• Sonuç bulunamadı

3.1. Aşk ve Evlilik

3.1.2. Evlilik

3.1.2.5. Anlaşmalı / Olağanüstü Evlilik

Evlilik sorunu Tanzimat döneminden beri romanımızın en temel meselelerinden biri olur. Muazzez Tahsin’in romanlarındaki evlilik şekillerinden biri; duygu birlikteliğini önemsemeden toplumsal gerçeklikten uzak bir iş anlaşması şeklinde yapılan evliliklerdir. Popüler romanın kurgusuna uygun şekilde ele alınan bu evlilikler zorunlu nedenlerle kurulur ve anlaşmalı şekilde gerçekleşir. Toplumsal gerçekliği bulunmayan bu evliliklerde eşlerin birbirlerine zorunlu olarak katlanarak ilk başta sevgi olmadan evliliği sürdürdükleri görülmektedir.

“Sarmaşık Gülleri”, “Işık Yağmuru”, “Aşk Tılsım”ı, “Uzayan Yollar”, “Uğur Böceği”, “Garip Bir İzdivaç” gibi eserlerde sevgi unsuru olmadan bazı rastlantılar sonucunda “anlaşmalı” veya “olağanüstü” şekilde gerçekleşen bir evlilik yaşanır. “Vaziyeti kurtarma” (Abisel, 2005: 83) şeklinde zorunlu nedenlerle gerçekleşen bu evlilikler, taraflar arasında zamanla oluşan sevgi unsurunun sonucunda mutlu bir evliliğe dönüşebilir.

“Sarmaşık Gülleri” adlı eserde birbirleri ile tesadüfen karşılaşan Gülseren ile Necip Kunter için evlilik bir zorunluluk, bir “vaziyeti kurtarma” evliliği olarak başlar. Zeynep gibi içinde bulunduğu evde öteki olarak görülen Gülseren’in “ötekiler”le kuramadığı insani ilişki, evlerindeki “cehennemden” kaçarak bir kış günü eski köşküne dönmesine neden olur. Masallarda da görülen kahramanın arayışa geçmesine neden olan “eksiklik” ve “yokluk” durumu popüler aşk romanlarındaki başkişinin eserin başlangıcındaki arayışına benzer. Masallarda olduğu gibi “Eksiklik çok değişik

biçimlerde fark edilebilir. Kıskançlık, yoksulluk, kahramanın gücü, (…) birçok başka şey arayışa yol açabilir.” (Propp, 2008: 78) Kız kardeşi ile annesinin baskılarını

kaldıramayan Gülseren’in kaçışı ise eserdeki olay örgüsüne yön verir.

Babasını yıllar önce kaybeden Gülseren, annesinin yeni kocası Mecdi Bey, annesi ve kız kardeşi ile birlikte yaşamaktadır. Mecdi Bey’in aşırı şefkatine rağmen Gülseren, annesi ile kız kardeşi tarafından dışlanmakta ve bir öteki olarak görülmektedir. Çocukluğunu geçirdiği eski köşklerine dönerek anılarına sığınmak ve teselli bulmak isteyen genç kız, sığındığı bu köşkün yeni sahibi ile karşılaşır. Bu tesadüf ona“kurtarılma arzusu” olarak gördüğü evliliğin kapısını aralar.

Gülseren’in bir umut olarak anılarına sığındığı köşkün yeni sahibi Necip Kunter, köşkü satın aldığında eski eşyalar arasında genç kızın günlüğüne rastlar. Necip Kunter, onun günlüğünden yaşadığı sorunları da öğrenir. “sadece tesadüflerin ve kaderin

sevkiyle üzüntülerini öğrendiğim ve hislerini anlayarak tahlil ettiğim bir genç kızın derdine ortak olmak” (s.197) isteyen Necip Kunter, kendi yalnızlığı ile onun

ıstıraplarının bitmesi için genç kıza olağanüstü bir evlilik teklifi iletir:

