِﻣ ُﻩﺎَﻨْﻗَزَر ْﻦَﻣَو ٍءْﻲَﺷ ﻰَﻠَﻋ ُرِﺪْﻘَﻳ ﺎَﻟ ﺎًآﻮُﻠْﻤَﻣ اًﺪْﺒَﻋ ﺎًﻠَﺜَﻣ ُﻪﱠﻠﻟا َبَﺮَﺿ

َنوُﻮَﺘْﺴَﻳ” (Nahl 16/75).

845 Kurtubî, V, 497.

846 Halil b. Ahmed, V, 295; İbn Manzûr, IX, 359; Tehânevî, I, 864; Zebîdî, IXXX, 271. 847 Suyûtî, İtkân, II, 5; Eren-Erbaş, Kur’ân İlimleri ve Tefsir Istılahları, s. 184. 848 Albayrak, Tefsir Usûlü, s. 166.

849 Zerkeşî, II, 45; Suyûtî, İtkân, II, 5; Adem Yerinde, “Müşkilü’l-Kur’ân”, DİA, İstanbul, 2006,

150 te’vil metodunu yeri geldikçe kullanmıştır. Kurtubî, ayetteki müşkil durumu te’vil yöntemiyle çözerken, kendi bilgisinin yanı sıra hadislerden ve âlimlerin görüşlerinden de yararlanmıştır. Ayetler arasında varmış gibi görülen tezatlığı da bazen, “bu müşkil bir durumdur” gibi hiçbir ifade kullanmadan çözmüştür.

Kur’an’da birbiriyle çelişen ayetlerin bulunması söz konusu değildir850. Çünkü “Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer Kur’an Allah’tan başkası tarafından gönderilmiş olsaydı, kesinlikle onda birçok çelişki bulurlardı”851 ayeti bunun delilidir. Kur’an tek bir kaynaktan, aynı amacı gerçekleştirmeye geldiği için, başı ve sonu arasında ihtilaf olamaz. İlk etapta bazı ayetler arasında bir çelişkinin olduğu zannedilebilir, ancak üzerinde biraz düşünüldüğü zaman gerçekte herhangi bir çelişkinin bulunmadığı görülür852. “Çünkü çelişik veya zıt zannedilen ayetler, aslında ya aynı mevzuda değildirler veya aynı şartlara, ihtiyaçlara cevap vermemektedirler. Bu bakımdan farklı zamanlarda ortaya çıkan farklı durumlara ilişkin ifadeleri, tarihî ve toplumsal şartları içinde değerlendirmek gerekir. Kur’an’ı tarihin ve toplumun dışında bir metin olarak okuyanlar ise onda çelişik ve zıt ifadelerin olduğunu düşünürler. Oysa o, 23 yıl içinde çeşitli toplumsal gelişmeleri, adım adım izleyerek oluşmuş bir metindir”853. Ayrıca ayetlerdeki ihtilaf hakiki olmayıp, sadece lafızlardadır ve te’vil yoluyla giderilebilir854.

Kurtubî, “Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer Kur’an Allah’tan başkası tarafından gönderilmiş olsaydı, kesinlikle onda birçok çelişki bulurlardı”855 ayetinin “Elbette onda farklılıklar yani çelişkiler ve birbirini tutmayan şeyler bulurlardı” anlamına geldiğini belirtmiştir. Kıraat lafızlarında, misallerin lafızlarında, delâletlerde, sûrelerin ve ayetlerin miktarlarında bulunan farklılıkların ise bu ayette belirtilen tutarsızlık kapsamına girmeyeceğini söylemiştir. Bir görüşe göre de mana, “Eğer size haber verilen şeyler, Allah katından olmasaydı, birbiriyle çelişki arzederdi” şeklindedir. Başka bir görüşe göre ise bu ayet şu anlamdadır: “Çok konuşan kişinin sözünde mutlaka tutarsızlık olur, bu tutarsızlık vasıfta, lafızda veya

850 Adem Yerinde, “Ilk Bakişta Çelişki Görünümü Veren Müşkil Âyetler Ve Etrafinda Oluşan Bilimsel

Edebiyat”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: XVI, Sakarya, 2007, s. 34.

851اًﺮﻴِﺜَآ ﺎًﻓﺎَﻠِﺘْﺧا ِﻪﻴِﻓ اوُﺪَﺟَﻮَﻟ ِﻪﱠﻠﻟا ِﺮْﻴَﻏ ِﺪْﻨِﻋ ْﻦِﻣ َنﺎَآ ْﻮَﻟَو َنﺁْﺮُﻘْﻟا َنوُﺮﱠﺑَﺪَﺘَﻳ ﺎَﻠَﻓَأ” (Nisa 4/82). 852 Demirci, Tefsir Usûlü ve Tarihi, s. 221.

