• Sonuç bulunamadı

3.1. Aşk ve Evlilik

3.1.2. Evlilik

3.1.2.1. Evlilikte Aşk ve Uyum

Tanzimat romanındaki ana temalardan biri olan evlilik sorunu, sonraki dönem romanlarında giderek zayıflar. Bu sorun popüler aşk romanlarında yerini “severek evlilik” sorununa bırakır. Popüler aşk romanlarında romantik aşkın hedeflenen sonucu olarak görülen evlilik, hem “geleceği kontrol etmeye yarayan potansiyel bir yol, hem de

yaşamı ondan etkilenenler için bir psikolojik güvenlik biçimi” (Giddens, 2010: 43)

olarak yer alır.

Muazzez Tahsin’in romantik aşk öyküsünü anlattığı bütün romanlarının başkişileri genç kız ve kadınlardan oluşmaktadır. Başkişi konumundaki kadınların hepsi, sevgi duyacağı bir erkekle mutlu bir evlilik gerçekleştirmek arzusu taşır. Çünkü gelecekte sağlam ve güven duyacağı bir ilişkinin içinde olmak isteyen kadın, evliliğe koruyucu bir zırh ve sınıf atlama umutlarının çözümü olarak bakmaktadır.

Yazarın romanlarının birçoğunda başkişi konumundaki genç kızların “severek

yapılan bir evlilikten önce değişik evlilik tekliflerinin gündeme gelmesi ve bu tekliflerin sevgi olmadığı için kabul edilmemesi durumu nerdeyse ortak bir yapı unsuru gibi(dir).”

(Yıldız, 2005: 80) Genç kız, kendine bir güvenlik alanı yaratmak istediği evlilikte önce etkin bir sevginin olup olmadığını sorgular; çünkü arzuladığı evlilik için “sevgi”yi temel değer olarak görmektedir. Evliliği araç değil gerçek bir hayat arkadaşlığı olarak gören kadın için sevgi, sağlıklı bir yuva kurmanın temelini oluşturduğu gibi evliliğin sürdürülmesi için temel koşuldur.

“Saadet Güneşi” adlı eserinde evliliğe iki insan arasındaki aşkın sonucu olarak bakan genç kızın evlilik düşüncesi, aynı zamanda modern bir genç kızın düşüncesini yansıtır. Ona göre, toplum tarafından onaylanan ve ancak sevgi temelinde kurulan evlilik mutlu bir evliliğe dönüşebilir. Romanda yeni kadın figürün örnek kişisi Semra, üniversiteye gittiği yıllarda zengin bir erkeğin evlilik teklifi ile karşılaşır. Çağdaş bir kız olan Semra, sevgi olmayan bir evlilik teklifini, şartlar nasıl olursa olsun kabul etmez.

“Fakat Nedim Bey ellisini aşmış bir adam. Evli bir kızı, birkaç tane de torunu

var. Benimle evlenmek istemesi öyle komik ki…” (s.36)

Yirmi yaşındaki Semra’nın karşısına çıkan bir zengin kısmeti kaçırmaması için hiçbir neden yoktur. İlk bakışta genç kızın böyle bir kısmeti reddetmesi mantıksız görünüyor olsa da o bu cazip teklifi bir dakika bile düşünmeden reddeder. “Çünkü

servetin yanında yeni bir kıymet daha belirmiştir: Aşk.” (Boran, 1992: 24) Ancak Semra

gibi modern bir kızın bu şekildeki bir evliliği kabul etmesi imkânsızdır.

Nedim Bey’le bir evlilik gerçekleştirecek olsa, lüks bir yaşama; hizmetçilere, köşk ve apartmanlara, kürk ve elmaslara, otomobillere kavuşacaktır. Semra, bu evlilik teklifini; “zengin insanlarla birlikte kulüplerde briç, poker, prafan oynayacağım.” (s.36) diyerek adeta alaya alır. Aslında Semra ile ailesine, içinde bulundukları yoksul durumdan kurtulmaları için bir şans doğmuştur. Annesi kızının karşısındaki “para” ve “sevgi”den birini seçmesi için, kararı kızına vermiştir. Semra’ya göre “karşısına

seveceği bir erkek çıkıp onun aklını başından al(madığı).” (s.37) sürece servetin hiçbir

kıymeti yoktur.