“Ben annemin ölümünden sonra çok yalnız kaldım. Ev bana çok kasvetli ver

sıkıntılı geliyor. Onun odamı düzelten, ortalığa düzen ve şekil veren şefkatini, evi cennete döndüren kadınlığını arıyorum, özlüyorum. Size gelince, evinizin cehenneminden kaçmak istiyorsunuz, rahat edecek, başınızı dinleyecek bir yerin hasretini çekiyorsunuz. (…)

Geliniz Gülseren. İlk hamlede imkânsız gibi görünen bir şeyi yapalım. İkimizin de yalnızlığını birleştirerek aramızda güzel bir yakınlık kuralım… Ailemin bu özel durumu bilmesine lüzum yok... (…) gerçekte ikimizde birbirimize karşı serbest olacağız; üstünde dostluk haklarından başka hakkımız olmayacak…” (s.198)

Toplumun değerlerini göz önünde bulunduran genç adam, Gülseren’i zor durumdan kurtarmak için resmi anlamda var olacak ancak hiçbir zaman gerçek bir karı- koca evliliğine dönüşmeyecek bir evlilik önerir. Otuz yaşlarındaki bir erkekle yirmi yaşındaki bir kızın aynı evde kalmasının olanaksız olduğunu bilen Necip Kunter, bu yolla çevreden gelebilecek dedikoduları önlemeyi düşünür. Gülseren, kendisini toplumun gözünde düşmüş bir kadın olmaktan kurtaran böyle bir evliliği bazı şartlar ileri sürerek kabul eder. Bir evlilik sözleşmesi imzalayan genç kız “-Peki ya ben bir gün

ideal erkeğimi bulursam, onu seversen!” (s.198) diyerek ayrı odalarda kalmak isteğini

kabul ettirir. Aralarındaki anlaşmaya göre Gülseren, istediği zaman bu evliliği sonlandırma hakkına sahiptir.

Batılılaşmanın evlilik üzerindeki etkilerinden biri alafranga davranışların ortaya çıkmasıdır. Toplumsal yapıda görülmeyen ayrı odalarda yatmak, Batı’dan bize yansıyan bir durumdur. “Avrupa aristokrasisinde karı-kocanın ayrı odalarda hatta ayrı

dairelerde kalmaları kibarlık alametidir. Tanzimat yıllarında alafrangalığa özenen Osmanlı ailelerinde de bu moda, medeni olmanın bir zarureti gibi telakki edilmeğe başlanmıştır.” (Okay, 1989: 215) Resmi anlamda evli olduğu halde kocası ile ayrı

odalarda yatmak, sevgi olmayan bir evliliğin doğuracağı riskleri ortadan kaldırdığı gibi onların modern bireyler olduklarını göstermek açısından da önemlidir. Batılı yaşamın taklit edilmeye çalışıldığı bu durum, toplumsal bir sorun olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenle eserde “Karı kocanın ayrı odalarda yatmaları alafrangalık” (s.209) belirtisi olarak açıkça kabul edilir. Yazarın eserdeki sözcüsü konumundaki hizmetçi Ali,

“alafranga meraklısı” (s.209) insanların bu duruma düşmelerini aile kurumunun geleceği açısından sakıncalı olduğunu düşünür. Sevmeden, zorunluluk olarak başlayan bu evlilik ilişkisinde sevgi unsurunun oluşmasıyla birlikte kadın ve erkeğin kendi hür iradeleriyle verdikleri karar sonucunda bir evlilikle noktalanır.

Gülseren, güvensiz aile ortamının sunduğu yozlaşmış ilişkilerden güven duyacağı bir ortama, evlilik kurumu aracılığıyla ulaşır. O, toplumun uygun görmediği bir yaşamdan kurtulmak için evliliğe sarılır, bu yolla istediği güce erişir. Çünkü onun “aradığı şey, şu dünyada sağlam bir yer elde etmek, kadınlığını yaşamaya başlamaktır.” (Beauvoir, 1993b: 350) Necip Kunter ise romanın başında dile getirdiği annesinin kollarında olma isteğine evlilik yoluyla kavuşur.

