• Sonuç bulunamadı

3.1. Aşk ve Evlilik

3.1.1.1. Çocukluk Aşkı

Popüler aşk romanlarının merkezini “romantik aşk” oluşturur. Romantik aşk, “romantik bir şekilde, cinsel çekimin süblime edilmiş bir ifadesi olarak veya idealize

edilmiş, neredeyse kutsallaştırılmış bir kişiye duyulan platonik bir duygu olarak yaşanmaktadır.” (Saraçgil, 2005: 293) Muazzez Tahsin’in romanlarındaki aşk ilişkileri

Genellikle mutlu biten bir aşk öyküsünü dile getiren Muazzez Tahsin Berkand romanlarında, aşk ilişkisinin tarafları, çocukluk dönemlerinde “ağabey-kardeş” ilişkisi yaşayan kuzen ya da komşu çocuğudur. Yazarın romanlarında eserin merkezindeki “romantik aşk, ‘çocukluk aşkı’ imgesiyle yaratılır.” (Güneş, 2005: 57) Genellikle kuzen olan genç kız ile erkek, çocuk yaşlarda duygusal anlamda birbirine bağlanmışlardır. “Aşk Fırtınası” adlı romanda kuzen olan Refik ile Feriha, İzmir’de ağabey- kardeş ilişkisi şeklindeki kardeşlik duygusuyla açıklanabilecek bir çocukluk arkadaşlığı yaşarlar. Feriha’nın, “Komşumuzun oğlu Refik ağabeyim…” (s.25) dediği erkek, yengesinin de kardeşidir. Çocukluk aşkının üzerinden yıllar geçmiş, Feriha İstanbul’a gelmiş, Refik ise İzmir’de kalmıştır. Bu nedenle söz konusu aşkın devam etmesi için rastlantıların kendini göstermesi gereklidir. Tıp eğitimi için İstanbul’a gelen Refik, Feriha ile bir rastlantı sonucunda karşılaşınca ikili arasındaki romantik aşk yeniden filizlenir. Refik, sürekli hediyeler alarak Feriha’nın kendisine yakın olmasını sağlar, artık kendisine “ağabey” yerine Refik demesini ister. Feriha, İstanbul’da Refik ağabeyi ile karşılaşınca zihni yıllar önceki hatıralara kayar ve çocukluğunda Refik’in kendisine olan ilgisinin gerçek nedenini anlar. Feriha, böylece İzmir’deki çocukluğunun Refik “ağabey”i tarafından sevildiğini anlayınca ikili arasındaki ağabey-kardeş ilişkisi romantik aşka yenik düşer.

Aşkın karşılıklı itiraf edilmesine kadar, ağabey-kardeş ilişkisi şeklinde geçen bu süreç, Refik’in cepheye giderken bıraktığı bir mektupla açığa çıkar. Bir erkek tarafından sevildiğini anlayan Feriha, sevilme duygusuyla dünyayı olduğundan farklı görür. İlk karşılaşmada dışa dönük yaşanmayan ve iç dünyada saklı tutulan aşk, nesneler aracılığıyla kendini belli eder. Refik’in cepheye giderken Feriha’ya verdiği iki beyaz gül ve bıraktığı mektup, aşkın nesneler yardımıyla somut hale getirilmesidir. Refik, mektubunda kendisine “ağabey” diye hitap eden Feriha’ya; “Biliyor musun? Ben seni

daha öyle minicikken seçmiştim ve bugüne kadar geçen yaşamımda yalnız sen varsın… Buna yemin ediyorum Feriha!” (s.55) diyerek ona karşı romantik ilgisinin çocuk

yaşlarda başladığını itiraf eder.

Rastlantısal gelişen bu aşk ilişkisinde genç kız, sevgiyi arzu ederken o şeye doğru ilerlemez, arzu ettiği şey kendisine gelir. Erkek karakterin idealleştirdiği genç kız, o ana kadar hiç fark etmediği bazı niteliklerin olduğunu anlar. Onun ayırıcı nitelikleri arasında kadınca özellikler ön planda yer alır. İkili arasındaki aşkın başlangıçtaki ahengi bir süre sonra mücadeleye dönüşecek ve ertelenecektir. Bu mücadelede aşk engellerle

karşılaştıkça anlam ve kuvvet kazanacaktır. Erkek karakterin sevgiliyi idealleştirildiği bu evrede “aşk doğduktan sonra realite planından ideal plana geçer.” (Safa, 2007: 139) Çünkü yıllar sonra karşılaştığı çocuk, gözlerini kamaştıran bir genç kız olmuştur. Bu nedenle ona başkalarından farklı gözle bakmaktadır.