Semra, okul arkadaşı Osman’ın evlilik teklifi sırasında da mutlu bir evlilik için sevginin karşılıklı olması gerektiğini düşünür. Semra, Nedim Bey’in evlilik teklifi ile hiç düşünmeden tercihini sevgiden yana kullandığı gibi, aynı şekilde ideal bir erkek figürü Osman’ın teklifi karşısında da benzer tepkiyi gösterir. Semra, Osman’ın mert

kişiliğini, zenginliğini, çalışma yaşamındaki başarısını takdir etmesine rağmen bu teklifi sevgi unsuru olmadığı için kabul etmez. Evlilik teklifi yapan erkeklere karşı aşk boyutuna taşınacak bir sevgi duymayan Semra, erkeğin kimliği ve serveti ne olursa olsun bu evlilik teklifine olumlu yanıt vermez. Çünkü o, mutlu bir evlilik için erkeğin sevgisinin tek başına yeterli olmadığına inanmaktadır:

“Ben para bakımından bu asrın kızı değilim, mutlak zengin bir koca aramıyorum. Saadetim için çalışmaya, didinmeye hazırım. Fakat her şeyden evvel sevmek istiyorum.” (s.66-67)

Kişi hayatta kalma ve güvende olma duygusunun verdiği düşüncesiyle evliliği bir barınak olarak görür. Serveti ve statüyü değil, idealindeki kişiyi arar ve bu kişiyle sevgiye dayalı evlenmek isterler. İdealindeki bir erkekle evlenerek yeni bir hayata açılma arzusu içerisindeki Semra da evliliğe bir araç değil gerçek bir hayat arkadaşlığı olarak bakar, bu temelde sevgiyi tek koşul olarak kabul eder. Modern toplumun gerektirdiği şekilde, flört ederek evleneceği kişiyi kendisi seçme eğiliminde olan Semra, evlilik kurumu oluşturulurken kadın ve erkeğin duygu ve fikir birliği içinde olması gerektiğini düşünmektedir.

Bütün romanlarda genç kızların ilk başta karşısına çıkan erkek,“zengin ve iyi bir

kısmet”tir. Ancak karşısına çıkan serveti hiçbir zaman aşka tercih etmeyen genç

kızların, evlilik konusunda sahip olduğu bir anlayış vardır: Bu anlayışa göre, her genç kızın sevebileceği bir erkek vardır. Karşısına çıkan serveti reddederek bu insanı beklemek gereklidir. Kader, bir gün beklediği erkeği mutlaka karşısına çıkaracaktır. Bu nedenle kimlik ve kişilik ne olursa olsun mutlaka kendisinin sevebileceği bir erkekle evlenmek zorunluluktur. Evlilik, yaşamı paylaşmak üzere kurulan bir kurumdur. Güvendiği ve sevdiği bir erkekle yapılacak evlilik, genç kızların kafasındaki en büyük sorundur. Platon, insanın toplumsallıktan kaynaklanan bir güven duygusu olmadan yaşayamayacağını söyler. (Adler, 1996: 101) Bu nedenle Muazzez Tahsin’in romanlarındaki kadın karakterlerin bütün varoluşu aşk ve onun sonucunda gerçekleşecek bir evlilik etrafında dönecektir.