Yazarın romanlarındaki kadınlar, idealindeki bir erkekle evlenerek yeni bir yaşama açılma arzusu içerisindedirler. “Evlilik onun için bir araç değil gerçek bir hayat

arkadaşlığıdır.” (Göknar, 2011: 83) “Garip Bir İzdivaç” romanında da vaziyeti

kurtarma evliliği olarak görülen Zeynep ile Haluk arasındaki evlilik, önce bir hayat arkadaşlığı olarak başlar. Olağanüstü şekilde gerçekleşen bu evlilik popüler romanın kalıplarına göre kurmaca bir gerçeklikten uzak şekilde rastlantılara göre gerçekleşir. Romanın başkişisi Zeynep, Nusret Çelikkanat tarafından yoksullar evi müdürlüğünden alınmış ve manevi evlat edinilmiştir. Zeynep’in sıradan insanların dışındaki güzelliği ve davranışları ile yaşadığı evde bir öteki olarak görülmesine neden olur. Kendisini kıskananların ortaya çıkardığı bir gerçekle Zeynep’in sanıldığı gibi Nusret Çelikkanat’ın kızı değil, kimsesiz bir kız olduğu ortaya çıkar. Kimsesiz kızın, bütün aşağılamalara karşın yazgısını kabul ederek takındığı tavır kaçmak olur. Çünkü toplum henüz onun gibi bütün kızlara olumsuz gözle bakmaktadır. Toplumun kabulleri söz konusu olunca kadın kendisini güçsüz görmekte ve kendi kendine yetememe durumuyla karşı karşıya kalmaktadır.

Zeynep’e göre başkalarının gözünde “kimin nesi olduğu bilinmeyen bir insan” (s.70) olmamak için en güvenli yol evliliktir. Umutsuzluk içerisindeki kadın, bu isteğine ise bir rastlantı ile kavuşur. Böylece o da başka kadınlar gibi yaşadığı güvensizliği ve güçsüzlüğü evlilikle yenmeyi başarmış olur. Kendi ruhunda bir baskıya dönüşen “toplumsal baskı onu evlilikte kendine bir toplumsal yer, bir doğrulama bulmaya

itmektedir.” (Beauvoir, 1993b: 352) Genç kız, kuracağı evlilik yoluyla elde ettiği yeni

yaşantıyla bütün baskılardan kurtulacak ve gerçekleştireceği evlilikle bir “öteki” olmaktan uzaklaşacaktır. Ancak bir rastlantı kendisini uçak mühendisi Haluk Gökalp ile

karşılaştırır. Haluk, kendisini evlatlık olarak alan Nusret Çelikkanat’tan yıllar önce büyük bir iyilik görür. Zeynep’in öyküsünü dinleyen Haluk, senelerden beri kendi akrabasından sözlü olduğu Handan’la yaptığı nişanı bozar ve Zeynep ile evlilik sözleşmesi imzalayarak/“sözde” evlenerek onu yaşadığı zor durumdan kurtarır. Haluk’un “bu garip izdivacı” (s.116) yapmasındaki asıl neden, Nusret Çelikkanat’a olan vefa borcudur. Haluk, kendisine birçok şey öğreten yardımsever adama karşı vefasını ödemek için onun evlatlık aldığı kıza iyilik yaparak vefasını göstermek ister. Böylece Haluk, kimsesiz bir kız olduğu bilinen Zeynep’e evlilik yoluyla kendi soyadını verecek; onu “kimin nesi olmayan bir kız” olmaktan kurtarmış olacaktır:

“Onun nazarında, o sabah aralarında geçen nikâh merasimi, sadece iyi kalpli

Haluk’un, eski amirinin kızı gibi sevdiği birisini müşkül vaziyetten kurtarmak için kabul ettiği bir fedakârlıktı ve birkaç ay sonra bu nikâh bağı, ikisinin de müşterek arzularıyla çözülecek o vakte kadar Haluk da Handan’ı unutacağı için dilediği gibi mesut olabilecekti.” (s. 68)

