• Sonuç bulunamadı

Son 50 yıldır birçok dilbilimci ve gelişim psikoloğu dil gelişimini çalışmış ve bu hızlı süreci etkileyen değişkenleri ele almıştır. Araştırmacılar çocukların içinde yaşadıkları kültür ve evde kullandıkları dil ne olursa olsun ve dilin onca karmaşıklığına rağmen çocukların nasıl dil becerilerini geliştirdiği ile ilgili göze çarpan unsurları araştırarak kuramsal bakış açıları ortaya koymuşlardır. Çocuk doğduğunda “boş bir levha” mı? Çevresindeki deneyimleri ya da “yetiştirilme”si ağırlıklı olarak onun dil gelişimini belirler mi? Ya da çocuk zaten dile “programlanmış” mıdır? ve deneyim ve bağlam sınırlı etkiler iken kalıtsallık ve olgunlaşma temel etkiler midir? gibi dil gelişimini daha iyi anlamaya yönelik sorularla farklı bakış açıları öngörülmüştür. Bu bakış açıları dil gelişimini etkileyen “yaradılış” ve “yetiştirme”ye olan inanışlarına göre farklılaşmıştır. Hiçbir kuram bu sorulara tek başına tam ve reddedilemez bir açıklama getiremezken, her bir kuram dilin gelişimine dair yolları anlamaya yönelik önemli düşünceler ve kavramlar ortaya koyar ve anlaşılmasına yardımcı olur. Doğuştancılar ve bilişsel gelişimciler “yaradılış”ın katkılarına odaklanırken davranışçılar ve etkileşimciler ise “yetiştirme”nin katkılarına daha çok odaklanmışlardır. Her bir kuramın katkısını anlayarak öğretmenler dil gelişim sürecini daha iyi kavrayacak ve sınıflarında öğrencilerinin dil gelişimini desteklemede daha faydalı olacaklardır (Otto, 2010 ss.26-27).

60

8.1. Doğuştancılık (Biyolojik/Psiko-Linguistik)

Doğuştancılık insanoğlunun dil gelişiminden sorumlu olan, yaradılışında var olan becerileri olduğunu savunur. Dilbilimci Noam Chomsky ve Lenneberg bu bakış açısının öncülerindendir (Akt. Tümkaya, 2008 s.35). Dilin edinimine ve yapısına ilişkin anlayışa olan katkıları önemlidir. Dilin sözdizim bilgisinin edinimine odaklanır. Chomsky’nin çalışmalarının çoğu dil bilgisi açısından bunları tanımlamaya ve dili kullanmadaki kuralları açıklamaya yöneliktir. Anlam bilgisi de sözdizimle olan ilişkisinden dolayı önemlidir. Chomsky bu kurallar sistemini evrensel dilbilgisi olarak açıklamıştır. Chomsky bütün insanların kendi kültürlerine has dilleri öğrenebilme becerilerini evrensel dil bilgisiyle açıklamaktadır. Her bir dilin karmaşık dilbilimsel yapısı vardır ve dilbilimsel unsurlar açısından diller farklılık gösterse de dilin gelişimi ve kullanımı bütün kültürlerde evrenseldir. Bu bakış açısını benimseyen öğretmenlerin çocukların dili keşfetmesi için onlara kapsamlı fırsatlar sunan müfredatları sınıf ortamlarında kullanımlarını desteklemektedir. Sözlü ve yazılı şekilde dili hem kullanma hem de keşfetme fırsatı bulduklarında dilin edinimi etkinleşecektir. Örneğin çocuklarla ilgili alanda yapılan çalışmaların çoğu çocuklara okunması gerektiğini çünkü küçük çocuklara okunduğunda bunun dilin iletişim için nasıl kullanıldığı ile ilgili varsayımlar geliştirmelerine ve bunları test etmelerine yardımcı olduğu belirtilmiştir. Resim yapma, çizme ve karalama yapma fırsatları küçük çocukları iletişim kurmaya ve dilin nasıl işlediği ile ilgili düşüncelerini anlamlandırmaya teşvik edecektir. Lennenberg’in yaptığı araştırmalar Chomsky’nin bakış açısını desteklemektedir (Otto, 2010 ss.28-29).