Mutlu bir evliliğin temelini sevgi üzerine kurulması gerektiğine inanan kahramanlardan biri de “Sonsuz Gece”nin başkişisi Mualla’dır. Yokluk ve yoksulluk Mualla ile adeta kol kola gezmektedir. Geleceğe güvenle bakmak isteyen Mualla için evlilik bir anlamda “ayakta kalma(dır).” (Greer, 1997: 237) Ancak o, paranın ne kendisini ne de evliliği ayakta tutacağına inanmamakta ve evlilikte uyum için sevgiyi

temel olarak kabul etmektedir. Ona göre sadece para için gerçekleştirilecek bir evlilik, insanı ayakta tutmaktan çok mutsuzluğa götürür. Mualla’nın da Semra gibi karşısında iki kıymet belirmiştir ve ikisinden birini seçmek zorunda kalmıştır.

Mualla’ya, Sadi adında zengin bir erkeğin evlilik teklifini ileten Bedia, bu evliliğin teyzesine bir “yaşam güvencesi” olacağını söylemektedir:

“-Yani onu sevmiyorsun değil mi? Bay Sadi öyle zengin bir adam ki… Onunla

evlenirsen mükemmel apartmanların otomobillerin, kürklerin, elbise ve elmasların olacak… Kışı Avrupa’da, yazı İstanbul’da geçirecek kadar lüks bir yaşama kavuşacaksın… Bütün bunlar senin “sevmek” dediğin şey gülünç bir hastalık gibi beni iğrendirtiyor.” (s.15)

Görüldüğü gibi paranın sunduğu olanaklar Mualla’nın yanı başındadır. Bu evliliğin gerçekleşmesi halinde kendisi ve yeğeni maddi bir kurtuluş yaşayacak, bu rahatlık içerisinde yaşamlarını sürdüreceklerdir. Ancak “Ya o adamın parası beni mutlu

etmezse?” (s.16) diyerek evliliğin ekonomik boyutu kadar duygu boyutunu düşünür ve

para için sevgiden taviz vermez.

“Yılların Ardından” adlı eserde başkişi Berna, çevresinde kendisiyle evlenmek

isteyen erkeklere karşı temel koşul olarak sevgiyi ileri sürmektedir. Evlilik için aralarında bir sevgi olmadığı için daha önce Coşkun’u yaşamından çıkaran Berna, Gündüz Bey’in de evlilik teklifini aynı gerekçeyle geri çevirir. Gündüz Bey, Berna’ya kendisini sevdiğini bu nedenle evlenmek istediğini söyler. Ancak Berna, bu evlilik teklifini önemsemez ve “Sevgi tek taraflı olursa izdivaçta saadet olur mu?” (s.130) diyerek evlilikte sevgi olmamasının zamanla toplumsal bir soruna dönüşeceğini belirtir. Berna, Gündüz Bey’in daha sonra yeniden yaptığı evlilik teklifini de karşılıklı sevgi olmadığı gerekçesiyle geri çevirir ve onunla sadece dost olarak kalabileceğini belirtir.

Sevgi, insanın gereksinim duyduğu en temel duygulardan biridir. Berna’nın sevgi gereksinimi, gerçekleştireceği evlilik kararlarını etkiler. Tek taraflı bir sevgi kendisini asla mutlu etmeyecek olduğu için umutla kendisini seven ve kendisinin sevdiği bir erkeği bekler. Ancak sevebileceği ve seveceği bir erkek henüz karşısına çıkmamıştır.

Muazzez Tahsin’in romanlarındaki genç kızların arzu biçimlerinin en baskın olanı sevgi temelinde kuracağı bir evliliktir. “Evlilik genel olarak iki kişinin

oluşturduğu yasal bir sözleşme ve sosyal bir birliktelik(tir.)” (Özen, 2010: 133)

kendisini seven bir erkekle mutlu bir evlilik yapmak düşüncesini taşırlar. Selim İleri’nin tespit ettiği gibi onun romanlarında “Bir genç kız için, gelecekteki bütün dünya, mutlu

“izdivaç”tan ibarettir.” (Berkand, 2002a: 9) Evliliği, hayatta kalma ve güvende olma

olarak gören yazarın kadınları, genellikle sevgi unsuru oluşmadan evliliğe hiçbir şekilde adım atmamaktadır. Güvende olma duygusunun sonucu olarak evliliği bir barınak olarak gören kadınlar, yürekten sevdiğine ve sevildiğine inanmadan bir erkekle evliliği düşünmezler. Evlilik, onun bütün romanlarında kadının duygusal yatırıma dönüştürdüğü bir kurum olur. Kadın da erkek de evleneceği değil, sevebileceği, bir kendisini mutlu edeceğine inandığı ideal bir eş aramaktadır.