Toplumsal düzenin yerleşik kanılarını değiştiremeyeceğine inanan Zeynep, tutacak bir dalı olmadığından böyle bir teklife hemen evet der. Çünkü toplum kendisini ancak böyle bir kadın olarak kabul edecektir. Zeynep ve Haluk, sözde karı-koca gibi yaşamakta ancak aralarında yaptıkları “garip izdivaç”taki sırrı kimseye sezdirmemektedirler. Rastlantılar sonucunda gerçekleşen bütün olağanüstü evliliklerde olduğu gibi burada da bir yazgıya boyun eğiş vardır. Çünkü kendisini kimsesiz, yalnız, güvensiz hisseden kadının kendisini güvende hissedeceği evlilik, bir sığınak olarak görülmektedir. Evliliği, “psikolojik kalkan” (Marshall, 1997: 92) olarak gören kadının kendi kaderini kontrol etmekteki acizliği belki de hiçbir zaman evlilik konusundaki kadar belirgin olmamıştır. En azından toplumun nazarında düşmüş bir kadın olmaktan kurtulmak, evlilik yoluyla gelebilecek saldırıları göğüslemek için tek çıkış yolu budur.

Üst kültür grubuna ait ailelerin çocuk yetiştirme şekillerine eleştirinin getirildiği “Işık Yağmuru” adlı romanda, olağanüstü bir evlilik üzerinden evliliğe toplumsal düzlemde bir eleştiri getirilir. Bilge, okuduğu bir roman karakterinden etkilenince, romandaki kahramanın yaşadıklarını taklit ederek “Yuva Kurma Şirketi” aracılığıyla bir evlilik gerçekleştirmek ister. Genç kıza göre Amerika ve Avrupa’da bu tür çöpçatan kuruluşları aracılığıyla istenilen evlilikler yapılmaktadır. Zengin ve şımarık bir genç kız olan Bilge, babasından kalan büyük bir servete sahip olmasına rağmen mutlu olmadığı için “bir koca almak” (s.15) ve “olağanüstü serüven” (s.117) yaşamak istemektedir.

Kendisiyle evlenecek dürüst, namuslu, görgülü, yüksek öğrenimli fakat kimsesiz, fakir bir erkek arayan Bilge, görünürdeki şekliyle evlenmekten çok “yalnızlıktan kurtulmak,

gidemeyeceği yerlere gitmek amacıyla bir koca satın alma(k)” (s.115-116) amacındadır.

Yazar, Bilge’nin hocası Münevver Hanım’ın ağzından böyle bir evliliğe “evleneceği

adamla bir ticaret anlaşması yapacak, bir sözleşme imza edecekti.” (s.93) şeklinde bir

eleştiri getirir. Aslında Bilge’nin böyle bir evlilik oyununa kalkışmasındaki sebebi geleneksel evliliğin olumsuz sonuçlarına katlanmamaktır. Çünkü o, toplum tarafından normal karşılanmasa da bir evlilik kurumu aracılığıyla sosyal etkinliklere daha kolay katılmayı istemektedir. Böylece geleneğin yıllardır kadına zorla benimsettiği olağan yazgısından kurtularak kendisine bir gelecek hazırlamak yolunda olduğu görülmektedir. Bilge, aslında evlilik gibi ciddi bir olayın, olağanüstü bir serüvene dönüştüğünün farkındadır. “Gelinlik elbisesi giymeyeceğini, duvak takmayacağını düşünmek” (s.105) onu üzmektedir.

Kadının kendi kaderini kontrol etmekteki acizliği onun tüm yaşamına uzanan bir gerçektir. Evlilik konusunda da yazgısının kendi elinde olmadığına inanan Bilge, bu yazgısını farklı bir evlilik gerçekleştirmek yoluyla yenmek ister. O, evliliği bazı temel haklarından vazgeçmek için değil, yeni haklar elde etmek için gerekli görür. Ona göre böyle bir evlilikle hiçbir sorumluluk almadan yeni olanaklara kavuşacak, gerçek dünyasından uzaklaşarak yerine yenisini koyacaktır. Kısaca bir aile kurmaktan çok yeni özlemlerine kavuşacaktır. Bilge, evliliğe yeni bir kimlik olarak bakmaktadır. Evlenerek bazı sosyal haklar elde etmeyi mutlu bir evlilik için yeterli görmektedir.

