• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM: MÜPHEMLİK EKSENİNDE BLACK MİRROR DİZİSİNİN ANALİZİ

3.2 Black Mirror Dizisinin Analizi

3.2.1 Gerçeklik Kaybı

3.2.1.2 Gösteri Evreni

Black Mirror dizisinde gerçeklik yitimini ortaya çıkaran önemli etmenlerden birisi de gösterinin gerçeği örten, belirsizleştiren ve tüm yaşamı kuşatan temel bir ilkeye dönüşmesidir. Bu tartışmalar dizinin daha çok Fifteen Million Merits, Nosedive, White Bear ve The Waldo Momen tbölümlerinde öne çıkmaktadır. Dizinin Fifteen Million Merits bölümünde gerçeklik sorunsalına, gösteri toplumu ve tüketim kültürünün ortaya çıkarttığı kimlik bunalımları ekseninde yaklaşılmaktadır. Nosedive bölümünde gerçeklik algısının bozulması ve gösteri arasındaki ilişki sosyal medyanın yaygın kullanımı ekseninde ele alınırken, White Bear bölümünde gösteri toplumuna ek olarak, gerçeklik kaybı ve irade yoksunluğu arasındaki ilişki sorgulanmaktadır. The Waldo Moment bölümünde ise gerçeklik sorunsalı, gösterileşen politika bağlamında tartışmaya açılmaktadır.

Fifteen Million Merits115 bölümünde, karakterlerin yaşadığı zamanın ya da mekânın belli olmadığı bir gösteri evreni resmedilmektedir. Herhangi bir davranışın

115 Fifteen Million Merits bölümünde karakterler, tek kişilik, duvarları devasa etkileşimli ekranlardan oluşan odalarda yaşamakta, zamanlarının çoğunu kondisyon bisikleti sürerek ve her yeri kuşatan ekranlardan kendilerine sunulan görsel içerikleri tüketerek geçirmekte ve bu eylemleriyle puan toplamaya çalışmaktadırlar. Karakterler tek tip bir yaşam formuna sahiptir. Her gün aynı şekilde uyanıp aynı kıyafetleri giymekte, aynı davranışları sergileyerek yaşamlarını sürdürmektedirler. Herkesin amacı ya da

değerinin yalnızca şova olan katkısı ölçütünde önemli olmasının sorunsallaştırıldığı bölümde, tekdüze ve standardize edilmiş koşullarda yaşayan insanlar, yiyecek ihtiyaçlarını dahi standardize edilmiş ve doğal olmayan koşullarda yetiştirilmiş, paketli gıdalardan sağlamaktadırlar. Postmodern dünyanın tüketim odaklı anlayışının ironik bir tasviri olarak kabul edilebilcek bu bölümde, herşeyin sahte olduğu vurguları ve bu sahtelikten duyulan memnuniyetsizlik dikkat çekmektedir. Bölümün bir sahnesinde makineye takılan elmayı almak için, hikâyenin ana karakteri Bingham’a yardım eden bir kadının “neredeyse buradaki tek gerçek şey, o bile bir petri kabında yetişiyor” sözü

bahsi geçen memnuniyetsizliği özetlemektedir. Bölümün ilerleyen sahnelerinden birinde Bingham tarafından tekrar edilen bu söz, “gerçekliğin kaybolduğu, gerçeğin yerini gösterinin aldığı” düşüncesini yansıttığı gibi bölümün de ana fikrini oluşturmaktadır.

Bölümde, gösterinin yönlendirdiği toplumsal düzenin insanları Baudrillard’ın tanımladığı biçimiyle “gerçeklik ilkesi”ne yabancılaştırdığı anlaşılmaktadır.

Baudrillard’ın ifade ettiği gibi gündelik yaşamın insani değerler üzerine kurulu olmasıyla tanımlanan gerçeklik ilkesi, gösterinin içerisinde tahrip olmuş ve insanlar inançlaşmış düşünceler doğrultusunda yaşamlarını şekillendirmeyi bırakmışlardır. Söz konusu durumun postmodern koşulların müphemliğinin açığa çıkardığı anlam yoksunluğunu tarif ettiği açıkça görülmektedir.