Yazarın romanlarında toplumsal değişimin kadınlar üzerindeki etkisi, onların evlilik algılarını da değiştirir. Eserlerindeki kadın karakterlerin hepsi, eğitimli bireyler haline gelerek kendilerini gerçekleştirme olanağı bulmaktadır. Eğitim sonucunda toplumsal sorumluluk duygusuna sahip olan genç kızlar, kendi seçtikleri erkeklerle evlenmek gibi bir eğilimi paylaşırlar.

“O ve Kızı” adlı romandaki başkişi de, evlilik için sevgiyi bir öncelik olarak görmektedir. Bu isteğinin gerisindeki düşüncede yine kendi yaşamını kendisi belirleme güdüsü ve evlilik yoluyla toplumsal düzenin bir parçası haline gelme isteği yatmaktadır. Eserde başkişi Ayşe, arkadaşlarıyla “evlenilecek erkek nasıl bir insan olmalı?” düşüncesi üzerinde yoğunlaşan bir tartışma yaşar. Arkadaşlarının aksine bu tartışmada Ayşe evlilikte sevginin temel değer olarak kabul edilmesinin öncelikli olduğunu savunur. Yazar, bu tartışma üzerinden romanın başkişisinin ağzından eserin mesajını somutlaştırır:

“Evlenmek prensibini esas olarak kabul ettiğimi ve bir gün seveceğim adamla evleneceğimi söylemek istedim.” (s.22)

Evlenmeye karşı olmadığını söyleyen Ayşe, evliliği ancak seveceği bir insanla gerçekleştirebileceğini belirtir. Ayşe, iş arkadaşlarından avukat Hulki’nin kendisine yaptığı evlilik teklifini bu gerekçeyle reddeder. Ayşe’nin Hulki’yle ilgili başlangıçtaki izlenimleri; “Bu genç, kendisine iyi bir koca olabilirdi, üstelik de kendisini seviyordu.” (s.11) şeklinde olumlu düşünceler içermektedir. Ancak o, kimsesiz ve şefkate susamış bir genç kız olmasına rağmen Hulki’nin teklifini kabul etmez. Bu nedenle kendisine bu konuda baskı yapan dayısına böyle bir evliliği düşünmediğini vurgular.

“Hayır, dayıcığım, bir gün mutlaka evleneceğim amma, karşıma çıkan erkeği sevmek istiyorum.” (s.112)

Ayşe, iyi bir insan, zeki ve kabiliyetli bir çocuk olmasına rağmen Hulki’yi her zaman bir arkadaş olarak göreceğini söyleyerek, onun gösterdiği ilgiye teşekkür eder. Genç kız, daha sonra “ailesi, mesleği, güzelliği ve servetiyle” (s.112) kendisine layık olan iki gencin evlilik teklifini de onlara karşı bir sevgi duymadığı için kabul etmez. Bu bağlamda Ayşe de diğer başkişi konumundaki genç kızlarla aynı tavrı göstererek severek yapılan bir evlilikten önce değişik evlilik teklifleri ile karşılaştığında böyle bir evliliği sevgi unsuru olmadığı için kabul etmez. Bütün romanlar aynı vurguyu yaparak bireyin kendi isteği ile evlilik yapma düşüncesinde birleşirler. Evlilik, ancak sevgiye dayalı, özgür şekilde gerçekleşince anlamlıdır ve mutluluk getirebilir. Bir görev olarak düşünüldüğünde bireyin üzerinde baskı oluşturur ve toplumsal bir soruna dönüşür. Modern toplumun gerektirdiği şekilde, gençler evlenecekleri kişiyi kendileri seçebilmektedir.