8.2. Bilişsel Gelişim Bakış Açısı

Bu bakış açısı Jean Piaget’nin çalışmalarına dayanır. Jean Piaget çocukta düşünce ve dil gelişiminin bir süreklilik içinde değil, evrelerden geçerek oluştuğunu ve birey çevre ilişkilerinde etkin bir şekilde yapılandığını savunur. Burada dil kazanımı için özel bir mekanizmanın bulunmadığından, dilin olgunlaştıkça, bilişsel beceriler geliştikçe edinileceğinden ve çocuğun diğer şeyleri öğrenmede kullandığı mekanizmaların aynısını dil mekanizmasında da kullandığından söz edilmektedir. Bilişsel gelişim ve dil arasındaki yakın ilişkiden anlaşılması gereken dilin gelişebilmesi için büyüme ve belirli bilişsel süreçlerin gerçekleşmesi gerektiğidir. Bilişsel gelişimin ilk basamağında duyusal motor yani çocukların dil öncesi dönemi vardır. Dil ve düşünce arasında çok sıkı bir ilişki vardır ve çocuğun duyu hareket yoluyla düşünceleri gelişir, gelişen bu düşünceler de konuşmalarına yansır. Dilin gelişimindeki başlangıcın ilk habercisi ise nesnenin kalıcılığıdır. Nesnenin kalıcılığı bir nesne

61

ortadan kaybolsa bile onun varlığının farkındalığını içerir. Bebeklikteki duyu motor deneyimleriyle çocukta nesnenin kalıcılığını anlamaya yönelik bilişsel beceri gelişir. Çocuk daha sonra önceki deneyimlerini kullanarak düşünmeyi ve çözüm bulmayı geliştirir. Bir yaşına kadar olan bu sürede hareketlerle nesneler arasındaki ilişkiler gelişir ve bu ilişkiler soyut bilişsel yapılar olan şemalar olarak düzenlenir. Şema yeni gelen bilginin yerleştirildiği yerdir. Kavramlar ve şema kişiler arası etkileşim ve iletişimle gelişir. Çocuklar bilişsel olarak geliştikçe konuşmaları da sosyalleşir ya da daha mantıklı bir düşünmeyi yansıtır. Bu bakış açısı şemanın gelişimi ve sembollerin kullanılmasına odaklandığı için dilin bileşenleri olan anlam, sözdizimi ve biçimbirim bilgisini nasıl edindiğimizi anlamaya yardımcı olur. Öğretmenler okul öncesi sınıflarda çocuğun bilişsel gelişimini göz önünde bulundurmalıdır. Bu bakış açısı öğretmenlerin buna uygun öğrenme etkinlikleri uygulamasına yardımcı olur (Otto, 2010 ss.30- 31).

Piaget bilişsel gelişimi ilkelerle açıklayarak gelişimin, katılım ve çevrenin bir sonucu olduğunu ifade etmiştir. Bilişsel gelişimin zekâ, şema, olgunlaşma-yaşantı, örgütleme-uyum ve dengeleme kavramlarıyla ilgili olduğunu savunur. Ona göre bilişsel gelişim dönemleri duyusal- motor (0-2 yaş), işlem öncesi (2-7 yaş), somut (7-11 yaş) ve soyut (11 yaş ve üzeri) işlemler dönemi olmak üzere 4 döneme ayrılır. 2-7 yaş döneminde çocukların kendilerini başkalarının yerine koymaları ve başkalarının açısından dünyayı görmeleri güçtür (Arslan, 2008 s.6-15). Bu nedenle bu yaş çocukların kendi dünyalarını ifade edebilmeleri için onlara mümkün olduğunca konuşma ve resim yapma fırsatları sunulmalıdır. Jerome Bruner (1966) bilişsel gelişim fonksiyonlarını incelemiş ve Piaget’e benzer bir şekilde dünya ile ilgili bilginin kodlanması, işlenmesi, depolanması ve sıralanması üzerinde yoğunlaşmıştır. Ona göre çocuğun çevresindeki dünyayı zihninde temsil etmesi için Eylemsel, İmgesel ve Sembolik dönem olmak üzere bilişsel gelişimi üç aşamaya ayırmıştır. Nesnelerin bazı eylemler yaptığı ilk dönem daha sonra görsel belleğin gelişmesiyle çocuğun göremediği şeyleri de resmetmesinin gerçekleştiği imgesel döneme geçer ve sonunda da etkinlik veya algının anlamını ifade eden sembolleri kullandığı son dönem olan sembolik döneme geçer. Artan yaşantılarla ve yaşla paralel olarak sembolik sistemin kullanımı da artar (Senemoğlu, 2013 ss.55-59).