Bölümde, gösterinin tüketim odaklı stratejilerle iş birliği içerisinde olduğu gündeme getirilmektedir. Bingham’ın sahnede söylediği şu sözler tüketim üzerine kurulu bir toplumsal düzenin eleştirisini yansıtmaktadır:

“Zihinlerimiz umutsuzlukla tükendiği için ne yapacağımızı bilmiyoruz.

Tek bildiğimiz sahte gıda ve b.ktan şeyler satın almak. Birbirimizle b.ktan şeyler satın alarak konuşuyor, b.ktan şeyler alarak ifade ediyoruz. Bir rüyam mı varmış? Rüyalarımızın tepe noktası gerçekte var olmayan ikizimize yeni bir

parçası olmaya hak kazanarak rutin yaşam koşullarından -bir anlamda kölece bir yaşamdan- kurtulmaktır.

Bölümün ana karakteri Bingham, bu rutin yaşam içerisine sıkışmış, mutsuz birçok insandan biridir.

şapka almak. Orada olmayan bir şeye. Olmayan bir şey için b.ktan şeyler alıyoruz. Bize güzel, ücretsiz ve gerçek bir şey gösterin. Gösteremezsiniz…”

Bu sözler gösterinin kapitalist üretim tarzının hem sonucu hem de tasarısı olma durumunu yansıtmakla birlikte, Baudrillard, Bauman gibi yazarların tüketim kültürü

kapsamındaki düşüncelerinin argo bir üslupla yorumlanmış biçimi gibi durmaktadır.

Debord’un gösteriye dair açıklamalarında da vurgulanan, gösterinin sosyal dünyayı fantezi evrenine hapsetmesi ve yaşamı gerçeklikten tamamen uzaklaştırmasına, insanların çevreleriyle, kendi öznellikleriyle ve hatta bedenleriyle olan temaslarını kaybetmelerine dair postmodern dönemin huzursuzlukları, Bingham’ın açıklamalarında ve mutsuzluğunda karşılık bulmaktadır.

Radovanovic’in de belirttiği gibi (2018: 105-106) Fifteen Million Merits bölümü kapsamında insanlar, ekranlar ve avatarları arasındaki ilişkiye odaklanılmış ve sanal gerçekliklerle insanları gerçekliğe daha fazla yaklaştıracakmış gibi görünen eğlence endüstrisi tartışmaya açılmıştır. Bölüm ileri teknoloji ve sibernetik başarılar ile radikal toplumsal değişim arasındaki gergin ilişkiyi yansıtmaktadır. Teknolojik donanım nedeniyle ilişkilerin çarpık bir form aldığı ve ekran kültürünün tüketimci zihniyetle bütünleştiği yapı içerisinde boğulan bir anti-kahraman figürünün işlendiği bölüm, postmodern toplumun yabancılaştırıcı doğasını metaforik düzlemde temsil etmektedir. Ayrıca kapitalizmin, eğlence endüstrisinin ve medya tüketim alışkanlıklarının aşılması konusuna odaklanılarak, postmodern toplumun tüm etkileyici gibi gözüken yönleri eleştiriye açılmaktadır.

Bu bölümde öne sürülen gösteri toplumunda “oyunlaştırma” temel strateji olarak konumlandırılmaktadır. Sürekli çalışmayı temsil eden bisiklet pedalı çevirme ve bu süreçte ekranlardan izlenen oyunlar, eğlenceli videolar vb. iş yapma motivasyonunda belirleyici bir role sahiptir. Mark R. Johnson (2019) bu bölümde öne çıkan oyunlaştırmanın neoliberal ekonomilerin istenilen eylemin gerçekleştirilmesi sürecinde, motivasyonu sağlayan oyunlaştırma staretijisini yansıttığını ifade etmektedir. Ona göre

oyunlaştırma talep edilen eylemin tatsız, can sıkıcı yönlerini maskeleyerek ve “hayatı eğlenceli hale getirme” vaadiyle arzulanan eylemi gerçekleştirmeye motive etmektedir.