“Sarmaşık Gülleri”nde evliliğe bir “yaşam güvencesi” olarak bakmakta olan başkişi Gülseren, henüz “istikballeri belli (olmadığından) Kendi yaşındaki erkeklerle

ciddi bir ilişki kurmayı doğru bulm(az).” (s.109) Ancak ona göre evlilik bir yaşam

güvencesi olmakla birlikte temelinde sevgi olan bir olaydır. Bu nedenle Necip Kunter’den gelen evlilik teklifini arada sevgi unsuru olmadığından kabul etmez. Gülseren’in evlilik konusunda; özgür iki kişinin birbirlerine karşı beslediği aşk duyguları üzerine kurulan bir evlilikten yana tavır alır.

“Her şeyden evvel, evleneceğim adamı sevmek istiyorum ben… Bütün varlığımı

sevmediğim bir adama nasıl bağlayabilirim? Elimi tutan el bana heyecan vermezse onunla ömür yolunun sonuna kadar beraber nasıl yürüyebilirim? (…)

Ancak ne olursa olsun sevmediğim adamın karısı olmayacağım. Bir gün, benim anladığım manada bir aşkla sevebilecek ve evlenecek miyim? Bilmiyorum. Evetse dünyanın en mutlu kadını olacağım, hayırsa talihime küserek ömrümü çalışmaya bağlayacağım. Kesin kararım bu…” (s.109)

Evliliğin hukuki yönünden çok sosyal yönünü önemseyen kadın için sevgi, bir evliliğin vazgeçilmez temel değeridir. Bu nedenle evleneceği erkekle arasında sevgi bağı eksik olunca kendisiyle evlenmek isteyen erkeğin statüsünü önemsemez. Eserin başkişisi Gülseren, Dr. Cihat ile eserdeki ideal erkek figürü olarak öne çıkan iş arkadaşı Şinasi’nin evlilik tekliflerini sevgi unsuru olmadığı için geri çevirir:

“İşte benim bu dengeli düşüncelerime de öfkelenenler oluyor. Aldırmıyorum. Benimle evlenmek isteyen Nevzatı reddettim. Kadri’yi reddettim, çok sevimli ve zeki

bulduğum Cevat’ı reddettim. Onları sevmiyordum. Her şeyden evvel evleneceğim adamı sevmek istiyorum ben… Bütün varlığımı, sevmediğim bir adama nasıl bağlayabilirim?

(…)

Cihat Bey’in şöhreti de parası da kendinin olsun. Ben ya sevdiğim bir adamla evleneceğim yahut ömrümün sonuna kadar bekâr kalacağım.” (s.109-110)

Gülseren’e göre bu teklifler iyi bir kısmet olabilir ama mutlu bir evlilik için yeterli değildir. Daha sonra kendisine evlilik teklifi yapan Nevzat’ın, Cevat’ın ve Kadri’nin evlilik teklifini de bu gerekçeyle kabul etmez. Gülseren, diyerek duygularının harekete geçmediği bir evlilik ilişkisine karşı çıkar. Gülseren de bütün genç kızlar gibi evliliğe bir “kurtarılma arzusu” (Eliuz, 2011: 224) olarak baktığı için, erkeğin kendisine sadece güvenli bir gelecek sağlamasını yeterli görmez.

Evliliğin sevgi temelinde yükselmesini gerekli gören Gülseren, bütün kadınlar gibi toplumdaki edilgen konumunu sevgiye dayalı gerçekleşen bir evliliğin uyumunda gidermeyi amaçlar. Böylece sevginin karşılıklı şekilde yaşandığı bir evliliğin bireyi gerçek mutluğa götüreceğine ışık tutulur.