853 Albayrak, Tefsir Usûlü, s. 166-167. 854 Demirci, Tefsir Usûlü ve Tarihi, s. 221.

151 gereğince anlamlandırmadaki çelişkili ifadelerde veya yalan sözde olur. Allah, Kur’an’ı indirdi ve onun üzerinde insanların enine boyuna düşünmelerini emretti. Çünkü Kur’an’ı okuyanlar, onda vasıf yönünden bir ihtilaf, mana yönünden reddedilecek bir şey, gayb konularından kendilerine haber verilen ve kendilerinin gizledikleri şeyler hususunda bir yalan bulamazlar”856. Özetle, Kurtubî, Allah kelamı olan Kur’an’da tutarsızlıkların bulunmayacağını belirtmiş ayetler arasında var gibi görülen farklılıkları ise te’vil ederek yani açıklayıp yorumlayarak çözüme kavuşturmuştur.

2. Müşkili Giderme Yolları

Kur’an’daki müşkil gibi görülen hususların genel olarak, belirtilen meselenin çeşitli safhalarının var olması, mevzu farklılığının yer alması, işin iki ayrı yönünün bulunması ve hakikî yahut mecazî mana ihtimali olması gibi sebepleri bulunmaktadır857. Sözünü ettiğimiz nedenlerle Kur’an’da oluşan müşkilleri gidermek için âlimler, ayetleri te’vil yoluyla uzlaştırma yoluna gitmişlerdir.

Tefsirin mukaddimesinde “Kapalı ifadeleri (müşkil) selefin ve onun takipçilerinin görüşleriyle açıklayan özlü bir tefsir yazmak”858 istediğini söyleyen Kurtubî, tefsirini yazma amaçlarından birini belirtmiştir. Ayrıca aynı yerde “Allah Elçisine (s.a.v.), risaleti tebliğ vazifesinin yanında, Kur’an’ı açıklama hususunda özel olduğu ve bu konuda yegane makam olduğu için mücmelin beyanı, müşkilin tefsiri, muhtemelin tahkiki vazifelerini vermiştir”859 diyerek müşkili asıl açıklama yetkisinin, Resulüllah’a (s.a.v.) ait olduğunu ifade etmiştir. Müfessir, hadislerin yanı sıra, âlimlerin görüşlerinden, kendi fikirlerden yola çıkarak müşkil olabilecek her türlü düşünceyi bertaraf etmeye çalışmış, bunu bazen müşkil kavramını kullanarak bazen da kullanmayarak gerçekleştirmiştir. Böylece Allah kelamında tutarsızlığın bulunmayacağını her fırsatta göstermiştir.

856 Kurtubî, III, 255.

857 Ahmet Özbay, Kurtubî Tefsirinde Müşkilu’l-Kur’an, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),

İstanbul, 2003, s. 45-129; Muhammed Ali Ağılkaya, Kur’an Müşkillerinin Giderilmesinde

Tarihi Malzemenin Kullanımı, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2008, s. 9-12;

Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 180-181; Demirci, Tefsir Usûlü ve Tarihi, s. 223-226; Yıldırım,

Kur’an-ı Kerîm ve Kur’an İlimlerine Giriş, s. 114-115.

858 Kurtubî, I, 12. 859 Kurtubî, I, 12.

152 Kur’an’da bazı ayetler arasında ilk etapta tezatlıklar var gibi görülmektedir. Müfessir bu durumları çözüme kavuşturmaya gayret etmiştir. Örneğin “İman ettikten sonra inkar edip, sonra inkarda ısrar edenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar gerçekten sapıtanlardır”860 ayetindeki “onların tevbeleri asla kabul edilmeyecektir”861 bölümü ile “O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülüklerini bağışlayandır”862 ayeti arasındaki müşkil durumu (işkal) Kurtubî, “ölüm esnasında tevbeleri asla kabul edilmez” yorumuyla te’vil etmiş ve kendince çözmüştür. Buna da “Ölünceye kadar günahlar işleyip de öleceğini anlayınca, “şimdi tevbe ettim” diyenlerin tevbesi, gerçek tevbe değildir”863 ayetini ve “Can boğaza gelmedikçe Allah kulun tevbesini kabul eder”864 hadisini delil getirmiştir. “Onların tevbeleri asla kabul edilmeyecektir”865 ifadesinin, “içinde bulundukları küfürden tevbe edip bir başka küfre girdikleri takdirde tevbeleri kabul edilmez, manasındadır. Ancak tevbe edip İslam’a döndükleri zaman tevbeleri kabul edilir” şeklinde yorumlandığını söylemiştir.

Burada da görüldüğü gibi Kurtubî, ayetler arasında ilk etapta varmış gibi görülen tezatlığı, müşkil terimini kullanarak kendi te’viliyle, ayetle, hadisle ve âlimlerin görüşleriyle çözmüştür866.

Müfessirimiz, “İşte o gün ne insana ne de cine günahı sorulmaz”867 ve “Suçlular günahlarından sorulmazlar”868 ayetlerinin “Rabbine and olsun ki onların hepsine soracağız”869 ayeti ile arasındaki ihtilafı sahabenin ve tâbiînin görüşleriyle şöyle netliğe kavuşturmuştur:

1. İkrime’ye göre kıyamet günü, uzunluğu dolayısıyla değişik aşamaları olan bir gündür; kimisinde sorgulama yapılır, kimisinde yapılmaz.