Oyunlaştırma sistemleri, belirli bir zaman modeli etrafında, dikkatle harcanacak ve dikkatle yatırım yapılacak bir şey ve izlenmesi, üzerinde düşünülmesi ve sonuç olarak optimize edilmesi gereken bir şey olarak tasarlanmıştır (2019: 35). Johnson’un temas ettiği türden neoliberal oyunlaştırma politikası, gösteri ve simülasyon düzeninin önemli bir parçası olarak gerçekliği maskelemektedir.

Bu bölümde tasvir edilen toplumsal koşullar, oyunlaştırmaya yönelik söz konusu stratejileri yansıtmakla birlikte, oyunlaştırmanın Bingham’ın karakterinde eğlenceye karşılık gelmediği anlaşılmaktadır. Bingham oyunlaştımanın neden olduğu gerçekliğin belirsizleşmesinden mutsuzdur ve gerçek bir an yaşamanın özlemi içerisindedir. Bingham’ın, dizide âşık olduğu Abi’ye, yetenek yarışmasında ihtiyacı olan puanı hediye etmek üzere ikna etmeye çalışırken sarf ettiği şu sözler, Bingham’ın gerçek bir an yaşamak için duyduğu özlemi yansıtmaktadır:

Bingham: (Satın alabileceği şeyler için) “… eşya işte sahte, sende ise gerçek bir şey var, daha iyi neye harcanabilir ki?”

Abi: “Beni tuvalette şarkı söylerken duydun, bu mu gerçek?”

Bingham: “Tüm yıl yaşanan her şeyden daha gerçek. Etrafıma bakıyorum ve sadece gerçek bir şey yaşansın istiyorum.”

Bu anlatı içerisinde insanlar hem sahteliklerle dolu yaşamın yeniden üreticisi olan hem de bu sahte yaşamdan mutsuz olan, düzenin değişmesini arzu eden halleriyle birlikte resmedilmektedirler. Ancak içinde yer aldıkları sistemle çoğu zaman uyum içinde olan insanlar için “sahteliğe” dair yakınmaların gerçek anlamda bir eleştiri unsuru olup olmadığı net değildir. Bu muğlâklık, çıktığı yetenek yarışmasında gösteriye ilişkin sert eleştiriler yönelten Bingham’ın kendisine sunulan şov teklifini kabul etmesinde de ortaya çıkmaktadır. Bingham’ın bu teklif karşısındaki şaşkınlığının, içinde

bulunduğu durumun tuhaflığının yanı sıra bu yarışmada başarılı olabileceğine ve üst sınıfa terfi edebileceğine yönelik inancının zayıf olmasıyla da ilişkili olduğu izlenimi verilmektedir. Bu durum söz konusu şikâyetlerin kronik bir mağduriyet psikolojisinden kaynaklanabileceği şüphesini uyandırmaktadır. Ancak bölümün son sahnesinde Bingham’ın portakal suyu içerken ve gerçek olup olmadığı net olmasa da doğa manzarası izlerken görüntülenmesi Bingham’ın, kendisine yöneltilen teklifi Sisifos döngüsündeki bir bireyin çaresizliğiyle ve gerçek bir an yaşayabilme umuduyla kabul etmiş olabileceği düşüncesini açığa çıkarmaktadır. Karakterin durumuna ilişkin ortaya çıkan bu belirsizlikler, dizide gerçekliğin kavranabilirliğine ilişkin müphem bir tutumu ortaya koymaktadır.