Muazzez Tahsin’in romanlarının genelinde kadın, sevgi olmadan bir evliliği düşünmemekte ve bir evliliğe yönelmesi için sevgiyi temel gereklilik olarak görmektedir. Evlilik teklifleri sırasında sevgi ile çıkar unsuru arasında kalarak ikileme düşen kadınlar, çevresindekilerin yönlendirmesi ile ancak doğru karar verebilir. Zayıf ve edilgen kişilik yapılarıyla dikkatimizi çeken genç kızlar, bir evlilik teklifi ile karşılaştıklarında yardımcı kişiler tarafından “sevgi”yi başka değerlerin önüne almaları konusunda uyarıldıkları görülmektedir. “Kızım ve Aşkım”, “Kezban” ve “Bir Genç Kızın Romanı “adlı eserlerde genç kızlar, evliliğin eşiğine geldiklerinde çevresindeki biri tarafından evlilikte sevgiyi öncelemeleri istenir. “Sevgiyi başka değerlerin önüne

alma” konusunda başkişileri uyaran bu norm karakterler aynı zamanda eserde yazarın

sözcüsü konumundaki kişilerdir. Yazar, romanlarında kahramanların kaderini belirleyen kırılma noktalarını yer yer bir tartışma alanı kullanarak romanın asli karakterine yardımcı konumundaki kişilerin üzerinden evlilik konusundaki düşüncelerini dile getirir.

“Kızım ve Aşkım”da başkişi Perihan sevmeden bir evliliğe adım atmadan önce kararsızlık yaşadığında, okul arkadaşı Belma ona; “Sevmediğin bir adamla nişanlanma,

gerçekleştirmemesini ister. Perihan, evlilikte sevgi yerine maddi yönünü öncelediği için mutluluğu yakalayamaz.

“Bir Genç Kızın Romanı” adlı eserde Selma, sevgiyle yapılmayan evlilik konusunda halasının uyarısı ile karşılaşır. Muzaffer Bey’in evlilik önerisi karşısında yaşadığı ikilemde temel sorun sevginin olup olmadığıdır. Halası, Selma’nın “meçhul

sevgili” (s.190) dediği Muzaffer Bey’in evlilik teklifini kabul etmemesini ister. Çünkü

ona göre evlilik, geri dönülmeyecek bir yolun başlangıcıdır:

“-Acımak sevmek değildir Selma; bütün ömrünü beraber geçireceğin adamı sevmen lazım.” (s.190)

Selma’nın halası Sabiha Hanım, evliliğin sunduğu güvende olma isteğinin temelinde sevgiyi zorunluluk olarak görmektedir. Sevgi olmadan gerçekleşecek bir evliliğin genç kıza beklentilerini karşılayamayacağını ve hayal kırıklığına dönüşerek mutsuzluğu deneyimleyeceğini söyler. Bu nedenle Sabiha Hanım, Selma’nın sevgiden yana tavır koymasını isteyerek mutlu bir evlilik için sevginin en büyük koşul olduğunda ısrar eder. Çünkü “sosyal anlaşma” (Clanton- Iynn, 1997: 131) olarak tanımlanan evlilik, iki insanın birbirini benimsediği ve düzenli bir bağlılık oluşturarak bir arada yaşadığı ve bireye bazı sorumluluklar yükleyen kurumun adıdır. Sevgiden yoksun olmak, evliliği bir romantik ilişkiden yoksun bırakarak zamanla bir çatışma alanına sürükleyecektir.