860َنﻮﱡﻟﺎﱠﻀﻟا ُﻢُه َﻚِﺌَﻟوُأَو ْﻢُﻬُﺘَﺑْﻮَﺗ َﻞَﺒْﻘُﺗ ْﻦَﻟ اًﺮْﻔُآ اوُداَدْزا ﱠﻢُﺛ ْﻢِﻬِﻧﺎَﻤﻳِإ َﺪْﻌَﺑ اوُﺮَﻔَآ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ﱠنِإ” (Al-i İmran 3/90). 861ْﻢُﻬُﺘَﺑْﻮَﺗ َﻞَﺒْﻘُﺗ ْﻦَﻟ” (Al-i İmran 3/90). 862ِتﺎَﺌﱢﻴﱠﺴﻟا ِﻦَﻋ ﻮُﻔْﻌَﻳَو ِﻩِدﺎَﺒِﻋ ْﻦَﻋ َﺔَﺑْﻮﱠﺘﻟا ُﻞَﺒْﻘَﻳ يِﺬﱠﻟا َﻮُهَو” (Şûrâ 42/25). 863 ْﻢُهَو َنﻮُﺗﻮُﻤَﻳ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ﺎَﻟَو َنﺂْﻟا ُﺖْﺒُﺗ ﻲﱢﻧِإ َلﺎَﻗ ُتْﻮَﻤْﻟا ُﻢُهَﺪَﺣَأ َﺮَﻀَﺣ اَذِإ ﻰﱠﺘَﺣ ِتﺎَﺌﱢﻴﱠﺴﻟا َنﻮُﻠَﻤْﻌَﻳ َﻦﻳِﺬﱠﻠِﻟ ُﺔَﺑْﻮﱠﺘﻟا ِﺖَﺴْﻴَﻟَو ُأ ٌرﺎﱠﻔُآ ﺎًﻤﻴِﻟَأ ﺎًﺑاَﺬَﻋ ْﻢُﻬَﻟ ﺎَﻧْﺪَﺘْﻋَأ َﻚِﺌَﻟو ” (Nisa 4/18).

864 Ahmed b. Hanbel, IV, 240; Tirmizî, Deavât, 99; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, IX, 290, h.n.: 6674. 865ْﻢُﻬُﺘَﺑْﻮَﺗ َﻞَﺒْﻘُﺗ ْﻦَﻟ” (Al-i İmran 3/90).

866 Kurtubî, II, 494.

867ﱞنﺎَﺟ ﺎَﻟَو ٌﺲْﻧِإ ِﻪِﺒْﻧَذ ْﻦَﻋ ُلَﺄْﺴُﻳ ﺎَﻟ ٍﺬِﺌَﻣْﻮَﻴَﻓ” (Rahman 55/39). 868نﻮُﻣِﺮْﺠُﻤْﻟا ُﻢِﻬِﺑﻮُﻧُذ ﻦَﻋ ُلَﺄْﺴُﻳ ﺎَﻟَو” (Kasas 28/78). 869َﻦْﻴِﻌَﻤْﺟَأ ْﻢُﻬﱠﻨَﻟَﺄْﺴَﻨَﻟ َﻚﱢﺑَرَﻮَﻓ” (Hicr 15/92).

153 2. Anlam, “Onlar cehenneme girdikten sonra sorgulanmayacaklardır”, şeklindedir.

3. Hasan Basrî, Katâde ve (İbn Abbas’tan naklen) Avfî’ye göre, Allah, onların günahlarını tesbit ettiği ve melekler de onları yazdığı için suçlulara günahlarından dolayı bir şey sorulmayacaktır.

4. Hasan Basrî ve (İbn Abbas’tan naklen) Mücâhid’e göre, melekler onlara soru sormayacaktır, çünkü onları yüzlerinden tanıyacaklardır.

5. İbn Abbas’tan gelen başka bir rivayette ise Allah, durumu bildiğinden dolayı onlara bilgi amaçlı soru sormayacağını ama azarlama maksatlı olarak “Neden bunları yaptınız” diye soracağını söylemiştir.

6. Ebü’l-Âliye, günah işlemeyen kişiye, günahkârın günahından dolayı soru sorulmayacağını söylemiştir.

7. Katâde ise, “Soru sormak önce olacaktır, sonra da ağızları mühürlenecek ve azaları onlara tanıklık ederek konuşacaktır” demiştir.

Kurtubî, ayetler arasında varmış gibi görülen ihtilafı çözmek için, sahabenin ve tâbiînin görüşlerini tercih ve tenkit etmeden nakletmiş ayrıca buraya almadığımız ağzın mühürlenip azaların şahitlik edeceğine dair uzunca bir hadisi de870 konuya delil olması için aktarmıştır871. “Burada müşkil bir durum vardır” gibi bir ifade de kullanmamıştır.