Toplumsal yaşamın tamamen bir gösteriye dönüşmesi durumu Nosedive116 bölümünde sosyal medyanın yaygın kullanımı ekseninde ele alınmaktadır. İnsanların birbirlerine sosyal medya puanlarına göre itibar gösterdiği bir toplum içerisinde ilişkiler oldukça yüzeysel bir hal almıştır. Kişilerin birbirlerine yönelik tutumları, gerçekte kim oldukları, nasıl bir karaktere sahip oldukları değil, sosyal medyada nasıl bir profile sahip oldukları üzerinden şekillenmektedir. Başka bir ifadeyle insanlar arasındaki kanaat alışverişinde sosyal medyanın temel unsur haline dönüşmesi, kişilerin gerçek görüşlerinin, fikirlerinin itibar görmemesi sonucunu doğurmaktadır. Bütün bunlara paralel olarak, insanların birbirleriyle ilişkilerini yönlendiren yüzyüze iletişim gibi geleneksel yöntemler değer yitimine uğramış ve insanların başkaları hakkındaki

116 Nosedive’in hikâyesi sosyal medyanın beğeni skorunun sınıfsal tabakalaşmanın temel belirleyicisi olduğu ve toplumsal yaşamın her alanını etkilediği bir zamanda geçmektedir. İnsanlar ev kiralarken, yolculuk hizmeti satın alırken, alışveriş yaparken vb. sosyal medya skorlarına göre muamele görmektedirler. Bölümün ana karakteri Lacie, istediği evi kiralayabilmek için sosyal medya skorunu arttırmaya karar verir. Bunun için bilgisine başvurduğu danışman ona skor arttırmak için en etkili yöntemin yüksek puanı olan sınıftan insanların beğenisini toplaması olduğunu söyler. O da bu öneri üzerine harekete geçer ve üst sınıftan bir arkadaşının düğün davetini önemli bir fırsat olarak görür. Ancak düğüne giderken, yol boyunca beklenmedik durumlarla karşılaşır.

Bu hikâye Çin’de uygulanmaya başlandığı haberleri yayılan “sosyal kredi sistemi”yle oldukça benzer bir sistemi anlatmaktadır. Söz konusu haberlere göre bazılarının adına “güveni oyunlaştırma” dedikleri böyle bir sistemle Çin’in politik liderleri baskı ve kontrolü arttırma amacındadırlar (Dockrill, 2018).

Nosedive’in Çin’de yaşanan bu gerçekliğin distopik bir vizyon içerisinde kurgulaştırılmış bir versiyonu

yargılarının temel belirleyicisi sosyal medya haline gelmiştir. Güleryüz, sempati, samimiyet, duygusal etkileşim gösterinin bir parçasına dönüşmüştür. Gösteri, gerçek duygu ve düşüncelerin baskılanmasını, yalnızca karşı tarafın beğenisine odaklı bir iletişimselliğin açığa çıkmasını zorunlu kılmaktadır. Bu koşullarda insanlar arası ilişkide neyin gerçek neyin gerçek dışı olduğunu kavramak güçleşmektedir. Söz konusu durum, toplumsal yaşamdaki sosyalleşme pratiklerinin de ticari metalar gibi kapitalist sistemin sunum ve pazarlama mantığı içerisinde derinliksiz ancak cazibe uyandıracak şekilde biçimlendiğini, gerçekliğin yerini imajların aldığını göstermektedir. Bu yönüyle bölüm, yüzyüze iletişimin yerini teknoloji dolayımlı iletişimin aldığı, güleryüzün, samimiyetin yapaylaşarak ilişkilerin yüzeyselleştiği, kişiler hakkında kanaat oluşturmada ortak deneyimlerin değil sosyal medya hesaplarının daha etkili olduğu postmodern toplumların prototipini çizmektedir. Bu tür bir toplumsal düzen, insanlar arası ilişkilerin gerçeklikle olan bağlarının koptuğu ve toplumun genelinde bu kopuşa dair sorgulayıcı bir tutumun gelişmediği bir yapıyı tarif etmektedir. Söz konusu yapıya içkin olarak, eleştirel bir anlayışın ve gerçek bir özgürleşmenin ihtimal dâhilinde olup olmayacağı ise belirsiz gözükmektedir.