Bu romandaki evlilik şeklinin toplumsal yapıya uygun olduğu söylenemez. Genç kız sevmediği bir erkekle “Yuva Kurma Şirketi” (s.23) aracılığıyla bir evlilik sözleşmesi imzalar ve “Bir çatı altında iki yabancı” (s.127) olarak yaşar. Sadece kâğıt üzerinde gerçekleşen bu evlilikte taraflar aynı evi paylaşmalarına rağmen ayrı odalarda yatarlar. Bilge ve Cem Timur, balayına çıktıklarında da ayrı odalarda yatmayı sürdürürler. Anlatıcı bunu, “Bu durum Nis’e vardıkları zaman daha da belirli bir şekil aldı. En lüks

otellerden birinde bir daire kiralamışlardı. İki yatak odası ve bir salon… Ayrı odaya kavuşunca rahat bir nefes aldılar.” (s.125) şeklinde ifade eder.

Kadın, toplumsal kimliğini kurabilmek için evliliği zorunluluk olarak görür. Dolayısıyla “Bu metinlerde evlilik, kadının güç ve otoriteye duyduğu arzu” (Yakın, 1999: 1) olarak belirir. Buradan hareketle popüler metinlerdeki kadın karakterlerin erkeklerle olan ilişkilerinin aşktan çok bir “güç” ilişkisine dayandığı görülmektedir.

Evliliğe hürriyet olarak bakan Bilge, bunu macera olarak yaşamak ister. Tüketerek gündelik yaşamın baskısını üzerinden atamayan ve mutlu olamayan Bilge’nin, evlilik eyleminin gerisindeki amaç geleceği kontrol etme yönelimidir. Bilge’nin olağanüstü bir evlilik macerası/serüveni yaşamasının arka planında anne ve babasız büyümesi yatmaktadır. O, anne ve babasız olmanın verdiği yalnızlığı ve sevgisizliği, sevgi boşluğunu gerçekleştireceği evlilikle doldurmayı amaçlar.

Sevdiği bir erkekle kurulacak bir gelecek ideali, bütün genç kızların hayal dünyasında her zaman vardır. Çünkü “Kadının toplumda saygınlığını ancak varlığını

aile içinde sürdürmesi ile mümkün… Üniversite seviyesinde tahsili de olsa kadın için evlilik, yaşamın en önemli hedefi idi.” (Saraçgil, 2005: 289) Bilge de sevdiği biriyle

gerçekleştireceği bir evlilik hayalindedir. Bilge, “peri masallarında olduğu gibi,

ormanda uyuyan güzel kızı uyandırmaya gelecek prensi” (s.135) bekler. Ancak bu

arzusu gerçekleşmeyince olağanüstü bir evlilik yoluna başvurmuştur.

Genç kız, hocası Münevver Hanım gibi kimseyi beğenmediği için yirmi beş yaşına kadar evlenememiştir. Arzuladığı bir evliliği gerçekleştiremeyince; normal olmayan, sıra dışı bir evlilik macerası yaşamak istemiştir. Bu evliliği de özgür ve istediği şekilde bir yaşamı elde etmek bir araç olarak düşünür. Ancak, “Paradoks,

evliliğin belli bir özerklik elde etme vasıtası olarak kullanılmasında” (Giddens, 2010:

57) yatmaktadır. Çünkü Bilge birey olarak değil, evlilik yoluyla toplumsal kimliğini kazanmak amacındadır:

“Serbestçe bir yere gidemiyorum. Etrafımı bir sürü, adam sarıyor, rahatsız oluyorum. Yalnız çıksam bir türlü, arkadaşların peşine takılsam bir türlü… İşte bütün bunlar beni evlenmeğe zorlayan nedenlerdir.” (s.92)