“Kezban” romanında başkişi, Faruk’la yapacağı evlilik konusunda fikrini sorduğu Fazıla Hanım, genç kızın sevgiyle gerçekleşmeyen bir evlilikten uzak kalmasını ister:

“- O halde bugün için onunla evlenmene imkân yoktur yavrum. Bütün ömrünce bedbaht olursun. Bir zaman bekle, kalbindeki ateş küllensin, o vakit muhakemenle ve hislerinle onu tetkik eder, kararını verirsin. Senin gibi hassas bir kız için aşkını başka bir erkeğin kolları arasına sığınarak unutmak kabil değildir.. hem kendine hem de ona yazık etmiş olursun. (…) Sevmediği adamla bir dam altında yaşamak bir kadın için cehennem azabından beterdir.” (s.137)

Kezban, daha sonra Dr. Ferit’in evlilik teklifi karşısında da ona karşı bir sevgi duymadığı için kararsızlık yaşar. Genç kız, kendisiyle evlenmek isteyen iki erkeği de ideal erkek figürü olarak görmesine rağmen sevgi unsurunun olmayışının doğurduğu ikilem, onu bu evlilik teklifleri üzerinde düşünmeye iter. Evliliği, aşkla birlikte kendine bir güvenlik alanı yaratacağı ve bir kimlik edinebileceği tek çıkış yolu olarak gören

Kezban, sevgi olmadığına inandığından, bu beklentileri yanıtsız bırakır. O, kendisine hakim olan kararsızlık duygusundan kurtulmak istese de sevginin eksik olduğu bir evliliğin mutsuzlukla sonuçlanacağını düşünür:

“Her iki gencin de, kendi meslekleri bakımından ve ahlâk noktasından başka

başka meziyetleri vardı ve Kezban Faruk’la mesut olabileceğine emindi. Yalnız bir tek mani vardı. Sevgi… onu sevmiyor, sevemiyordu.

-Acaba sevmediğim halde onunla evlensem mi?” (s.133)

Zayıf bir kız olduğunun farkında olan Kezban, sevgisiz bir evliliğin yükünü kaldıramayacağına inanır. Onun kurtarılma umudu olarak gördüğü evlilik, ancak sevgi olursa bir anlamı olacaktır. Çünkü “Sevgi insanları birbirine bağlayan kucaklayıcı bir

duygudur. (…) bir başkasına insan ancak sevgiyle bağlanabilir. (…) Sevgi insan yaşamını güzelleştirir. İnsanlarda karşılıklı bir güven duygusu meydana getirir. (…) Sevgini olduğu yerde zorlama ve korku yoktur. Sevgi en geniş anlamıyla özgürlüktür.”

(Göknar, 2011: 202) Fazıla Hanım, Kezban’a sevmeden yapacağı bu evlilikte kendisiyle birlikte erkeğin de olumsuz etkileneceğini söyler.

Yalnız ve kimsesiz bir kız olan Kezban, yaşamsal sorunlarla baş başa kalıp umutsuzluğu deneyimlediği zamanlarda, hep güvende olma kaygısıyla bir evlilik içinde olmak ister. Evliliğe bir kurtarılma arzusu olarak baktığı için sevgi olmadan bir evlilik olabileceğini düşünür. Ancak duygularını tahlil edince sevginin olmadığı bir evliliğin kendisini mutsuzluğa götüreceğini anlar. Genç kız, “bir ara yalnızlığımdan o kadar

korktum ki evlenmeyi düşündüm. Faruk’u bulacak, teklifini kabul ettiğimi söyleyecektim.” (s.178) diyerek sevgiye dayanmayan bir evlilik ilişkisine adım atmak

ister ve Faruk’un evlilik teklifini kabul etmediğinden dolayı bir pişmanlık yaşar. Ancak daha sonra “Sevmediğim bir adamla beraber yaşamağa imkân yoktu. Hatta bu yüzden,

arkadaşımın annesinin bana tanıttığı diğer bir beyin de izdivaç teklifini reddettim.”

(s.178) diyerek sevmediği bir insanla evlilik gerçekleştirmeme kararının doğru olduğunu anlar.

Romanda Kezban, Kastamonu’da kendisine evlilik teklifi yapan Dr. Nazmi’nin teklifini bir kurtuluş ümidi olarak önce kabul etmek ister. Ancak çok istediği bu