Gösterinin tüm yaşamı kuşatmasının, kapitalist idealler içerisinde güç kazanmasının ve insanların tükettikleri gösteri içerisinde metaya dönüşerek aynı zamanda tüketilmelerinin konu edildiği bölümlerden birisi de White Bear’dır117. Bölümün ana karakteri Victoria “Beyaz Ayı” adı verilen adalet parkında her gün onun için hazırlanan ve birçok insanın seyirci olduğu işkence dolu bir senaryoyu yaşamaktadır. İşlemiş olduğu iddia edilen suçun bir cezası olarak görülen bu senaryoda,

117 Bu bölüm, nerede olduğunu, kim olduğunu hatırlamayan bir kadının (Victoria) uyanmasıyla başlar.

Çevresindekilere anlam yükleyemeyen Victoria sokağa çıkarak kendisini tanıyabilecek ve ona yardım edebilecek birilerini arar. Herkes onu izlemekte ancak başına gelenlere müdahale etmek yerine telefonla kayda almaktadırlar. İlk bakışta çaresiz ve mazlum olarak resmedilen bu karakterin, bölüm sonuna doğru nişanlısıyla birlikte küçük bir kız çocuğunu işkence yaparak öldürmüş bir hükümlü olduğu anlaşılır.

Çocuğun işkence ve öldürülme anlarını telefona kaydetmiştir. Bu işkenceye seyirci kalmasından dolayı suçlu bulunmuştur. İçinde bulunduğu bu gösteri de karakterin acılarını birçok kişinin seyretmesini sağlayan bir kurgudur. Victoria her gün hafızası silinerek aynı olayları tekrar yaşamaktadır. Tüm hikâye

Victoria içinde yer aldığı simülasyon evrenini gerçeklik gibi yaşar ve bu simülasyondaki konumunu bilmeden, hiç tanımadığı bir insanın peşinden sokaklarda bilinçsizce oradan oraya savrulur. Victoria bir simülasyon evreninde olduğunu, yaşadıklarının kurgudan ibaret olduğunu bölüm sonunda anlar ancak anlatıda tartışmalı olarak yansıtılan asıl konu izleyicilerin daha büyük bir simülasyonun parçası olup olmadıklarına ilişkindir. Kitle iletişim araçlarının yönlendirdiği bu simülasyon içerisinde bireyler, gerçeklik konusunda herhangi bir sorgulama içerisinde görünmemekle birlikte, söz konusu kitlenin anlatıdaki rolünü yorumlamak izleyiciye bırakılmıştır.

Bölümde gerçeklik kaybı en temelde büyük bir acı içeren böylesi bir olayın bile nasıl gösteriye ve alınıp-satılabilir bir metaya dönüştüğü üzerinden işlenmektedir.

Adalet duygusu bile gösterinin ve sermayenin nesnesine dönüştürülmüştür. İnsanlar adalet taleplerini, gösteriye bilet satın alarak karşılamaya çalışmaktadırlar. Devletin bu adalet temalı şov içerisinde nasıl bir rol üstlendiği ise belirsiz bırakılmıştır. Parkta işkence edilen kadının acımasız bir katil olduğu bilgisinin verilmesi adalete ilişkin sorgulamaları müphem hale getiren önemli bir unsurdur. Neyin adil olup olmayacağı, acımasız bir suç işlemiş birinin tekrar tekrar cezalandırılmasının adalet düşüncesine ne kadar uygun düşeceği tartışmalı bırakılmıştır. Victoria’nın işlediği suçla, sürekli hafızasının silinerek aynı işkenceyi tekrar tekrar yaşamasına yönelik bir cezalandırma şekli arasında adaletin yerine getirilmesi düşüncesiyle uyumlu bir ilişkinin olup olmadığı sorgulamaya açıktır.

Dizide gösteri kavramı çerçevesinde sorunsallaştırılan konuların önemli bir ayağını politikanın gösterileşmesi durumu oluşturmaktadır. Politikanın medyatikleşmesi, etkili bir siyasi diyaloğun değil, skandal siyasetinin ön plana çıkması

gibi konuların ele alındığı TheWaldo Moment118 bölümünde, gerçekliğin kayboluşunun politik alandaki görünümlerine dikkat çekilmektedir.

