• Sonuç bulunamadı

KLASİK SOSYOLOJİ VE MARKSİST PERSPEKTİFTE GÜNDELİK HAYATTA

2. GÜNLÜK YAŞAMDAKİ SIRADAN İLİŞKİLERDE ETKİLEŞİM RİTÜELLERİNE

2.2. KLASİK SOSYOLOJİ VE MARKSİST PERSPEKTİFTE GÜNDELİK HAYATTA

2.2.1. Klasik Sosyolojide Gündelik Hayat

Sosyoloji 19. yüzyıl Kıta Avrupası’nda modernlik olgu ve süreçleriyle biçimlenen

odak noktasının düzen olarak belirlendiği bir bilim olma çabasıyla ilerlemiştir. Sosyologlar, sosyolojinin inceleme nesnesinin ne olduğu konusunu uzun soluklu olarak mesele haline getirmişlerdir. Bu meselelerden en önemlisi sosyolojinin inceleme nesnesinin ne olduğuyla somutlaşan yapı- fail düalizmidir (Esgin ve Özben,2018:35). Bu düalizm, metodolojiyi de kapsayan sosyolojinin bilimsel kimliği ve pratikliğine ilişkin belirsizliklerin kaynağı olarak görülmüştür.

Sosyolojideki nesnenin belirsizliği kapsamında iki görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan birincisi; sosyolojinin araştırma nesnesini sosyal yapılar olarak belirleyen ve daha sonra adının yapısalcılık olarak tanımlayan yaklaşımdır. İkincisi ise; sosyolojinin nesnesini insan eylemleri ve ilişkileri şeklinde belirleyen ve doğrudan insan öznesine- faile denk düşen yaklaşımdır.

Marks, Durkheim, Comte gibi sosyologlar; sosyal yapıları ve bireysel eylemleri açıklayan değişkenleri, yapısal olgulardan oluşan, yapı merkezli sosyoloji kuramları üretmişlerdir. Kuramlarına göre failin eylemleri çeşitli yapılarca belirlenip sürekli o yapılardan etkilenen unsurlar olarak kavramsallaştırılmıştır. Analizlerinde eylemleriyle özgür olan faile çok fazla yer vermemişlerdir. Klasik sosyoloji geleneğinden başlayarak yaklaşımlar, yapı merkezli olarak ilerlemiş ve gündelik yaşamdaki bireysel edinimler etkileşim unsuru olmaktan ziyade yapısal belirleyiciler olmuştur. Klasik sosyoloji sosyal gerçeklik tanımlamalarında kültürel kodlar ve yapısal süreçler gibi ön belirleyicileri odak noktalarına almışlardır. Bu konuda Giddens ve Sutton (2016:52) gibi sosyologlara göre sebep; klasik sosyologların toplumun ve toplumsal güçlerin özgürlük ve seçimlerini sınırladığına dayanan görüşleridir. Kısacası; hâkim geleneksel sosyoloji açısından birey, sosyal dünyayı anlama çabası içine hep edilgin kılınmıştır. Sosyal dünya bireyin üstünde duran ve onu biçimlendiren bir varlık olarak değerlendirilmiştir. Bireyler ise; Garfinkel’in ifade ettiği gibi sadece toplumsal kurallara uymakla yükümlü edilgin birer “kültürel kuklalar” olarak görülmüştür (Giddens,2003:18).

Sosyolojinin düzen arama çabasına bakıldığında moderniteyle olan ilişkisini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Modernizmle oluşan yeni yaşam tarzı ve yeni üretim biçimleri sosyoloji gibi yeni yaşama uygun bir bilimin mevcudiyetine gereksinim duymuştur. Bu gereksinim sosyolojiye, oluşum aşamasındaki yeni toplumun düzen problemini çözme görevi yüklemiştir. Modern öncesi dönemdeki düzen; birbirleriyle uyum içinde olsunlar diye şeylerin Tanrı tarafından tasarlanma biçimi olarak ele alınmıştır. Ayrıca bu tasarı biçimine sadık kalındığında düzen sağlanacaktır (Taylor,2014;151). Bu düzen anlayışı moderniteyle birlikte rasyonelleşme ve teorileşme yolunda olabilecek sosyoloji gibi bilimleri gündeme getirmiştir. Modern etik anlayışına göre eğer fail özgür iradesiyle hareket ederse yanlış tercihlerde bulunabilecektir. Modernliğin tüm toplumsal kurumları, iyi seçimler yapma konusunda faile güvenmemektedir. Bu noktada bireyin modern manada özgürlüğünün ahlaki bakımdan olumlu sonuçlar vermesinin tek yolu; bireyin bir dış erke dayalı olarak belirlenen standartlara teslim olmasıdır (Bauman,2011;16-17,42). Bu yaklaşımlar gündelik hayata neden mesafe konulduğunu da ispatlar niteliktedir. Modernizm mantığındaki iyi; belirsizliğe yol açmayacak kurallara uymaktan geçmekteydi ve bu modern proje bir nevi günahın ve günahkarın olmadığı bir düzenin mümkünlüğü peşinden koşmaktaydı (Bauman,2014:13). Bu bakımdan fail ve gündelik hayat ihmal edilmiştir.