Lev Vygotsky’ye göre çocukların öğrenmesinde sosyal çevrenin ve etkileşimlerin çok büyük rolü vardır ve zihinsel gelişimi sosyo-kültürel yönden açıklar. Çocuğun içinde yaşadığı toplum, kültür ve çevre onun düşüncelerini, becerilerini, tutumlarını kazanmalarında etkili olan

62

uyarıcıların çeşidini ve niteliğini belirler. Bilişsel gelişimin kaynağının insan ve kültür arasındaki etkileşimden ortaya çıktığını savunur. Dil bu etkileşimlerdeki en önemli araçtır. Bu durumda yetişkinin çocuk üzerindeki rolü büyüktür çünkü öğrenme ortamlarında çocukların düşünme ve problem çözme durumlarında kontrolleri vardır. Bu kontroller çocukların öğrendiklerini içselleştirmelerine yardımcı olmalı ve düşünce ve problem çözme becerilerini geliştirmelidir. Vygotsky’ye göre verilen eğitim çocuğu ileriye götürdüğü sürece iyidir. Burada amaç çocuğu tamamen bağımsız bırakmak değil gerekli etkileşimleri sağlayarak sosyal olan bilgiyi bireysele dönüştürmesini ve topluma faydalı yetişkinler olarak büyümesini sağlamaktır (Arslan, 2008 s.24; Senemoğlu, 2013 ss.59-61).

8.3. Davranışçı Bakış Açısı

Yaradılışı değilde yetiştirmeyi vurgulayan ve dilin öğrenilen davranışlar bütünü olduğu üzerinde duran bu bakış açısı öğrenmenin uyarıcı, tepki ve pekiştirece dayalı ortaya çıktığını savunur. Davranışçı bakış açısı John Locke’ın da ifade ettiği gibi çocuğu “boş beyaz bir sayfa” olarak görür (Akt., Kail, 2002 s.10). Bu sayfayı dolduracak öğrenmeler uyarıcı, tepki ve olaylar arasındaki ilişkilere bağlı olarak verilen tepki davranışı sonucu gelişirler. Dil tüm bu ilişkilerin sonucunda öğrenilir. Eğer bebek ebeveyinlerinin yanında olduğu bir anda “an-ne” der gibi sesler çıkarırsa ebeveyin heyecanla bebeğe doğru koşar ve mutlulukla “sen an-ne mi dedin?” diye olumlu bir tepki verir. Bebeğin bu sesleri tekrar bir araya getirme ve aynı sesleri birlikte tekrar etme şansını arttırır (ödül). Diğer taraftan olumlu tepkilere yol açmayan ya da göz ardı edilen konuşmaların da tekrar edilme olasılığı azalır (ceza). Edimsel koşullanma taklit sürecini açıklamaktadır çünkü çocukların yetişkin konuşmasını taklit etme girişimlerinin çocuğun etkileşimde bulunduğu iletişim ortamındaki pekiştireci takip etmektedir. Taklit konuşma başka bir insanın konuşmasının üretimini içerir. Bazen taklit direkt model almanın bir sonucu da olabilir; bir yetişkinin çocuğa “hadi bay bay yap” dediğinde çocuğun “bay bay” diyerek tekrar etmesi gibi. Birçok çevresel tepkiler pekiştireç görevi görür. İlk başlarda çocuğun çok etkin olmayan bu rolü, zamanla çevredeki etkileşimlerle ve bu etkileşimler sonucu elde ettiği deneyimlerle etkinleşerek dilin kullanımına dönüşür. Pozitif pekiştireçler ebeveyinlerin çocuklarının sözlü tepkilerine heyecan ve mutlulukla verdikleri tepkilerdir. Bu pekiştireçler sayesinde çocuk dili biçimlendirir. Susayan bir çocuğun sadece “su” dediğinde kendisine su verilmesi, onun istediğini ya da ihtiyacı olan şeyi almasını sağladığı için olumlu pekiştireçtir. Yine yetişkinin çocuğa “bay bay” demeyi öğretirken çocuğun gayretleri kucaklama, sarılma ya da takdir gibi olumlu davranış ve sözlerle pekiştirilir. Taklit, model olma ve pekiştirme