Politika uzun ve genellikle başısonu belirsiz süreçler içerirken medyanın böyle bir zamana tahammülü yoktur. Medyada kısasüreli ve sonucu belli olan olaylara ilgi gösterilmektedir. Medyanın üretime odaklı zaman anlayışı siyasalın kamusal alanını işgal edince siyasal süreç, özellikle de bu sürecin aktörleri olarak siyasal partiler de değer kaybına uğramaktadır (Meyer, 2014: 69). Bu durumun sonucunda medyada politik gündem kısasürede gelip geçen, skandal benzeri olaylarla yer almaktadır.

Dizinin bu bölümünde medyada yer alan politik haberler söz konusu durumu özetlemektedir. Politikacıların ve siyasal gündemin alaya alındığı bir programın baş

aktörü Waldo’nun bir çizgi karakteri olmasının, politikanın değer kaybıyla, gerçekliğin yitirilmesini aynı düzlemde tartışmaya açtığı söylenebilir.

Gösteri siyasetine yönelik sorgulamalarda öncelikli konulardan birisi de politikacının güvenilirliliği ile ilgilidir. Postdemokrasi tartışmalarında da dile getirildiği gibi, günümüzde politika ciddiyet içerikli niteliğini kaybettiği gibi politikacı da saygı duyulan, güven duyulan bir meslek grubu olma özelliğini yitirmiştir. Politika gösterinin egemenliğinde içi boşaltılmış, geleneksel bağlarından koparılmıştır. Waldo karakteri başlarda politikanın içinin boşaltılmasına bir eleştiri niteliğinde gündeme gelmiştir.

Waldo ile muhafazakâr parti adayı (Liam Monroe) arasındaki televizyon programı politikanın içinin boşaltılmasının bir parodisi olarak düşünülebilir. Söz konusu programda Waldo, önce bu politikacıyı tanıtmakta ve çocuk programlarında bazı kelimelerin öğretme amaçlı hecelenmesi gibi “politikacı” kelimesini hecelemektedir (P-O-L-İ-T-İ-K-A-C-I). Waldo’nun politikayı ve politikacıları alaya alması bu hecelemeyle

118 The Waldo Moment bölümünde, sivri ve alaycı diliyle ün yapmış bir çizgi karakter olan Waldo’yu seslendiren komedyen James Salter, bir anda kendisini siyasetin içinde bulur. Çeşitli programlarda siyasetçilerle atışması, izleyiciler tarafından sevilir ve TV programcıları Waldo’nun seçimlere muhalif bir figür olarak katılmasını ister. Gerçek bir adaylık söz konusu olmasa da Waldo’nun oy isteyerek dikkat

başlamaktadır. Sonrasında Waldo şu soruyu sormaktadır: Politikacı nedir? Kültür Bakanı ise şöyle cevap vermektedir: Dünyayı daha adil bir yer yapmaya çalışan kişi.

Waldo “aynı Batman gibi” diyerek bu tanımı alaya almaktadır. Bu anlamda Politikacı ve süper kahraman arasında kurulan ilişki politikacının savunduğu idealleri gerçek dışı bir öğeye indirgemektedir.

Bölüm başında Waldo’nun muhalif bir figür olarak temsil edilmesi, politik alanda muhalefet etmenin doğasına ilişkin sorgulamaları müphem hale getirmektedir.

Waldo politikacıları küçük düşürerek, onlarla alay ederek bir muhalefet mekanizmasını devreye sokmakla beraber politikaya dair elle tutulur bir söylem geliştirmemekte, belirli bir program ve amaç doğrultusunda hareket etmemektedir. Siyasal parti temsilcileriyle birlikte yer aldığı programlarda yalnızca onların sesini bastırmakla yetinmektedir.