Bu ihmallerin gerekçeleri ise verimlilik ve rasyonelleşmeyle ilişkili, sözleşme mantıklı anlayışlardır. Modernleştikçe bürokratikleşmesine inanılan failde gündelik hayat ikinci planda olmalıdır. Bu rasyonellik bağlarla gündelik hayat, rengini ve kendiliğindenliğini yalnızca bürokratik bir kafesin sağlamlığında sürdürür (Giddens,2012, 120).

2.2.2. Marksist Bakış Açısında Gündelik Hayat

Klasik sosyoloji geleneğinin gündelik hayata sırt çevirmesinin yanı sıra Marks ve Engels gibi düşünürler; gündelik hayatın kurucu öğesini kimlik olarak belirleyip; bunun da maddi bir zemin üzerine oturtturulduğu anlayışını savunmuşlardır. Siyasi metinlerinde işçi sınıfının gündelik hayatını veri olarak belirleyip toplumun değişim ve dönüşümünü incelemişlerdir. Bu incelemelere en güzel örneklerden biri Engels’in, İngiltere’deki Emekçi

Sınıflarının Durumu (1997) eseridir. Bu eser İngiltere’nin siyasi, ekonomik, sosyo- kültürel

özelliklerini barındırdığından, aynı zamanda birer tarih belgesi niteliği taşımaktadır.

Tarihi gündelik yaşam aracılığıyla sunan Marks ve Engels, Alman İdeolojisi eserleriyle tarih yazımını ele alırken, tarihin insan etkinlikleri ve doğal yaşantısıyla nasıl

değiştiğini içeren analizler sunmaktadırlar. Burada insanın doğasını belirleyen asıl unsur;

maddi koşullar olarak ele alınmaktadır:

“Bizim hareket noktamızı belirleyen öncüller dogma veya keyfi temeldeki şeyler

değillerdir. Bunlar gerçek bireylerdir; bu bireylerin eylemleri ve -hem hazır buldukları hem de kendi eylemleriyle yarattıkları- maddi yaşam koşullarıdır” (Marks ve Engels,1987:36).

Marksist kuram maddi yaşam koşulları içindeki bireylerin üretken etkinliğini üretim ve yeniden üretime bağlamaktadır. Marks ve Engels için, insanlar; içinde bulundukları üretici güçlerin gelişmişliğine göre şekillenip karşılıklı etkileşimlerle varlık bulan gerçek insanlardır. Marks ve Engels için gündelik yaşamı emek üretmektedir. Bu emek, tüm yaşamsal faaliyetleri kapsayan bir zemine oturtturulmuştur. Daha sonraki tasavvurlarında üretim ve yeniden üretimi kapsayan ve onların merkezine oturan “gerçek insan” vardır. Gerçek insan, yaşamını ortaya koyuş biçimiyle kendini yansıtacaktır. Yani gerçek insanın ne olduğunu ürettiğiyle olduğu kadar nasıl ürettiğiyle de örtüşmektedir (Marks ve Engels, 1987:37).

Özellikle Marks’ın ekonomik-felsefi ve siyasal indirgemeci tutumuna, karşı duruşlar sergilenmiştir. Bazı düşünürler gündelik hayat pratiklerini belirleyen üretim ilişkilerinin toplumsal statüko ve çatışma zeminindeki güç ve zor ilişkileriyle de bağlantılı olduğunu savunmuştur. Bunu en iyi Gramsci’nin eserlerinde bulabiliriz. Gramsci, işçi sınıfının İtalya’daki yenilgiyi hegemonya kavramı etrafında anlamaya çalışmıştır. Kuramcı Fiat direnişi ve sonrasında kurulan işçi konseylerinin gücüne inanmıştır (Balta,2018:59). İncelemeleri günlük hayat içindeki işçilerin mücadeleleri ışığında İtalya siyasi tarihine ışık tutmaktadır.