Bilge, evliliğe bir zorunluluk olarak bakmaktadır. Ona göre sosyal yaşamda tek başına özgür olamayan kadına bu özgürlüğü sağlayacak kişi erkektir. “Kadın, paraya

sahip olsa da-kamusal yaşamın gerektirdiği kapasiteler(in) eril” (Öğüt, 2006a: 73)

olması, Bilge’nin böyle bir evliliğe yönelmesinin gerekçesi arasındadır. Kamusal alanda erkeğin sahip olduğu özgürlüğü kendisi de elde etmek istemektedir. Aradığı özgürlüğe ancak yapacağı evlilikle kavuşacağına inanmaktadır. Bu amaçla, sosyal yaşamda bir yer edinebilmek ve kimliğini kurabilmek için evlenmek zorunda olduğunu hisseder. Bilge, bu amacını gerçekleştirdiğinin de farkındadır:

“Şimdi aradığı kocayı bulmuştu. Artık evde yalnız başına kalmayacak, her

gitmeyecek, bir seyahat etmek isterse yanında yaşlı hoca hanımı görmeyecek, özetle evli, serbest bir kadın olmanın bütün zevkini sürecek ve parasını dilediği şekilde sarf edebilecekti.” (s.81)

Evliliği, kendisine özgürlük sağlayan bir alan olarak gören Bilge, kocası ile sorunlar yaşayınca zamanla evliliğin sevgi temelinde yükselen bir kurum olduğunu anlar. Sevgi olmayan bir evliliğin insana yük olduğunu düşünerek yaptığı evliliğin yanlış olduğunu anlar. Ancak yaşadığı olağanüstü değişim sonucunda kendisini evlenebilecek bir kadın olduğuna ikna eder. Çünkü satın alınmış bir koca olduğuna inandığı Cem Timur, sandığı gibi kendisine boyun eğen biri değildir.

Görüldüğü gibi evliliğin bir sorun olduğuna bireysel temelde bir eleştiri getirilmektedir. Bu sorunu ortadan kaldırmak isteyen genç kızlar, evliliği bir tesadüfe bırakmayarak istediği kişiyle evlenerek kendilerine bir gelecek kurmayı arzulamaktadırlar.

Gerçek hayatta pek görülemeyecek bir evlilik şekli de “Uğur Böceği”ndeki Esra Aydemir-Hasan Seyhani arasındaki evliliktir. Kadının, geleceği için tek çıkar yol olarak gördüğü evlilik, bu eserde yine bir rastlantı ile gerçekleşir. Sevmeden gerçekleşen, ancak zamanla sevgi unsurunun oluşmasıyla birlikte mutlu evliliğe dönüşen bu evlilik Esra’ya göre sadece masallarda vardır. Kardeşlerinin okuması için fedakârlık yaparak Şam’da yaşayan Seyhani Ailesi’nin köşkünde iş bulan Esra’nın alacağı yüksek ücret için bir sözleşme imzalaması gerekmektedir. Esra, ailesinin geçimi için imzalamak zorunda kaldığı bu sözleşmede ailenin oğullarından Hasan’la bir evlilik gerçekleştirdiğini de görür. Esra, alacağı yüksek ücret ile İstanbul’daki annesi ile kardeşlerine sağlayacağı olanakları düşünür ve çaresiz şekilde bu sözleşmeyi kabul eder. Tanımadığı ve sevmediği bir erkekle evlenmeyecek kadar modern bir kız olsa da bu oldubittiyi kabullenmek zorunda kalır. Birkaç dakika içerisinde gerçekleşen bir gerçek ortadadır: “Birkaç saat içinde Esra Aydemir’in adı değişmiş, Esra Seyhani

olmuş” (s.57), “satın alınmış bir gelin” (s.61) durumuna düşmüştür.