63

tekniklerinin çocukların temel dil becerileri ve yapıları üzerinde sağladığı kazanımlar dikkate alındığında okul öncesi çocukların sınıflarında bu bakış açısını benimseyen öğretmenler uyarıcı ve pekiştireç gibi unsurlara odaklanıp çocukların dil gelişimi için taklit ve tekrar etme yöntemini kullanabilirler. Çocukların dille etkileşim kurmasını teşvik etmek için öğretmenin dikkat ve onayını belli edici olumlu pekiştireçler kullanması, parmak oyunlarını ve hareketli şarkıları öğretirken tekrar ve taklit etmesi çocuğun dil gelişimine katkı sağlayacaktır. Öğretmenin çocuğun gayretleriyle ilgili çoşkusu ve takdiri de önemli bir pekiştireçtir (Tümkaya, 2008 s.34; Otto, 2010 ss.31-33).

8.4. Etkileşimci Bakış Açısı (Sosyal Öğrenme)

Bandura, dilin tekrar ve taklit yoluyla öğrenildiğini savunduğu bu bakış açısında, çocuğun dil bilgisinin gelişiminde sosyo-kültürel etkileşimin rolü üzerine odaklanmıştır. Gelişimin bir ürünü olarak dili ele almaktan çok dil gelişim sürecine odaklanır. Etkileşimcilere göre konuşmanın sosyal çıkış noktaları vardır. İletişimsel bağlamlarda insanların birbirleriyle etkileşimlerde bulunduğu durumlarda gelişir. Bu sayede etkileşimci bakış açısı daha önce sözü edilen doğuştanlık, bilişsel ve davranışçı bakış açıları üzerine kendi bakış açısını inşa eder. Etkileşimci bakış açısı, davranışçılıkta savunulan çevredeki kişilerin çocuğun iletişim girişimlerine verdikleri tepkilerin önemini; doğuştanlıkta savunulan dil bilimsel bilgi süreci için insanoğlunun doğuştan bir kapasitesi olduğunu ve bilişsel gelişimcilerin inandığı dil gelişiminin bilişsel gelişimin aşamalarından etkilenmesi inanışlarını kabul eder. Bloom ve Tinker çalışmalarında çocukların dili edinmek için müthiş bir çaba harcadıklarını ve bunun da dilin bilinçli bir çaba sarf etmeyi gerektirmediğini savunan doğuştanlığa ters düştüğünü ortaya koymuşlardır. Çocuklar dille kendilerini ifade etmeden önce bazı iletişimsel fonksiyonların ya da niyetlerin farkındalığını edinirler. Karşılıklı konuşma yani sırayla konuşma ve dikkat buna örnek olarak verilebilir. Çevre dil gelişimini destekler. Bu konuşmalardaki etkileşimlerle yani dinleme, söylenilene cevap verme, açıklığa kavuşturma ve soru sorma gibi kalıplarla gerçekleşir. Dilin kullanımında yetişkin kişi çocuk için bir uzmandır ve çevre sözel dil gelişimini desteklemede önemlidir. Çocuk için dilin kullanıldığı çevreye ilk örnek ailedir. Yemek masası ve evin diğer alanlarında ya da etkinliklerinde kullanılan yapılar ve kelimelerdeki farklılıklarla çocuk dilin değişik kullanım alanlarına şahit olur. Çocuklara kitap okunması, hiçbir şey konuşamadıkları dönemlerde bile onlara seslenilmesi ve onlarla tek taraflı etkileşimde bulunulması onların ileride dili çok iyi konuşan bireyler olacaklarıyla ilgili çevrenin beklentilerini ortaya koymaktadır. Çocuklardan beklenen konuşma becerileri onlara kendilerine

64

seslenildiğinde cevap verme sorumluluğu hissettirir. Etkileşimci bakış açısı sınıf ortamında öğretmeni birçok sosyal etkileşim fırsatı oluşturmaya teşvik eder çünkü öğretmen yaradılış ve yetiştirmenin ayrılmaz bir bütün olduğuna inanır (Tümkaya, 2008 s.34; Tümkaya, 2010 ss.29- 30; Otto, 2010 ss.33-39).