Dönemin günlük yaşamına damgasını vuran, kapitalizmin tahribatlarını ele alan ideologlar; proletaryanın içinde bulunduğu en büyük çıkmazın, burjuvayla aynı yaşamsal bağlamda bulundukları halde kendi yaşamsal dolayımsızlığında hapsolmasından kaynaklı olduğunu dile getirmektedirler. Proletarya, burjuvanın yasalarını irade yoksunu bir kadercilik anlayışıyla kabul edip iradi bir ahlaki zorunlulukmuş gibi kendi içinde özümsemektedir (Lucaks,1998:101). Proletaryanın içinde bulunduğu bu kayıtsız ve hapsolma durumu ise

şeyleşme olarak tabir etmektedirler. Günlük yaşamı içeren bu tür çalışmalarda ideolojik,

kültürel, ekonomik süreçler bir arada ve birbirlerini kapsayıcı nitelikte ele alınmıştır.

Gramsci ve Lucaks gibi Marksist yaklaşıma eleştirilerle yaklaşan bir diğer düşünür de Henri Lefebvre’dir. Marks’ın düşüncelerinin bugünü anlamaya yetmeyeceğini; fakat

Marksist düşünceden dola çıkarak temel kavramları incelemek ve gerektiği yerde düzeltmeler yapılması yoluna gidilmelidir (Lefebvre,1996:169). Marks’tan aldığı yabancılaşma, şeyleşme

ve hegemonya kavramlarıyla Fransız Devrimi ve SSCB’nin işçi sınıf hareketlerini anlamaya

çalışmıştır.

Lefebvre, gündelik hayatın çıkışının moderniteyle eş zamanlı olduğunu öne sürmektedir. Gündelik hayat ve modernliğin karşılıklı olarak birbirlerini belirttiklerini, aynı zamanda gizlediklerini; meşrulaştırdıklarını ve aynı zamanda telafi ettiklerini dile getirmektedir. Bu düşüncesini de Herman Broch’un “Dönemin evrensel gündelik hayatı, modernliğin arka yüzüdür, zamanın ruhudur.” sözüyle desteklemektedir (Lefebvre,1998:31). Ona göre modern gündelik hayatı Aztek, Roma veya Antik Yunan’dan ayıran ve modern gündelik yaşamın bir analiz nesnesi haline gelmesini sağlayan şey; insanın kendi hayatını ürettiği üretim etkinliği içinde üretim-tüketim, alt yapı-üst yapı, bilgi-ideoloji arasında belirlenen kapitalist üretim ilişkileri içindeki geri beslenmenin, dengenin yeri olmasıdır. Praksisin gerçek bilimi, ideoloji ya da kültür değil; gündelik hayattır. İnsanlar gündelik hayatlarını devam ettirdikleri sürece eski ilişkiler üzerinden yenileri oluşacaktır. Fakat gündelik hayat sürdürülemezse devrim başlayacaktır (Lefebvre, 1998:39).

Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat (1998) eseriyle; “gündelik hayat tanımlanabilir mi, gündeliklik ne ifade eder, modernliği bütünlüğüyle analiz edebilecek bir inceleme nesnesi gündelik hayat olabilir mi?” sorularına yanıtlar aramıştır. Lefebvre; Lucaks gibi yaklaşımlarını yabancılaşma ve bütünlük üzerine oturtmuştur. Ona göre iş bölümü olduğu sürece yabancılaşma olmaksızın toplumsal ilişkilerden bahsedilemez. Her birey toplumsal olarak yabancılaşmıştır. Birey yabancılaşmış olarak toplumsallaşmaktadır (Lefebvre ,1998:15).

Lefebvre, Marks’ın devrim tabirine farklı bir boyuttan bakmaktadır. Yabancılaşma denilen şeyin ekonomik üretim tarzını çok ötesinde, kültür devrimiyle gerçekleşeceğini savunmaktadır. Devrim, sadece mülkiyet ilişkilerini değil hayatı da değiştirmelidir. Bu nedenle de dil, estetik, sanat, bilim; gündelik olan içinde yeni bir yaratıcılık geliştirecek şekilde “kullanım değerine” geri dönmelidir (Balta,2018,63).

“Bütün bu fikirler ışığında gündelik hayat, toplumsal yeniden üretimi olanaklı kılan bireysel yeniden üretim faktörlerinin toplamı olarak tanımlanmaktadır. Bireyin yeniden üretimi ise her zaman somut bir dünyaya doğmuş olan tarihsel bireyin yeniden üretimidir. Çünkü gündelik hayat, farklı tarihsel-toplumsal durumlara dönüşecektir” (Balta,2018,64).

2.3. Gündelik Yaşam ve Simmel: Gündelik Hayattaki Etkileşimlerde Metropol