Esra’nın Şam’a gelirken taşıdığı ümitlerle yaşadığı gerçekler arasında tam bir tezat vardır. Bu gerçeği görmek, geçim derdi ile düştüğü bu yerlerde hiç tanımadığı bir erkekle evlenmek ruhunda bir baskıya dönüşür. Ancak bir iş anlaşması şeklinde başlayan bu evlilik ilişkisinde tarafların birbirini tanımaya başlamasıyla ilk sevgi filizleri yeşerir. Esra’nın, Hasan’ın evlenilecek ideal bir erkek olmasına tanık olması, Hasan’ın ise Esra’nın yüksek kişiliğinden etkilenmesi ile “iş anlaşması” olarak başlayan

bu evlilik mutlu bir evliliğe dönüşür. Çünkü toplumsal düzende yaşayan bir kadının nihai hedefi evliliktir. Romandaki bu “evlilik sözleşmesi, bir yandan kadının toplumda

layık olduğu yeri gösterir.” (Franco, 166: 1998) Bu bağlamda kadın, toplumsal düzenle

kuracağı en güçlü bağı evlilik yoluyla gerçekleştirir.

“Aşk Tılsımı” romanında vaziyeti kurtarma şeklinde başlayan evlilik, ikilinin birbirlerini sevdiklerini anlayıncaya kadar gelişen olaylar popüler roman kalıbına göre gelişir. Olağanüstü şekilde gelişen ve sevmeden gerçekleşen bu evlilik, zamanla sevgi unsurunun oluşmasıyla mutlu bir evliliğe dönüşür. Bu bakımdan eserdeki ana olay örgüsünü, vaziyeti kurtarma evliliği olarak başlayan Fahir-Nüveyre evliliğinin romantik aşka dönüştüğü bu serüven oluşturmaktadır.

Uçak mühendisi olan Fahir, çok miktarda kumar borcunu ödeyemediği için intiharın eşiğine kadar gelmiş bir gençtir. Onun durumunu öğrenen halası Naşide Hanım, istediği bir kız ile evlenirse bu borcunu kendisinin ödeyeceğini söyler. Naşide Hanım’ın Fahir’in evlenmesi için düşündüğü kız, başka bir erkekten hamile kalan Nüveyre’dir. Nüveyre ilgili bu toplumsal gerçekten haberi olamayan Fahir, “Mesut

olmak! Tanımadığı, sevmediği bir kızla… Hatta yüz sene evvel bile böyle bir evlenme şekli normal sayılmazdı” (s.28) diyerek sevmeden bir evliliğe ilk önce karşı çıksa da

maddi gereksinimlerden dolayı kabul etmek zorundadır. Naşide Hanım, “Bugün hangi

evlenmenin altında para ve menfaat gizlenmiyor?” (s.22) şeklindeki sözlerle Fahir’i

zengin bir ailenin kızı Nüveyre ile evlenmeye ikna eder. Görüldüğü gibi bu evliliğin ikisi için de bir zorunluluk olduğu açık biçimde ortadadır. Çünkü böyle bir evlilik iki insan için bir kurtuluştur. Nüveyre, karnındaki çocuğunun gayrı meşru bir çocuk olduğunu örtbas etmiş olacaktır, Fahir ise kaldıramayacağı maddi yükün altından kalkacaktır. Nüveyre, bu evlilikle bir dala tutunarak “kurtarılma arzusu”nu gerçekleştirecek, yanında bir sığıntı olarak yaşadığı amcası Hulusi Bey’in kaprislerinden kurtulacaktır. Bir toplumsal gerçeğin olumsuzluğunu taşıyan Nüveyre, kadın olmanın yazgısıyla baş başadır. Hem kadın hem de erkek için zorunluluk olan bu evlilikte hemen mutluluğun yakalanması söz konusu değildir. Nüveyre’nin bir trafik kazası sonucunda başka bir erkekten olan çocuğunu düşürmesi ve Fahir’in bunu öğrenmesi ile ikili arasında ilişkiler tamamen kopar. Fahir, karısı Nüveyre’nin