Önceleri muhafazakâr partinin temsilcisine yönelen alaya alma yöntemleri, sonrasında işçi partisi ve diğer partilerin adaylarına da yönelir. Bu anlamda Waldo’nun görünüşte muhalefet eylemleri, politik alandaki gerçek muhalefetin önünü tıkayan bir eyleme dönüşmektedir. Bu durum muhalefet etmenin de içeriğine ilişkin müphem bir durumu açığa çıkarmaktadır. Fernando Gabriel Pagnoni Berns’e göre de (2018: 123) Waldo’nun yarattığı gösteri, izleyicilerin, aynı zamanda yurttaşların dikkatini dağıtarak, onların harekete geçmesini ve gerçek siyasi değişim talep etmelerini engelleyen bir yaklaşımı temsil etmektedir. İnsanlar Waldo’yu alkışlamakta ancak statükoyu değiştirmek için herhangi bir girişimde bulunmamaktadırlar. Yazar (2018: 123) Waldo’nun apolitik mesajlarının devrimci bir nitelik taşımaktan ziyade gösteriye hizmet ettiğini ve insanların yalnızca medya tarafından yönlendirilen ulusal seçimler sürecinde siyasetle ilgilenerek ve siyasal katılımı oy kullanımıyla sınırlı tutarak, giderek kamusal alandan çekildikleri böylesi bir ortamda, her değişim talebinin gösteriye dâhil olacak şekilde dönüştürüldüğünü ifade etmektedir. Terence McSweeney’ye göre de (2019: 91), The Waldo Moment bölümünün son sahneleri, insanların eleştirel düşünme, meydan okuma

kapasitelerinin aşınması ve metalaşmış, kurumsallaşmış bir siyasi ve sosyal alanda özerkliğin kaybedilmesini temsil eden siyasi geleneği tarif etmektedir. Bu yaklaşımlar çerçevesinde Waldo’nun anlatıdaki konumunun, muhalefet etmenin anlamına ilişkin düşünümsel bir sürece teşvik etmek olduğu söylenebilir.

Michael Mario Albrecht’e göre (2018: 91-92) Waldo, rahatça küfür edebilen, siyasi sisteme karşı saygısızca bir üslup geliştirebilen bir karakter olarak çağdaş

siyasette nihilist bir dürtüyü ve geleneksel siyasi figürlere karşıtlığı temsil etmektedir.

Waldo siyasi figürlerle girdiği diyaloglarda kendisiyle karşısındaki politikacı arasındaki ayrımı yok sayarak gerçeklik ilkesini zorlamaktadır. Bu sahte aday, süreç içerisinde gerçekliğin yerini almaktadır. Albrecht (2018: 95) ve McSweeney (2019: 89), Waldo karakteri ile Donald Trump arasında, popülist siyaset karşıtı mesajlar vermesi ve gösteri siyasetinin yönlendirdiği bir medya figürü olması yönüyle benzerlik kurmaktadırlar.

Her iki yazara göre de Trump’ın seçim sürecinde diğer politikacılarla kurduğu rekabet ilişkisi Waldo’nun Liam Monroe’a karşı yarışını hatırlatmaktadır. Her ikisinde de rakiplerinin kural tanımayan, sıradışı bir politik figüre yönelik nasıl bir tutum sergileyecekleri konusunda bocalamaları söz konusudur. Medya temsilleri ile gerçek yaşam arasında ilişkinin olmadığı siyasal alanda yeni tür politikalar için olasılıkların oluşmasını meydan okuyucu bulan Albrecht ‘e göre (2018: 99), bu olasılıklar Trump gibi medyatik bir figürün başkan seçildiği siyaseti ya da Waldo gibi bir çizgi karakterin başkanlık ettiği gibi distopik bir geleceğe dönüşebilecek tehlikeli bir siyaseti olduğu kadar, sayısız başka siyasal değişim olanağını, adaleti sağlamanın farklı imkânlarını içerisinde barındırmaktadır.

Waldo’nun gerçek insanlar ve karikatür simülasyonları arasındaki açık ayrımın olduğu dünyaya dönüş arzusunu yansıttığını ifade eden Albrecht (2018: 99) onun siyasi eylemciler tarafından manipüle edilmeyen veya medya gösterileri tarafından yönetilmeyen bir politika için nostaljik bir figür olma potansiyeli taşıdığını iddia