Çocukluk aşkı temelinde yükselen romantik aşklardan biri “Uzayan Yollar”da Tunç Başar ile Sibel Harmancı arasında yaşanır. Tunç Başar, kendisinden birkaç yaş küçük Sibel’i çocuk yaşlarda sevdiği için geleceğini bu aşk üzerine kurar. Kavuşup- kavuşamama gerilimi ile başlayan bu aşk ilişkisindeki “ağabey-kardeş” ilişkisi böylece romantik aşka yenik düşer.

“Tunç Başar, çok kaprisli olduğunu bildiği Sibel’i çocukluğundan beri sevmekte

idi.(…)

Sibel’i kaç yaşında sevmeye başlamıştı? Bunu tam olarak söylemesine imkân yoktu. Galiba bu aşk kendisiyle beraber doğmuş ve büyümüştü. Çocukken onunla oynamayı, ona sevdiği masalları tekrar tekrar anlatmayı tabiî bulurdu.” (s.81)

Tunç Başar, Sibel’e olan sevgisinin “derin ve çocuk denecek bir yaşta

başlayarak gittikçe kökleşmiş bir aşk.” (s.121) olduğunu söyler. Ancak ilk bakışta Tunç

Başar, reddedilmenin acısını yaşayıp hayal kırıklığı yaşamak istemediğinden Sibel’e olan duygularını açığa vuramaz, bu korkuyla sevdiği insana açılamaz. Çünkü umut bağladığı kapıların yüzüne kapanmasını istemez. Almanya’da öğrenim gördüğü yıllarda İstanbul’a her gelişinde onu uzaktan da olsa görmek ister. Tunç, çocukluktan beri “duygusal yatırım” (Kamışlı, 2007: 219) yaptığı sevgi ile ayakta kalır ve Sibel ile arasında maddi ve manevi birçok engel olduğunu bilse de bu aşkla dünyaya bakar.

Romantik aşk ilişkisinin erkek-ağabey figürü, genç kızı yıllar sonra gördüğünde ilgisiz davranıp onu sevdiğini belli etmese de kendisini ondan alamaz, dikkatini onun üzerinde yoğunlaştırmaktan kurtaramaz. Çünkü karşısında çok özel bir insan vardır. Bütün ilgisini ona yöneltir, “onunla duygusal birliğe ulaşma arzusu yaşamı(nın) biricik

amacı haline gelir.” (Göka, 2008:138) Bütün yaşamsal sorunlarını dışta bırakarak

duygusal enerjisini ona yatırır.

“Sen ve Ben” romanında kuzen olan Leyla ile Bedi Muammer arasındaki romantik aşk, çocukluk aşkı temelinde yükselen bir başlangıca sahiptir. Yirmili yaşlarındaki Leyla ile kırklı yaşlarına yaklaşmış Bedi Muammer’in çocukluğu “ağabey- kardeş” ilişkisi şeklinde geçmiş, Bedi Muammer, Leyla’yı çocukluğunda masallar okuyarak büyütmüştür. Genç adam, aynı zamanda kuzeni olan kıza bir ağabey gibi

davransa da çocukken dizlerinde uyuttuğu ve peri masalları anlattığı “ateş gözlü kız”a karşı zamanla duyguları farklılaşmış ve sevgisinin önüne geçememiştir.

“Ta ki gençliğimden beri hayalimde yaşattığım kızı, muhayyel nişanlı ve sevgiliyi

gördüm… ve onu tanıdım… Ben de yaşıyan gizli vücut o imiş meğer!…” (s.163)

Çocukluk anıları genç adamın çocukluk yıllarından itibaren kuzeni Leyla’yı sevdiğini göstermektedir. Bedi Muammer’in günlüğünü okuyan Leyla onun satırlarında kendisini, çocukluğundan beri seven biri olduğunu öğrenir.

“Ateşli gözlü yoldaşım, dizlerimde büyüttüğüm, başını göğsüme dayayarak

uyuttuğum küçük Leyla imiş meğer… zavallı Rabia teyzemin kızı… Ayşe teyzemin gelini… Nejat’ın nişanlısı, yakında karısı olan Leyla… ” (s.134)

Yazar, iki romantik insan arasındaki duygusal bağı çocukluk anılarıyla destekler. Böylece evli olan Leyla’nın, başka bir erkeğe duyduğu sevgiyi haklı çıkarmaya çalışır. İlk karşılaşmada sevildiğini anlayan Leyla’nın içinde bir gizem oluşur, her şey kendisine güzel görünür. İç dünyasında özel bildiği ve gördüğü kişiye karşı özel bir yer ayırır. Aşık olmak, başkası tarafından sevildiğini anlamak, vazgeçilmez olduğunu düşünmek ona, kendisini daha iyi hissettirir. Bu andan itibaren aşk, genç Leyla’ya acı yaşatsa da kendisi için büyük bir anlam ifade eder. Leyla da Bedi Muammer tarafından sevildiğini anlayınca çocukluk anıları gözünde canlanır, onun kendisine anlattığı peri masallarını hatırlar. Leyla geçmişteki hatıralarla gelecekteki mutlu yaşama özlem duyar.

Muazzez Tahsin’in “Gençlik Rüzgârı” adlı eserinde Mehmet Ali ile Fatma Nur arasındaki romantik aşk ilişkisi; çocukluk aşkı temelinde başlayan bir dostluğun/kardeşliğin ürünüdür. Mehmet Ali’nin kendisi Fatma Nur’a duyduğu ve “bir

büyük kardeş şefkatiyle sarmış olduğu” (s.57) sevginin, çocuk yaşlarda başladığını itiraf

eder:

“Aşkın benimle beraber doğmuş ve büyümüş gibiydi. Seni ilk gördüğüm zaman daha minimini bir çocukken sevmiştim. Ben de çocuktum, ama sen yaşından daha küçük, bense aksine daha olgundum.

(…)

Seni sen olduğun için, her şeyin için sevmiştim. Sen benim iç dünyamın kraliçesiydin ve ben senin bir kölenden başka bir şey değildim. Yalnız erkek içgüdüm bana, her zaman için, seni fazla şımartmamayı, sana karşı bir esir itaatiyle boyun eğecek yerde aksine ağabey tavırları, koruyan erkek halleri takınmamı emrediyordu.”

Mehmet Ali, ona duyduğu hislerinde sadece dostluk olmadığını ve bu dostluğun içinde kuvvetli bir aşkı beslediğini zamanla anlar. Ancak çocuk yaşlarda şefkat ve koruma duygusuyla yaklaştığı Fatma Nur’u sevmesine rağmen yıllarca ona bir dost yakınlığı ile kalır, duygularını açığa vuramaz. Çünkü incinmeye incinmişliğe müsait yapısıyla bu açılma duygusunu bir türlü gerçekleştiremez. Bu duygularının sevdiği kız üzerindeki etkisinden korkan Mehmet Ali, sevgisini içinde gizler ve iç dünyasında yaşatır.

Yazarın “İki Kalp Arasında”, “Yabancı Adam” ve “Lale” romanlarında çocukluk aşkı temelinde yükselen romantik aşk ilişkisi, “ilk karşılaşma, ayrılık ve

kavuşma” kalıbını tekrar eder Bu eserlerde olay örgüsünün merkezini oluşturan

romantik aşkın tohumları çocukluk yıllarında atılır. “İki Kalp Arası”nda Günseli ile Doğan, “Lale” romanında Necil ile Lale’nin duygusal yakınlığı çocukluk arkadaşlığı temelinde yükselir. “Yabancı Adam” romanında ise rastlantıların yıllar sonra bir araya getirdiği Çetin Başaran, komşularının kızı Suna’ya çocukluğundan beri duygusal yakınlık duymakta olan bir gençtir. “Sabah Yıldızı”nda da Nevin ile Nevzat Bey arasındaki romantik aşk, çocukluk aşkı temelinde yükselir. Nevin, çocukluk arkadaşı için, “O erkeğin hayali çocukluk ve gençlik hülyalarımın biricik kahramanı idi” (s.4) der. Bu romanlarda çocukluk arkadaşı veya kuzenlerin arasındaki romantik aşk, “Tanzimat romanındaki romantik aşk figürü cariyelerin yerini “kuzenler”in aldığını

gösteren” (Güneş, 2005: 59) bir değişime de işaret etmektedir.

Romantik aşk, toplumsal yaşamda büyük hayal kırıklığı na uğramış kişilerin eksiklik duygusuyla sığındıkları bir hayal ülkesidir. Birey eksiklik duyduğu şeyleri aşkla bütünlemeye çalışır. “İnsanoğlunun derin yapıda tek başına kalma korkusuyla

yoğun olarak yaşadığı yalnızlık, adeta sevgi temelinden beslenen aşkla çözüme ulaşmaktadır.” (Eker, 2006: 5) Ebedi bir aşk ve mutlu bir evlilik arzusu ile yanıp tutuşan

eserin kadın öznesi, kendisini seven birinin varlığına tanık olunca mutlu bir gelecek arzusunu yakaladığını anlar. Beklediği aşka kavuşmanın verdiği coşku ve heyecan ile adeta büyülenmiş bir insana dönüşür. Bütün romantik aşk ilişkilerinde olduğu gibi, kadın aşka gitmez, aşk kadının ayaklarına gelir.